İSTİŞARE TOPLANTILARI’NIN GAZZE VE ÜMMETE KATKISI

Mahmut Kar

Gazze’deki işgalin üzerinden 23 ay geçti. Geçen bu süre içinde işgale karşı, işgalin ve zulmün bitmesi, Gazze ve Filistin’in özgürlüğüne kavuşması için “Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak neler yaptık?” sorusunu sorarak başlayalım makalemize…

Çok şeyler yaptık elbet ama maalesef işgal ve ablukanın bitmesine dair ciddi bir sonuç elde edemedik. İslâmî camialar, âlimler, kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları, aktivistler, akademisyenler ve siyasilere düşen sorumluluklar vardı bu süreçte, sorumluluklarımız vardı.

Bu sorumlulukların ne kadarını yerine getirebildik, sorumluluklarımızı birbirimize ne kadar hatırlatabildik? Sadece kendi sorumluluklarımızı değil yetki sahibi insanların, yöneticilerin sorumluluklarını onlara ne kadar hatırlatabildik?

Bütün bunlar, sorunların çözümüne dair Müslümanların, kitlelerin, âlimlerin, cemaat ve STK’ların bir araya gelip istişare yapmalarını, konuşmalarını, karar almalarını ve günün sonunda birlikte hareket etmelerini gerektiriyordu. Diğer türlü ya Gazze’ye duyarlı gruplar tarafından parça parça eylemler yapılmaya devam edecek, yapılan çağrılar karşılıksız kalacak, medyanın üç maymunu oynaması sebebiyle bu bölünmüşlük kamuoyunda ses getirmeyecekti ya da iktidarın talimatları doğrultusunda hiçbir mesajı, etkisi ve tesiri olmayan büyük kalabalıklar meydanları dolduracak ve toplum uyutulacaktı.

Bu sebeple Köklü Değişim olarak haziran ve temmuz ayı içinde 5 ayrı “Gazze İstişare Toplantısı”na öncülük ettik. İstanbul, Ankara, İzmir, Van ve Adana’da gerçekleştirdiğimiz toplantılarda Gazze ile ilgili kendi sorumluluklarımızı, aynı zamanda yöneticilerin sorumluluklarını da konuşalım, dedik. Yöneticilere sorumluluklarını hatırlatacak mesajlarımız neler, Gazze ile ilgili atılması gereken somut adımlar neler, bu çerçevede bizim somut taleplerimiz, çözüm önerilerimiz neler, başka ne tür faaliyetler yapılabilir, bütün bu konuları konuşalım istedik. Gazze için bu istişare toplantılarının hayırlı olacağını düşündük.

[وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ] “Onların işleri şûrâ iledir.”[1]

24 Haziran tarihinde İstanbul’da yaptığımız birinci Gazze İstişare Toplantısı bize bir fotoğraf çekti. Toplantıya katılan tüm âlim ve STK temsilcileri, aktivist ve yazarlar, Gazze için artık İslâmî camianın somut talepler ortaya koymaları gerektiği konusunda mutabık kaldılar. Sorumluluklarımız noktasında tüm camia ile hemfikirdik; ablukanın kırılması ve işgalin bitmesi için çözüm noktasında birbirini destekleyen öneriler yapıldı. İktidarın yani yöneticilerin somut adım atmaları gerektiği konusunda kamuoyunda bir beklentinin olduğu aşikârdı. Bu sebeple bugüne kadar yaptıklarımızdan ziyade “bundan sonra neler yapmalıyız?” konusuna odaklandık. Toplantıya katılamayan birçok STK temsilcisi ve aktivist hakezâ aynı fikirde olduklarını beyan ettiler.

Diğer 4 şehirde yapılan istişare toplantılarının tamamında katılımcılar aynı noktaya odaklandılar. Somut adımların atılması için bir şeyler yapılmalı, Gazze gündemden hiç düşmemeli, bugüne kadar yapılan eylem ve söylemler gözden geçirilmeli, talepler somutlaştırılmalı, muhatap belirlenmeli ve sözün muhatabına söylendiği eylemler düzenlenmeliydi.

Zira Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak biz bu savaşı durduracak güce sahip değiliz. Bu savaşı durduracak olanlar, İslâm beldelerinin yöneticileridir. Bu saikle onları cesaretlendirmeli, şer’i sorumluluklarını hatırlatmalı ve somut adım atmaları için üzerlerinde baskı oluşturulmalıdır. STK’lara ve âlimlere düşen görev bunu gerektirir. Çünkü onlar yöneticilerle halk arasında köprü vazifesindedirler. Kitlesel ve örgütlü yapılar olmaları gereği fertlerin yapamayacağı şeyleri üstlenirler.

Örneğin, iktidar ve yöneticiler üzerinde oluşturacağımız bu baskı neticesinde Türkiye bugün “İsrail” ile diplomatik ilişkiyi kesse, kanlı ticareti yasaklasa, Azeri petrolü veya başka bir ürünün transit geçişine izin vermeyeceğini deklare etse, işgalci “İsrail” ordusunda görev alan tüm çifte vatandaşları vatandaşlıktan çıkarsa ve yargılasa, bu net ve onurlu duruşu ile tüm dünyaya örnek olur.

Bu somut kararlar tüm dünyada şok etkisi oluşturur. Diğer İslâmî beldelerdeki halklar Türkiye’yi örnek göstererek kendi yöneticilerini bu tür kararlar almaya ve somut adım atmaya zorlarlar. Ama önce biz başımızdaki yöneticileri bu adımları atmaya zorlamalıyız. Bunun için biz adım atmalıyız. İşte bunun için de bir şeyler yapmalıyız.

İstişare toplantılarının hemen ardından İslâmî camianın bu baskıyı oluşturması için uygun bir konjonktür oluştu ve Ebu Ubeyde’nin o sitem dolu video mesajı geldi. Ebu Ubeyde hiçbir yöneticiyi muaf tutmayarak onları, Gazzeli çocukların ve annelerin “hasmı” ilan etti. “Yüzüstü bıraktığınız on binlerce masumun kanı boynunuzdadır. Bu akan kanın sorumluluğundan hiçbiriniz muaf değildir.” dedi.

İşte yapılan bu istişare toplantıları, Gazze ile ilgili Türkiye’de önemli bir eşiğin aşılmasına vesile oldu. Köklü Değişim olarak bu sefer, “Gazze için Külliye’ye yürüyoruz, sözü muhatabına söylemeye var mısın?” başlıklı bir duyuru yaptık. Çağrıya bütün Müslümanları ortak etmek için harekete geçtik. 27 Mart tarihinde AK Parti Genel Merkezi’nden Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne yapılacak bu yürüyüşün ilanı kamuoyunda çok ses getirdi ve karşılık buldu.

Birçok İslâmî cemaat ve STK, âlimler, kanaat önderleri, aktivistler ve Gazze sevdalıları bu çağrıya ortak oldu. Tüm engellemelere rağmen yürüyüşün gerçekleşmesi ve sonrasında oluşturduğu etki bize, istişare toplantılarının önemini bir kez daha hatırlattı.

Türkiye yönetiminin, dolayısıyla da hükûmetin Gazze ile ilgili bugüne kadar atmadığı somut adımların, işgal ve ablukanın bitmesi için sunulan çözüm önerilerinin konuşulduğu Gazze istişare toplantılarının ve 27 Temmuz'da gerçekleştirdiğimiz “Sözü Muhatabına Söylemeye Var mısın!” başlıklı yürüyüşte dile getirdiğimiz talep ve mesajların Gazze sürecine olumlu anlamda çok tesir ettiğini gördük.

Açlık ve ölümle pençeleşen Gazze halkına yönelik ablukanın son bulması ve işgalin bitmesi için kamuoyunda yoğun bir duyarlılık hâkim oldu. İktidarın artık söylemden eyleme geçmesi gerektiği konusunda ortak bir kabul ve kanaat var.

10 Ağustos tarihinde benzer taleplerin dile getirildiği, Ankara’da TBMM’ye yapılan yürüyüş, “sözü muhatabına söyleme” mesajının ne kadar önemli olduğunu bize gösterdi. Burası bir eşikti ve bu eşik aşıldı elhamdülillah. Şimdi bu olumlu kamuoyunu birlikte devam ettirip yöneticiler üzerindeki baskıyı artırmaya odaklanmalıyız. Gazze için birleşme, daireyi genişletme ve bu söylem ile eylem birlikteliğini tüm Türkiye sathına yaymalıyız.

Köklü Değişim olarak bunun için de bir adım attık. “Gazze İçin Birleşelim” mottosuyla tüm şehirlerde İslâmî STK’ları, âlimleri, kanaat önderlerini, akademisyenleri, aktivist ve yazarları ziyaret ederek bu eylem ve söylem birlikteliğine katkı sunmalarını istedik.

Gazze ile ilgili duruşumuzu ve atılması gereken adımları ortaya koyan şu hususları konuştuk:

1- Gazze Meselesi İnsani Değil, İslâmî Bir Meseledir

Filistin, İslâm toprağıdır ve Mescid-i Aksa ümmetin mukaddes değeridir. Dolayısıyla Mescid-i Aksa, Kudüs ve bir bütün olarak tüm Filistin ne sadece Filistinlilerin ne de sadece Araplarındır. Bilakis tüm İslâm ümmetinin ortak toprağı ve değeridir. Bu mübarek topraklara yönelik her saldırı, İslâm’a ve Müslümanlara yapılmış bir saldırı olarak addedilir. O saikle; Gazze, Müslümanlar açısından; insani değil İslâmî, imkân değil iman meselesidir.

İslâmî meselelerde İslâm’ın çözümleri dikkate alınır ve o çözümler etrafında hareket edilir. Filistin topraklarının her bir karışı İslâm’ındır ve kıyamet saatine kadar da İslâm’ın kalacaktır. Dolayısıyla mücadelemiz Gazze ablukası kırılana kadar değil; mukaddes topraklar işgalden kurtulana kadar devam etmelidir.

2- Sivil Toplum Kuruluşları, Âlimler ve Cemaatlerin Asli Vazifeleri Yöneticileri Somut Adım Atmaları İçin Muhasebe Etmektir

İslâm, yöneticilerin, âlimlerin ve kitlelerin sorumluluklarını açıklamıştır. Bu minvalde, somut adımı atması gereken ve öncelikli sorumluluğu taşıyanlar, İslâm beldelerinin yöneticileridir. Ancak onlar, tüm dünyanın gördüğü üzere birkaç cılız kınamadan başka hiçbir şey yapmamıştır. Onlar adeta Yahudi varlığı “İsrail”i koruyan ve hayatta kalmasını sağlayan “demir kubbe” vazifesini ifa etmektedir. Nitekim Mısır’da yaşananlar malumdur. Ürdün, “İsrail”e bekçilik yaptığını ve atılan füzeleri “İsrail”e ulaşmadan imha ettiğini hiç utanmadan açıklamıştır. Ümmetin trilyonlarca dolarını ABD’ye peşkeş çeken ve Yahudi varlığı ile normalleşmeyi iple çeken, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleridir. Türkiye ise Azerbaycan ve Kazakistan petrolünün “İsrail”e ulaşmasında aracılık etmekte, limanlarını Yahudi varlığına yardım taşıyan gemilere seferber etmektedir.

En son Kassam Tugayları adına açıklamada bulunan Ebu Ubeyde, bu hakikati bir kez daha ifşa ederek onları “Gazze’nin hasmı” ilan etmiştir. İşte tam da bu noktada; yöneticileri harekete geçmeye ve somut adım atmaya zorlamak, siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, cemaat ve âlimlere düşmektedir. Zira devlet yöneticileri bir yanlış yaptıklarında onları uyarmak, muhasebe etmek, yanlışı gösterip doğruyu ortaya koymak, İslâm’ın âlimler ve kitleler üzerine yüklediği bir sorumluluktur.

3- Bu Aşamada “İsrail”e Karşı Güç Kullanmaktan Başka Hiçbir Seçenek Kalmamıştır

Filistin, Yahudi varlığı “İsrail” tarafından işgal edilmiş, sayısız katliamın gerçekleştiği bir beldedir. Başta Dünya Âlimler Birliği olmak üzere birçok fetva kurulu ve âlim, Gazze için cihat fetvası vermiş ve Müslüman orduları harekete geçmeye davet etmiştir. İslâm’ın hükmünü açıklayan bu fetvalar, isabetlidir ve havada asılı kalmayıp derhal uygulamaya geçilmelidir. Müslümanlar, özellikle âlimlerimiz bu fetvanın takipçisi olmalıdır. Zira yüzlerce şer’i delilin ortaya koyduğu hakikat şudur ki; işgalci Yahudi varlığını güçten başka hiçbir şey durdurmaz.

4- İşgalci “İsrail” ile Her Türlü Ticaretin Durdurulması Sağlanmalıdır

Yahudi varlığının finansal ve askerî desteği başta ABD olmak üzere Batılı kâfir devletler tarafından karşılanırken, neredeyse tüm lojistik, hammadde ve nihai ürün tedariki, halkı Müslüman ülkeler tarafından sağlanmaktadır. Örneğin; Hayfa limanına giden gemilerin yarısından fazlası, Mısır ve Türkiye’den yük taşıyan gemilerdir. Yine Yahudi varlığının özellikle savunma sanayinde kullanılan demir/çeliğin önemli bir kısmını Türkiye’den ithal ettiği, petrolün büyük kısmının Ceyhan Limanı’ndan gönderilen Azerbaycan ve Kazakistan petrolü olduğu bilinmektedir.

Gerek gemiler gerekse de bir kısım şirketlere ait tırlarla devam eden bu sevkiyatlar ve sürdürülen ticari faaliyetler tamamen durdurulmalı ve sonlandırılmalıdır. Bu konuda oluşturulacak kamuoyu ile hem hükûmete hem de şirketlere gereken baskı uygulanmalıdır.

5- “İsrail”e Destek Veren İncirlik Üssü ve Kürecik Radar İstasyonu Derhal Kapatılmalıdır

İncirlik ve Kürecik üssü, bir terör yuvası olma görevini sürdürmektedir. Buralardan kalkan uçaklar, “İsrail” uçaklarına yakıt ikmali yapmakta, İslâm beldelerinde gerçekleştirilen hava operasyonları buralardan koordine edilmektedir. Bu kadim İslâm toprağı üzerinde böyle bir şey asla kabul edilemez. Bu üslerin hâlâ açık olması ve işgalci varlığa destek vermesi bizler için bir utanç unsurudur. Bu üslerde gerçekleştirilen tüm faaliyetlerin durdurulması ve kapatılması noktasında geniş bir toplumsal baskı oluşturulması gerekmektedir.

6- Gazze’deki Katliamlara Destek Veren ve İşgal Ordusunda Görev Alan Çifte Vatandaşlar Vatandaşlıktan Çıkarılmalıdır

Türkiye’den “İsrail”e giderek oradaki işgale ve katliamlara katılan, işgal ordusunda yer alan çifte vatandaşların olduğu bilinmektedir. Hatta bunların bir kısmının Gazze’deki katliamları savundukları, işlenen cürümleri övünerek sosyal medyada paylaştıklarına şahit olunmaktadır. İşgal ordusunda yer alan bu çifte vatandaşların işledikleri cürümlerle ilgili haklarında soruşturmaların başlatılması, gerekli cezaların verilmesi ve vatandaşlıktan çıkarılması için adımların atılması noktasında gündem ve kamuoyu çalışmaları yapılmalıdır.

7- İşgalci “İsrail” ile “Normalleşme” Adımlarına Dönülmesi Çağrılarına Sert Tepki Gösterilmelidir

Zaman zaman gündeme gelen “‘İsrail’ ile normalleşme” ifadesi, gayrimeşru işgalci bir varlık olan “İsrail”in meşru kabul edilmesi ve onunla ilişkilerin olağan hâle getirilmesi anlamına gelir. Oysa “İsrail” meşru bir devlet değil, tam anlamıyla işgalci bir terör varlığıdır. Normalleşme ancak meşru iki devlet arasında söz konusu olabilir. Yaklaşık bir asırdır Filistin halkına kan kusturduğu, Müslümanların mukaddesatını ayaklar altına alarak işgalci ve yayılmacı politikasını sürdürdüğü ve son 2 yıldır da soykırıma imza attığı halde, Yahudi varlığının bu şekilde tanınması, meşruiyetinin kabul edilmesi ve ilişkilerin normalleştirilmesi, Filistin davasına apaçık ihanettir. “Abraham Anlaşmaları” yalnızca Filistin halkına değil, İslâm’a da ihanettir. Yahudi varlığıyla normalleşen devletlerin imzaladığı ve işgali meşrulaştıran sözde barış anlaşmaları, Müslüman halklar nazarında değersiz birer paçavradan ibarettir.

8- Gazze’ye Yönelik Denizden ve Karadan Yardım Faaliyetleri Desteklenmelidir

Gazze’de insanlık dışı bir soykırım sürdürülmekte ve bombalardan kurtulanlar açlıkla yüz yüze bırakılarak ölüme terk edilmektedir. Yemek, temiz su ve ilaç gibi en hayati ihtiyaçları bile karşılamak imkânsız bir duruma gelmiştir. Duyarlı Müslümanlar tüm imkânlarını seferber ederek Gazze’deki kardeşlerine yardım etmeye çalışsalar da başarılı olamamışlardır. Ablukayı karadan ve denizden kırma faaliyetleri sonuçsuz kalmıştır. Toplanan yardımlar sınırda adeta bir dağ oluşturmuş ve birçoğu yardıma muhtaç kardeşlerimize ulaşamadan çürümüştür.

Her ne pahasına olursa olsun Gazze ablukası delinmeli, açlıktan ölmek üzere olan kardeşlerimize yardım ulaştırmalıyız. Dolayısıyla denizden ve karadan yürütülecek yardım faaliyetlerinin daha koordineli, daha güçlü ve daha somut sonuçlar doğuracak şekilde sürdürülmesi için yöneticilerin üzerindeki vazifeler hatırlatılmalı, gemilerin ve kara araçlarının Gazze’ye ulaşabilmesi için kuvvetli bir şekilde çağrıların yapılması gerekmektedir.

9- İşgalci “İsrail” ve Ona Destek Veren Şirket ve Ürünlerin Boykotu Etkinleştirilmelidir

“İsrail” ürünleri başta olmak üzere işgale ve katliamlara destek veren diğer ülkelere ait şirketlerin ve ürünlerinin boykot edilmesi, sadece bir sivil protesto eylemi değil İslâmi bir sorumluluktur. Zira Müslümanlarla fiilî savaş halinde olan ülkelerin mallarının alınıp satılması, bu ülkeleri güçlendirdiğinden ve Müslümanlara zarar verdiğinden dolayı haramdır. Kardeşlerimizi katleden “İsrail”in ve ona destek veren şirketlerin mallarının alınıp satılmaması noktasında Müslümanların bireysel olarak gösterdiği tavır önemlidir. Ancak hükmün illeti olan bu şirketlerin zarar görmesi ve Müslümanlara zarar vermekten menedilmesinin gerçekleşmesinin yolu, yalnızca bireysel boykotla değil, toplumsal ve kurumsal baskılarla mümkündür. Aracı şirketlerin ve bu ürünlerin satışına ruhsat veren yöneticilerin de bu boykota zorlanması gerekmektedir. Bu sebeple, Müslümanların bireysel olarak bu ürünlerden uzak durmasının yanı sıra, söz konusu şirketlerin ticari izin ve ruhsatlarının iptali için de daha etkin çalışmalar yürütülmelidir.

10- Sözü Muhatabına ve Daha Etkili Şekilde Söylemek Gerekmektedir

Aksa Tufanı Harekâtından bu yana Türkiye’de binlerce kez eylem yapıldı. İslâmi camialar, âlimler, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, akademisyenler, meslek kuruluşları, platformlar ve bazen de fertler, eylemlerde bulundu. Ancak gelinen noktada sonuç alabilmek adına; hem sözü muhatabına söylemek hem de daha etkin ve tesirli faaliyetler icra etmek, ortak söylem ve eylem birliği geliştirmek gerekmektedir.

Özellikle yöneticilerin atması gereken somut adımlar noktasında baskı unsuru oluşturmak, net ifadeler ile sözü muhataplarına söylemek, yaptıkları ve yapmadıkları noktasında yöneticileri muhasebe etmek hem âlimlerin hem İslâmi camiaların hem de kanaat önderlerinin temel görevidir.

Türkiye’nin dört bir tarafına resmi asılan ve açıklamaları ile İslâm’ın izzetini hepimize yeniden yaşatan, sadece Kassam’ın değil tüm Gazze’nin sözcüsü olan Ebu Ubeyde, son açıklamasında sadece yöneticileri değil, onları harekete geçiremeyen ümmetin âlimlerini ve ileri gelenlerini de hasım ilan etmiştir. Hakikat o dur ki; Ebu Ubeyde sadece İslâm’ın bizlere yüklediği sorumluluğu hatırlatmıştır.

Geldiğimiz nokta; hesap-kitap yapılacağı, “reel politik” safsatasının dikkate alınacağı bir nokta değildir. Bundan dolayı gerek Gazze’ye dair toplumsal duyarlılığı sürekli canlı tutmak gerekse de yöneticileri harekete geçirebilmek için İslâmi camialar ve kitlelerin ortak söylem ve eylem birliği ile hareket etmeleri zorunluluk halini almıştır. Bu da yürütülecek faaliyetlere dair istişare kanallarının sürekli açık olması ve istişare görüşmelerinin güçlendirilerek devam etmesini zorunlu kılmaktadır.   

Köklü Değişim olarak bizler; söz konusu Gazze ise yukarıda bahsi geçen hususların dile getirildiği, sadece İslâmi şiarların yükseltildiği, sözün muhatabına söylendiği her amele iştirak edeceğimizi deklare ediyoruz. Gazze’nin kurtuluşuna vesile olacak her gayrete omuz vereceğimizin bilinmesini istiyoruz.

[وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ] “Onlar, zulme uğradıklarında hep birlikte yardımlaşarak karşı koyanlardır.”[2]

Bununla birlikte ortada apaçık bir hakikat vardır; İslâm ümmeti, ulus-devlet tabularını yıkmadan, küresel sistemle olan bağlarını koparmadan, yeniden Râşidî Hilâfet çatısı altında birleşmeden refah ve huzura asla kavuşmayacaktır. Her şeye gücü yeten Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan o günleri yakınlaştırmasını niyaz ediyoruz.

 



[1] Şura Suresi 38

[2] Şura Suresi 39


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz