Türkiye ve Suriye’nin birçok şehrinde büyük bir yıkıma, on binlerce
insanımızın vefat etmesine ve yüzbinlerce kişinin de yaralanmasına neden olan
büyük deprem musibetinin üzerinden daha birkaç gün geçmeden bambaşka
tartışmalar yaşanmaya başladı. Günler sonra enkaz altından sağ olarak çıkarılan
kişiler karşısında kurtarma çalışmalarına katılanların, tekbirler getirmesi ve
Allah’a teslimiyet ve şükürlerini ifade eden sözler kullanması, yine bu
depremde birçok kayıp verenlerin Allah’tan gelen bu musibet karşısında büyük
bir tevekkül ve teslimiyet örneği göstermesi ülkemizdeki İslâm karşıtı
kesimleri ciddi bir şekilde rahatsız etti. Bazıları İslâm’ın en yüce şiarı olan
“Allahu ekber” nidasına açıktan kin kusarken bazıları ise kalbindekini
gizlemeye çalışarak, “şimdi ‘tekbiir’ diye bağıracağınıza keşke önceden ‘tedbir’
diye bağırsaydınız” gibi farklı yorumlar getirmeye çalıştı. İktidar sahipleri ise “bu depremler kader
planı içerisinde olan şeyler” diyerek sorumluluk ve suçlarını örtmeye
çalıştı. Bu açıklamalar arasında daha enkazlar yerde dururken bir anda “tedbir”
ve “takdir” tartışmaları başladı.
Öncelikle şunu açıkça ortaya koyalım ki, yerde ve gökte hiçbir şey yoktur
ki Allah onu katında takdir etmemiş ve tescil etmemiş olsun. Dolayısıyla bu
varlıkta Allah’ın önceden takdir ve tescil etmediği hiçbir şey vukuu bulmaz.
Allah’ın önceden takdir ve tescil ettiği şeyin vukuu bulmasından da kaçış
yoktur ve Allah, takdir ve tescil etmedikçe bir şeyin vukuu bulması imkânsızdır.
Bu takdir edilen şey de Levhi’l-Mahfûz’da yazılı olan şeydir.
[قُل لَّن
يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا] “De ki: ‘Allah'ın
bizim için yazdığından başkası bize asla isabet etmez.’”[1]
Bunun manası, “Allah’ın ezelde bizim için yazdıklarından ve bize takdir
ettiklerinden başkası bize asla isabet etmeyecektir” demektir.
Yine Enam Suresi’nde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
[وَعِنْدَهُ
مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ
وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي
ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ]
“Gaybın anahtarları Onun yanındadır. Kendinden başkası bunları bilmez.
Karada ve denizde varsa hepsini O bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak dahi
düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru (hiç bir şey)
müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitaptadır.”[2]
Abdullah İbni Abbas’tan rivayet edilen hadiste ise şöyle geçer:
[عن عبد الله بن
عباس رضي الله عنهما قال: كنت خلف النبي صلى الله عليه وسلم يوماً فقال يا غلام،
إني أعلمك كلمات: «احْفَظِ اللهَ يحفظْك، احفظ الله تَجِدْه
تُجَاهَك، إذا سألت فاسأل الله، وإذا اسْتَعَنْتَ فاسْتَعِن بالله، واعلمْ أن الأمةَ
لو اجتمعت على أن ينفعوك بشيء لم ينفعوك إلا بشيء قد كتبه الله لك، وإن اجتمعوا على
أن يَضرُّوك بشيء لم يَضرُّوك إلا بشيء قد كتبه الله عليك، رفعت الأقلام وجفت
الصحف»] “Allah Rasulü
SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ‘Ey çocuk sana birkaç
kelime öğreteceğim. Sen Allah’ı (dinini) koru ki, Allah da seni
korusun, sen Allah’ı (dinini) koru ki, Allah’ı karşında bulursun.
İstediğin zaman Allah’tan iste, yardım dilediğin zaman Allah’tan yardım dile.
Bil ki ümmet eğer sana bir şeyle fayda vermek üzere toplansa, sana ancak
Allah’ın senin lehine yazdığı şey ile fayda verebilirler ve eğer sana bir şey
ile zarar vermek üzere toplansa ancak Allah’ın senin aleyhine yazdığı şeyle
sana zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı ve sahifeler kurudu.’”
İşte yüzlerce ayet ve hadisin beyan ettiği, kendisine mutlak bir şekilde
talep edilen ve Müminlerin ancak böyle bir iman ile kurtuluşa ereceği kadere
iman, Allah’ın her şeyi ezelde takdir ve tescil ettiği, O’nun yazdıklarından
başka hiçbir şeyin isabet etmeyeceği, tüm insanlar bir araya gelse Allah’ın
takdir ettiği bir hayrı ya da bir musibeti engellemeye güç yetiremeyeceklerine dair
bir imandır.
Bir yaprağın düşmesi bile onun ilmi ile takdir ve tescil edilmişken,
depremlerin onun ilmi ve takdiri dışında olması ancak inkâr edenlerin zannıdır.
“Depremlerin kaderle ne alakası var? Bu bir doğa olayıdır” diyenlerin
hezeyanları, ancak İslâm’ın kader hakkındaki inancına dair cehaletleri ve
Allah’ın sıfatları ve fiillerini kulların fiilleri ile karıştırarak anlama
yanlışına saplanmalarından kaynaklanmaktadır.
Evet, takdir konusu farklı, tedbir konusu farklı alanlardır. Birisi,
Allah’ın sıfatları ve fiilleri hakkında imanın konusudur, diğeri, kulların
fiilleri ve sorumluluğu konusudur. Kadere iman vacip olmakla birlikte sebep ve
müsebbiplere sarılarak tedbir almak da vaciptir.
Dolayısıyla deprem ve diğer hayır veya şer olsun insanlara isabet eden her şey
ancak Allah’ın ezeldeki takdiri ve Levh-i Mahfuz’daki tescili iledir. Bu,
Allah’ın ilminden kinaye olarak şer’î naslarla gelmiş kader mevzuu
açısındandır.
[مَا أَصَابَ
مِن مُّصِيبَةٍ فِي الأَرْضِ وَلا فِي أَنفُسِكُمْ إِلا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ
أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ] “Yeryüzünde
vukuu bulan ve sizin başınıza gelen hiç bir musibet yoktur ki, biz onu
yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah için çok
kolaydır.”[3]
Aynı zamanda deprem, Allah’ın bir kazası ve hükmüdür. Çünkü bu insanlığın
def’ine güç yetiremediği ve insanlık üzerinde hâkim olan dairede meydana gelen
bir olaydır. Yeryüzünde meydana gelen hareketler, devasa büyüklükteki yer
tabakaları ve levhalarının hareketleri, fay hatlarının kırılmaları ve bunlar
gibi sebeplerle arzın şiddetli bir sarsıntı ile sarsılması, insanlığın
durdurmaya ve def etmeye güç yetiremeyeceği kaza dairesindeki olaylardır.
İnsan üzerinde hâkim olan bu dairede hâsıl olan tüm bu fiiller, “kaza”
olarak isimlendirilendir. Zira yalnızca Allah, onu kaza/kadâ (hükm)edendir.
Bunun içindir ki insan nezdinde menfaat yahut zarardan veya sevgi yahut
nefretten her ne taşırsa taşısın, yani insanın kendi yorumuna göre hayırdan
yahut şerden ne içerirse içersin kul, bu fiillerden hesaba çekilmez. Zira
insanın bu fiillerde hiçbir etkisi yoktur. Ne onları ne de ortaya çıkış
keyfiyetlerini bilir. Mutlak olarak ne def edebilir ne de celp edebilir. O
halde insan, bu kazaya ve bu kazanın Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan
olduğuna iman etmelidir.
Ancak Allah’ın kazası olan depremler ile ilişkili olan şehirlerin imarı,
binaların inşası, öncesinde alınacak tedbirler ve sonrasında yapılacak
müdahalelerin hepsi, kulların fiillerindendir ve insanın hâkim olduğu dairede
meydana gelen sorumluluk, sevap ve cezanın terettüp ettiği işlerdendir. Bu
alanda gösterilen her kusur ve eksiklik hem dünyada hem de ahirette sorumluluğu
ve cezayı gerektirir.
Bilindiği halde zayıf zeminlere yapılan şehir imarları,
Kibir abidesi yüksek gökdelenlerin bu zayıf zeminler üzerine inşa edilmesi,
Biraz daha fazla kazanmak için binaların yapımında en temel malzemelerin
kullanımından çalınması,
Yüksek kira geliri olan işyerlerine daha geniş yer açmak için kolonların
kesilmesi,
Yapı denetimcilerin müteahhitlerle rüşvet ilişkilerine girmesi,
Başta belediyeler olmak üzere yetkililerin rant peşinde koşması,
Ülkeyi yönetenlerin üç beş oy için tüm bu düzene göz yumması ve devamını
garanti etmek için yasal düzenlemeler yapması,
Ülkede uygulanan kapitalist sistemin insanların en temel ihtiyacı olan
barınmayı sağlayacak evleri bir yatırım aracı haline dönüştürmesi,
Laik eğitim sisteminin insanları tüm ahlaki değerlerden soyutlayarak sadece
kendi çıkarını düşünen pragmatist canavarlara dönüştürmesi,
Bu sistem içinde yetişen mühendis, mimar, müteahhit ve kamu yöneticilerinin
büyük bir kısmının insanı değil kâr ve rantı düşünen bireyler haline gelmesi,
Siyasilerin neredeyse tamamının daha enkaz altında insanlar varken siyasi
çıkar kavgalarına tutuşacak kadar makyavelistleşmesi…
İşte tüm bunlar ve daha fazlası, depremin yıkıcı etkisinin sebebi olan
başat unsurlardır. Yani felakete sebep olan deprem değil uygulanan kapitalist
laik sistemdir.
Allah’ın ilminden kinaye olan kadere ve insanların def’ine güç yetiremediği
dairede meydana gelen Allah’ın kazasına iman etmek, her bir Müslüman için vacip
olduğu gibi bahsettiğimiz tüm bu alanlarda tedbir ve önlem alması da vaciptir.
İşte tedbirin sahası ve konusu budur.
Alınacak en büyük tedbir, laik kapitalist rejimin asıl felaketlerin sebebi
olduğunu anlamak ve Allah’ı inkâr ve isyan üzerine kurulu bu sistemden
kurtulmaktır, bunun için hırsla ve ivedilikle çalışmaktır. Çünkü bu sistem
ekini, nesli, denizleri ve karaları, şehirleri ve binaları, insanı ve hayatı
ifsat eden bir sistemdir.
Ve bu ifsat, bu sistem sahipleri, onları ayakta tutmaya çalışanlar ve bu
sistemin ağına düşmüş kimseler tarafından gerçekleşmektedir. Rabbimizin
ayetinde beyan ettiği gibi bu insanların elleriyle işledikleri yüzünden büyük
bir ifsat yaşanmakta ve bu ifsadın bir kısmı bizlere tattırılmaktadır.
Rabbimiz Rum Suresi’nde şöyle buyuruyor:
[ظَهَرَ
الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ
لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ]
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen
bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara
tattırıyor.”[4]


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış