Suriye kıyamının ikinci
yılını tamamlamak üzere olduğumuz şu günler, inşaAllah Şam diyârından doğacak
olan Hilâfet güneşine gebedir. Bu kutlu kıyamın hiç kuşkusuz kahramanları mevcut
diktatoryal nizamın sukûtunu/yıkılmasını isteyip yerine İslâmî bir Devlet
isteyen Müslüman halktır. Onlar ki yılmadılar, sabrın ve sebatın numune-i misalleri
oldular bizler için... Onlar sabrettikçe ve “ Senden başka kimimiz var ki Ya
Allah” dedikçe, “eş Şâb yurid khilafa İslamiyye”yi haykırdıkça, hem
de zâlim Esed ordusuna rağmen, zaten var olan ümitlerimiz iyiden iyiye yeşerdi.
Hatta koca bir İslâm Devleti çınarı olacak kadar olgunlaştı ümitlerimiz...
Evet, elhamdulillah koca
bir çınar olacak kadar olgunlaştı gönüllerinde Müslümanların İslâm Devleti
arzusu... Ama bilinmesi gereken elzem olan bir yön var ki o da Müslümanların bu
değişimi istemelerinden rahatsız olan birilerinin varlığıdır. Ki bunların
başında diktatoryal rejimin sadık orudusu gelir. Yani Esed askerleri ve ordusu.
Zâlimlerin Müslümanlara yapmadıkları zulmü kalmadı; çukur kazıp işkence mi
etmediler? Allah’ın evlerine girip Allah’ın namazıyla dalga mı geçmediler?
Müslüman bacılarımıza tecavüz mü etmediler? Futursuzca, Müslüman katliamı mı
yapmadılar? Allah aşkına zâlim Esed’in zâlim ordusu ne yapmadı ki Müslümanları
susturmak, bu şanlı kıyamı bastırmak için?
Evet, Suriye’de bunlar
olup biterken daha doğrusu Suriye hakikatleri bunlarken, Suriyeli âlim(!)
Ramazan el-Bûti’nin, Esed ordusu ve mücadelesini sahabelere benzeten açıklaması
gündeme bomba gibi düştü. El Bûti’nin açıklamalarına geçmeden önce kısa da olsa
mezkur şahsın kim olduğundan bahsetmek istiyorum. Ama bu bahsediş biyografik
bir tarzda değil de daha çok nasıl bir kişi olduğundan bahsetmek şeklindedir. El-
Bûti’nin statükocu bir âlim olduğu inkara mahal vermeyecek kadar açık olan bir
husustur. Söylemleriyle olsun, Esed’in resmi üzerine secde etemenin caiz olduğu
ya da Esed rejimine karşı protestonun caiz olmadığı yönündeki fetvalarıyla
(http://www.timeturk.com) olsun statükoyu koruyan, gözetleyen ve menfaatı için
emek sarf eden tam bir saray âlimidir. Bu söylemlerimi destekleyecek birçok
materyal olmasına rağmen söylemlerimi temellendirdiğim en güçlü delil bizzat
benim. Yani ben bizzat kendim (davetli olarak katıldığım) el Bûti’nin bulunduğu
özel bir oturumda değişim ve kalkınma hareketlerine yönelik sohbeti sırasında,
değişim ve kalkınma çalışmalarının sistemle uyum içerisinde ve sisteme ters
düşmeden olması gerektiğini savunduğuna hatta İslâm Ümmeti’nin halini köklü bir
değişimle değiştirmek isteyen Hizb-ut
Tahrir’in değiştirme metodunu radikal bulduğuna dair söylemlerine
şahidim. Daha da ötesi oturumda bulunanlara Hizb-ut Tahrir’den uzak durmaları gerektiği nasihatını yapmaktan
da geri kalmadı. Hizb-ut Tahrir’i neden mi tasvip etmiyor? Cevabı açık değil mi?
Hizb ut Tahrir statükocu değilde ondan!
Konumuza dönecek olursak.
El Bûti’nin Esed ordusunun yaptığı ve verdiği mücadeleyi Sahabelere benzeten
açıklaması gündeme bomba gibi düşmüştü. Açıklaması şu şekilde idi; “Ordumuz
ümmetin komutanı gibi olmalıdır. Ki onlar, bunun için vardırlar. Kahraman
ordumuz çalışırken eğer bizler bir şey yapmaz da evlerimizde oturuyorsak
Allah’tan utanmalıyız. Allah’tan bizim ve onlar için başarı istiyoruz. Allah’a
yemin ederim ki bu ordunun fertleri ile sahabe arasında hiçbir fark yoktur.”
(http://www.islahhaber.net)
El Bûti’nin hakla batılı
birbirine karıştırdığı kesin. Öyle ya el Bûti’ye göre Esed ordusu doğru olanı,
Müslüman halkı ise yanlış olanı yapmakta... Tabi ki bunun aksini ispat etmek
aslında çokta güç değil. Bugün zâlim Esed’in zâlim ordusnun işledikleri ve
yaptıklarını Sahabelerin hayatıyla mukayese etmemiz halinde doğru yanlıştan
arınacaktır.
Hiç kuşku yok ki Esed
ordusunun yaptıklarını buraya taşıyacak olsak bırakın makale hacmine sığmasını,
ciltlerce kitap yaptıklarını anlatmaya yetmez. Ama vakıayı resmetmek adına Esed
ordusunun yaptıkları bir kaç cümleyle şöyledir: Her şeyden önce 2011 Mart
ayından günümüze kadar Esed ordusu tarafından katledilen Müslüman sayısı
takriben 30 bindir. Bunların neredeyse 2 bin 200’ü çocuktur. Esed ordusu
tarafından nereye götürüldüğü bilinmeyen, akıbeti meçhul olan Müslüman sayısı
ise 76 bindir ki bu hiçte hafife alınamayacak bir rakamdır. Esed ordusunun
baskı ve zulümlerinden ötürü ülkesini terk etmek durumunda kalanların saysı ise
250 bindir. Tecavüze uğrayan Müslüman kadın sayısı ise 2 bin civarındadır. Tabi
ki bunlar net veriler olmasada vakıayı resmetmesi bakımından yeterli ve gayet
aydınlatıcıdır. El Bûti’nin tabir yerinde ise bu zebanileri Sahabelere benzetmesi
demek, Sahabeler’inde hâşâ aynı cürümleri işlediği/yaptığı manasına gelmektedir
ki bu katî manada doğru bir kıyas değildir. Bilakis bu bir iftiradır,
cehâlettir, ihânettir. Allah’ın kendileri hakkında övgüyle bahsettiği kimselere
haksızlıktır. Bu düpedüz hakla batılı karıştırmaktır Allah muhafaza... Şöyle
buyurmaktadır Rabbimiz:
وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنْتُمْ
تَعْلَمُونَ
Hakkı bâtıl
ile karıştırmayın ve bile bile hakkı da gizlemeyin. (Bakara 42)
Pekalâ, Sahabeler
konusunda Allah ve O’nun şanlı Rasulu neler buyuruyorlar yani onları amellerinden
ötürü övmüşler mi, yermişler mi bir de ona bakalım. Bütün sahabeler uduldür.
“Udul” onların hepsinin bir özelliğidir. O özellik ise, onlardan birisi için
adalet soruşturmasının yapılmamasıdır. Bilakis o, Kitap ve Sünnet’in nâssları
ile onların genel olarak udul olmaları nedeni ile çözülmüş bir husustur. Onların
Müslümanlar nezdinde çok yüksek konumları vardır. Nitekim Kur’an’da ve
hadislerde onlar açıkça övülmüşlerdir.
Allah’u Teâlâ şöyle
demiştir:
وَالسَّابِقُونَ الآوَّلُونَ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ وَالآنصَارِ وَالَّذِينَ
اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ
Öne geçen
ilk muhacirler ve ensar ile onlara ihsan ile tabi olanlar var ya, işte Allah
onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşladır. (tevbe 100)
لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنْ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ
الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ
And olsun
ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o mü’minlerden razı olmuştur. (fetih 18)
Sahabelerin faziletine
delâlet eden birçok hadis vardır. Onlardan bir kısmı şunlardır: Rasulullah Sallallahu
Aleyhi Ve Sellem de şöyle dedi:
أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم اهتديتم
“Ashabım
yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”
Sahiheyn’de, Ebu Sa’id
el-Hudri’den rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şu sözü
sabittir:
فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أَنْفَقَ أَحَدُكُمْ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَبًا
مَا بَلَغَ مُدَّ أَحَدِهِمْ وَلا نَصِيفَهُ
“Nefsim
elinde olana yemin olsun ki; sizden birisi Uhud gibi altın infak etseydi,
onlardan birisinin seviyesine hatta yarısına ulaşmazdı.”
Nasslar sarahaten
Sahabelerin adaletinden övgüyle bahsederken, hangi vicdan zulmü ayyuka çıkmış
Esed ordusunun zâlimliğini Sahaberle aynîleştirebilir? Bunu ne hafsalam almakta
ne de vicdanım anlamaktadır.
Ahir kelam olarak hakiki
manada bir İslâm âliminin nasıl olması gerektiği noktasına bir kaç cümleyle de
olsa değinmek istiyorum. Şöyle ki; bilindiği üzere İslâm âlimlere ziyadesiyle
önem vermiş nasslarda da muttaki âlimlerden övgüyle bahsetmiştir. . Onlar tarih
boyunca İslâm Ümmeti için karanlıkta yanan ve karanlığı aydınlatan kandil
olmuşlardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ İslâm âlimleri hakkında şöyle
buyurmuştur:
إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ العُلَمَاءُ
“Kulları
içinde ancak âlimler Allah’tan korkar.” (Fâtır 28)
Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem ise âlimlerin farklı oluşunu, konumlarının ehemmiyetini şu
sözleriyle beyan etmiştir:
العُلَمَاءَ
وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ
“Âlimler Enbiyâ’nın vârisleridir.” (Ebû Dâvud ve Tirmizî,
Ebû’d Derdâ Radıyallahu Anh kanalıyla tahriç ettiler)
Âlimlerin konumu ve
diğer insanlara kıyasla nasıl bir değere sahip oldukları nasslarda saraheten
beyân edilmiştir. Maalesef bugün İslâm âlimlerinden istenilen İslâmî tutumu
müşahade edemiyoruz. Bu gerek hüküm verme alanında olsun gerekse öncülük
alanında... Şüphesiz ki bundan muttaki âlimler istisnadır. Allah onları İslâm’a
hizmetlerinde ve katkılarında müdâvim kılsın.(âmin)
El Bûti ve buna benzer âlimlerin ihtisas
yaptıkları alanlarada sağlamış oldukları katkıları toptan reddetmek değildir
kastım. Lakin burada altını çizmeye çalıştığım nokta, Müslümanlar nezdinde bir
değeri, kıymeti olan âlimlerin öncelikle İslâmî duruşlaryla öncü olmak
durumunda olduklarıdır. İmamlık, âlimlik ciltlerce kitap yazmak değildir. Hakkı
söylemesiyle olsun, fetvalarıyla olsun, edebi ve hayasıyla olsun kısaca her
yönüyle Müslümanların gözdesi olmaları gerekir. Yoksa bir kaç dünyevî menfaat
için zulme alkış tutan bir âlim İslâm’ın öngördüğü âlim değildir.
İslâm’ın öngördüğü âlimce bir duruşu âlimlerin
allâmesi öğretiyor bizlere. Şöyle bir anektot paylaşmak isterim Ahmed İbn
Hanbel’den... Ahmed İbn Hanbel’in amcası İshak bin Hanbel şöyle der; Bir gün
Ahmed İbn Hanbel’in bulunduğu hapishaneye girdim ve ona şöyle dedim: “Ebû
Abdullah! Arkadaşların icâbet ettiler (sisteme boyun büktüler). Hapiste ve
zulum altında bir tek sen kaldın.” Ahmed İbn Hanbel şöyle cevap verir: “Ey
amcacığım! Âlim takiyyeye icâbet ederse, câhil de zaten câhil ise hak nezaman
açığa çıkar?” buna mukabil İshak sustu. Bunun üzerine İmam Ahmed dedi ki: “
Habbab’ın rivâyet ettiği hadisi ne çabuk unuttunuz”?
Rasul Sallallâhu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor: “ Sizden öncekiler testereyle taranıyor sonra bu onu dininden
vazgeçirmiyordu.” İbn İshak(amcası) dedi ki: Biz ondan umûdu kestik.
Bunun üzerine İmam Ahmed dedi ki: “ Hapse aldırmıyorum, hapis ve evim aynı.
Kılıçla öldürülmeyide önemsemiyorum. Ancak ben kırbaç ve sabredememekten
korkuyorum.” Hapiste bulunanlar bunu duyunca Ahmed bin Hanbel’e şöyle
dediler: “Tasalanma yâ Ebû Abdullah! Sadece iki kırbaç... Sonra diğerlerinin
nereye vurulduğunu bile bilmezsin.” İmam Ahmed bunu duyunca rahatladı.
Son paylaşımımda müfessir Seyyid Kutup’tan
olacak. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır Seyyid Kutup şehit edilmeden
önce kendisine şu teklifin sunulmasını ister; “Şimdiye kadar ki söz ve
hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’dan özür
dilediğin taktirde idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır.”Seyyid
Kutup bu teklif karşısında şu cevabı verir: “Eğer idamı hak etmiş olarak
hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır, eğer batılın
zulmune kurban gidiyorsam batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam.”
İlmiyle, duruşuyla ve
öncülüğüyle Rasullah’ın haber verdiği Peygamberin vârisi âlimler bu tür âlimler
olsa gerek. Allah’tan hakkıyla korkan/muttakî âlimlere müjdeler olsun.
Onun için Ramazan el
Bûti ya Sahabelerin câhili ya da Esed ordusunun yaptıklarının!
Rabbim bizlere ve
başımızdaki âlimlere, zamanında Basra kadılığı yapmış, Basra’nın büyük
âlimlerinden Ubeydullah bin Hasan el- Anber’in yanlış fetvasından ötürü sarf
ettiği “Hak’ta kuyruk olmam, bâtılda baş olmaktan bana daha sevimlidir” sözüyle
hallenebilmeyi nasip etsin... amin ve selâmun alel Murselin...


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış