_“Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.” (Afrika Atasözü)_
Bir Karakıta ülkesidir, Mali. Altın, fosfat, kaolin, boksit, uranyum ve buna benzer birçok maden servetleri olan zengin bir ülkedir. Bir İslam Beldesidir.
“İslam Mali’ye siyasal bir otorite olarak ilk olarak Mali İmparatorluğu (1215–1450) döneminde Mali kralı Mansa Musa’nın İslam’ı kabul etmesiyle girmiştir. İbni Battuta Mansa Musa’nın vefatından hemen sonra Mali’yi ziyaret etmiş ve gözlemlerini kaleme almıştır. İslam’ın Afrika’da altın çağlarını yaşadığı 16. yüzyılda Mali’nin en önemli şehirlerinden Timbuktu tüm dünyadan bilginlerin ve İslam âlimlerinin toplandığı ilmi bir havza haline gelmiştir. Timbuktu önemli el yazı eserleriyle tanınmaktadır.
Mali uzun yüzyıllar boyunca İslam’ın Afrika’daki kalesi olarak anılmıştır. İslam hukuk sistemi hemen hemen bütün Afrika’da anayasalarda etkindir. Bu yoğun laikleştirme ve liberalleştirme çabasına rağmen halkın İslam’ı temel referans olarak tercih ettiğinin açık bir göstergesidir.” (Mali Dosyası, PressMedya.com)
Bugünlerde ise; İslamî yönetim, askerî darbe ve Fransa müdahalesiyle gündemde Mali.
Darbe’nin Arkasındaki Güç
Afrika’nın makûs talihi, hep sömürülmek olmuştur. Bu Kıta’nın karakteristik özelliği, dine olan bağlılığıdır. İster Hıristiyan ister Müslüman olsun Afrikalılar, genelde dindar insanlar olmuşlardır. İslam’la şereflenmeleriyle samimi Müslümanlar olan Afrikalı kardeşlerimiz, üzerlerinde yaşadıkları zenginlikler sebebiyle sömürgeci kâfirlerin hedefi haline gelmişlerdir.
“22.03.2012'de rütbeli genç subaylar tarafından Mali Devlet Başkanı Amadou (Ahmedo) Toumani Toure'ye yönelik askerî bir darbenin gerçekleştiği ilan edilmiştir. Nitekim kendilerini “Devletin ve Demokrasinin Yeniden Tesisi Milli Komitesi (CNRDR)” olarak adlandıran darbecilerin sözcüsü Teğmen Amadou Konare, Mali televizyonu kanalıyla şöyle bir darbe açıklaması yayınlamıştır: “Komite... sorumluluğunu üstlenmeye ve yetersiz olan Amadou (Ahmedo) Toumani Toure'nin rejimine son vermeye karar vermiştir.” (Hizb-ut-Tahrir.info)
Devlet Başkanı Ahmedo Toumani Toure’nin, Mali Anayasasına göre tekrar aday olamayacağı son Başkanlık döneminin sona ermesine yaklaşık bir ay gibi bir süre kalmasına rağmen Darbecilerin, “yetersiz olan devlet başkanının uzaklaştırılmasına” dair bir gerekçeye binaen yapılan bu darbe, anlamsızdır. Tabiî, darbenin asıl amacının, Başkan’dan ziyade seçimle birlikte gelecek olan yeni siyasî yapıya kasteden bir müdahale olması hali, ancak bu darbeyi anlamlı kılacaktır. Dolayısıyla gelecek olan siyasî yapıya karşı geciktirilmeden yapılan bu darbeyi planlayanlar, genç subaylardan ziyade, Mali ve bölge üzerinde farklı hesaplar güden sömürgeci dış güçlerdir.
Arkasında hangi sömürgeci gücün bulunduğunu tespit amacıyla Darbeye baktığımızda; şiddetli tonda Fransa’nın ve hafif tonda da İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin Darbenin kabul edilemez olduğu yönündeki açıklamalarını görürüz:
-Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppé, Mali'deki seçimlerin en kısa zamanda yapılması gerektiği çağrısında bulunmuş ve ülkesinin, “Mali ile olan tüm ilişkilerini askıya aldığını ve insanî yardımların devam edeceğini... ve terörle mücadele çalışmalarını sürdüreceklerini” açıklamıştır. (22.03.2012, AFP)
-Aynı gün Fransa ve İngiltere, Güvenlik Konseyi tarafından darbeyi şiddetle kınayan ve anayasal düzene ve seçilmiş hükümete geri dönülmesine çağrıda bulunan bir kararın çıkarılması için koşuşturmuşlardır...
-İngiliz Büyükelçi Mark Lyall Grant ise şöyle demiştir: “Mali'de, derhal anayasal düzene ve demokratik seçilmiş hükümete geri dönülmelidir. Güvenlik Konseyi'nin on beş üyesi Mali'deki darbeyi kınamaktadırlar.”
Dolayısıyla, 19. asrın sonlarındaki işgali, 1904 yılında da kendisine ilhak olduğunu ilanından bu yana Fransa’nın, Mali üzerindeki siyasî hâkimiyetinin devam ettiği bir süreçte, Darbeye yönelik özellikle böylesi bir tepki vermesi ve daha sonra Güvenlik Konseyi’ni Mali’ye/Darbecilere dış müdahale konusunda harekete geçmeye ikna etme çabası, Darbenin arkasında mezkûr devletler (Fransa, İngiltere, vd.) dışında bir gücü işaret ediyor ki bu güç, ABD’dir. Zira Amerika'nın tepkisi ve darbeyi kınaması, Fransa ile Avrupa'nın ardından “dalgalı” olarak gelmiştir! ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü Victoria Nuland şu açıklamada bulunmuştur: “Mevcut durum net değildir ve hızlı gelişmektedir... Sıkıntıların şiddetle değil diyalog yoluyla çözülmesi gerektiği inancındayız.” (22.03.2012, BBC) Adeta bir ABD sözcüsü gibi hareket eden BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un da benzer şekilde açıklamalarda bulunması, Amerika’nın Darbeden Fransa ve İngiltere gibi rahatsız olmadığını göstermektedir.
Bu açıklamaların üzerine, Darbe lideri olan Yüzbaşı Amadou “Ahmedou” Haya Sanogo ve daha bir çok genç subayın, ABD'nde terörle mücadele etmek amacıyla askerî eğitim aldıkları ve Sanogo’nun, bir takım özel görevler için birçok kez Amerika'ya seyahate gittiği bilgisi de eklenince, Darbenin arkasındaki kirli el daha net ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca, Fransa’nın Darbenin ardından Mali ile olan siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerini ve aynı şekilde ona yönelik yardımlarını da askıya alma kararına rağmen Amerika, böyle bir karar almamış aksine, 137 milyon dolar olan yıllık yardımlarını da göndermiştir. Dahası Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland; “Ülkesinin, Amerikan yardımlarını askıya almakla ilgili bir karar almadığını” vurgulamıştır. (el-Cezira, 23.03.2012)
Tüm bunlar, Fransa'nın, darbe hakkındaki rahatsızlığının gelinen noktada dış müdahaleye varabilecek kadar hayatî bir unsur olduğunu gösterdiği gibi Amerika'nın rahatsız olmadığını, dahası darbeden zımnen hoşnut olduğunu da göstermektedir.
Bu durumu fikrî zaviyeden tahlil edecek olursak; ikiyüzlü sömürgeci kâfirlerin, kendi siyasî emelleri doğrultusunda gerek Darbecileri gerekse de Demokrasiyi kullanageldiklerini söyleyebiliriz. İşte Mali, bu zaviyeden değerlendirildiğinde en son örnektir: Amerika, -Demokrasi adına Irak’a girerken- Mali’de Demokrasinin(!) baltalanması uğruna bile olsa darbecileri destekleyerek sömürgeci emelleri doğrultusunda hareket edebilmiştir.
Siyasî açıdan ise; geçmişten gelen seçim sistemi sayesinde Fransa, siyasî yapıyı istediği şekilde dizayn edebilmekte ve kendisine sadık isimleri iktidara taşıyabilmekteydi. Dolayısıyla bu Darbe, bu işleyişe bir çomak sokmuş ve yeni bir dizaynın sinyallerini vermiştir.
“Terör” Meselesi
“Mali’de 21 Mart 2012 tarihinde Mali Radyo ve Televizyon Kurumunu ele geçiren komutan Amadou Haya Sanogo liderliğindeki “Genç Subaylar” hükümete karşı darbe yapmış ve Ulusun Yeniden İnşası ve Demokrasiye Geçiş sürecini yürütecek bir geçici hükümet kurduklarını açıklamışlardır. Başkent Bamako’nun yaşadığı siyasi istikrarsızlık zaten yönetimden rahatsız olan ve bölgede alternatif güç konumunda olan milliyetçi hareket MNLA ve Küresel Cihad yanlıları tarafından doldurulmuştur.” (Mali Dosyası, PressMedya.com)
“Fransız Cumhurbaşkanı “François Hollande”, 11 Ocak 2013 günü Fransız Silahlı Kuvvetleri'nin, İslamcı Silahlı Guruplara karşı olan savaşa katılacağını, Tevhid ve Ensar-ud Dîn cihad hareketlerinin 10.12 Perşembe günü ele geçirdiği Mali'nin merkezinde bulunan “Kuna” şehrini geri almak için yabancı güçler tarafından desteklenen askerî kampanya yoluyla Mali Ordu Güçleri'ni destekleyeceğini ve onların Güneye ilerlemelerini durduracağını vurgulamıştır.” (Ajanslar)
Mali’nin son günlerde “İslamî yönetim” hususunda da gündeme geldiğini yukarda söylemiştik. Halkının %90’ı Müslüman olan Mali’nin, kuzey kesiminde, özellikle Cihadî mücadele yapan cemaatlerin kontrolünde “İslamî” bir yönetim uygulanmaktadır. İşte Batılı devletlerin “terör sorunu” dedikleri husus da bu cemaatlere yönelik bir tanımlamadır. Özellikle Fransa’nın Mali müdahalesine bir kılıf olarak da dile getirilen en makul(!) gerekçe de budur. Bu müdahale, Fransa için hayati bir mesele haline gelmiştir. Zira şayet Mali'deki nüfuzunu geri almaya güç yetiremez ise Afrika'daki nüfuzu aşamalı olarak son bulacaktır. Hâlbuki halkın neredeyse tamamının Müslüman olduğu bir beldede İslamî yönetim talebinden daha doğal bir şey yoktur.
Dolayısıyla her ne kadar mesele, bölgedeki İslamî cemaatlere fatura edilse de aslında fırtına, Mali, Cezayir ve dolayısıyla Afrika üzerindeki nüfuz mücadelesi bağlamında kopmaktadır. İslamî yönetim olgusu ya da cemaatler, dünyanın diğer bazı bölgelerinde de olduğu gibi böylesi müdahaleler için ekseriyetle birer bahane olarak kullanılmaktadırlar. Bu olgunun bir bahane olarak kullanılması, sömürgeci kâfir devletlerin İslam’a ve Müslümanlara yönelik kadim kinini bertaraf etmez tabii ki. Bilakis bu kindir onları böylesine cüretkâr kılan; Müslümanların beldelerinde fütursuzca at koşturma salahiyetini kendilerinde bulduran.
Ez-cümle;
Bu aşağılık sırtlanların, Müslümanların beldelerine ellerini-kollarını sallayarak girebilmelerinin cüretini kendilerinde görmelerine sebep; Müslümanların sahipsiz olmaları; korunacakları ve ardında savaşacakları bir kalkandan mahrum oluşlarıdır.
Çözüm, böylesi bir ‘kalkan’ın var edilmesindedir yoksa Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dediği gibi, ne yürütülen çalışmaların BM çatısı altında olmasında, ne Mali’nin toprak bütünlüğünün ve demokratik ortamın tekrar inşasında, ne de Afrika Birliği ve İİT eliyle yapılacak girişimlerdedir.
Gün odur ki; heybetinin fevkinde bir aslan olarak Müslümanların kükreyecekleri gündür… O gün biz yazacağız, onlar okuyup oynayacaklar kendilerine biçilen rolü…


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış