EN BÜYÜK EKONOMİK SORUN “FAİZ” VE İSLÂMİ ÇÖZÜMÜ

Suat Altıparmak

İnsanlık var olduğu zamandan beri, ekonomi meselesi her dönemin, en önemli kavramlarından biri olmuştur. Hayatını idame ettirmek gayretinde olan her insan, ihtiyaçları olan mal ve hizmetleri temin edebilmek için çeşitli mücadeleler vermiştir. İlkel zamanlarda avlanarak bu ihtiyaçlarını karşılayan insanoğlu, toplumların oluşması ve sosyal hayat düzenine geçilmesi ile birlikte çeşitli ekonomi sistemleri geliştirmişlerdir. Hâl böyle olunca her toplumun kendine has ekonomi sistemleri ve bu sisteme bağlı birtakım sorunları cereyan etmiştir.

İslâm’ın hayat sahasından uzaklaşması ve komünizmin yıkılmasıyla birlikte neredeyse tüm dünya, kapitalizmi ve onun iktisat sistemini benimsemiş durumdadır. Kapitalist ideolojinin dayandığı hürriyetlerin en önemlisi mülk edinme hürriyetidir. Bu da kapitalizm için, iktisat kavramını bir adım daha ön plana çıkarmaktadır. Amerika ve Batılı güçlerin dayatmaları ile ayakta tutulmaya çalışılan bu ideolojide, para belirli bir zümrenin elinde dolaşmaktadır. Paranın ve sermaye sahiplerinin söz sahibi olduğu bu sömürü düzenini besleyen en büyük kaynak ise “FAİZ”dir.

Müslümanlar için faiz kavramı Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın kesin olarak haram kıldığı, Kur’an ve Sünnet’te açıkça delilleri olan büyük günahlardandır. Ancak faizin, toplumları ve ekonomileri de çökerten, halkları fakirleştirip faiz kurumlarının kölesi hâline getiren bir yönü de vardır. İşte bu yazımda faizin ekonomilere olan etkilerini ve bunların İslâmi çözümlerinin neler olduğunu vurgulamaya çalışacağım.

Kapitalist iktisat sisteminin yürütme organı bankalardır. Neredeyse tüm işlemler bankalar üzerinde ve sanal ortamlarda gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bankalar bu sistemin kaleleri konumundalar. Gerek kamu bankaları gerekse özel bankaların hepsi faizli işlemler ile iştigal etmekteler. Dolayısıyla faizin ekonomiler üzerinde olan etkisini ve topluma olan zararlarını iyi anlamak için ilk olarak faizli bankacılık sistemini iyi etüt etmemiz gerekir.

A- FAİZLİ BANKACILIK SİSTEMİ

Bankalar kapitalizmin kalesidir dedik. Kapitalist ideolojinin her geçen gün güçlenmesini sağlayan ve ona adeta yaşam kaynağı sunan kurum bankalardır. Günümüzde yaşanan ekonomik sıkıntılarda bile bankaların el üstünde tutulmasının sebebi, kapitalist ideolojinin ayakta tutulması gayretidir. Bu yüzden devletler, kaynakların büyük bir kısmını bankalara aktarır, onların vergi borcunu siler, olmadık imtiyazlar ile bankaları güçlendirirler.

Faizli bankaların işleyiş sistemini ve kâr ettiği işlemleri birkaç madde ile özetleyecek olursak:

1- Mevduat İşlemleri: Bankalara, gerçek ve tüzel kişilerin, belirli bir faiz karşılığında, istedikleri anda veya belli bir süre sonra ya da belli bir ihbar süresine uyarak geri almak üzere yatırılan paralara mevduat denir.  Kişi ya da kurumlar gelir elde etmek, birikim yapmak, paralarını güvenli bir biçimde saklamak ve finansmanlarının yönetimi için paralarını banka mevduatlarına yatırırlar.                          

Bankaların en temel amaçlarından birisi mevduatları artırmaktır. Bu sayede kaynaklarını artırıp, bilançolarını güçlü tutarlar. Yerli ve yabancı yatırımcılar nezdinde güven oluşturup bankaların kredi derecelerini yukarılara çekmeye çalışırlar. Bankaların mevduatlarının güçlü olması demek, kredi verebilmesi ve tercih sebebi olması demektir. Bu yüzden insanların parasına ihtiyacı vardır. Dolayısıyla bankalar, mevduatlarına para yatırılması için insanlara yüksek faiz kazancı sunarlar. Örneğin bugün 300 bin TL birikimi olup bir ev alma niyetinde olan kişi, parasını banka mevduatına yatırması durumunda, bankanın ona sunduğu aylık faiz getirisi 4 Bin TL’yi bulmaktadır. Böylece piyasada ticarette dönmesi gereken para, bankaların kasasına girmekte ve onların kontrolünde geçmektedir. Bu ise ticarette yaşanan nakit daralmalarının ana sebeplerinden biridir.

2- Kredi İşlemleri: Bankaların ana gelirlerini faizli bir şekilde verdikleri krediler oluşturmaktadır. Bankaların kredi verebilmesi için mevduatlarının güçlü olması gerekir demiştik. Faize dayalı her banka, müşterilerine kredi verebilmek için kaynaklarında belirli oranda karşılık göstermelidir. Bunun için birinci maddede yazdığımız mevduat kaynaklarının önemi büyüktür. Bugün 100 bin TL kredi alan bir kişi 60 ay (5 yıl) vade ile ödeme planı oluşturduğunda ortalama 70 bin TL ile 100 bin TL arasında değişen bir faiz yükünü de kabullenmiş olur.


Yukarıdaki örnek tabloda temsilî olarak kredi ödeme planı bulunmaktadır. Bankalar, müşterilerine verdiği kredinin tahsilatlarını yaparken ilk olarak faizli kısmı kapatmaktalar. Örnek tabloda görüldüğü gibi 10. ayda ödemelerinin yarısı yapmış olan bir kişinin ödediği faiz 725 TL anapara ise 275 TL’dir. Bankalar kredileri bu sisteme göre verirler. Dolayısıyla ödemiş olduğunuz taksitler eşit olsa bile kapattığı borç ilk olarak faizden düşmektedir. Günümüzde birçok kişinin sahip olduğu menkul ve gayrimenkuller, büyük çoğunlukla bankaların sunduğu krediler ile dönmektedir. Dolayısıyla bu, hem fiyatların maliyetini yükselterek malın daha fazla bir fiyata satılmasına neden olur hem de borç yükümlülüğü altında giren insanları borç bitinceye kadar bankların kölesi hâline getirir.

3- Kredi Kartı ve POS işlemleri: Bankaların işlem kapasitelerini yükselten, günlük sıcak para girmesini sağlayan unsur, kredi kartı ve POS cihazları vasıtasıyla yapılan ticarettir. Günümüzde, özellikle de perakende ticaretin büyük bir bölümü “Point Of Sale (Satış Noktası)” anlamına gelen POS cihazları ile yapılmaktadır. “POS ile yapılan ticarette tek kazançlı çıkan bankalardır.” dersek yanlış olmaz.

Bu sistemin işleyişi şu şekildedir: Müşteriler alışverişlerinde, ödemelerini gerek kredi kartı gerekse banka kartı ile POS cihazından yaparlar. Ancak alıcıdan tahsil edilen para, satıcının hesabına direk geçmez. Bankalar satıcı mağazalara iki seçenek sunarlar. Birincisi, işlem tutarından belirli bir kesinti ile (%3-15 arası) ertesi gün hesaba geçmesi. İkincisi, herhangi bir kesinti olmaksınız, belirli bir gün (29-35 gün arası) sonra hesaba kesintisiz olarak geçmesi. Bu iki sistem de müşteriye ve satıcıya zarar verirken, bankalara hiçbir şey yapmaksızın kâr sağlar. Müşterinin parası satıcıya geçerken ya kesintiye uğrayacak ya da banka 30 gün bu parayı kullanacaktır. Birinci yolu tercih eden esnafın kârı bankalarca kesilecek, ikinci yolu tercih eden esnafın ise tahsilatı gecikeceği için kendi ödemelerini yapmakta zorlanacaktır. Tam bu sırada bankalar POS’da bekleyen paralarını kaynak göstererek esnafa ihtiyaç kredisi sunarlar, yani esnaf tekrardan faiz yükünün altına girer. Bu sürece dayanamayan birçok işyeri de iflas eder.

Türkiye’de 66,3 milyon adet kredi kartı, 146,4 milyon adet de banka kartı olmak üzere toplam 213 milyon adet kart kullanılmaktadır. Her 5 alışverişin 3’ü kart ile yapılmaktadır. Dolayısıyla günümüz ticaretinde yaşanan nakit sıkıntısının en önemli unsurlarından birisi de POS cihazı ticaretidir. Son araştırmalar göre ise ülkemizde 32 milyon vatandaşın kredi kartı borcu bulunmakta, bunun 9 milyonu ise yasal takiptedir.

4- İktisadi Krizler: Ekonomilerde yaşanan iktisadi krizleri incelediğimiz zaman, sebeplerinin çoğunlukla faizli bankacılık sistemine dayandığı görülmektedir. Örneğin ekonominin dönem noktalarından biri sayılan 1929 Krizi (Büyük Buhran) kapitalist ideolojinin faizli bankacılık sistemine dayanmaktadır. 1929 Buhranı, ABD’deki New York borsasının çöküşüyle başlamıştır. ABD’de 1920’li yıllarda üretimin olağanüstü bir şekilde artması, ancak işçi ücretlerinin, bu üretimi tüketebilecek düzeyde olmaması nedeniyle üretim ve tüketim arasında büyük bir dengesizlik ortaya çıkmıştır. Yani satın alma gücü, bu büyüyen üretimle paralel olarak artmamıştır. Bu satın alma gücünü oluşturmak için bankalar, konut ve otomobil başta olmak üzere krediler vermeye başladılar. Ancak bankalara kredilerin geri ödenmemesi neticesinde ABD borsası çöktü. Birçok banka ve şirket iflas etti. Halk ise hayatta kalabilmek için kendi mahsullerini yetiştirmeye başladı. Ülkemizde yaşanan 2001 krizi ve ABD merkezli 2008 krizleri ise yine aynı şekilde faize dayalı ekonomi siteminden kaynaklanmaktadır. Hâlen küresel dünyada yaşanan ekonomik sıkıntı 2008’de yaşanan ABD merkezli Mortgage krizinin etkileridir.

Ekonomilerde yaşanan krizler en çok bankaların işine gelmektedir. Kredi ile bankalara borçlanan kişi ve şirketler aldıkları kredinin karşılığında, gayrimenkul ya da taşıt gibi sahip olduğu malları ipotek göstermektedir. Krizlerin neticesinde piyasalarda nakit para azalır, faizler yükselir, işçiler içten çıkarılır ve işyerleri iflas eder. Ekonomide yaşanan bu daralma neticesinde bankalara borcunu ödeyemeyen binlerce kişinin malları bankalar tarafından haczedilir. İnsanların sahip olduğu tüm bu birikimler, bankaların faiz yüküne kurban edilir. Dolayısıyla krizler, bankalar için bir fırsat hatta bazı krizler direk bankaların müdahalesiyle bile oluşmaktadır. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi para onlarda olduğu sürece, güç tamamen onların kontrolüne geçmektedir.

5- Diğer İşlemler: Tüm bu yukarıda saydıklarımın haricinde bankalar, borsa, hisse senedi, tahvil, yatırım işlemleri, swap, kâr ortaklıkları vb. gibi yine faize dayalı birtakım işlemler ile kâr marjlarını yükseltmekte, faizin oluşturduğu bu yükü de tüm topluma ödetmektedirler.

Özetle bankalar yatırımcılık adı altında, kolay yoldan para kazanma fırsatları ile hem insanları faize bulaştırır hem birikimlerini tüketir hem de sundukları krediler ile kendilerine muhtaç konuma getirirler. Tüm para kendilerinde toplandığı için gücün ve yaptırımların merkezi olurlar. Gerek ülkemizde gerekse tüm dünyada bankaların yaptırımlarına dayanamayan birçok kişi iflas etmiştir. Faiz, aileleri dağıtmış, bunalımlar ve intihar vakıaları yaşatmıştır.

B- FAİZİN TİCARETE OLAN ETKİLERİ

Ticari işletmeler, kuruluş ve işletme açısından bir sermayeye ihtiyaç duyarlar. Günümüz ticaretinde birçok kişi ve kuruluş, işletme faaliyetlerine banka kredileri ile başlamaktadır. Bu durum daha en baştan işyerine faiz maliyeti oluşturmaktadır. Örnek verecek olursak: 1 Milyon TL sermaye ile işyeri kuran bir girişimci, %50 kâr hedeflemektedir. İhtiyacı olan bu sermayeyi 1 yıl vadeli olarak bankalardan temin ettiğinde 1 yıl sonra ödeyeceği faiz 200 Bin TL’dir. Bu durum işyeri açısından %20 faiz maliyeti oluşturmaktadır. İşyerinin hedeflediği kâr, daha işin başında %30’a düşmektedir. Tahsilatın POS sisteminden geçmesi durumunda ise ikinci bir faiz maliyeti ile karşı karşıya kalınmaktadır.

Bir ürün, hammadde hâlinden, ticari mal hâline gelene kadarki sürecinde birkaç aşamadan geçer. Hammadde tedarikçisinden malın ana üreticisine, üretimden sonra toptancısına daha sonra da perakendeciye ulaşır. Alıcıya ulaşana kadar her firma bu şekilde faizin oluşturduğu yükü, malın maliyetine ekler. Dolayısıyla hammadde fiyatı 1 TL olan bir ürün; üretim maliyetlerine faiz maliyetlerinin de eklenmesiyle birlikte alıcıya 8-10 TL gibi 10 katına varan bir fiyatla ulaşır.

Aynı zamanda borç ile başladıkları bu ticarette, banka kredilerinin oluşturduğu bu yükü vadesinde ödeme gayretinde olan işletmeciler, ürettikleri mal ve hizmetlerin satılabilmesi için piyasada sıkı bir rekabete girmektedir. Tercih sebebi olmak için ürünlerinin fiyatlarını aşağı çekerler. Dolayısıyla kâr marjları oldukça aşağıya iner. Bu durumda üreticiler ve tüketiciler, faizlerin oluşturduğu bu maliyetlerin yükünü çekmeye mecbur kalırken, arada oluşan yüksek kâr, tamamen bankalara akmaktadır. Özetle üretici kazandığı az bir parayı da faize öder. Tüketiciler ise aslı ucuz olan bir ürünü çok pahalı bir fiyata almış olurlar.

C- FAİZİN PARA PİYASALARINA ETKİSİ

Para, mal ve hizmetlerin değişimini sağlayan araçtır. Günümüzde, madeni ve kâğıt olmak üzere Merkez Bankası tarafından basılan paralar kullanılmaktadır.  Piyasanın ihtiyacı olan bu para miktarı Merkez Bankası tarafından sağlanır. Faizin bir zararı da piyasada dolanımda kullanılan para miktarını azaltmasıdır. Yukarıda anlattığımız bankacılık sisteminden dolayı piyasada dolanımda bulunması gereken paralar, bankaların kasalarında beklemektedir. Kişi ve kurumlar gerek güvenlik gerekçesiyle gerekse faiz getirisi nedeniyle mevduatlarını banka kasalarında bekletmektedir. Ticarette dönmesi gereken para bankaların kontrolü altına girmektedir. Ödemeler ise ya havale ve EFT gibi bankalar arasında sanal bir ortamda ya da kredi kartı ve çek gibi yine banka işlemleri çerçevesinde yapılmaktadır. Dolayısıyla faizli bankalar her şekilde kazançlı çıkmaktalar.

Dolanımdaki para ne kadar fazla olursa ticaret ortamı bir o kadar rahat ve hızlı işler. Bugün Türkiye özelinde değerlendirecek olursak, GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) 3.7 trilyon TL’dir. 5 Nisan 2019 tarihli Merkez Bankası istatistiklerine göre ise dolanımda bulunan para miktarı 123 Milyar TL. Yani GSYİH’nın %3’ü kadardır. Aynı verilere göre bankalarda bulunan mevduat toplamı ise 1 trilyon 945 milyar TL’dir. Yani GSYİH’nın %53’ü kadar. Dolayısıyla piyasada dolanması gereken para gerek faiz getirisinden dolayı gerekse birtakım risklerden dolayı bankalarda tutulmaktadır. Bunun neticesinde piyasalarda nakit azalırken, fiyatlar yükselir. Ticaret hacmi küçülür ve ekonomide durağanlık yaşanır. Zaruri ihtiyaç maddelerinin fiyatlarında artış olurken, zaruri olmayan mal ve hizmet ticareti durma noktasına gelir. Dolayısıyla para sizin olsa bile bankalarda beklediği sürece, kontrolü tamamen faizli bankalara geçer.

D- FAİZLİ YURT DIŞI BORÇLANMALAR

Mevcut devlet kaynakları yetersiz olduğunda, hükümet ve finans kuruluşları, dış borç yönetime başvururlar. Bu borçlanma devletlerarası olabileceği gibi, IMF, Avrupa Merkez Bankası, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan da olabilir. Dış borçlanma sadece bir para ilişkisi değildir. Çeşitli yaptırımları da beraberinde getirir. Alınan dış borç hem döviz cinsindendir hem de faizli şekilde geri ödemesi vardır. Hem de borç alınan kurum ya da devletlere çeşitli imtiyazları vermeyi gerektirir. Örneğin A devleti B devletinden borç aldığında, B devleti kendi şirketlerinin A devletinde çeşitli imtiyazlar ile ticaret yapma hakkını talep eder. Kamu ihalelerinin kendi şirketlerine verilmesi ya da birtakım ortaklıklar gibi talepleri olur. Borç alan A devleti ise hem aldığı borcun faiz yükünden hem de verilen imtiyazların altından kalkabilmek için, kendi vatandaşlarına uyguladığı vergi politikalarını artırarak yeni yükümlülükler getirir. Şu an Türkiye’nin mevcut dış borcu ise 466 milyar dolardır.

İSLÂM ÇÖZÜM

Ekonominin sahih ve kalıcı çözümlerine gelecek olursak; ilk olarak yapılması gereken şey, Batı’nın kapitalist nizamını ve onun faize dayalı iktisat sistemini terk edip, İslâm’ın iktisat sistemine geçmektir. Çünkü İslâm şeriatı, faizi kesin bir şekilde yasaklamıştır. Bir Müslüman’ın böyle bir sistem içinde olması kesinlikle caiz değildir.

Faiz olayının belirgin vasfı şudur: Faiz, tefecinin halkın emeğini sömürerek hiçbir emek harcamaksızın elde ettiği faydadır. Kendisinden faiz elde edilen mal, herhangi bir zarar rizikosuna sahip olmayan kârı garantili olan bir maldır ve zarar etme ihtimali sıfırdır. Bu ise [الغُرْمُ بالغُنْمِ] Zarar kâra göredir.” kaidesine aykırıdır.

Bu nedenle kapsamlı ve yaygın bir inkılap yapılırken hâli hazırdaki kokuşmuş iktisat nizamını bütünü ile değiştirmek onun yerine İslâm’ın iktisat nizamını koymak farz olmuştur. Mevcut kapitalist nizam ortadan kaldırılıp yerine İslâm nizamı tatbikata koyulduğunda İslâm nizamını yaşayan toplumun faize ihtiyaç duymayacağı açıkça görülecektir.

Faiz olmayınca mevcut bankalara olan ihtiyaç da ortadan kalkacak ve o andan itibaren, beytü’l maldan faydalanma imkânlarının incelenmesinin ardından faizsiz borç verme işini sadece beytü’l mal üstlenecektir. Nitekim Ömer b. Hattab RadiyAllahu Anh arazilerini değerlendirmeleri ve işletmeleri için Irak’taki çiftçilere beytü’l maldan mal/para vermiştir. Şer’î hüküm gereğince mahsul hasat edilene kadar çiftçilere arazilerini işlemelerini sağlayacak kadar beytü’l maldan mal verilir. İmam Ebu Yusuf’a göre de geçimini temin etmekten aciz olan kimselere bir iş kurmasını ve toprağı işletmesini sağlayacak kadar mal/para beytü’l maldan borç olarak verilir.

İslâm, paranın biriktirilmesini, stok edilmesini ve belirli zümrenin elinde tutulmasını da yasaklar.  Ya ticaret yapılacak ya borç verilecek ya da infak edilecektir. Dolayısıyla bugün banka mevduatlarında bekleyen 2 trilyon TL para vardır. Ayrıca yapılan bir araştırmaya göre ise yastık altında 3000 ile 5000 ton arasında altın olduğu söylenmektedir. Bu kaynakların İslâm ekonomisi içinde kullanıldığını düşünürsek piyasada dolanan para miktarı GSYİH’nın %’80’ine denk gelir. Hâlbuki bugün ekonomi uçuyor dediğimiz zamanlarda bile bu oran %8-10 seviyesindedir.

Türkiye gerek coğrafi konumu itibariyle gerekse yeraltı ve yerüstü kaynakları açısından oldukça zengin bir ülkedir. Örneğin tarım arazileri doğru bir strateji ile yıllık 200 milyon nüfusa yetecek mahsul üretme kapasitesine sahiptir. Üç tarafının denizler ile çevrili olması, Asya ve Avrupa arasında bir köprü konumumda olması, 22’si büyük olmak üzere toplam 180 limana sahip olması, ulaşım, nakliyat ve yükleme açısından ülkemizi oldukça potansiyel kılmaktadır. Ayrıca nüfus olarak da oldukça genç sayılır. İstatistiklere göre Türkiye’de 20-50 yaş arasındakilerin nüfusu 36 milyondur. Neredeyse nüfusun yarısına denk olan bu sayı, muazzam bir işgücü demektir.

Sonuç olarak; sahip olduğumuz tüm bu kaynaklara ve daha burada sayamadığım birçok özellikleri ile Türkiye, gerçekten ekonomi alanında çığır açacak potansiyele sahiptir. Ancak kapitalist düzen tüm bu kaynaklarımızı sömürmektedir. Yaşanan sıkıntılar ve krizler ise tamamen sömürü ideolojisinden kaynaklanmaktadır. Eğer ki tüm bu servetlerimizi İslâm nizamı ile kullanırsak, tarımdan sanayiye, üretimden pazarlamaya, bilişimden teknolojiye her alanda süper bir ekonomiye sahip oluruz. Faiz ve stokçuluk olmadığı için üretim artar, maliyetler azalır. Yeni iş kapıları açılıp işsizlik önlenir. Halkın ekonomik seviyesi ve alım gücü güçlenir, nakit ticaret başlar. Dış borç diye bir kavram olmaz. Bütçemiz açık değil fazla vermeye başlar. Bir de bunlara tüm İslâm beldelerini dahil ederek düşündüğümüzde ise gerçekten tahayyülü zor bir güç ortaya çıkar. İşte bunu çok iyi bilen kâfir Batılı güçler, birlik olmamızı ve bu güce ulaşmamızı engellemek için her gün çökmekte olan sistemlerini revize etmeye çalışıyorlar. Çünkü kapitalizm onların düzenidir ve faiz, onlara güç veren bir sistemdir.

Faiz oranı az veya çok olsun, mantıklı ya da mantıksız olsun fark etmez, faizden elde edilen mal, her halükârda haramdır. Bir Müslüman’ın her şeyden önce bu bilinç ile hareket edip faizi ne suretle olursa olsun reddetmesi gerekir.

Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

  الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا لا يَقُومُونَ إِلا كَمَا يَقُومُ الَّذِي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنْ الْمَسِّ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّهِ فَانتَهَى فَلَهُ مَا سَلَفَ وَأَمْرُهُ إِلَى اللَّهِ وَمَنْ عَادَ فَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların ‘Alışveriş de faiz gibidir.’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.”[1]

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنْ الرِّبَا إِنْ كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لا تَظْلِمُونَ وَلا تُظْلَمُونَ

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer iman etmişseniz, faizden geri kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve elçisi ile savaşa girdiğinizi bilin. Tövbe ederseniz ana malınız sizindir. Ne zulmedilirsiniz ne de zulme uğrarsınız.”[2]



[1] Bakara Suresi 275

[2] Bakara Suresi 278-279


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz