Sevgili okurlar bu
makalemde size, umduklarını bulamayanların vakasını anlatacağım.
İslâm ümmeti yitiği
olan Hilâfet’ini kaybettikten sonra oradan oraya savruldu. Her ne zaman ümmet
yitiğini tekrar bulmak istese, bu konuda kıyama kalkmak istese bir üst akıl
hemen devreye giriyor ve ümmeti hatalı ve saptırıcı yanlış yollara
sürüklüyordu. Türkiye toplumu bir dönem ezanı Arapça aslına çeviren Demokrat
Partiyi “İslâmi” bir parti olarak görmüş ve onu senelerce desteklemiştir. Daha
sonra ise Demokrat Parti’den daha fazla İslâmi görünüme sahip olan Milli Nizam
Partisine yönelmiştir. Bugün de -sözde- İslâmi birtakım söylemlere sahip ve bu
zincirin son halkası olan AK Parti ile kandırılmaktadır.
İşte biz bu
makalede, “AK Partinin gerçekten bir “davası” var mıdır?”, varsa “Bu davanın
içeriği nedir?” sorularına cevap arayacağız.
AK Parti 2002
yılında iktidara geldiğinde gerçek bir lidere hasret kalan İslâm ümmeti, ne
kadar da heveslenmiş, nasıl da ümitlenmişti. Eski izzetli günlerine dönecekleri
ümidiyle AK Partiye, kalplerinin kapılarını açmışlardı. Ama o bu fırsatı
kaçırdı ve bu şerefi elinin tersiyle itti. Allah’ın indirdiği en üstün din olan
İslâm’ı hayata hâkim kılmaktansa Batılıların projelerine meyletti. Belki
Batılıların nezdinde bir itibar kazandı ama Müslümanlar nezdinde itibarını
kaybetti.
AK Parti Amerika’nın kendisine vermiş olduğu siyasi
destekle halkı memnun edici birtakım icraatlar ortaya koydu. Mesela; senelerdir
kangren hâline gelmiş eğitim ve kamudaki başörtüsü yasağını kaldırdı. Ancak
bunu bir yasa ile garanti altına almak yerine “toplumsal bir mutabakat” ile “çözüme”
kavuşturdu. Devlet daireleri, üniversiteler, ordu ve emniyet içerisindeki
bayanların başörtüsü takma yasağı böylece sona ermiş oldu. İmam Hatip
okullarına getirilen kısıtlamaları kaldırdı. Bu ve benzeri atılan adımlar,
Müslümanlar nezdinde “İslâmi” icraatlar olarak algılandı. Hâlbuki AK Parti
bunları “demokratik özgürlükler” çerçevesinde yapıyordu. Bir taraftan halkı
memnun edici adımlar atarken, diğer yandan sömürgeci kâfirleri razı eden
kapitalist demokratik küfür nizamını tatbik ediyordu. Öyle ki içeride laik,
Kemalist, demokrat bir zümreyi razı etmek ve dışarıda da kendisini iktidara
getiren Amerika’yı ve Batı’yı memnun etmek adına Allah’ın haram kıldığı zina suç
olmaktan çıkartıldı. Bu durumu, özellikle zinayı serbest bırakma noktasında
Erdoğan kendi ağzından şöyle ifade etti. “Biz AB’nin talepleri vs.
doğrultusunda orada (zinayı serbest bırakma noktasında) böyle bir adımı attık
ama yanlış yapmışız…” Oysaki Allah Subhanehu ve Teâlâ zinayı kesin
bir şekilde haram kılmış ve şöyle buyurmuştur:
[وَلَا
تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً] “Zinaya
yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.”[1]
Yine faiz,
bankacılık, parasal sistem ve buna benzer münkerleri yaygınlaştırıcı bir
siyaset takip etti. Allah Subhanehu ve Teâlâ faizi, “Allah ve
Rasulü’ne savaş açmak” olarak ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:
[فَاِنْ
لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ] “Şayet
böyle yapmazsanız, (yani faizden arta kalanı terk etmezseniz) Allah’a ve
Rasulü’ne karşı savaş açtığınızı bilin.”[2]
Buna rağmen ekonomik krizin hissedildiği dönemlerde halkı memnun etmek için
verilen faizli kredileri bir müjde haberi olarak vermiştir. Keşke AK Parti,
Batı’yı razı etmek için uğraşacağına Allah’ı razı etmek için uğraşsaydı ve
Batılıların talep ettiği adımları atmak yerine Allah’ın ve Rasulü’nün talep
ettiği adımları atsaydı. Zira kâfirlere itaat edip İslâm’dan yüz çevirmek hem
bu dünyada pişmanlık hem de ahirette büyük bir hüsrandır. Yani Batı’yı razı
etmek adına Allah’ın haramları helal ve helal kıldıkları ise haram olarak
tatbik ediliyordu. Mesela; Bir dönem başbakan olan Binali Yıldırım 2014
senesinde yapmış olduğu bir konuşmada “Biz iktidara gelmeden Tekirdağ’da iki
rakı fabrikası vardı. Fakat biz bunu 18’e çıkardık.” diyerek bununla
övünmüştür.
Hâlbuki Allah Subhanehu
ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
[يَٓا
اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ
وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ]
“Ey iman edenler!
İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerden ibarettir.
Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”[3]
AK Parti Kemalizm
konusunda da son derece inişli çıkışlı bir politika izlemiştir. İktidara
gelmeden önce bu konuda Müslümanları istismar etmiş ve ciddi bir şekilde makas
değiştirmiştir. Erdoğan’ın 1994 yılında, “Elhamdülillah şeriatçıyız”;
1996’da “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri
rejimlere, sistemlere yer yoktur”; yine aynı yıllarda, “Hem laik hem
Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya laik.” sözlerinden bugünlere
gelindi. Ve yıl 2021… Hem laiklik hem de Atatürkçülük revaçta… Cumhurbaşkanı ve
AK Parti Genel Başkanı olan Erdoğan; Müslümanları hem laiklik hem de Kemalizm’e
davet ediyor…
Dönemin Başbakanı
Binali Yıldırım da, “Şaşkınlıkla takip ettik ki, birileri tüm Türkiye’nin
ortak değeri olan Atatürk’ü hâlâ tekellerinde görmeye devam ediyor. AK Parti
Anıtkabir’de, AK Partililer Anıtkabir’de. Bre ahmaklar, AK Parti kurulduğu
günden beri Anıtkabir’e gidiyor, 10 Kasım törenlerine de katılıyor. AK
Parti’nin hiç kimseye Atatürkçülüğünü kanıtlamaya ihtiyacı yoktur.”
demiştir.
Yine aynı şekilde
AK Parti eski Sözcüsü Mahir Ünal katıldığı bir TV programında; “Bizim, AK
Parti siyasetinin Mustafa Kemal Atatürk ile ve cumhuriyetle hiçbir zaman,
hiçbir sorunu olmadı… Bizim 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlama afişlerimize
baktığımızda; ‘Biz kurduk’, ‘Biz koruduk’ ve ‘Biz yücelttik’. Bizim
cumhuriyetimiz, biz milletiz… Bizim laiklikle, cumhuriyetle, Atatürk ile ilgili
duruşumuz son derece nettir. Bizim bugüne kadar cumhuriyetle, cumhuriyetin
kazanımları, değerleriyle, Mustafa Kemal Atatürk ile bir sorunumuz olmadı ki.”
ifadelerini kullandı.
AK Parti sözcüsü
Ömer Çelik de Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
devleti olduğunu vurgulayarak, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar
kalacaktır. Kurtuluş Savaşı’mızın başkomutanı, devletimizin kurucusu ve ilk
Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İstiklal Savaşı kahramanlarını
rahmetle ve saygıyla yâd ediyoruz. Cumhuriyetimiz, milletimizin asırlara
dayanan büyük devlet geleneğinin birikimi ve billurlaşmış halidir.” dedi.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, yapımı tamamlanan Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’nin açılışında yapmış
olduğu konuşmada “Sözlerimin hemen başında Cumhuriyetimizin kuruluşunun 98.
yıldönümünü tebrik ediyorum. Cumhuriyetimizi bize armağan eden Gazi Mustafa
Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm Millî Mücadele kahramanlarımızı yâd
ediyorum. Cumhuriyetimizi kuranlara borcumuzu 2023 hedeflerimizi ortaya koyarak
ve bunları gerçekleştirmek için gece gündüz çalışarak ödemenin gayretindeyiz.”
dedi.
Tüm bunlara rağmen
bugün hâlen daha Erdoğan’ın ajandasında İslâm olduğunu zanneden ve bu konuda AK
Parti ve Erdoğan’ı destekleyen Müslümanlar büyük bir yanılgı içerisindedirler.
Aksine Erdoğan’ın ajandası laiklik, demokrasi, özgürlükler, milliyetçilik ve
vatancılık gibi gayri İslâmi fikir ve nizamlarla doludur.
AK Parti, siyaseti
gereği iktidarının ilk yıllarında “ümmetçilik” söylemini ön plana çıkarmıştır.
Fakat daha sonra bu söylemden hızla uzaklaşarak özellikle son dönemde
milliyetçi söylem ve politikalara sarıldı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2013
yılında yapmış olduğu bir konuşmada şu anda ittifak ettiği MHP’ye sert çıkarak,
“Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle de Türklükle de çıkmasın. Biz
her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız. Kuru
milliyetçilik yok” demesi tam bir makyavelist ve pragmatist zihniyete sahip
olduğunun bariz göstergesidir. Zira bugün, ortağı olduğu MHP’yi ve
milliyetçileri razı etme adına son derece katı milliyetçi politikalar ve
söylemlerle toplumu kutuplaştırmıştır.
AK Parti bir
taraftan kendi tabanını konsolide etmek için İslâmi söylemlere sarılırken diğer
taraftan ise Batı’ya hoş görünmek ve onları razı etmek adına partisinin “İslâmi
bir parti olmadığını” söylüyordu.
Nitekim 2010
yılında Fransız Le Figaro gazetesine konuşan Erdoğan, “Kendinizi ılımlı
İslâmcı bir parti olarak görüyor musunuz?” şeklindeki soru üzerine; “Biz
kendimizi böyle tanımlamıyoruz. Avrupa’da Hıristiyan Demokrat Partiler var. Ben
siyasal İslâm’ı kabul etmiyorum. AK Parti İslâmcı bir parti değildir. Biz
kendimizi muhafazakâr demokrat olarak görüyoruz. Avrupalı dostlarımız da bizi
böyle görürlerse hakkımızdaki önyargılarından kurtulabilirler.” diyordu.
Yine aynı şekilde
Suudi Arabistan’ın El-Arabiya kanalına konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a,
“Hilâfet’in geri getirilmesi gibi bir hayaliniz ya da isteğiniz var mı?”
şeklinde yöneltilen soruya Erdoğan, “Artık dünya bir değişim ve dönüşümün
içerisinde. Bu değişim ve dönüşüm içerisinde bizler zaten hangi sistemi
getirmek istediğimizi, şu anda nasıl bir dönüşümün olması gerektiğini bugüne
kadar anlattık… Yani şu anda Türkiye’nin öyle bir Hilâfet derdi, bir Hilâfet
meselesi ya da benzeri bir şey söz konusu değil.” cevabını verdi.
Ancak AK Parti tüm
icraatlarını İslâmi bir kisveyle sunmakta son derece maharetli ve profesyonel
bir siyaset takip ediyordu. Olabildiğince Makyavelist ve pragmatist bir bakış
açısına sahip olması, çıkarları doğrultusunda kıvrak dönüşler yapabilmesi de en
bariz özelliklerindendir.
AK Parti ve
özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu pragmatist bakış açısını yansıtan
olaylardan biri de şüphesiz ki 2009 yılında düzenlen Davos Zirvesi’ydi. O dönem Başbakan olan Erdoğan’ın Yahudi
varlığının Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e yönelik “bebek katili” sözü,
zirveye damgasını vurmuştu. Fakat ne hazindir ki, bugüne kadar gasıp Yahudi
varlığı ile ilişkiler “bebek katili bir ülke” statüsü ile değil, “dost ve
müttefik bir ülke” statüsü ile sürdürülmeye devam etmiştir. Mesela; Yahudi
varlığı tarafından Gazze’ye uygulanan ambargosunu delmek için Türkiye’den yola
çıkan Mavi Marmara gemisi hadisesinde; önce, Yahudi askerleri tarafından
Müslümanların katledilmesinden ardından Yahudi varlığı için “terörist”
ve “katil” ifadelerini kullanmış, sözde Yahudi varlığı ile tüm siyasi ve
ticari ilişkileri kopardığını ilan etmişti. Ancak âdeti olduğu üzere hadisenin
üzerinden çok zaman geçmeden bu tavır ve söylemlerinden dönüş yapmış, Mavi
Marmara yolculuğunu organize eden kuruluşlara tepki göstermeye başlamıştır.
Fakat 2016’da önceki tavrından ve söylemlerinden dönüş yapan Erdoğan “Siz
kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına
mı sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı, Gazze’ye bugüne kadar hep yaptık,
yapıyoruz. Filistin’e yaptık, yapıyoruz ama bunları da yaparken bizler bir
yerlere gövde gösterisi olsun diye değil, her şeyi uluslararası diplomasi neyse
bu diplomasi içinde yaptık, yapıyoruz. Bundan sonra da yapacağız. Bunları davul
zurna çalarak değil, edebi, adabı içerisinde yaptık, yapıyoruz.” demiştir.
Ardından katledilen kişilerin aileleri için istenen tazminat ile meselenin
üzeri kapatılarak ilişkiler normalleştirilmiştir. İşin daha da ilginç yanı,
Türk-”İsrail” ilişkilerinin -güya- en kötü olduğu dönemlerde dahi aralarındaki
ticaret hacminin artmış olmasıdır. Nitekim Erdoğan’ın “işgal ve terör devleti”
olarak nitelendirdiği Yahudi varlığı ile arasındaki ticaret hacmi rekor
kırmıştır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 1,4 milyar dolar olan Yahudi
varlığı ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi, şu an yaklaşık 6,2 milyar dolara
ulaşarak rekor kırmıştır. Üstelik askerî ilişkiler de daima süregelmiş, Yahudi
varlığının pilotları Türkiye’de eğitim görmeye devam etmiştir.
AK Parti’nin
istismar ettiği konulardan bir diğeri ise şüphesiz ki demokrasi ve laikliktir.
Dini devletten ayıran laiklik esası üzere devleti yönettiği hâlde; “bireyin
(dolayısıyla kendisinin) laik olamayacağını fakat devletin laik olması
gerektiğini” cüretkâr bir şekilde söyleyebilmekte ve siyasetini de bu paradigma
üzerinden hayata geçirmektedir. Nitekim 2006 yılında o dönem Başbakan olan
Erdoğan, Mısır’da gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu Ortadoğu toplantısında
bir gazetecinin “AKP din eksenli bir parti mi?” sorusuna “Biz laik,
demokratik, sosyal bir hukuk devletinin mensubuyuz ve bütün çalışmalarımızı bu
çerçevede yürütüyoruz. Bireysel olarak durumumu sorarsan; dindar olmaya çalışan
bir Müslümanım ama bunun derecesini takdir etme yetkim yok.” şeklinde yanıt
vermiştir.
Oysaki Allah Subhanehu
ve Teâlâ demokrasi ve laiklik gibi beşerî sistemler karşısında hükmetme
yetkisinin yalnızca Kendisinde olduğunu ifade ettiği ayetinde şöyle buyuruyor:
[اِنِ
الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ
الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ] “Hüküm
yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk/ibadet etmemenizi
emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[4]
AK Parti ve Erdoğan
yine aynı şekilde demokrasi hakkında da Makyavelist bir tavır ortaya koymuştur.
Mesela; Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde söylemiş
olduğu, “Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana
kadar demokrasiye bağlıyız…” “Demokrasi bizim için bir tramvaydır.
İstediğimiz durağa gelince ineriz.” sözleri dikkat çekicidir. Fakat bugün
AK Parti ve Erdoğan açısından demokrasi, bir araç olmaktan çıkıp amaç hâline
gelmiştir. Her defasında demokrasiye vurgu yapması, onu övmesi bunun en bariz
göstergesidir. Hâlbuki yarım yüzyıldan fazla demokrasi, laiklik ve Cumhuriyete
düşman olan ve onun değerlerine mesafeli duran Müslüman Türkiye halkı, AK Parti’nin
uygulamada görünmeyen İslâmi söylemleri üzerinden rejimle barıştırıldı. Bu
süreçte sapmalar yaşayan bazı İslâmi kesimler, menfaat gereği de olsa demokrasiye
ve Cumhuriyete eklemlendi.
AK Parti,
Müslümanları sadece demokratik laik sisteme entegre etmekle yetinmemiş aynı
zamanda Hilâfet’in yıkılışının ve şu anda ümmetin birliğini/vahdetini
engelleyen sınırların tapusu olan Lozan konusunda da zikzaklar çizmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının 94. yıldönümü
nedeniyle yayınladığı mesajda, “Bugün, Cumhuriyetimizin kurucu belgesi olan
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının 94. yıldönümünü kutluyoruz. Aziz
milletimizin her türlü yokluğa, yoksulluğa ve imkânsızlıklara rağmen yazdığı
istiklal destanı, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanında
tescil edilmiştir. Türk Milleti, Lozan Anlaşması ile bu topraklardaki bin
yıllık varlığını hedef alan Sevr’i yırtıp atmış, bağımsızlığından asla taviz
vermeyeceğini tüm dünyaya kabul ettirmiştir.” ifadelerini kullanmıştır.
Fakat Erdoğan’ın Lozan Antlaşması’na ilişkin bir önceki yıl sarf ettiği sözler
ise bunun tam tersiydi. Nitekim yıl dönümünden iki ay sonra Erdoğan, Lozan
Anlaşması hakkında bu defa da “Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da
verdik. Zafer bu mu?” demişti.
AK Parti’nin
pragmatist bir parti olduğunun göstergelerinden biri de Amerika’nın Türkiye’de
siyasi nüfuzunu hâkim kılmak ve İngilizlerin Türkiye’deki siyasi nüfuzunu
tasfiye etmek için senelerce Fethullah Gülen’le ittifak kurmasıydı. “17-25
Aralık” sürecine kadar birlikte olduğu bu cemaatle “15 Temmuz” darbe
girişiminden sonra ise yollarını ayırmıştır. İngiliz yanlısı laik, ulusalcı,
Kemalist askerlerin yapmış olduğu bu darbe girişiminin hemen arkasından,
yıllarca birlikte hareket ettiği “Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)”nün olduğunu söyleyerek
onu gözden çıkarmıştır.
Biz yine AK Parti’nin
“sahih” olanı değil “reel” olanı esas alan bu Makyavelist yaklaşımını çözüm
sürecinde gördük. Geçmişte Kürt siyasi hareketlerine ve liberal demokrat
kesimlere hitap eden bir politik anlayış içindeydi AK Parti. Bununla beraber,
Amerikan siyaseti gereği bugün PKK’ya destek verdiği gerekçesiyle hakkında
kapatılma davası açılan HDP üzerinden İmralı ve Kandil’i sürece dâhil etmiş ve
onlarca masum insanın katili olan Öcalan’ı muhatap kabul etmişti. Fakat daha
sonra İngilizler’in tahrikiyle, çözüm süreci çıkmaza girdiğinde ise sürecin
bittiğini ilan etti. Aynı şekilde 7 Haziran 2015 yılında yapılan genel
seçimlerde AK Parti tek başına hükümeti kuracak yeterli oya sahip olamadı. AK
Parti, siyaseten keskin bir dönüş yaparak milliyetçi oylara yeniden sahip
olabilmek için çözüm sürecini sona erdirdi. Bu süreçte kullanmış olduğu “Türk-Kürt
kardeştir” söylemini bir kenara atarak İslâm’ın haram kıldığı milliyetçi
söyleme yeniden döndü.
Diğer taraftan AK
Parti, iktidarının ilk yıllarında Amerika’nın kendisine vermiş olduğu siyasi ve
ekonomik destekle her ne kadar belli bir oranda ekonomiyi güçlendirmiş ve
sosyal refah seviyesini yükseltmiş olsa da şu anda ekonomik alanda tam bir
başarısızlık yaşanmaktadır. Halkın alım gücü zayıflamakta, her geçen gün
fakirlik artmakta ve sosyal refah seviyesi günbegün düşmektedir. Bankalar,
krediler yoluyla insanları sömürmekte ve borcunu ödeyemeyen insanların tüm
birikimlerine el konulmaktadır. Ayrıca toplum hemen hemen her yönden iflas etme
noktasına gelmiş; kadın ve çocuk istismarı arttıkça artmıştır. Uyuşturucu
kullanım yaşı ilkokul seviyesine kadar düşmüş, adalete olan güven son derece
azalmıştır. Allah’ın haramlarından sakınarak genç yaşta evlilik yapanlar, “tecavüzcü”
damgasıyla cezaevine atılmışlardır. Hiçbir şiddete bulaşmamış sadece Rablerinin
emrine icabet ederek fikri ve siyasi bir yolla Hilâfet’i kurmak isteyenler
cezalandırılmıştır.
Tatbik edilen küfür
sistemi ile toplum, sosyolojik açıdan büyük bir travma yaşamaktadır. Bunun bir
nedeni varsa o da AK Parti’nin takip etmiş olduğu siyaset ve topluma tatbik
edilen Batılı demokratik sistemdir.
Sonuç olarak;
İşte tüm bunlar, AK
Parti’nin yürütmüş olduğu politikaların sonucudur. AK Parti her daim pragmatist
bir siyaset takip etmiştir. Siyasetinin merkezine sahih olanı (İslâm’ı) değil,
reel olanı esas almıştır. AK Parti, inişli-çıkışlı günübirlik siyasetle
Müslümanları senelerce oyalamıştır. Bununla birlikte AK Parti’nin tüm politika
ve icraatlarında görülen tek yön ne yazık ki İslâm değil, başta sömürgeci
Amerika olmak üzere Batılı devletlerin maslahatlarıdır. AK Parti’nin icraatları
asla ve kat’a İslâmi değildir! Yaklaşık 20 yıllık iktidarı boyunca tek bir
konuda dahi İslâmi bir icraatı olmamış bilakis iç ve dış siyasetinde Allah’ın
haram kıldığı bir siyaset üzere yürümüştür; halen de yürümeye devam
etmektedir.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış