Mali kriz kapitalist
dünyanın yeni bir olgusu değildir. Bilakis ABD ve Avrupa, son yüz yılda birkaç
durgunluk ve çöküntü yaşadı. Geçmişin tüm kriz ve kargaşasının aksine hisse
senedi ve emtia piyasaları 2008 yılında dibe vurduğunda, kapitalizm ciddi
biçimde hasta olarak görülüyordu. Bu mali kriz kapitalizmin durumuyla, mevcut
finansal ve ekonomik sistemin omurgasıyla ilgili ciddi endişeye yol açtı. Tarihin
şaşırtıcılık sınırlarını zorlayacak biçimde 19. yy. sonlarında kapitalizm
sağlıklı ve görkemli biçimde belirdiğinde Osmanlı Devleti dünyanın “hasta adamı”
olarak görülüyordu. Bugün uzun bir başarı yüzyılından sonra, kapitalizm
dünyanın hasta adamı hâline gelirken İslâm ise şimdi sağlıklı ve görkemli
biçimde ortaya çıkıyor.
Financial Times “Kapitalizmin
Geleceği” başlıklı bir yazı dizisi yayımladı. Ekonomistler, siyasetçiler ve
filozoflar 2007-2009 büyük durgunluk dönemini tarihî bir dönüm noktası olarak
gördüler ve değişen kapitalizme dair yeni vizyonlar ürettiler. Financial Times Londra baş ekonomi yorumcusu Martin
Wolf “Bu Kriz bir Momentum ama Belirleyici mi?” başlıklı makalesinde şu
yorumu yapıyor:
“Benim tahminim bu kriz, bazı eğilimleri hızlandırmış
ve diğerlerinin sürdürülemez olduğunu kanıtlamıştır, ekonominin itibarına zarar
vermiştir ve dünyaya acı bir miras bırakacaktır ama yine de bir tarihî dönüm
noktası olamaz. İnsanların, krallarının ölümü üzerine dediği şeyi başka bir
dille söylersek: Kapitalizm öldü; yaşasın kapitalizm.”
Leszek Balcerowicz Polonya eski Başbakan
Yardımcısı, Polonya Ulusal Bankası yöneticisi ve Varşova Ekonomi Üniversitesi
profesörü, kapitalizmin mevcut krizinin potansiyel bir zayıflamaya işaret
ettiğini söyler. Balcerowicz “Bu, Sadece Piyasaların Hatası Değildi”
adlı makalesinde kapitalizmin en ciddi düşmanının kendi
içinde olduğu sonucuna ulaşır. Ona göre “Dinamik, girişimci kapitalizmin bu
günlerde ciddi olan dışsal rakibi hiç yok; sadece kendi içinden
zayıflatılabilir.” Bu ise kapitalizmin genlerinden, temellerinden miras
kalan; yenilgiye dönüşebilecek hatalara direkt bir referans vermektedir. Yani,
kompleks sistemlerde olduğu gibi, bir tetikleyici tarafından harekete geçirilen
ve gerekli zamanda kuşatılamaz veya dışarıda tutulamazsa çöküşe yol açan bir
hatadır bu. Dolayısıyla uyuyan hatalar ya da kusurlar iç düşmanlardır.
Belki de kapitalizm
adına yapılan en ilginç iddia Kapitalizm Toplum Merkezi’nin direktörü ve
2006'da Nobel Ekonomi Ödülünün sahibi Edmund Phelps tarafından ortaya
atılmıştır. Edmund kapitalizme ciddi bir hasar
verildiğini, kapitalizmin yeniden iyi çalışması için yeni yapılanma gerektiğini
söyler.
Dünya'nın önde
gelen reklam ve pazarlama servisleri grubu WPP'nin yönetim kurulu başkanı
Martin Sorrell, “Sarkaç Geriye Doğru Sallanacak” adlı Financial Times
makalesinde şu sonucu çıkarıyor: “Basitçe şu
söylenmeli ki kapitalizm çuvalladı, daha doğrusu kapitalistler.” Fakat o “düşüşün
kaçınılmaz olduğu gibi sarkacın ters yöne doğru sallanacak olması da
kaçınılmazdır.” iddiasındadır.
Ekonomistler, politikacılar
ve düşünürlerin açgözlülük ve korku gibi özelliklerinin mevcut finansal ve
ekonomik krizin arkasındaki unsurlar olduğunu iddia etmeleri alışılmış hâle
gelmiştir.
Carter yönetiminin
eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, ABD'nin dünya liderliğini sürdürmek için
gerekli olan ahlaki pusulasını kaybettiği konusunda uyarmakta ve şöyle
demektedir: “Amerika'nın ahlaki duruşu zedelenmiştir. Ahlaki değerlerin
yokluğu, ani kriz ve korkuları kötüye kullanan demagojiye fırsat vermektedir.”
Jimmy Carter “Tehlike
Altındaki Değerlerimiz: Amerika'nın Ahlaki Krizi” adlı kitabında ABD’de
derinleşen ahlaki krizi şu sözleriyle özetler: “Bizim temel ahlaki
değerlerimizde, kamusal söylemlerimizde ve siyaset felsefemizde yer almakta
olan dönüşümler kapsamlı ve derindir.”
Çok sayıda
ekonomist, politikacı ve yorumcu mevcut finansal kriz ve ekonomik darboğazı
ahlaki ve etik değerlerin eksikliğine bağladı:
Barack Obama: “Biz
açgözlülük ahlakını mazur gördük hatta kucakladık… Bir tür kazanan hepsini alır
her şey gider, anlayışını teşvik ettik.”
GOP
Cumhurbaşkanlığı adayı John McCain, mali krizin açgözlülük, bozulma ve
aşırılıktan… Wall Street'in Amerikan ekonomisini bir kumarhane gibi görmesinden
kaynaklandığını söyledi.
George Bush: “Wall
Street sarhoş oldu.” derken firmaların
açgözlülüğüne ve piyasa aşırılıklarına işaret ediyordu.
Bir CNN muhabiri
Wall Street’te meydana gelen olaylar üzerine alışılmadık derecede cesur bir
ifade kullandı: “Piyasalar iki şey
tarafından idare ediliyor; korku ve açgözlülük.”
“Mali Krizimizin
Derin Kökleri”
Theodore Roosevelt Malloch (CNN tarafından desteklenen Dünya Ekonomik Kalkınma
Kongresi eski başkanı) tarafından yazılmış bir makaledir. Makale, online bir dergi olan Başka Bir Perspektif’de 11 Şubat 2009'da
çıktı. Malloch yazısında, mevcut finansal krizin arkasındaki ahlaki krizin
ciddi olduğunu ve buna göre ele alınması gerektiğini ısrarla belirtiyor: “O
(ahlaki) nedenler ortadan kaldırılmadığı sürece, tüm parmak sallamalar ve tüm
önerilen çözümler tümör üzerine yara bandı yapıştırmaktan öteye gitmeyecektir” O, “erdem”in içinde olduğu ahlakın hem anlam hem
de kelime olarak toplumsal sözlüklerinden kaybolduğu, “ahlak”ın da ya “önemsizleştirildiği”
ya da “görelileştirildiği” sonucuna ulaşıyor. Ayrıca, kapitalist ekonomik sistemin
arkasındaki ahlaki değerlerin “bir eğitim programıyla veya idari brifinglerle
geri getirilemeyeceğini ve restore edilemeyeceğini, çünkü bunların yıllar
boyunca aşındığını, mali krizin en temelinde gerçek erdem ile doldurulabilecek
olan bir ahlaki boşluk olduğunu söylüyor.
Başlangıcından
beri, kapitalizm ve onun temel ilkeleri inceleme, eleştiri ve saldırı altında
olmuştur. En ciddi saldırılar arasında Marx, Engels, Lenin gibi sosyalist ve
komünist filozoflardan gelenler yer alır. Bazı İslâm düşünürleri, farklı bir
bakış açısıyla eleştiri getirdi.
Daha yakın bir
zaman önce Sorin Cucerai “Kapitalizm Korkusu ve bunun Kaynaklarından Biri”
başlıklı yazısında kapitalizme dair aşağıdaki yorumları yapar:
“Paradoksal olarak, ‘kapitalizmin özgürlüğü ve refahı’
sadece insanların yiyecek ve barınağa doğrudan erişimi reddedilerek mümkün
olabilir. Bu kapitalist özgürlüğe sahip
olmak için, kendi tabiatımıza yabancılaşmış olmamız gerekir. Kapitalist
düzende yaşayan her birey bir temelde istikrarsız bir varlıktır, radikal bir
kırılganlığa ve zaafa maruzdur.”
Kapitalizmin temel
ilkelerine ciddi ve önemli eleştiriler İslâmi düşünürler olan Takiyuddin en-Nebhâni
ve Muhammed Bakır El-Sadr tarafından yapılmıştır. Nebhâni kapitalizmin eleştirisini İslâm
İktisat Nizamı adlı kitabında detaylandırdı. Sadr,
kapitalizmin hatalarını detaylı bir biçimde Bizim Ekonomimiz-Iqtisaduna adlı kitabında
ortaya koydu. Nebhâni kapitalizmin temel ilkesi
(göreli kıtlık, değer ve fiyat mekanizması) üzerinde durdu. Sadr'ın ana odağı
özel mülkiyet ve sahiplik oldu.
Bir ekonomik
sistemin başarısı veya başarısızlığı, bu ekonomik sistem altında yaşayan
insanların yaşamı üzerindeki etkisi ile ölçülmelidir. Ekonomik büyüme, servet
arttırma ve finansal istikrar önlemleri toplumdaki insanların durumları ile
ilişkili kılınmalıdır. Ekonomik sistemin etkisi kişilere sağlanan tatmin ve
güvenlik düzeyi ile ölçülmelidir. Güvenliğini ve tatmin seviyesi ise gıda
güvenliği, eğitim güvenliği, sağlık güvenliği ve fiziksel güvenlik açısından
ölçülür. Sistemin istikrarının başka bir göstergesi ekonominin temeline karşı
olan ahlaki, etik ve ideolojik inanç ve güvendir.
İki önemli sistem
dünya arenasına son yüz yılda hâkim olmuştur ki bunlar kapitalizm ve
sosyalizmdir. Sosyalizmin çöküşünden sonra kapitalizm tüm dünyaya hâkim olmaya
devam etti; kapitalizmin farklı versiyonları dünyanın farklı bölgelerinde
mevcudiyetini sürdürmektedir. Sosyalist Çin bile sosyalist türden bir
kapitalizm benimsemiştir. Sovyet Leninist sosyalizmin çöküşünden sonra
kapitalizm yani küresel ekonomi veya
resmen bilinen adıyla küreselleşme
dönemine girdi. Küreselleşme,
kapitalizmin etkisini dünyanın hemen her köşesine taşımıştır. ABD'ninde
başlayan en son mali kriz, dairesel olarak Avrupa, Japonya, Çin, Orta Doğu ve
Afrika'ya yayılmıştır. Kapitalizmin etkisinin incelenmesi belirli bir ulusla
sınırlı değildir; bu etki küresel olarak gözlemlenmektedir.
Küreselleşme
kapitalizmi dünyanın fiilî ekonomik sistemi yaptı. Kapitalist dünyanın iki ana
enstrümanı olan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF), faaliyetleri
doğrudan ve dolaylı olarak gelişmekte olan ülkelerde ekonomik koşullardan
sorumludur.
Dünya genelindeki
yoksulluk ile kapitalist enstrüman IMF arasındaki ilişki çok sayıda vakıaya ve
hikâyeye yansımış durumdadır. Bu tür vakıalardan biri, son Haiti pirinç
krizinde açıkça ortadadır. Haiti pirinç krizi, güneydeki gelişme ve
küreselleşme üzerine odaklı bir iletişim kuruluşu olan Inter Press Service
(IPS) tarafından basılan bir makalede anlatılıyor.
Makale, bir
zamanlar dünyanın en büyük pirinç üreticilerinden olan bir ülkedeki üç çocuklu
bir kadının çocuklarını beslemek için artık pirinç satın alamadığını söyleyen
bir kadını konu ediyor. Üç çocuk annesi kadın buradaki ikilemi anlatıyor: Küçük
bir kutu pirinç 65 sent, petrol 25 sent ve kömür yirmi beş sent. Bir Dolar 25
sent (BM tarafından belirlenen mutlak yoksulluk sınırı) ile bir çocuk için bile
pirinç yemeği yapamazsınız. Yarımkürenin yoksul ülkesi olan Haiti, tükettiği
gıdanın çoğunu ithal ediyor; bu durum ulusal üretime zarar veren serbest piyasa
politikalarının sonucudur. Haiti Cumhurbaşkanı René Préval “ithal ucuz
pirincin ulusal olarak yetiştirilen pirinci yok ettiğini” kabul ediyor. Otuz yıl önce Haiti tükettiği pirincin neredeyse
tamamını üretmekteydi. Ama 1980’li yılların sonunda, askeri cunta Uluslararası
Para Fonu (IMF) desteği ile ekonomiyi liberalleştirmeye başladıktan sonra ucuz
ithal ABD pirinci ülkeyi bastı.
İlk ithal pirinç
balyalarına silahlı konvoylarca eşlik edildi. Pirinç çiftçileri ABD'den ithal
pirinci üretim ve geçimleri için bir tehdit olarak kabul ettiler. Zamanla
kaygılarının haklı olduğu ortaya çıktı. 1994 yılında, IMF sponsorluğunda
geliştirilen bir planla ithal pirinç üzerindeki gümrük tarifesi % 35'den %3'e,
bölgedeki en düşük seviyeye çekildi. Bir
yıl içinde pirinç ithalat miktarı iki katına çıktı.
Amerikan hükümeti
kendi pirinç çiftçilerini sübvanse ediyor iken, IMF ile olan sözleşme koşulları
altında Haiti hükümetine bu destek yasaklandı. Son yirmi yılda, Haiti pirinç
üretimi yarı yarıya azaldı ve ithal pirinç ülke pazarını domine eder hâle
geldi. Haiti'de birçok kişi için beslenme ve açlık geriye kalan tek seçenek
oldu.
Yirminci yüzyılın
sonunda dünya genelinde yirmi-otuz milyon kişinin ticari liberalleşme ve
ihracat tarımının etkisiyle topraklarını kaybetmiş olduğu tahmin edilmektedir.
1954 yılında 480 sayılı kanun olarak resmiyet kazanan ABD Uluslararası Gıda
Yardımı Programı, sonraki yirmi yılda gıda ticaretine hâkim oldu. ABD
tarafından yönetilen gıda fazlaları potansiyel müşteri kabul edilen ülkelere
dağıtıldı. Bu gıda ihracat rejimi, düşük fiyatlı temel gıdalar ile yerel
çiftçileri gerçekten baltaladı.
Dünyanın her
yerindeki yerel ekonomileri etkilemenin ana araçları, yapısal uyum programları
(SAP) olarak bilinen programlar yoluyla Dünya Bankası ve IMF olmuştur. Kredi koşulları olarak formüle edilmiş
biçimde, SAP’ler alıcı ülkeleri ticaret ve yatırım politikalarını liberalize
etmeye zorlayan makroekonomik politika değişikliklerini icbar etti. Sonuç
olarak, hükümetler ithal mallar üzerindeki tarifeleri azaltılmış, yerel
ürünler, özellikle gıda üzerindeki sübvansiyonları kaldırdı. Büyük ölçekte
arazileri çiftçilikten madenciliğe ve petrol aramalarına kaydırdı ve ülkeleri
kredi ödemelerinde zorluğa duçar etti. Nihai netice ithal ve dev kapitalist
şirketlerin arz ettiği gıdalara bağımlılık oldu.
Kapitalizmin
dünyadaki hâkimiyeti ve dünya ekonomik koşulları üzerindeki etkisi, hâlen hüküm
sürmekte olan yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar ve çok daha fazla hususta
gözlemlenmektedir.
Kapitalist ekonomik
sistemin ilkeleri ve teorik kusurları dünya nüfusunun büyük bir kesimi üzerinde
büyük yıkıcı etkilere neden olmaya devam eden ciddi hatalara yol açtığını
göstermektedir.
Dünya açlık
istatistikleri, şok edici, şaşırtıcı ve korkutucudur. Sorunun büyüklüğü,
dünyada israf edilen kaynakların ve gıdanın açları doyurmak için gerekenden
fazla olduğunu anladığımızda ortaya çıkmaktadır.
Dünya Bankası ve
diğer kuruluşlar tarafından açlık hakkında yayımlanan istatistiklere göre,
açlık ve yetersiz beslenmeden dolayı her saniye bir kişi ölmektedir, bunların %
85'i çocuktur. Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde 1,3 milyardan fazla
insan Dünya Bankası tarafından mutlak yoksulluk olarak ifade edilen (günde 1 $
dan daha az) koşullarda yaşıyor ve bu durum çeşitli
hastalıklara, yetersiz beslenmeye ve muhtemel ölümlere yol açıyor.
Gelişmekte olan
ülkelerde açlık hüküm sürmeye devam ediyor. 1990'dan beri beş yaş altındaki 170
milyondan fazla çocuk yoksulluk, açlık, yetersiz beslenme ve bunlarla ilgili
hastalıklardan dolayı öldü. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2015
yılında bir milyardan fazla insanın aşırı yoksulluk ve açlık koşulları altında
yaşıyor olacağını öngörmektedir. Sahra-altı Afrika, neredeyse nüfusunun %
30'unun açlık, yetersiz beslenme ve günlük potansiyel ölüm tehlikesiyle karşı karşıya
olduğundan bu şartların en kötüsüne tanık olmaktadır.
Dünya Sağlık
Örgütü'ne göre, her gün elli binden fazla insan
yoksullukla ilgili nedenler yüzünden hayatını kaybediyor. UNICEF raporlarına
göre çocuklar günlük otuz bin ölümle, açlıktan en fazla etkilenen kesimi
oluşturuyor.
Açlık insanların,
özellikle çocukların büyüme için gerekli besini almasını engelliyor. Açlığın
etkisi, beş yaşın altındaki yetersiz kilolu çocukların yüzdesinde görülebilir.
Asya, Afrika ve Latin Amerika'da beş yaşın altındaki çocukların %31’i diğer bir
deyişle, her üç çocuktan biri 1990 yılı itibarıyla yetersiz kilolu idi.
Çocukların durumunu o zamandan bu zamana pek değişmiş değil. Kapitalist
sistemde zenginlik ve kaynakların olağanüstü büyümesine rağmen sağlık
güvensizliği bireyleri ve milletleri dünya genelinde avlamaya devam ediyor.
Birinci Dünya
Savaşı kapitalizmin egemen olduğu Avrupa devletleri aracılığıyla başladı.
Savaşta yedi milyon sivil ve on milyon asker hayatını kaybederken yirmi bir
milyondan fazla insan da yaralandı. Detaylara girmeden şunu söylemek
yeterlidir; İngiltere ve Fransa'nın savaştan sonra dünyanın geniş bir alanına
(Orta Doğu, Afrika ve Güneydoğu Asya) kendi sömürgeci ağını nasıl yaydığı
malumdur. Emperyalizm ve sömürgecilik savaşın en görünür sonuçlarıydı.
Emperyalizmin savaşın önemli bir faktör olduğunu iddia etmek gerçekten
uzak-zorlama değildir. Emperyalizm komünist teorisyenlere göre kapitalizmin en
yüksek aşaması olarak düşünülür. Bazıları da
emperyalizmi hammadde, ucuz işgücü ve pazar kaynaklarını güvence altına almak
için kapitalizm tarafından kullanılan bir yöntem olarak algılar. Avrupa
devletlerinin eski kolonileri hâlen derin zulüm, diktatörlükler, yoksulluk ve
geri kalmışlıktan dolayı acı çekmeye devam ediyor.
İkinci Dünya Savaşı
altmış milyondan fazla kişinin ölümüne yol açtı; bunun kırk milyonu sivildi. Birçok sivil hastalık, açlık, katliamlar, bombalamalarla
öldü. İkinci Dünya Savaşı iki rakip kamp olan VARŞOVA (Sovyetler Birliği ve
Doğu Avrupa devletlerinin ittifakı) ve NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)
ile elli yıl boyunca yüz milyarlarca dolara mal olan “Soğuk Savaş”ı
doğurdu. Savaş aynı zamanda fakir ve zengin arasındaki uçurumu artıran ve
dünyanın insanlar arasındaki eşitsizliği derinleştiren küreselleşmeyi ortaya
çıkardı.
İkinci Dünya
Savaşı'nın karnından doğmuş olan küreselleşmenin iki ana enstrümanı,
Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'dır. Bu iki alet Meksika, Türkiye,
Endonezya ve Kore gibi ülkelerin ekonomilerinin bel kemiğini kırdı. IMF ve WB
politikaları altında, Asya, Afrika,
Latin Amerika ve Karayiplerdeki gelişmekte olan ülkeler (üçüncü dünya ülkeleri)
son elli yıldır aynı rolü oynamaya devam etti: Hammadde arzı, tüketim pazarı ve
kâr üreten sanayi ülkelerine ucuz işgücü.
Birinci ve ikinci
dünya savaşı “İsrail”i oluşturarak Filistin'deki uzun süreli sorunu da üretti.
Bu sorun, bölgenin yanı sıra dünyanın da uzun yıllardır istikrar ve güvenliğini
tehdit edegeldi. Yüz binlerce hayata mal oldu ve bugüne kadar da böyle devam
etmektedir. Yine bu vakıa tankların, makineli tüfeklerin, jet uçaklarının
taşlardan başka bir ekipmanı olmayan genç çocuklarla karşı karşıya geldiği, eşi
görülmemiş bir vahşeti dünyaya gösterdi. Arap ve Yahudi milletleri, Avrupa
tarafından ve daha sonra ABD tarafından desteklenen ve muhafaza edilen emperyalist
savaşların yakıtı hâline gelmiştir.
ABD liderliğindeki
Batı güçlerinin egemenliği altında bulunan dünya düzeni, Sovyetler Birliği
tarafından 1979 yılında Afganistan'ın işgal edilmesini önleyemedi. İşgal
sonrasında mücahitler neredeyse
on yıl boyunca ABD adına vekil savaşı yaptı. Bu dönemde ABD mücahitlere silah,
istihbarat, eğitim ve uluslararası destek teminini kolaylaştırdı. On yıllık
savaş 1.5 milyondan fazla Afganlının ve 25 binden fazla Sovyet vatandaşının
hayatına mal oldu. Afgan savaşı kapitalizm ve sosyalizm ideolojileri arasındaki
kırk yıldan fazla süren “Soğuk Savaş”ı doruğa çıkardı.
Batı süper
güçlerinin egemenliği altındaki dünya düzeni sekiz yıl boyunca İran ile Irak
arasındaki savaşı finanse etti; bunun tek sebebi Arap/Fars Körfezi’ndeki petrol
üzerinde kontrolü sürdürmek ve endüstriyel dünyaya petrolün serbestçe geçişini
sağlamaktı. Bu amaç Carter Doktrini tarafından ilan edilen kapitalist amaçlarla
tam bir uyum içindedir. O şöyle diyordu: “Afganistan'daki Sovyet birlikleri
Orta Doğu petrolünün serbest dolaşımı için ciddi bir tehdit oluşturdu.” Bu savaş yarım milyondan fazla ölüme ve çok daha fazla
yaralıya mal oldu.
İkinci Körfez
Savaşı ise petrol zengini bölgeyi kontrol altında tutmaya kararlı olan süper
güçlerin, özellikle ABD ve İngiltere'nin bir başka macerası oldu. Çağdaş
tarihte ilk defa Margaret Thatcher (Britanya'nın eski başbakanı) ve George H.
Bush (ABD'nin eski başkanı) BM Sözleşmesi Bölüm VII'yi harekete geçirerek
Kuveyt'i işgal eden Irak'a karşı güç kullanımını karara bağladı. O zamanın ABD Dışişleri Bakanı James Baker Körfez Savaşı’nın
nedenlerini açıklarken fazlasıyla dürüsttü(!):
“Endüstriyel dünyanın ekonomik yaşam damarı Basra
Körfezi petrol rezervlerinden akar ve böyle bir diktatörün bu ekonomik yaşam
damarına oturmasına izin veremeyiz.”
Savaşın sonunda
Irak'a uygulanan ambargo on binlerce kaybın (ölü ve yaralı) yanı sıra iki
milyondan fazla çocuğun hayatını tüketti.
Afrika ulusları,
farklı süper kapitalist Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından desteklenen gruplar
arasındaki proxy savaşlarında büyük acılar çekti ve milyonlarca hayat kaybetti.
Afrika'da milyonlarca insan sadece çok uluslu şirketlerin altın, petrol ve
elmas arama çıkarlarına hizmet ettiği kanıtlanmış olan çatışmalarda ölmeye
devam ediyor.
1990'larda
Angola'nın iç savaşını yeni bir vahşet basamağına yükselten Unita
saldırganlarına elmas para ödendi. Yarım milyondan fazla Angolalı öldürüldü.
Kara mayınları yaklaşık doksan bin kişiyi sakat bıraktı. Dört milyon Angolalıyı
göçe zorladı ve bunların yaklaşık bir milyonu yabancı gıda yardımına bağlı
olmaya devam ediyor. Blaine Harden Afrika’daki elmas savaşlarını New York Times 2000 baskısı “Afrika'nın
Elmas Savaşları” kitabında en iyi anlatan kişidir ve şöyle diyor:
“Modern Afrika'nın sefaletleri, birçok bakımdan, sömürge
tarihinin mirasıdır. Sömürgecilik, Avrupalıların gelişinden önce var olan her
türlü siyasi kültürü yıktı. Büyük ölçüde kurgusal kalabalık milletler icat
etti. Ulus kurma projesinden kârlı çıkmak için, sömürgeciler fildişinden
kauçuğa ve insan gücüne kadar her şeyin yönünü değiştirmek için güç kullandı.
Kongo'da, Belçikalı sömürge devleti açgözlülük ve
zalimliğiyle ünlüydü. Bu ülkenin aracıları kauçuk ve fildişi üretimi için imkânsız
kotalar getirerek bunları karşılamada başarısız olan köylüleri ya öldürdüler
veya ellerini parçaladılar.
Sierra Leone'de 1940 yılından bu yana elmas kaçakçılığı
yapan avcılar ülkenin ekonomik ve politik yaşamını her yönden saptırdılar.
Angola, Kongo ve Sierra Leone açgözlüleri çekecek, savaşlar alevlendirecek ve
yandaş satın alacak kadar çok elmasa sahipti.”
Başkentinin işgali
amacıyla açılan savaşta 5.5 milyon kişinin hayatını kaybettiği Vietnam'da ve
3.5 milyon kişinin öldüğü Kore'de kaybedilen milyonlarca hayatın hikâyeleri
tekrarlanıyor. Benzer hikâyeler Kolombiya, Venezüella, Meksika, Guatemala,
Grenada, Küba, Şili, Arjantin'de de söz konusu; liste uzayıp gidiyor. Yalnız
yirminci yüzyılda, savaş ve ilgili faaliyetler nedeniyle iki yüz milyondan
fazla kişinin öldüğü tahmin edilmektedir.
Kapitalizmin
performans skorbordu kapitalizmin dünyadaki milyarlarca insana mutluluk,
güvenlik ve refah sunmada başarısız olduğunu açıkça gösterir. Bu sistem;
meyvesi yoksulluk, hastalık, savaş, açlık ve tatminsizlik olan acı ağaçlarının
yetiştiği bir arazi oldu. Bu sistem; Allah’ın rolünü açların gözyaşlarını
silmeye ve ezilenlerin öfkesini pasifize etmeye indirgedi. Bireyin rolünü yaşam
ve ölüm veren, zenginlik biriktiren ve evrenin sahibi olan bir tanrı konumuna
yükseltti. Tüm bunlar hastalıklı sömürgeci zihniyetin ürünüdür.
Başta da söylendiği
üzere bugün kapitalizm dünyanın hasta adamı hâline gelirken İslâm ise sağlıklı
ve görkemli biçimde ortaya çıkıyor.
وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
“İşte o gün mü’minler, ferahlayacaklar.” Rum Suresi 4
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış