Geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan; “Mart
sonuna kadar Anayasa Komisyonu uzlaşı sağlayamazsa Ak Parti olarak kendi
Anayasa tekliflerini TBMM’ye getireceklerini ve 330’u buldukları anda da
referanduma gideceklerini” açıkladı. Şüphesiz Ak Parti’nin bu üçüncü ve ustalık
döneminde başarmaya odaklandığı en önemli iş yeni anayasa olmaktadır. Zira
giderek zaman daralmakta ve Ak Parti gelecek milletvekili seçimlerinde daha da
zayıflayacağını ve meclise şimdiki gibi dört parti girecek olursa milletvekili
sayısının daha da az olacağını hissetmektedir. Bu da yeni anayasanın bu dönem
olmazsa olmaz olduğunu göstermektedir.
Aynı konuya paralel olarak Hükümet’in Kürt
Meselesini halletmek üzere yoğun bir çaba harcadığı malumdur. O kadar ki daha
önce; “Biz illegal örgütlerle masaya oturmayız” dendiği halde hem Oslo’da PKK
ile hem de İmralı’da Öcalan ile görüşülmüştür. Ve İmralı’ya kimin gideceği dahi
tartışılır olmuştur. Bu durum pek çok kişi tarafından “Ak Parti yeni Anayasa
konusunda 330’u yakalayabilmek için BDP ile anlaşmak istiyor” şeklinde
yorumlanmıştır. Özellikle BDP’nin özerklik talebiyle Ak Parti’nin Başkanlık
sistemini birbirine benzeştirerek Ak Parti’nin yeni anayasa konusunda BDP ile
ittifak edeceği düşünülmektedir.
Peki, gerçekten de Ak Parti yeni Anayasa’yı
yapabilmek için mi İmralı ile müzakere ederek BDP ile ittifak oluşturmaya
çalışıyor? Ya da mecliste Ak Parti’ye bu konuda yardım edecek en yakın parti
BDP mi? Bu makale içerisinde bu sorunun cevabı üzerinde yoğunlaşmaya gayret
edeceğiz. Zira bu konuda zihinlerin oldukça bulanık olduğu ve toplumda bu
konuda net bir fikir oluşmadığı bir hakikattir.
Öncelikle Ak Parti’nin yeni anayasa konusunda
referanduma gidebilmek için BDP desteğini almak için Kürt Meselesini çözmeye
çalıştığı tezinin yanlış olduğunu belirtmek isterim. Çünkü Ak Parti’nin bu
konuda ilk çalacağı kapı ve büyük ihtimalle uzlaşacağı parti MHP’dir. Dahası
Kürt Meselesi çözülmese dahi BDP kendiliğinden yeni Anayasa’ya destek
olacaktır. Zira eskiye nazaran yeni anayasanın kendilerine daha çok özgürlük
tanıyacağı bir hakikattır. Bu durumu en azından bir basamak olarak görmeleri
kuvvetle muhtemeldir. Burada şu hususun bilinmesi gerekir ki Ak Parti’nin
sorunu 330 sorunu değildir. Ak Parti’nin sorunu yeni anayasanın uygulama
dönemine mevcut sorunlarla birlikte geçme sorunudur. Yeni anayasalı ve belki de
yeni sistemli bir dönemde halk tüm bu sorunların devam ettiğini müşehade
ettiğinde Ak Parti’nin kendilerini 12 yıl gibi bir süre oyaladığını idrak
edeceklerdir.
Yani anlaşılacağı üzere Kürt Meselesi yeni anayasa
bağlamında çözülmeye çalışılıyor ancak bu yeni anayasanın yapılabilmesi için
değil, yeni anayasanın bekası için yapılmaktadır. Yoksa meseleyi sırf 330
meselesine indirgemek oldukça basit bir değerlendirmedir. Zira yukarıda da
dediğim gibi bu konuda Ak Parti’ye daha yakın parti, daha öncede zor zamanlarda
olduğu gibi, mesela Suriye tezkeresinde, mesela başörtüsü meselesinde ve
hakeza, MHP’dir. Her ne kadar rengini tam olarak belli etmesede MHP’nin 11 yıl
boyunca Ak Parti’nin gizli bir destekçisi olduğu tetkik edene açıktır. Ayrıca
geçtiğimiz günlerde Ak Parti’nin mart sonuna kadar süre tanımasına karşılık
Bahçeli’nin 23 Nisan’ı işaret etmesi bu tarihe kadar bir uzlaşı olmazsa Ak
Parti’ye destek olacağının bir göstergesidir. Yine Ak Parti’nin yeni anayasayı
referanduma götürebilmek için MHP’ye vereceği taviz BDP’ye vereceği tavizden
daha az olacaktır.
Fakat dediğim gibi Kürt Meselesi anayasanın
meşruiyeti ve bekası için mutlaka çözülmesi gereken bir mesele olduğundan eğer
bir çözüme ulaşılabilirse Ak Parti doğal olarak BDP’nin desteğini alacak ve
MHP’ye taviz vermesine gerek kalmayacaktır. Bu durumda yeni anayasaya hem MHP
hem de BDP’nin destek olması büyük bir olasılıktır. Tabi burada BDP’yi ve
PKK’yı tek bir vücut gibi düşünmek ve dolayısıyla tamamının desteğini almak
mümkün değildir. Nitekim Murat Karayılan’ın bir açıklamasında Ak Parti’yi
samimi bulmadığını ifade etmesi ve silah bırakmalarının mümkün olmadığını
söylemesi PKK içinde tek başlı bir durum olmadığını gösterirken, İmralı’ya
gidecek isimler üzerinde bu kadar çok durulması BDP içindeki çok başlılığı
gösteren bir etkendir. Daha önce hatırlanacağı üzere Diyarbakır Belediye
Başkanı Osman Baydemir’in; “Bizi şahinler ve güvercinler diye ikiye ayırmayın…”
şeklinde bir açıklaması olmuştu. Fakat gerek bu açıklamanın, gerek Murat
Karayılan’ın “Devletin bizimle görüşmesine gerek yok, Öcalan bizi temsil
ediyor.” şeklindeki açıklaması kendi içlerindeki çok başlılığı örtmeye yönelik
bir çabadır. Şahinler ve güvercinler hem PKK içinde, hem BDP içinde, hem de
Avrupa yapılanmaları içerisinde mevcuttur. Bunun delili devletin hem Öcalan ile
müzakere ederken hem de PKK’ya yönelik operasyonlar düzenlemesi veya devlet
masaya oturduğu halde PKK’nın eylemlerine devam etmesidir. PKK ile mücadele,
İmralı ile müzakere politikası şahinler ve güvercinlerin varlığının en açık
göstergesidir.
Peki, devlet masaya oturmuşken bazı
kesimlerin adeta çözüm istemez tavırları neyi göstermektedir? Köklü Değişim
olarak bunu defalarca izah ettik ancak gerekli olmasından dolayı burada yine
kısaca bu soruya cevap vermek istiyorum. Şöyle ki; gerek PKK’yı icat edenler,
gerek Kürt Meselesinin hallini isteyenler Türkiye üzerinde nüfuzu bulunan
Batılı dış güçlerdir. Hilafet’i yıkıp kendi kokuşmuş demokrasilerini İslam
coğrafyasında yerleştiren İngilizler suni sorunlar üreterek Müslümanları İslam
Devleti fikrinden uzak tutmak için PKK’yı icat etmişlerdir. Fakat gerektiğinde
bunu kendi nüfuzunu korumak içinde kullanmakta ve Türkiye’de nüfuzunu
genişletmek isteyen ABD’ye engel olmaya çalışmaktadır. Devlet taviz vermek
üzere masaya oturmuşken PKK ve BDP içindeki belli kesimlerin ısrarla çözümü engelleme
çabaları efendilerinin bu sorunun devam etmesini istediğini gösterir. Meselenin
hallini isteyen ise anlaşılacağı üzere kendi nüfuzunu genişletmek isteyen
ABD’dir. Fransa’da işlenen üç cinayet ABD çabalarını boşa çıkartmaya dönük
beyhude çabalardandır. Zira Oslo görüşmelerinin hilafına İmralı süreci şeffaf
yürütülmeye çalışılmaktadır.
Bütün bu detaylar çerçevesinde konuya
bakıldığında Ak Parti’nin işinin zor olduğu ve Başbakan’ın “Her türlü bedeli
ödemeye hazırız.” şeklindeki ifadesi daha iyi anlaşılabilir. Çünkü Ak Parti bu
süreçte hem çözüm istemezlerin yapacağı eylemler dolayısıyla şehit haberlerinin
gelmeye devam edeceğini hem de böyle olmasa bile milliyetçi kesim tarafından
puan kaybedeceğini bilmektedir. Zaten Türkiye’de Ak Partiye verilen rolde anayasayı
değiştirinceye ve Başkanlık sistemini getirinceye kadardır. Böylece ABD
Türkiye’deki nüfuzunu iyice yaymış, Avrupa nüfuzunu zayıflatmış ve dolayısıyla
Ak Parti’nin kilit rolü sona ermiş olacaktır. Bundan sonra yeni yüzlerin ve
yeni Batılı projelerin Türkiye’de pazarlanacağını görür gibiyim.
Hülasa ister yeni anayasa Kürt Meselesi
çözülerek yapılsın, ister Kürt Meselesi çözülmeden yeni anayasa uygulamaya
konsun beşeri kanun ve yasaların ömrünün bir insan ömrü kadar bile uzun
olmadığını ve Batılıların Müslümanlara aynı ideolojiyi makyajlayıp yeniden
sunmalarından başka çarelerinin olmadığını hatırlatmak isterim. Zira ister
başkanlık olsun ister yarı başkanlık ya da parlementer sistem olsun kapitalist
ideolojinin farklı versiyonlarından öte yeni bir ideoloji değildir. Yeni
Anayasa’nın meclis eliyle ya da referandum yoluyla halk eliyle geçmesi
arasındada bir fark yoktur. Zira anayasayı hazırlayanlar yine aynı insanlar
olmakla beraber halk burada direkt ya da dolaylı olarak onaylayan olmaktan
başka bir konuma sahip değildir. Ayrıca yeni anayasaya destek ne kadar geniş
olursa olsun sonuçta beşeridir ve insan aklının insan sorunlarına yönelik doğru
çözümler üretmesi mümkün değildir.
Cumhuriyet tarihi boyunca değiştirilen anayasalar
ya da günlük olarak çıkan kanunlar insanın bu hususta yetkili olmdığını
gösteren başlıca saiklerdir. Egemenlik, ihtirasları hiç bitmeyen insana ait
olursa bu yetkiyi kapan kimselerin keser misali hep kendine doğru yontacağı bir
sürpriz ve abes değildir. Bir bakarsınız milli menfaatler gerekçesiyle 30 bin
kişinin ölümüne sebep olan bir kişiyi el üstünde tutarlar, bir bakarsınız
idamdan bahsederler. Bir de bakarsınız ağzından Allah kelamını düşürmeyenler
İslam’ın hâkimiyetine karşı savaş açarlar. “Hâşâ demokrasiyle mi yöneteceğiz?”
diyenler birde bakarsınız demokrasiye taparlar.
Oysa bu ümmetin iman ettiği bir hayat nizamı
var ki onu doksan yıl önce kaldırıp yaklaşık bir asırdır en iyi sistemi
aramaktalar. Hâlbuki insanı, hayatı ve kâinatı yoktan var eden Allah Subhanehu
ve Teâlâ’nın kendi yarattığını düzenlemesinden daha tabii ne olabilir. “Hiç
yaratan bilmez mi?” ki Allah bu düzenlemeyi hâşâ unutmuş değildir. Ekonomik
nizamıyla, kadın-erkek ilişkilerini düzenleyen içtimai nizamıyla, öğretim
siyasetiyle, iç ve dış siyasetiyle vs doksan yıl önce çağdaşlık adına
kaldırılan İslam Hilafet Devleti’nden bahsediyorum. Zira İslam Ümmetinin misali
elindeki inci ile bir darıyı değiştiren tavuğun misali gibidir. Allah Azze ve
Celle’den bizleri kokuşmuş kapitalist ideolojiden kurtarıp İslam Hilafet
Devlet’ine kavuşturması duası ile…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış