Değerli Mahmut KAR
ve Köklü Değişim Dergisi’nin okurları, birbiri ile bağlantılı 10’a yakın
soruya ayrı ayrı cevap vermenin, asıl anlatılmak istenen bütünü bozacağına
inandığımdan soruların tamamına cevap vereceğim bir yazıyı kaleme almayı daha
doğru buldum.
Kürtler ümmetin
yetimleridir. Siyasi kimliklerin, tarihsel belgelere, bilgilere araştırmalara
dayanmayanların ve bu konuda uzman olmayanların yorum yapmasını çok etik ve
doğru bulmamaktayım. Tarihi belgeler arkeolojik kazılar asla yalan söylemez.
Ülkemizdeki birçok sorunun temelinde, konu hakkında bilimsel veriler
ışığında araştırma yapmış olanların gerek siyasi kurumlar tarafından gerekse
kamuoyu tarafından dikkate alınmaması yatmaktadır.
1876 meşrutiyetin
ilanı ile Osmanlı her alanda yara almıştır, bu yaralanmada en çok nasibini alan
ise biz Kürtler olduk. O dönemlerde bölgemizin örfünden, değerlerinden
anlamayan başkaca kültürlere sahip alanlardaki yöneticiler, kürlerin yaşadığı
coğrafyaya atanmaya başlayınca asıl sorunlar çıkmaya başladı. Kürlerin dindar
yaşamaları, halifeye olan bağlılıkları, onların ayrışım içinde yaşamalarını
engellemiştir. Kaldı ki temel insan hak ve özgürlükleri anlamında diğer
devletler ile kıyaslandığında Osmanlı’ya söylenecek çok da fazla laf
olmamalıdır. Kendi dilini kültürünü değerlerini özgürce yaşamış, bir arada
birlikte adil ve eşit hayatlarına devam etmişlerdir. Süreç içerisinde de buna
aykırı çoğunluğun yüksek sesle dillendirdiği bir talep olmamıştır. Kürtlerin
gerek Osmanlı zamanında gerek ise Cumhuriyet döneminde başkaldırışları etnik
kimlik üzerine değil aksine dini ve mezhepsel hassasiyetler veya ideolojik
yaklaşımlar üzerine olmuştur. Dünden bugüne BAĞIMSIZLIK talepleri yüksek sesle
dile gelmemiştir.
Cumhuriyet
kurulduktan sonra tek tip bir yaklaşım sergilenmiş, Kürtlere verilen tüm sözler
askıya alınmış 1921 anayasası ile 1924 anayasası farklılığı, her alana ilişkin
sonrasında birçok soruna neden olmuştur. Kürtlerin dindar kimliği İslâm’a
mezheplerine ve tarikatlara bağlıkları her zaman sorun teşkil etmiştir, bu duyarlılık
birilerini rahatsız etmiş ve 1925’ten 1950’li yıllara kadar Kürtler yerlerinden
yurtlarından edilmiş, o süreçte on binlerce köy yakılmış ve bugün Konya, Çorum,
Yozgat, İstanbul ve birçok Anadolu illine göç etmişler ve orada hâlâ
yaşamalarına devam etmişlerdir. 2000’li Yıllara kadar Kürtlerin kültürleri yok
sayılmış, temel insan hak ve özgürlükler dahi kendilerine çok görülmüştür. AK Parti
iktidarı ile devlet içerisindeki derin yapılanmaya rağmen ciddi adımlar
atılmış, ancak atılan adımlar anayasal güvence altına alınmadığı gibi 2016 yılı
sonrasında bu adımlar geri alınmıştır. Yani Kürtler bu seferde AK Parti
tarafından kandırılmıştır. Geçmiş tüm zamanlarda olduğu gibide İslâmi birkaç
söylem ve değerli birkaç tarihsel olay ve isimler ile Kürtleri elde tutmak hep
kolay olmuştur. Bu durum aslında Kürtlerin ne kadar birlikte, bir arada
yaşamaya razı olduklarını; bizleri bir arada tutan temel direğin de İslâm
olduğunu göstermiş oluyor.
Temel hak ve
hürriyetlere etnik kimlik üzerinden yaklaşmak asla doğru değildir.
Allah’ın bana hak
olarak verdiğini kim bana lütuf olarak verme haddini gösterebilir. Kürtler ne
geçmişte ne de gelecekte bir SORUN olmadılar. Dolaysı ile KÜRT SORUNU diye
konuşulması bizlere hakarettir. Kürtler sorun olan taraf değildir, aksine sorunları
çözmekte katkı sağlayan taraftır. Tüm bunlara rağmen temel haklar anlamında KÜRTLERİN
HAKLARI GASP EDİLMİŞTİR. Gasp edilen hakların iadesi yapılmalıdır. Bunu tanımlarken
Kürt sorunu yerine KÜRT HAKLARI diye dile getirilmesi daha doğru olacaktır. Terör
ve Kürt kelimelerini aynı cümlede geçirmek bizlere büyük bir haksızlık olur.
Terörün; milleti,
dini, mezhebi, kimliği, rengi olmaz! TERÖR TERÖRDÜR.
PKK ile Kürtleri
özdeştirmek Kürtlere hakarettir. PKK’nin en büyük düşmanı Kürtlerdir.
PKK bir terör örgütüdür,
sivil katliamlar yapmakta ve en çok Kürtleri öldürmektedir. PKK’ye bir etnik
köken kimliği ile bakamazsınız. PKK ideolojik Marksist ateist temellere dayanan
bir terör örgütüdür ve amacı KÜRDİSTAN diye bir devlet kurmak değildir!
Amacı Kürtlerin kültürel dönüşümünü sağlamaktır. Aksi durumda Irak
Kürdistan ile yıllarca savaşmazdı. Son 15 yıldır PKK kongre üyelerine, KCK’ya
ve diğer ülkelerdeki yapılanmalarına baktığınızda; Türk solcu ulusalcıların
hakim olduğu, bir çoğunun Türk olduğu görülecektir. Her seferinde Türk
solcularının elinde olan terör örgütleri ile iş birliği imzaladığını ve
birlikte hareket ettiği net görülecektir. Üst kademede yer alan birçoğunun ise
açıklamalarına baktığınızda bağımsız bir Kürdistan kurma hedeflerinin olmadığı
net anlaşılacaktır. Ayrıca terörist başının siyasal bilgiler üniversitesinden
başlayan ve gözlerinin uçakta açıldığında “Ben ülkemi severim annem de Türk
ve devletimin emrindeyim!” açıklaması ile Türkiye’ye getirildiği
mahkemelerdeki savunmaların detayları ve süreç içerisindeki açıklamalarına
bakılırsa aslında bu terör örgütünün Kürtler için ciddi bir bela olduğu derin
güçlerin emrinde olduğu net olarak anlaşılacaktır.
PKK İslâmi
hassasiyetleri olmayan, Marksist ateist bir örgüt olarak kurulur ve Kürtlerin
temel hak ve hürriyetlerini savunacağını iddia ederek Kürtlere ağır bedeller
ödetmeye başlar, kendisi gibi düşünmeyen Kürtleri katleder, sivil vatandaşları
katleder, yetmez devlet ile çatışır askeri, polisi şehit eder bu ölümler
üzerinden de hak hesabı yapmaya başlar. Yıllarca devlet içerisindeki hukuku bir
kenara koyan, derin yapılar ile yüzleşerek bedel ödeyen Kürt halkı, şimdi de
kendi içinden de insanların olduğu ve kendisini katleden bir terör örgütü ile
yüzleşmek zorunda kalır. Bir taraftan kimliklerini kültürlerini tanımayan bir
sistem, diğer taraftan kendi dillerinden kültürlerinden çıkan ve sivil,
savunmasız, kadın, yaşlı, çocuk ayrımı yapmadan, Kürt halkını şehit eden bir
terör örgütü. PKK ve o zamanki devlet yapısı Kürt halkını politize etti, gece
terör örgütünün gündüz ise devletin hakim olduğu bir coğrafyada; namusunu,
onurunu, şerefini, toprağını, çocuklarını korumak zorunda kalan ve gideceği
başka yeri olmayan bir halk hâline geldik. Kardeşlikten, birlikten,
beraberlikten, dinden, imandan, ümmetten bahseden herkes bir sağdan vurdu bir
soldan vurdu. Her evde cezaevine, toprağa ve dağa çıkan insanlar oldu. Her
köyden gencecik çocukları aldılar ve onları ölüm makinası hâline getirdiler.
Aynı evde yaşayan iki kardeş sonrasında karşı karşıya geldiler biri ölünce
şehit diğeri ölünce terörist oldu. Ülkenin batısında da doğusunda da; asker,
polis, öğretmen, imam, öğrenciler, anneler, babalar… kocaman yürekleri küçücük
bedenlere sığdıran insanları, kendi ellerimizle toprağa gömdük. Bunun yanında PKK
eli ile kurulan HDP siyaseti de ondan farklı seyretmedi, hep iletişim
içerisinde oldular, birlikte hareket ettiler, bunu da her seferinde dile
getirmekten çekinmediler. Aldıkları belediyelerde yaptıkları kültürel
faaliyetler de Kürtlerin değerlerine aykırı oldu ve yetiştirdikleri yeni nesil
ise Kürtlerin kültürel değerlerinden, inancından uzak bir nesil oldu. Sonunda PKK
ve HDP misyonunu tamamladı ve artık birileri ona ihtiyaç duymamaktadır.
Kürt haklarının
elde edilmesinde birinci derece soru ve engel PKK’nin bizzat kendisidir.
PKK gerek Irak Kürdistan
bölgesinde gerek Suriye ve İran bölgesinde yaşayan Kürtlerin haklarının da elde
edilmesinde birinci derece engel olan bir terör örgütüdür. Irak Kürdistan
bölgesinde Mesut Barzani ile kurulduğu günden beri sorun oluşturmuş ve
savaşmıştır. Oradaki bağımsızlık kararında bile bağımsızlığa engel olmuştur. O savaştan
bugüne kadar PKK yüzlerce peşmergeyi ve sivili katletti. İran bölgesinde PJAK’ı kurmuş, kurduğu bu
yapıyı da İran istihbaratının emrine vermiştir, kuzey Suriye’de ise YPG’yi kurmuş
bu yapı ile Sünni Kürtlerin Suriye’yi terk etmeleri sağlanmıştır. PKK gerek AB
ülkelerinin gerekse ABD’nin emrinde bir yapı kurmuştur. Aynı zamanda Rusya’yı
da idare eden ender terör örgütlerindendir. AB ülkelerinde komiteler kurmuş ve
tüm bu komiteler ilgili ülkelerin istihbarat ayağı ile ilişkilidir. PKK dünyanın
en büyük organize olmuş ve birçok istihbarat ağı ile birlikte Ortadoğu’da kirli
işlerin ticaretinde yer alan terör örgütüdür. Bu terör örgütü zaman zaman
ismini de değiştirse bölgede varlığını koruyacaktır. ABD ve AB, Rusya, İran
gibi devletlerin Kürt haklarının elde edilmesi ile ilgili bir talepleri ve
samimiyetleri yoktur. Yaklaşımlarının tamamı bölgede kendi etkinlikleri ve
çıkarlarını koruyacak ve her daim ellerinin altında bir maşa olarak tutacakları
yapıları beslemektir.
Temel hak ve
hürriyetler, hukuk alt yapısı ile oluşturulmadığı sürece bölgede PKK bir
taşeron örgüt olarak beş ülke için her daim bela olacaktır.
Kürt haklarının
çözümünde TEMEL İNSANLIK ONURU baz alınmalıdır.
Bir Kürt olarak
Diyarbakır’da ne kadar hakkım ve hukukum var ise artık İstanbul için de bu
haklara sahibim. Kürtlerin dünyada çoğunlukla yaşadıkları en büyük şehir
İstanbul’dur. Süreçler ve talepler değişmiştir. Türkiye’de yaşayan Kürtler tüm
ülke coğrafyasına entegre olmuşlardır. Evlilikler ve akrabalıklar gelişmiştir
yeni neslin 50 yıl öncesi gibi bir yaşam tarzı ve bakışı yoktur. Tüm bu
gelişmeler ışığında birlikte yaşamanın dilini bulmak hiç de zor değildir.
Türkiye; Türklerin dışında, Arapların, Kürtlerin ve birçok milletin birlikte
yaşadığı bir ülkedir. Kürtlerin temelde tüm hakları diğer milletlerin de
beklentisi olan haklardır. Birlikte yaşamanın dili İNSANLIK ONURU ise
hak ve hürriyetlerin sadece bir etnik köken üzerinden dile getirilmesi doğru olmayacak,
sonuç vermeyeceği gibi PKK gibi taşeron örgütlere malzeme verecektir. Her etnik
kökenin kendi kültürünü yaşatacağı geliştireceği, kendisini her alanda ifade
edeceği özgürlükleri savunmak İslâmi insani, hukuki ve ahlaki bir duruş olacaktır.
Kürt hakları, tek
bir siyasi partinin çözmeye çalışması sonuç getirmeyecek, konuya ideolojik
bakmadan her siyasi partinin katkısını alarak çözüme kavuşacak bir konudur.
HDP sadece
Kürtlerin teveccüh gösterdiği siyasi bir oluşum değildir. Kürt hakları sadece HDP
üzerinden konuşulacak bir konu da değildir. PKK’de olduğu gibi HDP üst yönetimi
ve belirleyici insanlar son 10 yıldır Türk solundan gelen ulusalcıların,
Kemalistlerin yer aldığı bir yapıdır. HDP içerisindeki Kürtlerin, kendi
deyimleri ile Kürt siyasetçilerin birçoğu cezaevindeyken Türk siyasilerin HDP içinde
aktif görevleri devam etmektedir. Kürtleri HDP’ye mahkûm edecek siyasi çıkışlar
meselenin çözülmesine engel teşkil etmektedir. AK Parti - MHP birlikteliği son
beş yıldır Kürtlere ve kazanılmış haklara zarar vermiştir. Dağlara, taşlara
tekrar yazılar yazılmış, tabelalar sökülmüş, eğitimde ve öğrenimde sorunlar
oluşmuş, eski Türkiye ye hızla geri dönülmüştür.
HDP’nin MHP’ye
teşekkür borcu vardır, HDP’nin kapatılmaya çalışması ya da siyasilerin içeriye
atılması, seçmen iradesinin askıya alınması HDP’ye yaramıştır. Bu eski Türkiye
politikaları HDP’nin daha fazla güçlenmesini sağlamıştır. Burada özellikle
Kürtleri ve bölgeyi HDP tekelinde bırakma istemi vardır. Bu bir projedir ve
böylelikle Kürtlerin HDP ve AK Parti dışındaki siyasi partilere teveccüh
göstermesi engellenmek istenmektedir. HDP ise zaten sistem tarafından kontrol
altında tutulduğu için sistem açısından bir tehdit görülmemektedir tehdit olan
kişiler de cezaevine gönderilmektedir. Öcalan’ın gerek PKK gerek ise HDP’nin
şekillenmesinde aktif rolü vardır ve bu iki yapıda sivrilen öne çıkan teveccüh
gören herkesin kellesi bizzat Öcalan tarafında alınmaktadır. Kürtlerin AK Parti’ye
olan inancı artık kalmamıştır. Kendisinin terk edildiğini düşünen iktidar ise
kendisine de yar olmayan oyları HDP dışında kimseye yar etmeyecektir. Kısaca
Kürtleri HDP’ye mahkûm etmek istemektedirler. Bu bir devlet politikasıdır. Şu
aşamada Kürt haklarının önündeki en büyük engel ise AK Parti iktidarı olmuştur.
AK Parti iktidarı, MHP ve Vatan Partisi ile yaptığı koalisyon ile evrilme
sürecine girmiş ve sorunların temelinde baş rol almıştır.
Çözüm süreci AK Parti
tarafı ve HDP-PKK tarafından yanlış yönetilmiş, muhataplar bu üçlü olmuştur.
Oysaki Kürt haklarının muhatabı; tüm Kürtler, sivil toplum kuruluşları,
bölgedeki tüm siyasi partilerdi. Ancak süreç PKK ve AK Parti HDP ve devlet
içerisindeki derin güçler tarafından provoke edildi, çözümsüzlük çözüm olarak
sunuldu, farklı bir dil varken AK Parti tek taraflı çözüm süreci masasını
yıktı. HDP, PKK’den, devlet FETÖ’den, AK Parti ise Türk ırkçılarından kendini
sıyırıp, tüm sivil toplum kuruluşlarını işin içine çekseydi bugün başka bir
Türkiye olurduk. Ancak ilerleyen süreçte AK Parti’nin bu konuda samimi
olmadığını kamuoyu ve bizler de anlamış olacaktık.
Yıllarca AK Parti’ye
en büyük desteği veren Kürtler oldu. Referandumda HDP ve PKK’nin boykot
kararına rağmen Kürtler HDP ve PKK’yi dinlememiş (demek ki doğru politikalar
ile millet kimseyi dinlemiyor) ve referandumun geçmesini sağlamıştır. Kürtler
cumhurbaşkanlık hükümetine geçilmesinde ilerleyen süreçteki seçimlerde ise
tekrar AK Parti’ye ve sayın Cumhurbaşkanına sahip çıkmıştır. (Bu durum
defalarca Cumhurbaşkanı tarafından itiraf edildi.) Son seçimlerde yine
Kürtlerin oyu ile ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Her seferinde AK Partiye
Kürtler sahip çıkmasına rağmen karşılığını alamamış aksine ötekileştirilmiştir.
Son yerel seçimlerde Kürtler AK Parti’ye mesajını vermesine rağmen AK Parti
bundan ders çıkartmadı ve Kürtlerden daha fazla uzak durmaya çalıştı. Ülkenin
yönetiminde demografik yapı hiçe sayıldı. İktidar gerek batıda gerek ise doğuda
meşruiyetini yitirmiş ve büyük bir yenilgiye uğramıştır. Belediyelere kayyumlar
atanmış ve temsiliyet yok edilmiştir. Ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda
cumhuriyet tarihinden bugüne kadar en büyük sorunlar ile karşı karşıya kalmış
ve bu sorunları çözememektedir. Bu durum sürdürülebilir değildir ve en kısa
zamanda erken seçim olacaktır.
Bu anlamda GELECEK Partisi
parti programına bir ilk yaparak İNSANIK ONURU kimliğini almış ve tüm etnik
kökenlerin ANADİLİN EĞİTİMDE ÖĞRETİLMESİ ile ilgili bir yaklaşım sergilemiştir.
Bugüne kadar
kurulan hiçbir siyasi parti bunu programına almamıştır. Bu program seçim kurulu
tarafından onaylanmıştır. Anadil ana sütü kadar helaldir ve tüm devlet
kurumları vergisini aldığı vatandaşın dili ile hizmetleri rahatlıkla
sunmalıdır. Şu an Kürtlerin siyasi iradesi ayaklar altına alınmıştır ve
devletin valileri, kaymakamları belediye başkanı olmuştur. GELECEK Partisi
kesinleşmiş yargı kararı olmadan hiçbir siyasetçinin görevlerinden
alınmayacağını, karar kesinleşse dahi belediye meclisleri tarafından bir meclis
üyesinin atamasının yapılacağını parti programımıza aldık. Kürt hakları ve üst
kimlikte ise İNSANLIK ONURUNU ilgilendiren tüm haklarda öncelikle PARLAMENTER
SİSTEME geçmek ve sonrasında tüm sivil toplum kuruluşları ile birlikte her
kesimin katkı sağlayacağı ve ülkemizde yaşayan her bir ferdin haklarını güvence
altına alınacağı, yeni bir anayasa yapılmalıdır, dedik ve parlamenter sistem
değişmeden yeni bir anayasayı gündeme almanın asla doğru olmayacağını dile
getirdik. Mevcut anayasa askerî darbe anayasasıdır, bunu savunmayı bile
konuşmak demokrasiye aykırıdır.
GELECEK Partisi her
anlayış ve fikre sahip Kürtlerin teveccüh göstereceği tek parti rolündedir.
Özellikle programı
ve kadrosu ile bölgede kısa sürede tüm il ve ilçelerde teşkilatlanmış ve üye
sayısını artırmıştır. Anadilin her alanda kullanıma açılması, öğretilmesi,
yaşatılması, devlet yönetiminde demografik bölgesel yansımasına dikkat
edilmesi, seçilmiş iradeye saygı gösterilmesi ve tüm kazanımların anayasal
güvence altına alınmasının taahhüdünü vermiştir.
Şu an Türkiye’deki
tüm sorunların ana sebebi CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİDİR.
Sistem değişmedikçe
sorunların lokalde asla çözemezsiniz. AK Parti ve MHP dışındaki tüm muhalif
partiler GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER sisteme geçmekten yanadır. Bu sisteme
ilişkin GELECEK Partisi olarak kamuoyu ile tüm detayları bir proje hâlinde
paylaştık. Güçlendirilmiş parlamenter sistemin ne olduğu, nasıl uygulamalar
olacağı, eski parlamenter sistemden farkının neler olduğu ile ilgili
paylaşımlarda bulunan tek parti olduk. Cumhurbaşkanlığı sistemi terk
edildiğinde İNSANLIK ONURUNU ilgilendiren tüm sorunlar onun sonrasında sistem
içerisinde çözüme kavuşturulacaktır. Yani Kürt haklarının, güçlendirilmiş
parlamenter sistemin uygulanması ve ilerleyen süreçte tüm siyasi parti ve sivil
toplum kuruluşlarının, tüm etnik kökenlerin birlikte yazacakları yeni bir
anayasa ile çözüleceğine inanmaktayım. Atılan yenilikçi ve özgürlükçü
yaklaşımlar anayasa güvencesi altına alınmadığı sürece bu ve benzeri haklar
siyasi iktidarların inisiyatifine terk edilmiş olacaktır. İnsanlık onurunu
ilgilendiren tüm haklar sık sık değişen siyasilerin inisiyatiflerine ve
tekellerine terk edilemez. İslâm sadece bir etnik grubun değil tüm insanlığın
haklarını ve hukuklarını belirleyen bir dindir. Müslüman olmanın gereği
kendimiz dışındaki insanların haklarını da koruma altına almamızdır.


Yorumlar