Kapitalist iktisat
nizamının, halkları yoksulluk, sefalet ve hatta açlığa mahkûm ettiği artık
herkesin bildiği bir hakikattir. Yine tatbik edildiği tüm beldelerde sürekli
krizlere sebep olduğu ve bu krizlere çözüm adına ortaya konulan hususların da
bir müddet sonra daha büyük krizleri tetiklediği de malumdur. Kısa aralıklarla
yaşanan bu krizlerde her zaman için krizin faturası ve yükü yine halkların
sırtına yüklenmekte ve zaten temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorluk çeken
insanların yüksek enflasyon, artan vergiler ve işsizlik gibi ağır bir yükü daha
omuzlamaları sonucunu doğurmaktadır. Sadece kriz dönemlerinde değil, ekonomik
göstergelerin kâğıt üzerinde iyi olduğu(!) dönemlerde dahi, kendilerinin ve
ailelerinin geçimlerini sağlamak için mücadele veren halklar sömürülmek,
haklarının gasp edilmesi ve emeklerinin çalınması ile karşı karşıya
kalmışlardır. Zira bu sistem, insanların haklarının ve emeklerinin sömürülüp,
kapital ve sermaye sahiplerine aktarılması üzerinde kurulmuştur. Dolayısıyla
insanların büyük bir çoğunluğunun fakirlik, açlık, temel ihtiyaçlarını
karşılayamama gibi sorunlarla boğuşması, bu sistemin tabii bir sonucudur.
Kapitalist sistemin ekonomik esaslarının ve bu esaslardan kaynaklanan
uygulamaların yol açtığı krizler ve sorunları uzun uzadıya ele almak tabii ki
elzemdir. Ancak bu yazımda ben daha somut olarak insanların hissettiği bir
vakıayı ele alacağım. Bu vakıada klasik olarak bir ailenin, ekonomiyi basit ve
somut olarak algıladığı bir hakikattir. Bu da bir ailenin gider kalemleridir.
Yani aylık olarak ailenin eline geçen para ve bu paranın nerelere
harcandığıdır. Zira insanların genelini ilgilendiren husus somut olarak
bunlardır.
Türkiye’de yaşayan
insanların yaklaşık %85 gibi bir kesimi alt ve orta gelir grubu denilen
insanlardan oluşmaktadır. Son verilere göre 15 milyona yakın asgari ücretli, 12
milyon emekli, 22 milyon sigortalı çalışanla beraber birde %14 civarında işsiz
bulunmaktadır. Hiçbir düzenli aylık geliri olmayan insanları bir kenara
bırakırsak, Türkiye hane halkının büyük bir çoğunluğu an itibariyle 1 milyar
ile 5 milyar arasında bir aylık gelir ile yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.
Peki “Gelir durumlarının bu ortalamada olduğu Türkiye halkının gider durumu
nedir?” diye bir soru sorduğumuzda işte gelirlerden daha vahim bir tablo burada
karşımıza çıkmaktadır. Zira geliri ne olursa olsun insanların karşı karşıya
kaldığı bir gider durumu söz konusudur ki bunlar da başta yüksek vergiler olmak
üzere, devletin vatandaşına vermesi zaruri olan hizmetler karşılığında çıkan
faturalar ve diğer hizmetlere ait gider kalemleridir. Bunlar esasen insanların
belini büken, temel bir ailenin tamamen ücretsiz olarak alması gereken
hizmetlere karşı ödediği yüksek meblağlardır.
Bunların başında
tabii ki bir zulüm kamçısı olan vergiler gelmektedir. Türkiye’de Gelir İdaresi
Başkanlığı’nın güncel verilerine göre çeşitli alanlarda olmak üzere yaklaşık
450 kalem vergi bulunmaktadır. Klasik bir asgari ücretli daha maaşını eline
almadan yüzde 20 gelir vergisi ödemek zorundadır. Vergimi ödedim ve artık
kurtuldum diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Bu daha bir başlangıç.
Yaptığınız her harcama, aldığınız her bir mal ve hizmetten de doğrudan ya da
dolaylı olarak vergi ödemek zorundasınız. An itibariyle Türkiye’de yaşayan bir
kişi, gelirinin %62’sini devlete vergi olarak ödemektedir. Evet yanlış
duymadınız. Her bir aile çeşitli yollarla gelirinin %62’sini vergi olarak
ödüyor. Katma değer vergisi, özel tüketim vergisi, özel iletişim vergisi,
gümrük vergisi, kurumlar vergisi, damga pulu vergisi, emlak vergisi, reklam
vergisi, çer çöp vergisi gibi isimler altında insanların gelirlerinin büyük bir
kısmına devlet tarafından vergi adı altında el konulmaktadır.
Yine çekirdek bir
ailenin gider kalemlerinden en önemlisi de su, doğalgaz, elektrik ve iletişim
için ödediği fatura giderleridir. Zira bir asgari ücretli gelirinin %25’ini
faturalara ödemektedir. Daha bir önceki ayın faturalarını ödeyemeden, bir
sonraki faturalar kapıya dayanmakta, geciktirdiği ya da ödeyemediği taktirde de
suyunun kesilmesi, karanlıkta kalması ya da kışın ortasında gazının kesilmesi
durumu ile karşılaşmaktadır.
Diğer gider kalemleri
ise sağlık, eğitim ve ulaşım giderleridir. Tamamen ücretsiz alınması gereken bu
hizmetler TUİK verilerine göre, Türkiye’de bir hane halkının giderlerinin yüzde
25’ini oluşturmaktadır.
İşte geliri ne
olursa olsun Türkiye’de yaşayan insanların somut olarak hissettiği ekonomik
sıkıntı, asıl itibariyle yukarıda saydığımız vergiler, faturalar ve temel
hizmetler karşısında ödemek zorunda oldukları meblağlardır. Zira bu giderler
diğer yeme içme ve kira gibi giderlerden farklı olarak, devletin bir zulüm
olarak halkından aldığı haksız giderlerdir. Çünkü elektrik, su, doğalgaz,
iletişim, sağlık, eğitim ve güvenlik gibi hizmetler, tamamen ücretsiz olarak
alınması gereken hizmetlerdir. Hatta bunlardan devlet bir gelir elde ederse bu
geliri halkına dağıtması gerekir. Zira bunlar ümmete ait olan kamu malları ve
hizmetlerindendir. Ancak günümüzde kamuya ait olan bu mal ve hizmetlerden bir
kısmı özel sektörlere peşkeş çekilmiş ve belirli yerli ya da yabancı şirketleri
zengin etmek uğruna insanların üzerine bir yük olarak yüklenmiştir. Bu durumun
uzun bir süredir devam etmesinden dolayı nerdeyse insanlar bu zulmü normal
görmeye başlamış ve farklı bir uygulamanın olamayacağı zannına kapılmıştır.
Yani daimî vergilerin ve faturaların olmadığı ve yine aldıkları hizmetler
karşısında ücret ödenmeyen bir ekonomik modelin olamayacağı düşüncesine
kapılmıştır. Oysa ki İslâmi ekonomi modelinde bu giderlerin hiçbirisi yoktur.
Ne daimî vergiler ne devamlı birbirini takip eden yüksek faturalar ve ne de
toplumun temel ihtiyaçlarından olan hizmetlere karşı bir bedel ödenmesi durumu
İslâm ekonomik nizamında söz konusu değildir.
Daimî Vergilerin
Olmadığı Bir Ekonomi Modeli
İslâmi ekonomik nizam,
halkının üzerinde bir zulüm kamçısı olarak bulunan daimî vergileri haram kılan
bir nizamdır. Daimî ve dolaylı yollardan vergi alınması bir zulümdür ve İslâm
bütün zulümleri ortadan kaldırmak için gelmiştir. Dolayısıyla katma değer
vergisi, özel tüketim vergisi, özel iletişim vergisi, gümrük vergisi, kurumlar
vergisi, damga pulu vergisi, emlak vergisi, reklam vergisi, mahkeme harçları
vb. gibi alanlardan vergi almak caiz olmadığı gibi devletin dolaylı yollarla
vergi alması da caiz değildir. Çünkü böyle bir uygulama şer’î açıdan
yasaklanmış bir davranış olup zulümdür. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’in meks/gümrük vergisi hakkında söylediği, [لاَ يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ] “Meks sahibi cennete giremez.” hadisinde geçen
“gümrük vergisi” de aynı kapsam içerisinde değerlendirilir.
Vergiler, sadece devletin
gerçekleştirmesi zaruri olan birtakım harcamaları karşılamak için hazinede
yeterli miktarda para bulunmadığı zaman, yaşadıkları ortamdaki hayat
standardına göre temel ihtiyaçları ve lüks ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri
miktardan fazla mallara sahip olan kimselerden alınır. Geçici olarak alınacak
olan bu vergiler de devletin yapması zorunlu olan harcamaları karşılamaya
yetecek derecede olur. Bu miktardan fazla alınamaz. Çünkü gerekli miktardan
fazla vergi tahsilatında bulunmak Müslümanlara farz olmayan bir yük yüklemek
sayılır ki bu caiz değildir. Devletin yapması zorunlu olan ve yapmadığı
taktirde Müslümanlara zararın isabet edeceği alanlar ise başlıca altı alandır.
1- Cihad ve cihatla
bağlantılı olan harcamalar. Bunları gerçekleştirmek için beytu’l malda para
varsa beytu’l maldaki paradan harcama yapılır. Eğer beytu’l malda yeteri kadar
para yoksa cihad devam ettiği müddetçe gerekli harcamaları yapabilmek için
geçici bir vergi belirlenir. Çünkü hem malları hem de canları ile cihad etmek
Müslümanlara farzdır.
2- Harp sanayisi ve
bu sanayiyi gerçekleştirmek için gerekli olan sanayileri sağlamak ve böylece
silah sanayisini kurmak için yapılması zorunlu olan harcamalar. Zira bu türden
fabrikaların kurulması mutlaka gerekli olan hususlardandır. Beytu’l malda para
varsa gerekli harcamalar mevcut paradan karşılanır. Eğer beytu’l malda para
yoksa bu parayı temin etme farziyeti ümmete intikal eder. Bu nedenle devlet,
gerekli sanayii kurmak için ümmetin zenginlerine geçici vergiler koyar.
3- Fakirler,
miskinler, yolda kalmışların ihtiyaçlarının karşılanması için harcanması
gereken paralar. Sayılan bu grupların ihtiyaçlarını karşılamak, beytu’l malda para
olsa da olmasa da beytu’l mala ait bir görevdir. Beytu’l malda para varsa
harcama buradan yapılır. Eğer para yoksa gerekli miktarı karşılama görevi
Müslümanlara intikal eder. Çünkü fakirlerin, miskinlerin ve yolda kalmış
kimselerin ihtiyaçlarını zekât, sadaka ve diğer gelirlerle karşılamak, Allah’ın
Müslümanlara farz kıldığı hususlardandır.
4- Askerlerin,
memurların, kadıların, öğretmenlerin ve bunların dışında topluma hizmet sunan
kişilerin ücretlerinin karşılanması. Bunlar topluma sundukları hizmet
karşılığında beytu’l maldan ücret almaya hak kazanan kimselerdir. Beytu’l malda
para bulunsun veya bulunması bu tür görevlilerin ücretlerinin karşılanması,
zorunlu olarak yerine getirilmesi gereken haklardandır. Beytu’l malda para
varsa ücretler mevcut paradan ödenir. Eğer beytu’l malda para yoksa bu
ücretlerin ödenme farziyeti Müslümanlara ait bir borç hâline gelir.
5- Varlığı kesinlikle
zaruret arz eden, yokluğunda ise ümmetin zarara uğramasının söz konusu olduğu
yollar, okullar, hastaneler, üniversiteler, mescitler ve su şebekeleri gibi
tesislerin kurulması için gereken harcamalar. Devlet, şayet hazinesinde yeterli
para yoksa, bunları karşılamak içinde geçici olarak vergi koyabilir.
6- Kıtlık, deprem,
sel felaketleri ve düşman saldırısı gibi olağanüstü olaylar için yapılan
harcamalar. Böyle olağanüstü durumlarda da devlet, gerekli harcamaları
yapabilmek için hazinede yeteri kadar para yoksa geçici olarak vergi koyabilir.
İşte İslâmi
ekonomik nizamda devletin geçici olarak vergi koyabileceği alanlar bunlardır.
Bunların dışında zaruri olmayan harcamalar için devlet vergi koyamaz. Yukarıda
saydığımız gerekçelerle konulabilecek bu vergiler hem geçicidir hem de sadece
zenginlere konulur.
Faturaların
Olmadığı Bir Ekonomi Modeli
Yukarıda
bahsettiğimiz şekilde günümüzde bir ailenin en büyük gider kalemlerinden olan
su, elektrik, doğalgaz gibi faturalar İslâmi ekonomik nizamda olmayacaktır.
Zira günümüzdeki bu faturalar, zaten Müslümanlara ait olan kamu mallarını
devletin tamamen ücretsiz bir şekilde halkına ulaştırması gereken türden
mallardır. Fakat tam aksine büyük meblağlar şeklinde insanlar üzerinde ağır bir
yük olarak uygulanmaktadır. Hatta kamuya ait olan bu tür mallar ve kaynaklar
özel şirketlere peşkeş çekilmekte ve bu şirketler de su, elektrik, doğalgaz ve
internet gibi hizmetleri bir de üzerlerine ciddi kâr marjları koyarak
vatandaşlara fatura olarak göndermektedirler. Oysaki bunlar kamu
mülkiyetindendir ve fertlerin ya da şirketlerin bunları mülk edinmeleri caiz
değildir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
النَّاسُ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ: الْمَاءُ وَالْكَلَأُ
وَالنَّارُ
“İnsanlar üç şeyde
ortaktırlar: su, mera ve ateş.”[1]
Buna göre pınarlar,
nehirler, göller, barajlar, buralardan kamu sularını çıkarmak ve bu suları
akıtmak ve insanların evlerine ulaştırmak için kullanılan tüm aletler suların
hükmüne tâbi olarak, kamu mülkiyetinden olurlar. Bunun gibi kanallar, nehirler,
elektrik direkleri, kabloları, santraller gibi kamuya ait sular üzerindeki
çağlayanlardan elektrik üretmede kullanılan tribünler de kamu mülkiyetinden
sayılırlar. Çünkü bu araç ve gereçler, kamu mülkiyetine ait kaynaklardan
elektrik üretmektedirler. Aynı şekilde elektriğin aydınlanmada, yemek
pişirmede, ısınmada, fabrikalardaki aletleri çevirmede veya madenleri eritmede
kullanılması da aynı hükümdedir. Çünkü bu durumda elektrik ateş konumundadır.
Ateş ise kamu mülkiyetindendir.
Yine doğalgaz ve
taş kömürünün kamu mülkiyeti olmasından dolayı, bu alandaki fabrikalar ve
taşkömürü termik santralleri de kamu mülkiyetinden sayılır. Çünkü ikisi de
tükenmeyen madenlerdendir ve ateş hükmündedirler. Tükenmeyen madenler ve ateş
ise kamu mülkiyetindendir.
İşte su, elektrik,
doğalgaz gibi kamu mülkiyetine ait hizmetleri insanlara ücretsiz ve adil bir
şekilde ulaştırmak İslâm Devleti’nin vazifesidir. Bunları kullandığından dolayı
insanlar yüksek meblağlı faturaların altında ezilmezler. Ancak bu hizmetleri
tüm ailelere ulaştırmak için gerekli olan altyapıyı oluşturmaktan kaynaklanan
masraflar hane halkından talep edebilir ki bu da geçici olan ve belki bir
kereye mahsus olan bir durumdur.
Eğitim ve Sağlık
Giderlerinin Olmadığı Bir Ekonomi Modeli
Nasıl ki yeme içme,
giyinme ve barınma her bir ferdin zaruri ihtiyaçlarından ise eğitim, sağlık ve
güvenlik de toplumun temel ihtiyaçlarındandır. İslâmi ekonomik sistem öncelikle
ferdin zaruri ihtiyaçlarının karşılanmasını esas aldığı gibi toplumun zaruri ve
temel ihtiyaçlarının da karşılanmasını esas almıştır. Bundan dolayı toplumun
eğitim, sağlık ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasında herhangi bir ücret
talep edilmez. Bu sebeple her bir kişi ücretsiz olarak ve hiçbir ek külfete
girmeksizin eğitim ve sağlık taleplerini karşılayabilir. Tabii ki özel okullar
ya da özel hastaneler şahıslar veya şirketler tarafından kurulabilir. İsteyen
kişiler ücret karşılığında bu özel kurumlardan hizmet alabilirler. Ancak devletin
üzerine vacip olan, tamamen ücretsiz ve mali külfeti olmayan bu hizmetleri tüm
fertlerine sunabilmektir.
İşte İslâmi ekonomi
modelinde günümüzde insanların belini büken bu giderlerin hiçbirisi yoktur. Ne
daimî vergiler ne devamlı birbirini takip eden yüksek faturalar ve ne de
toplumun temel ihtiyaçlarından olan hizmetlere karşı bir bedel ödenmesi durumu İslâm
ekonomik nizamında söz konusu değildir. Çünkü İslâmi Devlet, şer'î hükümler
çerçevesinde halkına hizmet sunmak için vardır. Bugünkü zulüm üzerine kurulu
devlet anlayışlarında ise devlet insanlara hizmet için değil insanlar devlete
ve kapital sahiplerine hizmet için vardır.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış