SURİYE İLE NORMALLEŞME VE TÜRKİYE’NİN MUHACİRLER SINAVI

Mahmut Kar

Suriye ile “normalleşme” sürecinde bugünden yarına nelerin yaşanacağını değerlendirmeden önce dünü değerlendirmek gerekiyor. Çok eskiye, devrimin başladığı ilk döneme ve Şam rejiminin sütunlarının sarsıldığı 2012’ye kadar gitmeye gerek yok. Zira ilk 10 yılda yaşananlar, bir makaleye sığdırılamayacak kadar fazla. Devrimin başarıya ulaşmaması ve Suriye rejiminin ayakta kalması için hem sömürgeci ülkeler hem bölgesel devletler hem de yerel örgütler yapmaları gerekeni yaptılar. Devrim sürecinde “halk ayaklanmasına destek verenler” ile “rejimi korumaya çalışanlar” diye iki blok oluşturuldu. ABD, geçen bu 13 yılda iki bloğu da kontrol, sevk ve idare eden etken konumunu hiçbir zaman kaybetmedi. Bir taraftan rejime can suyu olmak için Rusya’nın Suriye’ye müdahalesine kapı aralarken diğer taraftan dağılan ve gücünü tamamen kaybeden Suriye ordusuna destek olması için İran’ı en başından beri sahada aktif olarak değerlendirdi. Körfez ülkelerinin para ve silah yardımı ile devrimcileri satın almaya çalışan ABD, Türkiye ile devrim gruplarını hedeflerinden saptırma işlevini yerine getirdi. IŞİD’in yaptıkları, Şam rejimine devrimciler karşısında nefes aldırırken Suriye’nin kuzeyinde var ettiği PYD-YPG oluşumunu en ağır silah ve mühimmatlar ile destekleyen ABD, devrimci grupların hâkim olduğu Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin de var olması için bir neden oluşturmuş oldu.

Ve bütün bu süreçler tamamlanıp devrimin ateşi bastırıldığında, 2011 öncesine geri dönmek için “normalleşme” ihtiyacı doğdu. Türkiye’nin Suriye rejimi ile normalleşmesinin ne Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan ne de Mısır ve “İsrail” ile normalleşmesinden kolay olmayacağını herkes çok iyi biliyor. Bu sebeple sürecin bugünden yarına netice vermesini kimse beklemiyor. ABD’nin 7 Ekim sonrası uğraştığı ve bir türlü istediğini gerçekleştiremediği Gazze savaşı var. Rusya’nın Ukrayna savaşı devam ediyor, Suriye’nin zaten tuzu kuru ama Türkiye tarafının normalleşme konusunda biraz acele ettiğini de söylemek gerekiyor.  

Normalleşme Süreci Nasıl Başladı?   

ABD’nin siyasi âdetindendir; herhangi bir savaş bölgesinde -eğer ki kendi siyasi çözümünün konuşulması ve uygulanmasını istiyorsa- öncesinde orada çatışmayı ve ateşi körükler sonra tarafları masaya çağırır. Suriye Devrimi sürecinde rejim lehine yapılan bütün ateşkes anlaşmaları ve Halep başta olmak üzere şehirlerden sivillerin tahliye edilmesi öncesinde, Rusya, İran ve Suriye rejiminin büyük katliamlarına şahit olmuştuk. 2022’nin Kasım ve Aralık aylarında da Suriye’nin kuzeyinde ülkeler ve örgütler arasında aynen bu tür çatışmalar yaşandı. Türkiye, 19 Kasım 2022’de, Irak ve Suriye’de, Pençe-Kılıç Harekâtı başlattı ve harekâtın ilk günü PKK/YPG hedeflerini vurdu. Türkiye’nin bu operasyonunda Suriye Ordusu’na bağlı birimlerden de ölüler ve yaralıların olması dikkat çekiciydi. Bunun hemen akabinde Suriye Ordusu’na bağlı taarruz birimleri harekete geçti ve YPG kontrolünde olan ama rejimin de askerî üslerinin olduğu Ayn El Arap’a takviye gönderdi. Sonra Rusya’nın Suriye’deki en üst düzey askerî yetkilileri, YPG liderleri ile görüşmek için ivedi bir şekilde Kamışlı’ya gitti. Rusya, YPG’den, kontrol ettiği alanları Suriye Ordusu’na bırakmasını istedi. ABD bu gelişmenin hemen ardından Haseke’deki iki askerî üs bölgesine takviye gönderdi. Aralık ayının ortasına kadar Suriye’nin kuzeyindeki bu hareketlilik böyle devam etti.

Ta ki 15 Aralık 2022’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkmenistan ziyareti dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamaya kadar… Erdoğan; Suriye-Türkiye-Rusya, üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz. Bunun için de önce istihbarat örgütlerimiz bir araya gelsin, ardından savunma bakanlarımız bir araya gelsin, daha sonra dışişleri bakanlarımız bir araya gelsin. Onların yaptığı görüşmelerden sonra da biz liderler olarak bir araya gelelim. Bunu da Sayın Putin'e teklif ettim. O da buna olumlu baktı. Böylece bir dizi görüşmeler zincirini başlatmış olacağız.” diyerek normalleşme sürecinin arabulucusunun Putin olduğunu ilan etti ve ilk adımı atan taraf oldu. Bu açıklamadan 13 gün sonra, 28 Aralık’ta dönemin Savunma Bakanı Hulusi Akar ve yine dönemin MİT Başkanı Hakan Fidan, Moskova’da üçlü görüşmelere katıldılar. Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 2023 Ocak ayının ikinci haftasında 4 ülkenin dışişleri bakanları arasında görüşme olabileceğini söyledi. Bahsedilen Rusya-Türkiye-İran-Suriye dışişleri bakanları toplantısının ancak 4,5 ay sonra 2023 Haziran ayının başında gerçekleşebilmiş olması, Suriye ile normalleşmenin hızlı ilerleyemeyeceği tezini destekliyor.

Dışişleri bakanları toplantısında 2254 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi Kararı uyarınca siyasi sürecin ilerletilmesinin vurgulanması, Suriye süreci ile ilgili bütün gelişmelere ABD’nin etki ettiğini apaçık gösteriyor. Yine tarafların; PKK, YPG ve DEAŞ'a yönelik mücadelede “tam bir görüş birliğine vardığına” dikkat çekilmesi de önemli. Zira normalleşme, Suriye sahasındaki durumun, rejim açısından 2011 öncesine dönmesini öngörüyor. Türkiye tam da bu sebeple Suriye’nin “toprak bütünlüğüne” vurgu yapıyor. “Suriye’nin toprak bütünlüğü” ifadesi, Baas rejimi dışındaki tüm ülke ve oluşumların sahayı terk etmesi anlamına geliyor. Ancak bu durum bugünden yarına olabilecek bir şey olarak gözükmüyor. Çünkü Türkiye’nin “terör örgütü” olarak kabul ettiği PYD/YPG gibi, Suriye rejimi, İran, Rusya ve en önemlisi ABD’nin terör örgütü olarak gördüğü HTŞ ve diğer tüm devrimci grupların da varlığına son verilmesi isteniyor. İşte normalleşme çerçevesinde Rusya, İran, Türkiye ve Suriye’nin yaptığı ve bundan sonra yapacağı tüm toplantılar, bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için yürütülüyor.   

2023 Haziran ayında Moskova'da yapılan dışişleri bakanları düzeyindeki toplantıda, normalleşme zemininin hazır hale gelmesi için teknik toplantıları sürdürecek bir komitenin oluşturulması kararı alındı. Düzenli olarak toplantılar gerçekleştirerek normalleşmenin Suriye sahasındaki zeminini hazırlamakla görevi bu komite, ilgili devletlerin dışişleri bakan yardımcıları, askerî ve istihbarat yetkililerinden oluşuyor.

Bugünden geriye dönüp geçen bir yılda bu komite işlevini gerçekleştirebilmiş mi ona bir bakalım…

Normalleşmelere Darbe

7 Ekim’de başlayan ve hem ABD’nin hem “İsrail”in hem de bölgedeki Arap rejimleri ve Türkiye’nin bir hayli başını ağrıtan Gazze savaşı, sadece “İsrail” ile bölge ülkelerinin normalleşmelerini çöpe atmadı aynı zamanda ABD’nin siyasi çözüm planının bir parçası olarak Türkiye ile Suriye’nin normalleşme adımını da askıya aldı. Zira sömürgeci ABD ve bölgedeki rejimler, gözünü-kulağını Gazze’ye çevirmek zorunda kaldılar. Gazze savaşı uzayınca, Suriye sahasındaki siyasi gelişmeler yeniden canlanmaya başladı. Türkiye’nin Suriye ile normalleşme süreci, 28 Haziran 2024’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sayın Esad” çıkışı ile yeniden gündeme geldi ama bu açıklamanın daha öncesi de var. Erdoğan bu açıklamayı, Esad’ın "Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak ve garanti edecek Türkiye ile ilişkilerimizi normalleştirecek tüm inisiyatif ve girişimlere açığız." sözlerinden sonra yaptı. Esad’ın açıklaması ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Orta Doğu Özel Temsilcisi Alexander Levrantiev’i Şam’a göndermesi ve orada yapılan görüşmeden sonra gelmişti. Esad görüşme sonrası, “Türkiye ile görüşmelere açığız.” demişti. Karşılıklı yapılan bu açıklamalar ve normalleşme adımlarının hızlandırılması, her iki ülkenin de ABD’den "yol aldığını" gösteriyor. Ancak bu açıklamalardan hemen sonra Suriye sahasında yaşananlar, normalleşme zemininin henüz hazır olmadığını hem Erdoğan’a hem Esad’a hem de Putin’e gösterdi. Zira bunu sahadaki gelişmelerden anlayabiliyoruz.

Rus Üssünde Yapılan Görüşme

Erdoğan ve Esad’ın açıklamalarının öncesinde 11 Haziran Salı günü, Türkiye ve Suriyeli askerî heyetler, Rusya’nın arabuluculuğunda Lazkiye’deki Hmeymim Hava Üssünde bir toplantı gerçekleştirdiler. Toplantıda birbiri ile bağlantılı iki konunun görüşüldüğü kamuoyuna yansıdı. Birincisi; İdlib ve çevresinde yaşanan son gelişmeler, ikincisi; Ebu Zendin Kapısının açılmasına karar verilmesi… Bu toplantının Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Moskova’da Putin ile görüşmesinin hemen ertesi günü gerçekleşmesi de dikkat çekici. Zira Türkiye’nin Suriye rejimi ile normalleşme süreci, Rusya’nın girişimleri ve arabuluculuğunda yürütülüyor.

Rus üssünde yapılan toplantıda ele alınan ikinci konu yani Ebu Zendin Kapısının açılması önemli; zira Ebu Zendin Kapısı, Suriye rejimini Türkiye’nin ve muhaliflerin kontrolünde olan bölge ile birbirine bağlıyor. Halep’in kuzeydoğusunda yer alan Ebu Zendin Kapısının açılması ile muhalifler ve Esad yönetimi arasındaki ticari vb. faaliyetlerin yürütülmesi amaçlanıyor. Bu karar ile esasen yavaş yavaş normalleşme iklimine geçilmesi ve bölgenin de bu iklime uyum sağlaması amaçlanıyordu.

Toplantıdan bir hafta sonra, Rus güçlerine ait askerî araçların Ebu Zendin Kapısından Türkiye’nin bulunduğu kuzey tarafa keşif için girmesi planlandı. Buna, Türkiye ve Suriye Milli Ordusu kuvvetlerinin eşlik edeceği söylendi. Ancak bu girişime, bölge halkı ve devrimci gruplar çok sert tepki verdiler. Esad ile normalleşme adımının bir parçası olması sebebiyle Ebu Zendin Kapısının açılmasına karşı çıkıldı ve kapının olduğu bölgede ve şehir merkezlerinde ciddi protesto eylemleri yapıldı. Böylece Rus askerî araçlarının kuzeye girişi engellendi. Ancak Türkiye tarafı ve kontrolündeki Suriye Milli Ordusu (SMO) güçleri, halkın ve devrimci grupların tepkilerine rağmen inatla ve ısrarla Hmeymim Hava Üssünde alınan kararı hayata geçirdiler. Ebu Zendin Kapısını açarak Esad rejimi ile normalleşme yolunun taşlarını döşemeye başladılar. Ancak çıkılan yolda işler bekledikleri gibi kolay ilerlemedi. Şu an Ebu Zendin Kapısı bölge halkı, aşiretler ve devrimci grupların tepkisine rağmen Türkiye’nin himayesindeki SMO güçleri ve Suriye rejimi arasında yapılan ticaret için açık tutuluyor. 

Bunun yanında, Türkiye’nin kontrolünde olan Azez, Afrin, Cerablus, El-Bab ve diğer bölgelerde de bölge halkı ile Türkiye tarafı arasında ciddi sorunlar baş gösterdi. Temmuz ayının başında Azez ve El-Bab’da Türk tırlarına yönelik saldırıların yaşanması, Türkiye tarafından kurulan valilik binaları ve diğer resmî kurumlardaki Türk bayraklarının indirilmesi hadisesi de normalleşme zemininin henüz hazır olmadığını gösteriyor. Bu hadiselerin yaşanmasına sebep olan bir diğer konu da; Türkiye’nin Azez, Afrin, Cerablus, El-Bab ve diğer bölgelerdeki eğitim, sağlık, ticaret, ulaşım, iletişim vb. işleri yürüten kurumların başına, halkın istemediği ve güvenmediği “sorunlu” kişileri getirmesidir. Halkın güvenmediği ve istemediği kişileri Türkiye’nin istemesinin ve güvenmesinin elbette bir sebebi var; zira Türkiye, normalleşme süreçlerini istediği şekilde yürütebilmesi için kirli adamlar ile çalışması lazım. Temiz, adil, güvenilir insanlar, kirli planların parçası olmazlar ve bu planları uygulamazlar. Durum böyle olunca; yöneticilerin tehdit dili biraz daha sertleşmeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde yaşanan hadiseler üzerine NATO Zirvesi dönüşünde “Suriye ile normalleşmeden rahatsız olan örgütleri tehdit etmesi” bunu gösteriyor.

Normalleşmenin gerçekleşmesi için hem Suriye rejimi hem de Türkiye tarafından “hal yoluna koyulması” gereken yerlerden biri de İdlib. Türkiye’nin etrafını askerî gözlem kuleleri ile çevirdiği İdlib’de işler, Türkiye ve rejimin istediği şekilde yürümüyor. Zira İdlib’e “hâkim” olan Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) esasen hiçbir şeye hâkim olamadığını son bir buçuk yılda yaptıkları ile gösterdi. Uzun zamandır rejim ile çatışmayan HTŞ, silahın verdiği otoriterlik ile İdlib halkına zulmediyor. Rejime karşı yeni cephelerin açılmasını isteyen grup komutanlarını tutukluyor. Devrim ateşinin yeniden canlanması için çağrılar yapan Hizb-ut Tahrir üyelerinin evlerine, Baas askerlerinin üsluplarını kullanarak baskınlar düzenliyor ve Müslümanları tutukluyor. Cevlani aleyhine konuşan aktivist ve gazetecileri kaçırıp hapsediyor. Hapishanelerde işkence ve zulümler sebebiyle ölen kişileri, ailelerine haber vermeden mezara gömüyor. Bütün bunlar, Cevlani ve HTŞ’ye karşı halkta büyük bir öfke biriktiriyor. Öyle ki İdlib sokakları, aylarca “Allah’ın düşmanı Cevlani!” sloganları eşliğinde yapılan kalabalık gösterilere şahit oldu.

Tabii ki “Suriye ile normalleşme” demek İdlib’in de Türkiye tarafından rejime teslim edilmesi demektir. HTŞ ve lideri Cevlani bunu çok iyi biliyor. Türkiye’nin günü geldiğinde Cevlani ve HTŞ’yi “yok sayacağı” ve hatta “satacağı” kesin! Peki, buna rağmen HTŞ’nin yaptıklarını ne ile izah edebiliriz? Bu durum, Müslümanların kanlarına ve devrime ihanetten başka bir şey ile izah edilemez. İdlib halkı, muhlis liderler, komutanlar ve Allah’tan korkan aşiret liderlerinin bu ihanetin normalleşme ile taçlanmasına müsaade etmeyeceğine inancım tam.

Kayseri’deki Olaylar ve Muhacirlerin Geleceği

Suriye ile normalleşme görüşmelerinin önemli bir maddesi de muhacirler meselesi… Türkiye bu konuyu, “gönüllü geri dönüş” başlığında işliyor. Makalenin sonunda buna değineceğim. Ancak Rusya’nın girişimleri ve ABD’nin gözetiminde Suriye ile bu normalleşme süreçleri yürütülürken Kayseri’de yaşanan bir taciz olayı üzerinden tüm Suriyelilere yönelik “örgütlü” saldırıları ele almak gerekiyor.

Kayseri’de yaşanan hadisenin arkasında bir “el”in olduğu kesin. Zira hadiselerden sonra bölgeyi ziyaret eden ve raporlar hazırlayan sivil toplum kuruluşları, taciz hadisesinin gerçek olmadığını açık ettiler. Suriyeli küçük kız çocuğunu taciz ettiği iddia edilen kişi ile kız çocuğunun akraba (amca çocukları) oldukları ve daha da önemlisi o kişinin %60 zihinsel özürlü olduğu, bu sebeple küçük kız çocuğunun sokakta ona refakat ettiği belirtildi. Bütün bu bilgileri veren ise konuya muhatap olan aile. Ailenin bu bilgileri polise vermemiş olması düşünülemez. O halde bu olay, nasıl bu şekilde kaos ortamına sürüklendi; çirkin bir iftira ya da sadece bir iddia, yetkili kurumlar tarafından neden suhuletle yönetilemedi?

AK Parti iktidarının Suriyeli muhacirler konusundaki samimiyetsizliği yeni bir şey değil. Zira geçmiş dönemde de AB mülteci fonundan gelecek para için Avrupa ülkelerine karşı muhacirleri “şantaj aracı” olarak kullanmaktan geri durmamıştı. Şimdi bugün şunu sormuyor değilim: Kayseri’de yaşananlar, Suriye’nin kuzeyinde normalleşme adımlarını baltaladığı için Türkiye’nin pek hoşuna gitmeyen hadiselere karşı uyarı mahiyeti mi taşıyor? Daha önce Avrupa ülkelerine karşı şantaj unsuru olarak kullanılan Suriyeli muhacirler, şimdi bugün “Esad ile normalleşmeyi kabul etmeyen” gruplara, aşiretlere ve kuzey Suriye halkına karşı şantaj aracı olarak mı kullanılmak isteniyor? Türkiye şunu mu söylüyor: “Ya uslu durursunuz, rejim ile normalleşmeye ses çıkarmazsınız ve siz de bu sürecin parçası olmayı kabul edersiniz ya da Türkiye’deki Suriyelileri geri gönderirim." Nasıl mı? "Gönüllü geri dönüş" kapsamında…

Gönüllü Geri Dönüş

Bir yıldan uzun bir zamandır Türkiye’nin mülteci politikası, “geri gönderme stratejisi” üzerine kurulu ve bu şekilde çalışıyor. Bunu, son bir ayda Suriye’nin kuzeyinde ve Kayseri’de yaşanan hadiselerden bağımsız olarak söylüyorum. Sadece Suriyeliler değil, Mısır ve Orta Asya ülkelerinden gelen muhacirler de geri gönderiliyor. Ama daha çok Suriyelilere yönelik planlı bir geri gönderme politikası işliyor. Erdoğan bir taraftan “ensar-muhacir” edebiyatı yaparken diğer taraftan muhacir Suriyelileri 3-4 yıldır taciz eden, tehdit eden, haklarında kara propaganda yürüten ve bu şekilde milliyetçi kesimden oy alan Zafer Partisi’ne ve Ümit Özdağ'a tek bir laf etmiyor. Çünkü Ümit Özdağ, bu siyaseti ile muhalefetin oylarını bölüyor.

Hakeza İçişleri Bakanlığının bir yıldan fazladır yürüttüğü "mülteci avı" hakkında konuşmuyor, Cumhurbaşkanı... Göç İdaresine bağlı Geri Gönderme Merkezleri, on binlerce muhacir ile dolu. Sadece Kayseri’deki Suriyeliler değil diğer şehirlerdeki muhacirler de evlerinden çıkamaz hale geldiler. Her gün İdlib’e otobüsler ile muhacir taşınıyor. Suriyeli muhacirler, hareket edemez haldeler. Mahalle değiştiremiyorlar, çünkü yasak! Bu sebeple insafsız ev sahiplerine fahiş kira ödemek zorunda kalıyorlar. Evlerinden çıkamıyorlar, çünkü ikamet tespiti yapan görevliler geldiklerinde evde olmazlarsa isimleri yazılıyor; herhangi bir polis uygulamasında direk karakola ve oradan Geri Gönderme Merkezlerine… Peki ya sonrası? Suriye’ye "gönüllü" geri dönüş… Gönüllü olmazsa zorlama ve tehdit ile imza alınıyor. Ve tüm bunlar “Sayın Esad” ile görüşmek, Suriye rejimi ile “normalleşmek” için yapılıyor.

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz