İnsanlık var olduğu
zamandan beri, ekonomi meselesi her dönemin, en önemli kavramlarından biri
olmuştur. Hayatını idame ettirmek gayretinde olan her insan, ihtiyaçları olan
mal ve hizmetleri temin edebilmek için çeşitli mücadeleler vermiştir. İlkel
zamanlarda avlanarak bu ihtiyaçlarını karşılayan insanoğlu, toplumların
oluşması ve sosyal hayat düzenine geçilmesi ile birlikte çeşitli ekonomi
sistemleri geliştirmişlerdir. Hâl böyle olunca her toplumun kendine has ekonomi
sistemleri ve bu sisteme bağlı birtakım sorunları cereyan etmiştir.
İslâm’ın hayat
sahasından uzaklaşması ve komünizmin yıkılmasıyla birlikte neredeyse tüm dünya,
kapitalizmi ve onun iktisat sistemini benimsemiş durumdadır. Kapitalist
ideolojinin dayandığı hürriyetlerin en önemlisi mülk edinme hürriyetidir. Bu da
kapitalizm için, iktisat kavramını bir adım daha ön plana çıkarmaktadır.
Amerika ve Batılı güçlerin dayatmaları ile ayakta tutulmaya çalışılan bu
ideolojide, para belirli bir zümrenin elinde dolaşmaktadır. Paranın ve sermaye
sahiplerinin söz sahibi olduğu bu sömürü düzenini besleyen en büyük kaynak ise
“FAİZ”dir.
Müslümanlar için faiz
kavramı Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın
kesin olarak haram kıldığı, Kur’an ve Sünnet’te açıkça delilleri olan büyük
günahlardandır. Ancak faizin, toplumları ve ekonomileri de çökerten, halkları
fakirleştirip faiz kurumlarının kölesi hâline getiren bir yönü de vardır. İşte
bu yazımda faizin ekonomilere olan etkilerini ve bunların İslâmi çözümlerinin
neler olduğunu vurgulamaya çalışacağım.
Kapitalist iktisat
sisteminin yürütme organı bankalardır. Neredeyse tüm işlemler bankalar üzerinde
ve sanal ortamlarda gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bankalar bu sistemin
kaleleri konumundalar. Gerek kamu bankaları gerekse özel bankaların hepsi
faizli işlemler ile iştigal etmekteler. Dolayısıyla faizin ekonomiler üzerinde
olan etkisini ve topluma olan zararlarını iyi anlamak için ilk olarak faizli
bankacılık sistemini iyi etüt etmemiz gerekir.
A- FAİZLİ BANKACILIK SİSTEMİ
Bankalar
kapitalizmin kalesidir dedik. Kapitalist ideolojinin her geçen gün güçlenmesini
sağlayan ve ona adeta yaşam kaynağı sunan kurum bankalardır. Günümüzde yaşanan
ekonomik sıkıntılarda bile bankaların el üstünde tutulmasının sebebi,
kapitalist ideolojinin ayakta tutulması gayretidir. Bu yüzden devletler, kaynakların
büyük bir kısmını bankalara aktarır, onların vergi borcunu siler, olmadık
imtiyazlar ile bankaları güçlendirirler.
Faizli bankaların
işleyiş sistemini ve kâr ettiği işlemleri birkaç madde ile özetleyecek olursak:
1- Mevduat
İşlemleri: Bankalara,
gerçek ve tüzel kişilerin, belirli bir faiz karşılığında, istedikleri anda veya
belli bir süre sonra ya da belli bir ihbar süresine uyarak geri almak üzere
yatırılan paralara mevduat denir. Kişi
ya da kurumlar gelir elde etmek, birikim yapmak, paralarını güvenli bir biçimde
saklamak ve finansmanlarının yönetimi için paralarını banka mevduatlarına
yatırırlar.
Bankaların en temel
amaçlarından birisi mevduatları artırmaktır. Bu sayede kaynaklarını artırıp,
bilançolarını güçlü tutarlar. Yerli ve yabancı yatırımcılar nezdinde güven
oluşturup bankaların kredi derecelerini yukarılara çekmeye çalışırlar.
Bankaların mevduatlarının güçlü olması demek, kredi verebilmesi ve tercih
sebebi olması demektir. Bu yüzden insanların parasına ihtiyacı vardır.
Dolayısıyla bankalar, mevduatlarına para yatırılması için insanlara yüksek faiz
kazancı sunarlar. Örneğin bugün 300 bin TL birikimi olup bir ev alma niyetinde
olan kişi, parasını banka mevduatına yatırması durumunda, bankanın ona sunduğu
aylık faiz getirisi 4 Bin TL’yi bulmaktadır. Böylece piyasada ticarette dönmesi
gereken para, bankaların kasasına girmekte ve onların kontrolünde geçmektedir.
Bu ise ticarette yaşanan nakit daralmalarının ana sebeplerinden biridir.
2- Kredi İşlemleri: Bankaların ana
gelirlerini faizli bir şekilde verdikleri krediler oluşturmaktadır. Bankaların
kredi verebilmesi için mevduatlarının güçlü olması gerekir demiştik. Faize
dayalı her banka, müşterilerine kredi verebilmek için kaynaklarında belirli
oranda karşılık göstermelidir. Bunun için birinci maddede yazdığımız mevduat
kaynaklarının önemi büyüktür. Bugün 100 bin TL kredi alan bir kişi 60 ay (5
yıl) vade ile ödeme planı oluşturduğunda ortalama 70 bin TL ile 100 bin TL
arasında değişen bir faiz yükünü de kabullenmiş olur.
Yukarıdaki örnek
tabloda temsilî olarak kredi ödeme planı bulunmaktadır. Bankalar, müşterilerine
verdiği kredinin tahsilatlarını yaparken ilk olarak faizli kısmı kapatmaktalar.
Örnek tabloda görüldüğü gibi 10. ayda ödemelerinin yarısı yapmış olan bir
kişinin ödediği faiz 725 TL anapara ise 275 TL’dir. Bankalar kredileri bu
sisteme göre verirler. Dolayısıyla ödemiş olduğunuz taksitler eşit olsa bile
kapattığı borç ilk olarak faizden düşmektedir. Günümüzde birçok kişinin sahip
olduğu menkul ve gayrimenkuller, büyük çoğunlukla bankaların sunduğu krediler
ile dönmektedir. Dolayısıyla bu, hem fiyatların maliyetini yükselterek malın
daha fazla bir fiyata satılmasına neden olur hem de borç yükümlülüğü altında
giren insanları borç bitinceye kadar bankların kölesi hâline getirir.
3- Kredi
Kartı ve POS işlemleri: Bankaların işlem kapasitelerini yükselten,
günlük sıcak para girmesini sağlayan unsur, kredi kartı ve POS cihazları
vasıtasıyla yapılan ticarettir. Günümüzde, özellikle de perakende ticaretin
büyük bir bölümü “Point Of Sale (Satış
Noktası)” anlamına gelen POS cihazları ile yapılmaktadır. “POS ile
yapılan ticarette tek kazançlı çıkan bankalardır.” dersek yanlış olmaz.
Bu sistemin
işleyişi şu şekildedir: Müşteriler alışverişlerinde, ödemelerini gerek kredi
kartı gerekse banka kartı ile POS cihazından yaparlar. Ancak alıcıdan tahsil
edilen para, satıcının hesabına direk geçmez. Bankalar satıcı mağazalara iki
seçenek sunarlar. Birincisi, işlem tutarından belirli bir kesinti ile (%3-15
arası) ertesi gün hesaba geçmesi. İkincisi, herhangi bir kesinti olmaksınız,
belirli bir gün (29-35 gün arası) sonra hesaba kesintisiz olarak geçmesi. Bu
iki sistem de müşteriye ve satıcıya zarar verirken, bankalara hiçbir şey
yapmaksızın kâr sağlar. Müşterinin parası satıcıya geçerken ya kesintiye
uğrayacak ya da banka 30 gün bu parayı kullanacaktır. Birinci yolu tercih eden
esnafın kârı bankalarca kesilecek, ikinci yolu tercih eden esnafın ise
tahsilatı gecikeceği için kendi ödemelerini yapmakta zorlanacaktır. Tam bu
sırada bankalar POS’da bekleyen paralarını kaynak göstererek esnafa ihtiyaç
kredisi sunarlar, yani esnaf tekrardan faiz yükünün altına girer. Bu sürece
dayanamayan birçok işyeri de iflas eder.
Türkiye’de 66,3
milyon adet kredi kartı, 146,4 milyon adet de banka kartı olmak üzere toplam
213 milyon adet kart kullanılmaktadır. Her 5 alışverişin 3’ü kart ile
yapılmaktadır. Dolayısıyla günümüz ticaretinde yaşanan nakit sıkıntısının en
önemli unsurlarından birisi de POS cihazı ticaretidir. Son araştırmalar göre
ise ülkemizde 32 milyon vatandaşın kredi kartı borcu bulunmakta, bunun 9
milyonu ise yasal takiptedir.
4- İktisadi Krizler: Ekonomilerde
yaşanan iktisadi krizleri incelediğimiz zaman, sebeplerinin çoğunlukla faizli
bankacılık sistemine dayandığı görülmektedir. Örneğin ekonominin dönem
noktalarından biri sayılan 1929 Krizi (Büyük Buhran) kapitalist ideolojinin
faizli bankacılık sistemine dayanmaktadır. 1929 Buhranı, ABD’deki New York
borsasının çöküşüyle başlamıştır. ABD’de 1920’li yıllarda üretimin olağanüstü
bir şekilde artması, ancak işçi ücretlerinin, bu üretimi tüketebilecek düzeyde
olmaması nedeniyle üretim ve tüketim arasında büyük bir dengesizlik ortaya
çıkmıştır. Yani satın alma gücü, bu büyüyen üretimle paralel olarak
artmamıştır. Bu satın alma gücünü oluşturmak için bankalar, konut ve otomobil
başta olmak üzere krediler vermeye başladılar. Ancak bankalara kredilerin geri
ödenmemesi neticesinde ABD borsası çöktü. Birçok banka ve şirket iflas etti.
Halk ise hayatta kalabilmek için kendi mahsullerini yetiştirmeye başladı.
Ülkemizde yaşanan 2001 krizi ve ABD merkezli 2008 krizleri ise yine aynı
şekilde faize dayalı ekonomi siteminden kaynaklanmaktadır. Hâlen küresel
dünyada yaşanan ekonomik sıkıntı 2008’de yaşanan ABD merkezli Mortgage krizinin
etkileridir.
Ekonomilerde
yaşanan krizler en çok bankaların işine gelmektedir. Kredi ile bankalara
borçlanan kişi ve şirketler aldıkları kredinin karşılığında, gayrimenkul ya da
taşıt gibi sahip olduğu malları ipotek göstermektedir. Krizlerin neticesinde
piyasalarda nakit para azalır, faizler yükselir, işçiler içten çıkarılır ve
işyerleri iflas eder. Ekonomide yaşanan bu daralma neticesinde bankalara
borcunu ödeyemeyen binlerce kişinin malları bankalar tarafından haczedilir.
İnsanların sahip olduğu tüm bu birikimler, bankaların faiz yüküne kurban
edilir. Dolayısıyla krizler, bankalar için bir fırsat hatta bazı krizler direk
bankaların müdahalesiyle bile oluşmaktadır. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi
para onlarda olduğu sürece, güç tamamen onların kontrolüne geçmektedir.
5- Diğer
İşlemler: Tüm bu yukarıda saydıklarımın haricinde bankalar, borsa,
hisse senedi, tahvil, yatırım işlemleri, swap, kâr ortaklıkları vb. gibi yine
faize dayalı birtakım işlemler ile kâr marjlarını yükseltmekte, faizin
oluşturduğu bu yükü de tüm topluma ödetmektedirler.
Özetle bankalar
yatırımcılık adı altında, kolay yoldan para kazanma fırsatları ile hem
insanları faize bulaştırır hem birikimlerini tüketir hem de sundukları krediler
ile kendilerine muhtaç konuma getirirler. Tüm para kendilerinde toplandığı için
gücün ve yaptırımların merkezi olurlar. Gerek ülkemizde gerekse tüm dünyada
bankaların yaptırımlarına dayanamayan birçok kişi iflas etmiştir. Faiz, aileleri
dağıtmış, bunalımlar ve intihar vakıaları yaşatmıştır.
B- FAİZİN TİCARETE OLAN ETKİLERİ
Ticari işletmeler,
kuruluş ve işletme açısından bir sermayeye ihtiyaç duyarlar. Günümüz
ticaretinde birçok kişi ve kuruluş, işletme faaliyetlerine banka kredileri ile
başlamaktadır. Bu durum daha en baştan işyerine faiz maliyeti oluşturmaktadır.
Örnek verecek olursak: 1 Milyon TL sermaye ile işyeri kuran bir girişimci, %50
kâr hedeflemektedir. İhtiyacı olan bu sermayeyi 1 yıl vadeli olarak bankalardan
temin ettiğinde 1 yıl sonra ödeyeceği faiz 200 Bin TL’dir. Bu durum işyeri
açısından %20 faiz maliyeti oluşturmaktadır. İşyerinin hedeflediği kâr, daha
işin başında %30’a düşmektedir. Tahsilatın POS sisteminden geçmesi durumunda
ise ikinci bir faiz maliyeti ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Bir ürün, hammadde
hâlinden, ticari mal hâline gelene kadarki sürecinde birkaç aşamadan geçer.
Hammadde tedarikçisinden malın ana üreticisine, üretimden sonra toptancısına
daha sonra da perakendeciye ulaşır. Alıcıya ulaşana kadar her firma bu şekilde
faizin oluşturduğu yükü, malın maliyetine ekler. Dolayısıyla hammadde fiyatı 1
TL olan bir ürün; üretim maliyetlerine faiz maliyetlerinin de eklenmesiyle
birlikte alıcıya 8-10 TL gibi 10 katına varan bir fiyatla ulaşır.
Aynı zamanda borç
ile başladıkları bu ticarette, banka kredilerinin oluşturduğu bu yükü vadesinde
ödeme gayretinde olan işletmeciler, ürettikleri mal ve hizmetlerin
satılabilmesi için piyasada sıkı bir rekabete girmektedir. Tercih sebebi olmak
için ürünlerinin fiyatlarını aşağı çekerler. Dolayısıyla kâr marjları oldukça
aşağıya iner. Bu durumda üreticiler ve tüketiciler, faizlerin oluşturduğu bu
maliyetlerin yükünü çekmeye mecbur kalırken, arada oluşan yüksek kâr, tamamen
bankalara akmaktadır. Özetle üretici kazandığı az bir parayı da faize öder.
Tüketiciler ise aslı ucuz olan bir ürünü çok pahalı bir fiyata almış olurlar.
C- FAİZİN PARA PİYASALARINA ETKİSİ
Para, mal ve
hizmetlerin değişimini sağlayan araçtır. Günümüzde, madeni ve kâğıt olmak üzere
Merkez Bankası tarafından basılan paralar kullanılmaktadır. Piyasanın ihtiyacı olan bu para miktarı
Merkez Bankası tarafından sağlanır. Faizin bir zararı da piyasada dolanımda
kullanılan para miktarını azaltmasıdır. Yukarıda anlattığımız bankacılık
sisteminden dolayı piyasada dolanımda bulunması gereken paralar, bankaların
kasalarında beklemektedir. Kişi ve kurumlar gerek güvenlik gerekçesiyle gerekse
faiz getirisi nedeniyle mevduatlarını banka kasalarında bekletmektedir.
Ticarette dönmesi gereken para bankaların kontrolü altına girmektedir. Ödemeler
ise ya havale ve EFT gibi bankalar arasında sanal bir ortamda ya da kredi kartı
ve çek gibi yine banka işlemleri çerçevesinde yapılmaktadır. Dolayısıyla faizli
bankalar her şekilde kazançlı çıkmaktalar.
Dolanımdaki para ne
kadar fazla olursa ticaret ortamı bir o kadar rahat ve hızlı işler. Bugün
Türkiye özelinde değerlendirecek olursak, GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)
3.7 trilyon TL’dir. 5 Nisan 2019 tarihli Merkez Bankası istatistiklerine göre
ise dolanımda bulunan para miktarı 123 Milyar TL. Yani GSYİH’nın %3’ü kadardır.
Aynı verilere göre bankalarda bulunan mevduat toplamı ise 1 trilyon 945 milyar
TL’dir. Yani GSYİH’nın %53’ü kadar. Dolayısıyla piyasada dolanması gereken para
gerek faiz getirisinden dolayı gerekse birtakım risklerden dolayı bankalarda
tutulmaktadır. Bunun neticesinde piyasalarda nakit azalırken, fiyatlar yükselir.
Ticaret hacmi küçülür ve ekonomide durağanlık yaşanır. Zaruri ihtiyaç
maddelerinin fiyatlarında artış olurken, zaruri olmayan mal ve hizmet ticareti
durma noktasına gelir. Dolayısıyla para sizin olsa bile bankalarda beklediği
sürece, kontrolü tamamen faizli bankalara geçer.
D- FAİZLİ YURT DIŞI BORÇLANMALAR
Mevcut devlet
kaynakları yetersiz olduğunda, hükümet ve finans kuruluşları, dış borç yönetime
başvururlar. Bu borçlanma devletlerarası olabileceği gibi, IMF, Avrupa Merkez
Bankası, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan da olabilir. Dış
borçlanma sadece bir para ilişkisi değildir. Çeşitli yaptırımları da
beraberinde getirir. Alınan dış borç hem döviz cinsindendir hem de faizli
şekilde geri ödemesi vardır. Hem de borç alınan kurum ya da devletlere çeşitli
imtiyazları vermeyi gerektirir. Örneğin A devleti B devletinden borç aldığında,
B devleti kendi şirketlerinin A devletinde çeşitli imtiyazlar ile ticaret yapma
hakkını talep eder. Kamu ihalelerinin kendi şirketlerine verilmesi ya da
birtakım ortaklıklar gibi talepleri olur. Borç alan A devleti ise hem aldığı
borcun faiz yükünden hem de verilen imtiyazların altından kalkabilmek için,
kendi vatandaşlarına uyguladığı vergi politikalarını artırarak yeni
yükümlülükler getirir. Şu an Türkiye’nin mevcut dış borcu ise 466 milyar dolardır.
İSLÂM ÇÖZÜM
Ekonominin sahih ve
kalıcı çözümlerine gelecek olursak; ilk olarak yapılması gereken şey, Batı’nın kapitalist
nizamını ve onun faize dayalı iktisat sistemini terk edip, İslâm’ın iktisat
sistemine geçmektir. Çünkü İslâm
şeriatı, faizi kesin bir şekilde yasaklamıştır. Bir Müslüman’ın böyle
bir sistem içinde olması kesinlikle caiz değildir.
Faiz olayının belirgin vasfı şudur: Faiz, tefecinin halkın emeğini
sömürerek hiçbir emek harcamaksızın elde ettiği faydadır. Kendisinden faiz elde
edilen mal, herhangi bir zarar rizikosuna sahip olmayan kârı garantili olan bir
maldır ve zarar etme ihtimali sıfırdır. Bu ise [الغُرْمُ بالغُنْمِ] “Zarar kâra göredir.” kaidesine aykırıdır.
Bu nedenle kapsamlı ve yaygın bir inkılap yapılırken hâli hazırdaki
kokuşmuş iktisat nizamını bütünü ile değiştirmek onun yerine İslâm’ın iktisat
nizamını koymak farz olmuştur. Mevcut kapitalist nizam ortadan kaldırılıp
yerine İslâm nizamı tatbikata koyulduğunda İslâm nizamını yaşayan toplumun
faize ihtiyaç duymayacağı açıkça görülecektir.
Faiz olmayınca mevcut bankalara olan ihtiyaç da ortadan kalkacak ve o
andan itibaren, beytü’l maldan faydalanma imkânlarının incelenmesinin ardından
faizsiz borç verme işini sadece beytü’l mal üstlenecektir. Nitekim Ömer b.
Hattab RadiyAllahu Anh arazilerini değerlendirmeleri ve işletmeleri için Irak’taki çiftçilere
beytü’l maldan mal/para vermiştir. Şer’î hüküm gereğince mahsul hasat edilene
kadar çiftçilere arazilerini işlemelerini sağlayacak kadar beytü’l maldan mal
verilir. İmam Ebu Yusuf’a göre de geçimini temin etmekten aciz olan kimselere
bir iş kurmasını ve toprağı işletmesini sağlayacak kadar mal/para beytü’l
maldan borç olarak verilir.
İslâm, paranın biriktirilmesini, stok edilmesini ve belirli zümrenin
elinde tutulmasını da yasaklar. Ya
ticaret yapılacak ya borç verilecek ya da infak edilecektir. Dolayısıyla bugün
banka mevduatlarında bekleyen 2 trilyon TL para vardır. Ayrıca yapılan bir
araştırmaya göre ise yastık altında 3000 ile 5000 ton arasında altın olduğu
söylenmektedir. Bu kaynakların İslâm ekonomisi içinde kullanıldığını düşünürsek
piyasada dolanan para miktarı GSYİH’nın %’80’ine denk gelir. Hâlbuki bugün ekonomi
uçuyor dediğimiz zamanlarda bile bu oran %8-10 seviyesindedir.
Türkiye gerek coğrafi konumu itibariyle gerekse yeraltı ve yerüstü
kaynakları açısından oldukça zengin bir ülkedir. Örneğin tarım arazileri doğru
bir strateji ile yıllık 200 milyon nüfusa yetecek mahsul üretme kapasitesine
sahiptir. Üç tarafının denizler ile çevrili olması, Asya ve Avrupa arasında bir
köprü konumumda olması, 22’si büyük olmak üzere toplam 180 limana sahip olması,
ulaşım, nakliyat ve yükleme açısından ülkemizi oldukça potansiyel kılmaktadır.
Ayrıca nüfus olarak da oldukça genç sayılır. İstatistiklere göre Türkiye’de
20-50 yaş arasındakilerin nüfusu 36 milyondur. Neredeyse nüfusun yarısına denk
olan bu sayı, muazzam bir işgücü demektir.
Sonuç olarak; sahip olduğumuz tüm bu kaynaklara ve daha burada
sayamadığım birçok özellikleri ile Türkiye, gerçekten ekonomi alanında çığır
açacak potansiyele sahiptir. Ancak kapitalist düzen tüm bu kaynaklarımızı
sömürmektedir. Yaşanan sıkıntılar ve krizler ise tamamen sömürü ideolojisinden
kaynaklanmaktadır. Eğer ki tüm bu servetlerimizi İslâm nizamı ile kullanırsak,
tarımdan sanayiye, üretimden pazarlamaya, bilişimden teknolojiye her alanda
süper bir ekonomiye sahip oluruz. Faiz ve stokçuluk olmadığı için üretim artar,
maliyetler azalır. Yeni iş kapıları açılıp işsizlik önlenir. Halkın ekonomik
seviyesi ve alım gücü güçlenir, nakit ticaret başlar. Dış borç diye bir kavram
olmaz. Bütçemiz açık değil fazla vermeye başlar. Bir de bunlara tüm İslâm
beldelerini dahil ederek düşündüğümüzde ise gerçekten tahayyülü zor bir güç
ortaya çıkar. İşte bunu çok iyi bilen kâfir Batılı güçler, birlik olmamızı ve
bu güce ulaşmamızı engellemek için her gün çökmekte olan sistemlerini revize
etmeye çalışıyorlar. Çünkü kapitalizm onların düzenidir ve faiz, onlara güç
veren bir sistemdir.
Faiz oranı az veya çok olsun, mantıklı ya da mantıksız olsun fark
etmez, faizden elde edilen mal, her halükârda haramdır. Bir Müslüman’ın her
şeyden önce bu bilinç ile hareket edip faizi ne suretle olursa olsun reddetmesi
gerekir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لا يَقُومُونَ إِلا
كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنْ الْمَسِّ ذَلِكَ
بِأَنَّهُمْ قَالُوا إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللَّهُ
الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّهِ فَانتَهَى
فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللَّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ
النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar. Bu, onların ‘Alışveriş de faiz gibidir.’ demelerinden dolayıdır.
Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden
bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı
onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize)
dönerse işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.”[1]
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
اتَّقُوا اللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنْ الرِّبَا إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ
فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِنْ
تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لا تَظْلِمُونَ وَلا تُظْلَمُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer iman etmişseniz, faizden geri
kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve elçisi ile savaşa
girdiğinizi bilin. Tövbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne zulmedilirsiniz ne
de zulme uğrarsınız.”[2]


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış