SÖZÜ MUHATABINA SÖYLEME SORUMLULUĞU

Abdullah İmamoğlu

İşgalci Yahudi varlığı “İsrail”in, ABD ve Batılı ülkeleri de arkasına alarak Gazze’de başlattığı katliam, soykırım ve zulmün üzerinden neredeyse iki yıl geçti.

7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden saldırılarda Gazze’de sayıları yüzbinleri bulan şehit ve yaralı kardeşimiz oldu. Günün sonunda gelinen noktada işgalci varlık katliamlarını artırarak devam ettirirken, Türkiye yönetimi ve bölgedeki Arap rejimlerin hiçbiri, Gazze’deki işgal ve soykırımı durduracak somut adımlar atmadı. Dahası yöneticiler, sahip oldukları devasa imkân ve güce rağmen Gazze’ye insani yardımların ulaşmasını bile sağlamadılar.

Geçen bu süre zarfında, Gazze’de yaşanan mezalimin sona ermesi adına İslâmi kitleler, cemaatler ve sivil toplum kuruluşları tarafından birçok faaliyet yapıldı. Bütün imkânlarıyla ve büyük fedakârlıklarla Gazze’ye destek için yürüyüşler, mitingler, basın açıklamaları ve konferanslar yapıldı. İşgalci varlığa destek içeren şirketlere yönelik boykot kampanyası yürütüldü. “İsrail” ile ticaretin kesilmesi için çağrılar ve protesto amelleri yapıldı. Gazze’ye insani yardımların ulaşması için denizde ve karada eylemler ortaya konuldu. Gazze’deki işgal ve soykırımı sonlandıracak askerî harekâtın başlatılması için “Ordular Aksa’ya!” çağrıları ile yöneticilere somut adım atmaları konusunda baskı yapıldı. Ancak şu ana kadar 57 İslâm beldesinden hiçbir yönetici, Gazze halkına yardım etmek için harekete geçmedi. Velhasıl Gazze’de işgal ve katliam devam ediyor.

İslâm beldelerinin yöneticileri, Gazze bağlamında atılması gereken adımları atmadıkları gibi, atmamaları gereken adımları ve imzaları da atmaktan geri durmadılar. Öyle ki “Filistin Sorunu”nun(!) iki devletli formülle çözülmesini, Hamas’ın silah bırakmasını ve Gazze yönetiminin Abbas’a devredilmesini öngören Birleşmiş Milletler Konferansı sonucunda yayımlanan New York Bildirisi’ne imza attılar.

Gelinen noktada; Müslümanlar Gazze’ye yardım etme konusunda samimi iradeye sahip olmalarına rağmen Gazze’ye istenilen yardımların yapılamıyor olması saptanması gereken üzücü bir gerçektir. Bu gerçekliğin yanında saptanması gereken diğer elzem husus ise; Gazze’ye yardım yapılamıyor olmasının önündeki en büyük engelin, bölge rejimleri ve İslâm beldesi yöneticileri olduğudur.

Tam da bu noktada, Gazze’yle alakalı atılması gereken şer'i adımlar kapsamında yöneticileri muhatap alarak onlara sorumluluklarını hatırlatmak, karşımıza bir zorunluluk olarak çıkmaktadır.

“Zorunluluk” diyorum, zira bu, “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” vazifesinin bir parçasını hatta en önemli kısmını ihtiva etmektedir.

“Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” çerçevesinde biz Müslümanlara düşen görev sadece katil “İsrail”i tel’in etmek ya da Filistin’deki kardeşlerimizi dualarımızla desteklemek değildir. Bununla beraber sorumluluk makamında oturan ve Gazze ile alakalı omuzlarına yüklenen şer’i gereklilikleri yerine getirmeyen yöneticilere, sorumluluklarını hatırlatmaktır. Bu hem emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker sorumluluğunun hem de kıyamet gününde sözü muhatabına yani atmaları gereken adımları atmayan yöneticilere söyleyerek Allah katında bir mazeret sunmanın bir gereğidir.

Allahu Teâlâ, Araf Suresi 164. ayetinde emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapan, sözü muhatabına söyleyerek nasihatte bulunan bir topluluğun, bunu neden yaptıklarını ortaya koymaktadır:

[وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَدٖيداًؕ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ] “İçlerinden tutkun, yetişmiş bir cemaat, ‘Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme, ne diye öğüt veriyor, sorumluluk uyarısında bulunuyorsunuz?’ dedi. Öğüt verenler, uyaranlar, ‘İlerde, Rabbinize verilebilecek bir cevabımız/mazeretimiz olsun, bir de, belki Allah’a sığınıp, emirlerine yapışırlar’ diye öğüt verip uyarıyoruz’ dediler.”

Taberi tefsirinde geçtiği üzere bu ayet, cumartesi günü avlanma yasağını ihlal eden halka, Allah’ın emrini hatırlatan toplulukla alakalı inmiştir. Yani grup, cemaat; “Allah’ın yasakladığı herhangi bir fiili işleyen halkı uyarmalarının fayda vermeyeceğini” söyleyen bir başka kesime cevap içermektedir. Neden “iyiliği emretme ve kötülükten nehyetme” işini yaptıklarını beyan etmektedir. Taberi’de şöyle geçer:

“Sizler biliyorsunuz ki, bu kavim, azabı hak etmiştir. Sizler, Allah'ın mutlaka helak edeceği bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz? Nasihat eden bu ikinci grup ise ‘Rabbinize karşı mazeret belirtelim diye. Bir de bunlar, yaptıklarından vazgeçerler ümidiyle nasihatte bulunuyoruz.’ dediler. Her iki grup da emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yaptıktan dolayı Allah'ın azabından kurtulmuşlar.”

Kısacası Rabbimize mazeret sunmak ve sorumluluklarını yerine getirmeyen yöneticilere karşı iyiliği emretme kötülükten de nehyetme vazifesini icra etmek durumundayız.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker farziyetine ilişkin hadisleri oldukça çoktur ve herkesçe de malumdur. Ancak ben tam da bu bağlamda muhasebe fıkhına, disiplinine dair önemli ipuçları veren bir hadisi paylaşmak istiyorum. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadislerinde şöyle buyurdular:

[مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذٰلِكَ أَضْعَفُ الإِيمَانِ] “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin (buğzetsin) ki bu imanın en zayıf derecesidir.”[1] 

Burada âlimlerin ortak kanaatine göre; “el ile düzeltme” gücü ve iradesine sahip olan, gücü elinde bulunduranlardır ki bundan kasıt, siyasi varlık olarak devlettir. Yine bu hadisten açıkça anlaşıldığı üzere; Gazze’deki mezalimi sonlandırmak adına güç ve imkânlarını kullanmayan yöneticilere dilleri ile istikamet vermeleri gerekenler; kitleler, cemaatler ve İslâmi oluşumlardır. Evet, İslâmi kitleler sorumluluklarını yerine getirmeyen yöneticilere, dilleri ile yani sözü muhatabına söyleyerek istikamet vermeli ve gerekli adımları atmalarını onlara telkin etmelidirler. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh, [يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ] “Ey iman edenler! Siz kendi halinizi düzeltmeye çalışın! Zira siz doğru yol üzere olduğunuz sürece sapıklığa düşenler size hiçbir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah’a olacak ve O, yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir.[2] ayet üzerine yaptığı yorumda, minberde halka hitaben şöyle demiştir:

“Ey insanlar, siz bu ayeti okuyor ve onu doğru olmayan bir şekilde tevil ediyorsunuz. Ben Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: [إِنَّ النَّاسَ إِذَا رَأَوُا الظَّالِمَ فَلَمْ يَأْخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ أَوْشَكَ أَنْ يَعُمَّهُمُ اللَّهُ بِعِقَابٍ مِنْهُ] ‘İnsanlar zalimi gördükleri zaman eğer ellerini tutmaz ve onu zulümden engellemez ise, aradan fazla bir zaman geçmeden Allah kendi nezdinden onların hepsini kuşatacak bir azap gönderir.’”[3]

Bu rivayetler açıkça, sözü muhatabına söylemenin ve zulme engel olacak telkinlerin, söylemlerin elzemliğine delalet etmektedir. Bununla birlikte Ebu Ubeyde, yayınladığı video mesajda; sorumluluk makamında olan yöneticileri ve âlimleri adres olarak göstermiştir. Sadece Ebu Ubeyde de değil, birçok kesimden yöneticilere, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben mektuplar yazılmaya başlanmıştır. En son; Filistinli Doktor Sahr Hamad, -yönetici koltuğunda oturuyor olması hasebiyle- Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben, sorumluluklarını hatırlatan duygu ve bir o kadar da sitem dolu bir mektup kaleme almıştır. Zira artık herkes, sorumluluk koltuğunda oturan yöneticilerin somut adım atması gerektiğinin bilincinde. Bu ise, aşılmış çok kıymetli bir eşiktir.

Ebu Ubeyde’nin video mesajında, âlimlerimizin omuzlarına ayrıca bir sorumluluk yüklendiğini yukarıda da ifade etmiştim. Bu sorumluluk, kuşkusuz âlimlerin toplum nazarında sahip oldukları konumdan kaynaklanmaktadır. Muttaki âlimlerin vasıf ve makamlarını belirleyen ise Allah Azze ve Celle’dir. Allah Subhanehu ve Teâlâ âlimler hakkında şöyle buyurmuştur:

[إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ العُلَمَاءُ] “Kulları içinde ancak âlimler Allah’tan (hakkıyla) korkar.”[4] Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise âlimleri şu sözleriyle betimlemiştir:

[العُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاء] “Âlimler, enbiyanın vârisleridir.”[5]

Hadislerde âlimlerle alakalı olarak zikredilen bu üstünlükler; hak kervanın yolcusu, hayrı seven, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, yöneticileri muhasebe eden ve onlardan hiçbir vakit nasihatini esirgemeyen, ilmi ile âmil kimseler içindir. Ayrıca Müslümanların maslahatı için, gerektiğinde rahatını terk edebilen, ümmetin işlerine eğilen ve bu yolda her türlü işkence ve zorluğa katlanan âlimler içindir.

Nasların işaret ettiği bu fazilet; İslâm’ı koruyan, Allah Azze ve Celle’nin dininin bekçiliğini yapan, hak söz ve sabırla yöneticileri, İslâm şeriatını uygulamaya çağıran âlimlere aittir. Onlar, rasullerin ahlâkıyla ahlaklanmışlardır. Bahsettiğimiz bu âlimler; hiç çekinmeden zalimlere “zalimsiniz”, ifsat edenlere “müfsitsiniz”, günahkârlara “âsisiniz” derler. Sorumluluklarını hatırlatmaktan asla geri durmazlar. İslâm’a aykırı hususları tashih ederler. Bütün bunları yaparken hiç kimseden korkmazlar; kınayanın kınamasından da çekinmezler. Bütün insanlara -ister yönetici olsun isterse halk olsun- “İslâm’ın yoluna, selâmet yurduna, Aziz ve Hamîd olan Allah’ın yoluna koşunuz”, çağrısını yaparlar.

Gerek âlimler gerekse de cemaatler, İslâm’ın kendilerine yüklediği sorumluluk gereği; Gazze ile alakalı sorumluluklarını yerine getirmeyen yöneticileri muhatap almalı ve ilgili makam sahibine istikameti göstermelidirler.

Âlimler ve cemaatlerin en öncelikli görevlerinden biri, Gazze’nin bu hâlde olmasının temelinde yatan unsurun; “İsrail”i korumak adına “demir kubbe” vazifesi gören, kirli ticaretlerini sürdüren ve Gazze’ye bir yudum su ile bir kuru ekmek ulaştırmaktan aciz kalan yöneticiler olduğu gerçeğini gündeme taşımaktır. Gazze’nin bu hâlde olmasının esasî müsebbibini görmezden gelerek sözü muhatabına değil de başka yerlere yöneltmek; kanser hastasının esasî tedavisi yerine, hastalığın komplikasyonlarıyla uğraşan bir doktorun durumundan çok da farklı olmayacaktır.

Yine âlimler ve cemaatlerce, kınamaktan başka somut hiçbir adım atmayan yöneticilerin esasî müsebbip olduğu gerçeğine işaret etmek yerine; kusuru sadece fertlerin/Gazze sevdalılarının irade eksikliğine bağlamak, asıl suçluya ses çıkarmamak demektir. Bu ise bir nevi yöneticilerin muhafızlığına soyunmaktır.

Ne var ki, yöneticiler bağlamında yaşanan istikamet sorunsalına bir de âlimler ve cemaatlerin istikamet sorunu eklenecek olursa, durum içinden çıkılmaz bir hâl alacaktır. Hâlbuki âlim; ne pahasına olursa olsun istikamet üzere olmalı, sorumluluklarını ihmal eden yöneticilerin durumunu ortaya koymalıdır. Dahası, yöneticilere istikamet vermelidir. Allah’ın kendilerinden talebi gereği, iyiliği emretmeli ve kötülükten de nehyetmelidir. Unutulmamalıdır ki âlimler, yöneticiler başta olmak üzere toplumların koruyucu kimyaları niteliğindedir. İşte sözü muhatabına söylemek konusunda verilebilecek güzel bir sahabi örneği —hem de adaletiyle dünyaya nam salmış— Ömer RadiyAllahu Anh ile ilgilidir:

"Ömer RadiyAllahu Anh bir gün Muhammed b. Mesleme’ye sordu: ‘Beni (yönetimimi) nasıl buluyorsun ey Muhammed?’ Muhammed cevaben dedi ki: ‘Vallahi seni, tam arzu ettiğim ve senin hakkında hayır umanın arzu ettiği gibi buluyorum. Seni, malı/serveti bir araya getirme konusunda çok güçlü, mala karşı çok hassas ve dağıtımında da adil görüyorum. Şayet (haktan) sapmaya kalkarsan, törpü aleti ile oku düzelttiğimiz gibi seni düzeltiriz.’ Bunun üzerine Ömer RadiyAllahu Anh, ‘Gerçekten öyle mi yaparsınız?’ diye sordu. Muhammed dedi ki: ‘(Evet,) şayet (haktan) sapmaya kalkarsan, törpü aleti ile oku düzelttiğimiz gibi seni düzeltiriz.’ Bu cevaba karşı Ömer, ‘Beni, sapacak olsam düzeltecek bir kavmin mensubu kılan Allah’a hamd olsun.’ dedi.”[6]

Sözü muhatabına söylemek, müstakim olmanın bir gereğidir. Âlimler ve cemaatler toplumun “istikamet haritaları”dır. İstikamet yolcularına mihmandardırlar.

Yine İslâm, zulmün karşısında durmak ve zalime hakkı söylemekle alakalı çok önemli ilkeler ortaya koymuştur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, sözü muhatabına iletmekle alakalı bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:

[إِنَّ مِنْ أَعْظَمِ الجِهَادِ كَلِمَةَ عَدْلٍ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ] “En faziletli cihat, zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.”[7]

Lisânü’l-Arab’ta “zulüm”ün anlamı, şöyle izah edilmiştir:

“Herhangi bir şeyi, kendi dışında veya olması gerekenin dışında bir yere koymaktır.” Zulmün şer’i anlamı hakkında, Buhari’nin şerhinde İmam Hacer el-Askalânî ise şöyle demektedir:

“Zulüm, bir şeyi meşru olan yerin veya durumun dışına çıkarmak ya da koymaktır.”

Bu tariflerden anlaşıldığı üzere, Allah’ın olmasını veya yapılmasını emrettiğinin dışındaki her şey zulümdür; bunu icra makamında olanlar ise zalimlerdir.

Mescid-i Aksa’yı kirli postallarıyla gasp eden, Gazze’de adeta soykırım işleyen Yahudi varlığı “İsrail” ile ticaretin sürdürülmesi, başlı başına bir zulümdür. Yahudi varlığı; İslâm hukukuna göre fiilî harbî varlık ve sözde devlet olması itibariyle, her türlü diplomatik, siyasi, askerî ve ticari ilişkinin devam etmesi zulümdür. İncirlik ve Kürecik radar üslerinin, işgalci varlığın güvenliği için hizmet vermesine imkân sağlanması da zulümdür.

İDEF (Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı)’nda, işgalci varlığa silah temin eden ve destek sağlayan şirketlerin katılımına müsaade etmek zulümdür. Amerika’nın şerir planı olan “iki devletli çözüm” projesi ve bunun gerçekleşmesi için gayret göstermek zulümdür. Hamas’ın silah bırakması ve Gazze yönetimini Abbas’a devretmesini içeren Birleşmiş Milletler Konferansı sonucu yayımlanan “New York Bildirisi”ne imza atmak zulümdür. Devasa ordu gücüne sahip iken, “Bizi zalimlerin elinden kurtarın!” yakarışlarına kayıtsız kalmak, başlı başına ayetten[8] yüz çevirmektir ve zulümdür.

Kısaca, Allah’ın yüklediği sorumlulukları yerine getirmemek ve hadlerini çiğnemek zulümdür.

Bu saydıklarımızın hepsi zulüm ve türevleridir. Mezkûr zulümleri icra edenler ise zalimlerin ta kendileridir. Yeri geldiğinde iktidar, “reel siyaset” ve “konjonktür” söylemleriyle “lâ yüsel” pozisyonuna yerleştiriliyor ve sorumlulukları konusunda muhatap alınmıyorsa, bu da başlı başına büyük bir vebaldir; zulme ve zalime destek olmaktır. Unutmayalım ki:

Zalime yâr olana ateş dokunur.

Zalime yâr olana Allah yâr olmaz.

Zalime yâr olanı Allah sevmez.

Haydi, o hâlde zalime yâr değil, “yardımcı” olalım; elinden tutup zulmüne mâni olalım! Zalime “zalim”, günaha “günah”, hakka “hak” demekten asla geri durmayalım. Çünkü İslâm bizden —yani hepimizden— sözü muhatabına söyleyerek zalime hakkı tavsiye etmemizi, zalimin elinden tutarak zulmüne engel olmamızı istemektedir.

İşte böyle yaparak, Allah’ın da inayetiyle çok ulvî bir makamın sahipleri olabiliriz. Allah bizleri onlardan kılsın. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle müjdelemiştir:

[سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ] “Şehitlerin efendisi, Hamza b. Abdulmuttalib ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona marufu emredip münkeri nehyederek öldürülen kimsedir.”[9]



[1] Muslim

[2] Maide Suresi 105

[3] Ebu Davud, Tirmizi

[4] Fatır Suresi 28

[5] Ebu Davud, Tirmizi

[6] İbn Mübarek, Zühd

[7] Tirmizi

[8] Nisâ Suresi 75

[9] Hâkim, Müstedrek


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz