KAPİTALİZMİN TEK ESASI SÖMÜRGECİLİKTİR

Prof. Dr. Muhammed Malkawi

Mali kriz kapitalist dünyanın yeni bir olgusu değildir. Bilakis ABD ve Avrupa, son yüz yılda birkaç durgunluk ve çöküntü yaşadı. Geçmişin tüm kriz ve kargaşasının aksine hisse senedi ve emtia piyasaları 2008 yılında dibe vurduğunda, kapitalizm ciddi biçimde hasta olarak görülüyordu. Bu mali kriz kapitalizmin durumuyla, mevcut finansal ve ekonomik sistemin omurgasıyla ilgili ciddi endişeye yol açtı. Tarihin şaşırtıcılık sınırlarını zorlayacak biçimde 19. yy. sonlarında kapitalizm sağlıklı ve görkemli biçimde belirdiğinde Osmanlı Devleti dünyanın “hasta adamı” olarak görülüyordu. Bugün uzun bir başarı yüzyılından sonra, kapitalizm dünyanın hasta adamı hâline gelirken İslâm ise şimdi sağlıklı ve görkemli biçimde ortaya çıkıyor.

Financial Times  “Kapitalizmin Geleceği” başlıklı bir yazı dizisi yayımladı. Ekonomistler, siyasetçiler ve filozoflar 2007-2009 büyük durgunluk dönemini tarihî bir dönüm noktası olarak gördüler ve değişen kapitalizme dair yeni vizyonlar ürettiler. Financial Times Londra baş ekonomi yorumcusu Martin Wolf “Bu Kriz bir Momentum ama Belirleyici mi?” başlıklı makalesinde şu yorumu yapıyor:

“Benim tahminim bu kriz, bazı eğilimleri hızlandırmış ve diğerlerinin sürdürülemez olduğunu kanıtlamıştır, ekonominin itibarına zarar vermiştir ve dünyaya acı bir miras bırakacaktır ama yine de bir tarihî dönüm noktası olamaz. İnsanların, krallarının ölümü üzerine dediği şeyi başka bir dille söylersek: Kapitalizm öldü; yaşasın kapitalizm.”

 Leszek Balcerowicz Polonya eski Başbakan Yardımcısı, Polonya Ulusal Bankası yöneticisi ve Varşova Ekonomi Üniversitesi profesörü, kapitalizmin mevcut krizinin potansiyel bir zayıflamaya işaret ettiğini söyler. Balcerowicz “Bu, Sadece Piyasaların Hatası Değildi” adlı makalesinde kapitalizmin en ciddi düşmanının kendi içinde olduğu sonucuna ulaşır. Ona göre “Dinamik, girişimci kapitalizmin bu günlerde ciddi olan dışsal rakibi hiç yok; sadece kendi içinden zayıflatılabilir.” Bu ise kapitalizmin genlerinden, temellerinden miras kalan; yenilgiye dönüşebilecek hatalara direkt bir referans vermektedir. Yani, kompleks sistemlerde olduğu gibi, bir tetikleyici tarafından harekete geçirilen ve gerekli zamanda kuşatılamaz veya dışarıda tutulamazsa çöküşe yol açan bir hatadır bu. Dolayısıyla uyuyan hatalar ya da kusurlar iç düşmanlardır.

Belki de kapitalizm adına yapılan en ilginç iddia Kapitalizm Toplum Merkezi’nin direktörü ve 2006'da Nobel Ekonomi Ödülünün sahibi Edmund Phelps tarafından ortaya atılmıştır. Edmund kapitalizme ciddi bir hasar verildiğini, kapitalizmin yeniden iyi çalışması için yeni yapılanma gerektiğini söyler.

Dünya'nın önde gelen reklam ve pazarlama servisleri grubu WPP'nin yönetim kurulu başkanı Martin Sorrell, “Sarkaç Geriye Doğru Sallanacak” adlı Financial Times makalesinde şu sonucu çıkarıyor: “Basitçe şu söylenmeli ki kapitalizm çuvalladı, daha doğrusu kapitalistler.” Fakat o “düşüşün kaçınılmaz olduğu gibi sarkacın ters yöne doğru sallanacak olması da kaçınılmazdır.” iddiasındadır.

Ekonomistler, politikacılar ve düşünürlerin açgözlülük ve korku gibi özelliklerinin mevcut finansal ve ekonomik krizin arkasındaki unsurlar olduğunu iddia etmeleri alışılmış hâle gelmiştir.

Carter yönetiminin eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski,  ABD'nin dünya liderliğini sürdürmek için gerekli olan ahlaki pusulasını kaybettiği konusunda uyarmakta ve şöyle demektedir: “Amerika'nın ahlaki duruşu zedelenmiştir. Ahlaki değerlerin yokluğu, ani kriz ve korkuları kötüye kullanan demagojiye fırsat vermektedir.”

Jimmy Carter “Tehlike Altındaki Değerlerimiz: Amerika'nın Ahlaki Krizi” adlı kitabında ABD’de derinleşen ahlaki krizi şu sözleriyle özetler: “Bizim temel ahlaki değerlerimizde, kamusal söylemlerimizde ve siyaset felsefemizde yer almakta olan dönüşümler kapsamlı ve derindir.”

Çok sayıda ekonomist, politikacı ve yorumcu mevcut finansal kriz ve ekonomik darboğazı ahlaki ve etik değerlerin eksikliğine bağladı:

Barack Obama: “Biz açgözlülük ahlakını mazur gördük hatta kucakladık… Bir tür kazanan hepsini alır her şey gider, anlayışını teşvik ettik.”

GOP Cumhurbaşkanlığı adayı John McCain, mali krizin açgözlülük, bozulma ve aşırılıktan… Wall Street'in Amerikan ekonomisini bir kumarhane gibi görmesinden kaynaklandığını söyledi.

George Bush: “Wall Street sarhoş oldu.” derken firmaların açgözlülüğüne ve piyasa aşırılıklarına işaret ediyordu. 

Bir CNN muhabiri Wall Street’te meydana gelen olaylar üzerine alışılmadık derecede cesur bir ifade kullandı:  “Piyasalar iki şey tarafından idare ediliyor; korku ve açgözlülük.”

“Mali Krizimizin Derin Kökleri” Theodore Roosevelt Malloch (CNN tarafından desteklenen Dünya Ekonomik Kalkınma Kongresi eski başkanı) tarafından yazılmış bir makaledir.  Makale, online bir dergi olan Başka Bir Perspektif’de 11 Şubat 2009'da çıktı. Malloch yazısında, mevcut finansal krizin arkasındaki ahlaki krizin ciddi olduğunu ve buna göre ele alınması gerektiğini ısrarla belirtiyor: “O (ahlaki) nedenler ortadan kaldırılmadığı sürece, tüm parmak sallamalar ve tüm önerilen çözümler tümör üzerine yara bandı yapıştırmaktan öteye gitmeyecektir” O, “erdem”in içinde olduğu ahlakın hem anlam hem de kelime olarak toplumsal sözlüklerinden kaybolduğu, “ahlak”ın da ya “önemsizleştirildiği” ya da “görelileştirildiği” sonucuna ulaşıyor.  Ayrıca, kapitalist ekonomik sistemin arkasındaki ahlaki değerlerin “bir eğitim programıyla veya idari brifinglerle geri getirilemeyeceğini ve restore edilemeyeceğini, çünkü bunların yıllar boyunca aşındığını, mali krizin en temelinde gerçek erdem ile doldurulabilecek olan bir ahlaki boşluk olduğunu söylüyor.

Başlangıcından beri, kapitalizm ve onun temel ilkeleri inceleme, eleştiri ve saldırı altında olmuştur. En ciddi saldırılar arasında Marx, Engels, Lenin gibi sosyalist ve komünist filozoflardan gelenler yer alır. Bazı İslâm düşünürleri, farklı bir bakış açısıyla eleştiri getirdi.

Daha yakın bir zaman önce Sorin Cucerai “Kapitalizm Korkusu ve bunun Kaynaklarından Biri” başlıklı yazısında kapitalizme dair aşağıdaki yorumları yapar:

“Paradoksal olarak, ‘kapitalizmin özgürlüğü ve refahı’ sadece insanların yiyecek ve barınağa doğrudan erişimi reddedilerek mümkün olabilir.  Bu kapitalist özgürlüğe sahip olmak için, kendi tabiatımıza yabancılaşmış olmamız gerekirKapitalist düzende yaşayan her birey bir temelde istikrarsız bir varlıktır, radikal bir kırılganlığa ve zaafa maruzdur.”

Kapitalizmin temel ilkelerine ciddi ve önemli eleştiriler İslâmi düşünürler olan Takiyuddin en-Nebhâni ve Muhammed Bakır El-Sadr tarafından yapılmıştır.  Nebhâni kapitalizmin eleştirisini  İslâm İktisat Nizamı adlı kitabında detaylandırdı. Sadr, kapitalizmin hatalarını detaylı bir biçimde  Bizim Ekonomimiz-Iqtisaduna adlı kitabında ortaya koydu. Nebhâni kapitalizmin temel ilkesi (göreli kıtlık, değer ve fiyat mekanizması) üzerinde durdu. Sadr'ın ana odağı özel mülkiyet ve sahiplik oldu.

Bir ekonomik sistemin başarısı veya başarısızlığı, bu ekonomik sistem altında yaşayan insanların yaşamı üzerindeki etkisi ile ölçülmelidir. Ekonomik büyüme, servet arttırma ve finansal istikrar önlemleri toplumdaki insanların durumları ile ilişkili kılınmalıdır. Ekonomik sistemin etkisi kişilere sağlanan tatmin ve güvenlik düzeyi ile ölçülmelidir. Güvenliğini ve tatmin seviyesi ise gıda güvenliği, eğitim güvenliği, sağlık güvenliği ve fiziksel güvenlik açısından ölçülür. Sistemin istikrarının başka bir göstergesi ekonominin temeline karşı olan ahlaki, etik ve ideolojik inanç ve güvendir.

İki önemli sistem dünya arenasına son yüz yılda hâkim olmuştur ki bunlar kapitalizm ve sosyalizmdir. Sosyalizmin çöküşünden sonra kapitalizm tüm dünyaya hâkim olmaya devam etti; kapitalizmin farklı versiyonları dünyanın farklı bölgelerinde mevcudiyetini sürdürmektedir. Sosyalist Çin bile sosyalist türden bir kapitalizm benimsemiştir. Sovyet Leninist sosyalizmin çöküşünden sonra kapitalizm yani küresel ekonomi veya resmen bilinen adıyla küreselleşme dönemine girdi. Küreselleşme, kapitalizmin etkisini dünyanın hemen her köşesine taşımıştır. ABD'ninde başlayan en son mali kriz, dairesel olarak Avrupa, Japonya, Çin, Orta Doğu ve Afrika'ya yayılmıştır. Kapitalizmin etkisinin incelenmesi belirli bir ulusla sınırlı değildir; bu etki küresel olarak gözlemlenmektedir.

Küreselleşme kapitalizmi dünyanın fiilî ekonomik sistemi yaptı. Kapitalist dünyanın iki ana enstrümanı olan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF), faaliyetleri doğrudan ve dolaylı olarak gelişmekte olan ülkelerde ekonomik koşullardan sorumludur.

Dünya genelindeki yoksulluk ile kapitalist enstrüman IMF arasındaki ilişki çok sayıda vakıaya ve hikâyeye yansımış durumdadır. Bu tür vakıalardan biri, son Haiti pirinç krizinde açıkça ortadadır. Haiti pirinç krizi, güneydeki gelişme ve küreselleşme üzerine odaklı bir iletişim kuruluşu olan Inter Press Service (IPS) tarafından basılan bir makalede anlatılıyor.

Makale, bir zamanlar dünyanın en büyük pirinç üreticilerinden olan bir ülkedeki üç çocuklu bir kadının çocuklarını beslemek için artık pirinç satın alamadığını söyleyen bir kadını konu ediyor. Üç çocuk annesi kadın buradaki ikilemi anlatıyor: Küçük bir kutu pirinç 65 sent, petrol 25 sent ve kömür yirmi beş sent. Bir Dolar 25 sent (BM tarafından belirlenen mutlak yoksulluk sınırı) ile bir çocuk için bile pirinç yemeği yapamazsınız. Yarımkürenin yoksul ülkesi olan Haiti, tükettiği gıdanın çoğunu ithal ediyor; bu durum ulusal üretime zarar veren serbest piyasa politikalarının sonucudur. Haiti Cumhurbaşkanı René Préval “ithal ucuz pirincin ulusal olarak yetiştirilen pirinci yok ettiğini” kabul ediyor. Otuz yıl önce Haiti tükettiği pirincin neredeyse tamamını üretmekteydi. Ama 1980’li yılların sonunda, askeri cunta Uluslararası Para Fonu (IMF) desteği ile ekonomiyi liberalleştirmeye başladıktan sonra ucuz ithal ABD pirinci ülkeyi bastı.

İlk ithal pirinç balyalarına silahlı konvoylarca eşlik edildi. Pirinç çiftçileri ABD'den ithal pirinci üretim ve geçimleri için bir tehdit olarak kabul ettiler. Zamanla kaygılarının haklı olduğu ortaya çıktı. 1994 yılında, IMF sponsorluğunda geliştirilen bir planla ithal pirinç üzerindeki gümrük tarifesi % 35'den %3'e, bölgedeki en düşük seviyeye çekildi.  Bir yıl içinde pirinç ithalat miktarı iki katına çıktı.

Amerikan hükümeti kendi pirinç çiftçilerini sübvanse ediyor iken, IMF ile olan sözleşme koşulları altında Haiti hükümetine bu destek yasaklandı. Son yirmi yılda, Haiti pirinç üretimi yarı yarıya azaldı ve ithal pirinç ülke pazarını domine eder hâle geldi. Haiti'de birçok kişi için beslenme ve açlık geriye kalan tek seçenek oldu.

Yirminci yüzyılın sonunda dünya genelinde yirmi-otuz milyon kişinin ticari liberalleşme ve ihracat tarımının etkisiyle topraklarını kaybetmiş olduğu tahmin edilmektedir. 1954 yılında 480 sayılı kanun olarak resmiyet kazanan ABD Uluslararası Gıda Yardımı Programı, sonraki yirmi yılda gıda ticaretine hâkim oldu. ABD tarafından yönetilen gıda fazlaları potansiyel müşteri kabul edilen ülkelere dağıtıldı. Bu gıda ihracat rejimi, düşük fiyatlı temel gıdalar ile yerel çiftçileri gerçekten baltaladı.

Dünyanın her yerindeki yerel ekonomileri etkilemenin ana araçları, yapısal uyum programları (SAP) olarak bilinen programlar yoluyla Dünya Bankası ve IMF olmuştur.  Kredi koşulları olarak formüle edilmiş biçimde, SAP’ler alıcı ülkeleri ticaret ve yatırım politikalarını liberalize etmeye zorlayan makroekonomik politika değişikliklerini icbar etti. Sonuç olarak, hükümetler ithal mallar üzerindeki tarifeleri azaltılmış, yerel ürünler, özellikle gıda üzerindeki sübvansiyonları kaldırdı. Büyük ölçekte arazileri çiftçilikten madenciliğe ve petrol aramalarına kaydırdı ve ülkeleri kredi ödemelerinde zorluğa duçar etti. Nihai netice ithal ve dev kapitalist şirketlerin arz ettiği gıdalara bağımlılık oldu.

Kapitalizmin dünyadaki hâkimiyeti ve dünya ekonomik koşulları üzerindeki etkisi, hâlen hüküm sürmekte olan yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar ve çok daha fazla hususta gözlemlenmektedir.

Kapitalist ekonomik sistemin ilkeleri ve teorik kusurları dünya nüfusunun büyük bir kesimi üzerinde büyük yıkıcı etkilere neden olmaya devam eden ciddi hatalara yol açtığını göstermektedir.

Dünya açlık istatistikleri, şok edici, şaşırtıcı ve korkutucudur. Sorunun büyüklüğü, dünyada israf edilen kaynakların ve gıdanın açları doyurmak için gerekenden fazla olduğunu anladığımızda ortaya çıkmaktadır.

Dünya Bankası ve diğer kuruluşlar tarafından açlık hakkında yayımlanan istatistiklere göre, açlık ve yetersiz beslenmeden dolayı her saniye bir kişi ölmektedir, bunların % 85'i çocuktur. Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde 1,3 milyardan fazla insan Dünya Bankası tarafından mutlak yoksulluk olarak ifade edilen (günde 1 $ dan daha az) koşullarda yaşıyor ve bu durum çeşitli hastalıklara, yetersiz beslenmeye ve muhtemel ölümlere yol açıyor.

Gelişmekte olan ülkelerde açlık hüküm sürmeye devam ediyor. 1990'dan beri beş yaş altındaki 170 milyondan fazla çocuk yoksulluk, açlık, yetersiz beslenme ve bunlarla ilgili hastalıklardan dolayı öldü. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2015 yılında bir milyardan fazla insanın aşırı yoksulluk ve açlık koşulları altında yaşıyor olacağını öngörmektedir. Sahra-altı Afrika, neredeyse nüfusunun % 30'unun açlık, yetersiz beslenme ve günlük potansiyel ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan bu şartların en kötüsüne tanık olmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, her gün elli binden fazla insan yoksullukla ilgili nedenler yüzünden hayatını kaybediyor. UNICEF raporlarına göre çocuklar günlük otuz bin ölümle, açlıktan en fazla etkilenen kesimi oluşturuyor.

Açlık insanların, özellikle çocukların büyüme için gerekli besini almasını engelliyor. Açlığın etkisi, beş yaşın altındaki yetersiz kilolu çocukların yüzdesinde görülebilir. Asya, Afrika ve Latin Amerika'da beş yaşın altındaki çocukların %31’i diğer bir deyişle, her üç çocuktan biri 1990 yılı itibarıyla yetersiz kilolu idi. Çocukların durumunu o zamandan bu zamana pek değişmiş değil. Kapitalist sistemde zenginlik ve kaynakların olağanüstü büyümesine rağmen sağlık güvensizliği bireyleri ve milletleri dünya genelinde avlamaya devam ediyor.

Birinci Dünya Savaşı kapitalizmin egemen olduğu Avrupa devletleri aracılığıyla başladı. Savaşta yedi milyon sivil ve on milyon asker hayatını kaybederken yirmi bir milyondan fazla insan da yaralandı. Detaylara girmeden şunu söylemek yeterlidir; İngiltere ve Fransa'nın savaştan sonra dünyanın geniş bir alanına (Orta Doğu, Afrika ve Güneydoğu Asya) kendi sömürgeci ağını nasıl yaydığı malumdur. Emperyalizm ve sömürgecilik savaşın en görünür sonuçlarıydı. Emperyalizmin savaşın önemli bir faktör olduğunu iddia etmek gerçekten uzak-zorlama değildir. Emperyalizm komünist teorisyenlere göre kapitalizmin en yüksek aşaması olarak düşünülür. Bazıları da emperyalizmi hammadde, ucuz işgücü ve pazar kaynaklarını güvence altına almak için kapitalizm tarafından kullanılan bir yöntem olarak algılar. Avrupa devletlerinin eski kolonileri hâlen derin zulüm, diktatörlükler, yoksulluk ve geri kalmışlıktan dolayı acı çekmeye devam ediyor.

İkinci Dünya Savaşı altmış milyondan fazla kişinin ölümüne yol açtı; bunun kırk milyonu sivildi. Birçok sivil hastalık, açlık, katliamlar, bombalamalarla öldü. İkinci Dünya Savaşı iki rakip kamp olan VARŞOVA (Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa devletlerinin ittifakı) ve NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) ile elli yıl boyunca yüz milyarlarca dolara mal olan “Soğuk Savaş”ı doğurdu. Savaş aynı zamanda fakir ve zengin arasındaki uçurumu artıran ve dünyanın insanlar arasındaki eşitsizliği derinleştiren küreselleşmeyi ortaya çıkardı.

İkinci Dünya Savaşı'nın karnından doğmuş olan küreselleşmenin iki ana enstrümanı, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'dır. Bu iki alet Meksika, Türkiye, Endonezya ve Kore gibi ülkelerin ekonomilerinin bel kemiğini kırdı. IMF ve WB politikaları altında,  Asya, Afrika, Latin Amerika ve Karayiplerdeki gelişmekte olan ülkeler (üçüncü dünya ülkeleri) son elli yıldır aynı rolü oynamaya devam etti: Hammadde arzı, tüketim pazarı ve kâr üreten sanayi ülkelerine ucuz işgücü.

Birinci ve ikinci dünya savaşı “İsrail”i oluşturarak Filistin'deki uzun süreli sorunu da üretti. Bu sorun, bölgenin yanı sıra dünyanın da uzun yıllardır istikrar ve güvenliğini tehdit edegeldi. Yüz binlerce hayata mal oldu ve bugüne kadar da böyle devam etmektedir. Yine bu vakıa tankların, makineli tüfeklerin, jet uçaklarının taşlardan başka bir ekipmanı olmayan genç çocuklarla karşı karşıya geldiği, eşi görülmemiş bir vahşeti dünyaya gösterdi. Arap ve Yahudi milletleri, Avrupa tarafından ve daha sonra ABD tarafından desteklenen ve muhafaza edilen emperyalist savaşların yakıtı hâline gelmiştir.

ABD liderliğindeki Batı güçlerinin egemenliği altında bulunan dünya düzeni, Sovyetler Birliği tarafından 1979 yılında Afganistan'ın işgal edilmesini önleyemedi. İşgal sonrasında mücahitler neredeyse on yıl boyunca ABD adına vekil savaşı yaptı. Bu dönemde ABD mücahitlere silah, istihbarat, eğitim ve uluslararası destek teminini kolaylaştırdı. On yıllık savaş 1.5 milyondan fazla Afganlının ve 25 binden fazla Sovyet vatandaşının hayatına mal oldu. Afgan savaşı kapitalizm ve sosyalizm ideolojileri arasındaki kırk yıldan fazla süren “Soğuk Savaş”ı doruğa çıkardı.

Batı süper güçlerinin egemenliği altındaki dünya düzeni sekiz yıl boyunca İran ile Irak arasındaki savaşı finanse etti; bunun tek sebebi Arap/Fars Körfezi’ndeki petrol üzerinde kontrolü sürdürmek ve endüstriyel dünyaya petrolün serbestçe geçişini sağlamaktı. Bu amaç Carter Doktrini tarafından ilan edilen kapitalist amaçlarla tam bir uyum içindedir. O şöyle diyordu: “Afganistan'daki Sovyet birlikleri Orta Doğu petrolünün serbest dolaşımı için ciddi bir tehdit oluşturdu.” Bu savaş yarım milyondan fazla ölüme ve çok daha fazla yaralıya mal oldu.

İkinci Körfez Savaşı ise petrol zengini bölgeyi kontrol altında tutmaya kararlı olan süper güçlerin, özellikle ABD ve İngiltere'nin bir başka macerası oldu. Çağdaş tarihte ilk defa Margaret Thatcher (Britanya'nın eski başbakanı) ve George H. Bush (ABD'nin eski başkanı) BM Sözleşmesi Bölüm VII'yi harekete geçirerek Kuveyt'i işgal eden Irak'a karşı güç kullanımını karara bağladı. O zamanın ABD Dışişleri Bakanı James Baker Körfez Savaşı’nın nedenlerini açıklarken fazlasıyla dürüsttü(!):

“Endüstriyel dünyanın ekonomik yaşam damarı Basra Körfezi petrol rezervlerinden akar ve böyle bir diktatörün bu ekonomik yaşam damarına oturmasına izin veremeyiz.”

Savaşın sonunda Irak'a uygulanan ambargo on binlerce kaybın (ölü ve yaralı) yanı sıra iki milyondan fazla çocuğun hayatını tüketti.

Afrika ulusları, farklı süper kapitalist Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından desteklenen gruplar arasındaki proxy savaşlarında büyük acılar çekti ve milyonlarca hayat kaybetti. Afrika'da milyonlarca insan sadece çok uluslu şirketlerin altın, petrol ve elmas arama çıkarlarına hizmet ettiği kanıtlanmış olan çatışmalarda ölmeye devam ediyor.

1990'larda Angola'nın iç savaşını yeni bir vahşet basamağına yükselten Unita saldırganlarına elmas para ödendi. Yarım milyondan fazla Angolalı öldürüldü. Kara mayınları yaklaşık doksan bin kişiyi sakat bıraktı. Dört milyon Angolalıyı göçe zorladı ve bunların yaklaşık bir milyonu yabancı gıda yardımına bağlı olmaya devam ediyor. Blaine Harden Afrika’daki elmas savaşlarını New York Times 2000 baskısı “Afrika'nın Elmas Savaşları” kitabında en iyi anlatan kişidir ve şöyle diyor:

“Modern Afrika'nın sefaletleri, birçok bakımdan, sömürge tarihinin mirasıdır. Sömürgecilik, Avrupalıların gelişinden önce var olan her türlü siyasi kültürü yıktı. Büyük ölçüde kurgusal kalabalık milletler icat etti. Ulus kurma projesinden kârlı çıkmak için, sömürgeciler fildişinden kauçuğa ve insan gücüne kadar her şeyin yönünü değiştirmek için güç kullandı.

Kongo'da, Belçikalı sömürge devleti açgözlülük ve zalimliğiyle ünlüydü. Bu ülkenin aracıları kauçuk ve fildişi üretimi için imkânsız kotalar getirerek bunları karşılamada başarısız olan köylüleri ya öldürdüler veya ellerini parçaladılar.

Sierra Leone'de 1940 yılından bu yana elmas kaçakçılığı yapan avcılar ülkenin ekonomik ve politik yaşamını her yönden saptırdılar. Angola, Kongo ve Sierra Leone açgözlüleri çekecek, savaşlar alevlendirecek ve yandaş satın alacak kadar çok elmasa sahipti.”

Başkentinin işgali amacıyla açılan savaşta 5.5 milyon kişinin hayatını kaybettiği Vietnam'da ve 3.5 milyon kişinin öldüğü Kore'de kaybedilen milyonlarca hayatın hikâyeleri tekrarlanıyor. Benzer hikâyeler Kolombiya, Venezüella, Meksika, Guatemala, Grenada, Küba, Şili, Arjantin'de de söz konusu; liste uzayıp gidiyor. Yalnız yirminci yüzyılda, savaş ve ilgili faaliyetler nedeniyle iki yüz milyondan fazla kişinin öldüğü tahmin edilmektedir.

Kapitalizmin performans skorbordu kapitalizmin dünyadaki milyarlarca insana mutluluk, güvenlik ve refah sunmada başarısız olduğunu açıkça gösterir. Bu sistem; meyvesi yoksulluk, hastalık, savaş, açlık ve tatminsizlik olan acı ağaçlarının yetiştiği bir arazi oldu. Bu sistem; Allah’ın rolünü açların gözyaşlarını silmeye ve ezilenlerin öfkesini pasifize etmeye indirgedi. Bireyin rolünü yaşam ve ölüm veren, zenginlik biriktiren ve evrenin sahibi olan bir tanrı konumuna yükseltti. Tüm bunlar hastalıklı sömürgeci zihniyetin ürünüdür.

Başta da söylendiği üzere bugün kapitalizm dünyanın hasta adamı hâline gelirken İslâm ise sağlıklı ve görkemli biçimde ortaya çıkıyor.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ

“İşte o gün mü’minler, ferahlayacaklar.” Rum Suresi 4


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz