Efendimiz SallAllahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
اْلعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الأنْبِيَاءِ
“Âlimler Nebilerin
varisleridir.”[1]
Öyleyse hatemü’l enbiya
olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra yolunu şaşıran
insanları yeniden sırat-ı müstakime davet edecek olanlar, kutlu Nebi’nin kutlu
varisleridir. Günümüzde olduğu gibi İslâm ahkâmının hayattan uzaklaşması
durumunda İslâm’ı yeniden hayata hâkim kılacak olanlar, hayırlı Rasul’ün hayırlı
varisleridir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın dininin yeryüzünde hâkim olmaması ve
indirmiş olduğu hükümlerin uygulanmamasının ne kadar vahim bir durum olduğunu
en iyi âlimler bilmektedir. Dolayısıyla âlimler Rabbimizden layıkıyla
korkanlardır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
إِنَّمَا يَخْشَى
الله مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ
“Allah’tan, kulları
içinde, ancak âlimler korkar.”[2]
Nebiler nasıl ki
vahyin aydınlığından cahiliyenin karanlığına düşen ümmetlere bir uyarıcı ve
müjdeleyici olarak gönderilmişlerse, Nebilerin varisleri olan âlimlerin de asli
görevi, vahiyden uzaklaşan insanları yeniden vahye çağırmak, onları hikmetle
uyarmak ve müjdelemektir. İnsanlara dosdoğru olan yolu göstermek ve öğüt
vermektir. Zira Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي
الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا
الأَلْبَابِ
“De ki: Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.”[3]
Öyleyse bugün
âlimlerin yapması gereken bellidir. Nebilerin varisleri olarak onlara düşen
görev, dinin ikame edilmesinde en ön safta yer almaktır. Vasıfları itibariyle
âlimlerin bu saflarda olmaları kaçınılmazdır. Sahip oldukları makamlara layık
bir şekilde yerlerinde oturmamaları, İslâm’a ve Müslümanlara yönelik bu kadar
saldırının olduğu bir zamanda susmamaları ve ümmeti aydınlatan kandiller gibi
olmaları gerekmektedir. Âlimlerimiz üzerlerindeki mesuliyetin farkında olarak
dinin ikame edilmesi ve Müslümanların birleştirilmeleri için ümmeti teşvik
edecek ve bu büyük hayırdan nasiplenecek önemli bir güruhtur.
Ancak bugün
etrafımızda, omuzlarındaki bu büyük görev ve vebalin varlığından bihaber olan
âlimler bulunmaktadır. Her ne kadar ilim yüklü olsalar da bunlara âlim demeye
dilimiz varmaz! Çünkü bunların dimağları sömürgeci Batı’nın ürettiği fasit
fikirlerle, dilleri süslü ve zehirli sözlerle, karınları ise hakkı
gizlediklerinden dolayı önlerine konulan payelerle doludur. Allah’tan en çok
korkması gerekenler, Allah’a karşı isyanda neredeyse başı çekmektedirler.
Dolayısıyla bunların ne izzetleri, ne gönülden sevenleri, ne de ahirete yönelik
kazançları vardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmaktadır:
ﺃَﺷَﺪُّ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ ﻋَﺬَﺍﺑًﺎ ﻳَﻮْﻡَ ﺍﻟْﻘِﻴَﺎﻣَﺔِ ﻋَﺎﻟِﻢٌ ﻟَﻢْ ﻳَﻨْﻔَﻌْﻪُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺑِﻌِﻠْﻤِﻪِ
“Kıyamet günü insanların en şiddetli azap
çekeni, Allah’ın ilmiyle kendisine bir menfaat vermediği âlimdir.” [
Fakat bu olumsuz
örneklere rağmen ilmin namusuna sahip çıkan, gözümüzü ve gönlümüzü aydınlatan,
kınamacıların kınamasına aldırmayan, zalimlerin tehditlerine boyun eğmeyen ve
her şeyden önce hakkı üstün tutan âlimlerimiz de vardır. Allah onlardan razı
olsun ki ilimleri ve söylemleriyle asrımızdaki zifiri karanlığı aydınlatmakta
ve Müslümanların hakikati görmelerine vesile olmaktadırlar.
Bilindiği üzere
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’den istediği nusreti
bulunca oraya hicret etti ve bir devlet kurdu. Zira bir devlet olmaksızın İslâm’ın
kâmil olarak tatbik edilmesi imkânsızdı. O bir Nebi olmanın yanı sıra kurulan İslâm
Devleti’nin de başkanı oldu. İnsanların heva ve hevesine uymadan Allah’ın
indirdiği vahiy ile bu devleti yönetti. Her fani gibi vefat eden Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’den sonra İslâm Devleti’ni yönetmesi için halifeler
seçildi. Çünkü halife olmadan İslâm’ın hükümlerinin uygulanamayacağı konusunda
icma eden Sahabeler, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
cenazesini defnetmeden önce bir halife seçtiler. Zira hepsi de bu işin ne kadar
önemli olduğunun idrakindeydiler. İmam Maverdî
“Ahkâmu’s Sultaniyye” isimli eserinde şöyle demektedir:
“İmâmet/Hilâfet din
ve dünyaya ait işlerinin yürütülmesi için nübüvvete halef olarak konulmuş,
kabul edilmiş bir müessesedir. Devlet başkanlığı vazifesini yürütene, bütün
Müslüman topluluğunun uyması gerektiği hususunda icma vaki olmuştur.”
Dolayısıyla bir imam
yani bir halife olmadıkça İslâm’ın hükümlerinden olan hadler ikame edilemez,
fetihler gerçekleştirilemez ve İslâm’ın şerefi korunamaz. Bu hususta Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ
وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ
“İmam (halife)
ancak bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”[4]
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in Medine’de kurmuş olduğu İslâm Devleti 14 asır boyunca
hayat sürdü ve 3 Mart 1924’te İngilizler ve yerli işbirlikçileri eliyle
yıkıldı. Müslümanlar da o tarihe kadar İslâm ile hükmeden bir devletleri olduğu
için Rableriyle güçlü ve dinleriyle izzetli oldular. Söyledikleri bir söz
dünyanın dört bir tarafında yankı bularak kâfirlerin kalplerine korku salardı.
Ancak 3 Mart 1924’ten sonra Müslümanlar zayıfladılar ve kâfirler tarafından
parçalara ayrıldılar. Hilâfetlerini, devletlerini, vahdetlerini, izzetlerini ve
servetlerini kaybettiler. İki asır boyunca Hilâfet’i yıkmak için çalışan
sömürgeciler, onun tekrar kurulamaması adına da o günden sonra hummalı bir
şekilde çalışmaya devam ettiler. Ancak bugün Müslümanlar Hilâfet’in yeniden
kurulması gerektiğini, bunun farzların tacı olduğunu öğrenerek gerçekleri
görmeye başladılar. Çünkü etraflarında zalim yöneticilerden korkmadan bu
hakikati haykıran âlimler ve kitleler bulunmaktadır. Bu âlimler Müslümanları
yeniden Hilâfet’i ikame etmeye ve bunun ne kadar önemli bir mesele olduğunu
anlatmaya çalışmaktadırlar.
İşte bu güzide
âlimlerden bazılarının Hilâfet ile ilgili söylemleri şöyledir:
- Hizb-ut Tahrir’in Emîri Şeyh Ata İbnu Halil Ebu Raşta: “Emin olunuz ki
Hizb-ut Tahrir’li kardeşleriniz; hak üzere sabit olup, Râşidî Hilâfet’in
döneceğine dair Allahu Teâlâ’nın vaadinin ve Rasulü SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’in müjdesinin gerçekleşmesi için bütün gücü ve ciddiyetiyle, Allah’tan
başka hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan çalışmaktadır. Bundan emin
olunuz! Onlar, bunun için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından
çizilen yol üzerinde yürümektedirler. Sizinle birlikte Ukab sancağının,
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağının altında gölgelenmek üzere
bu uğurda çalışmaktadırlar. Allah Subhanehu’nun izniyle de neredeyse yolun
sonuna geldiler. İşte böylece Hilâfet’in yeryüzünde doğacak eman, emniyet ve
adaleti İslâm diyarına yayılacaktır.”
- Endonezyalı Âlim el-Hac el-Sıddık el-Cavi: “Hilâfet
Devleti’nin gölgesinde İslâm şeriatını tatbik etmek bu ümmetin yeniden
dirilişinin tek yoludur ve kesinlikle bundan başka yolu yoktur. Endonezya’da ve
diğer İslâm beldelerinde uygulanmakta olan laik sistem hiçbir surette düzelmeyi
ve ilerlemeyi sağlamayacaktır. Çünkü bu sistem fasit bir sistemdir. Aynı
zamanda İslâm akidesi ve şeriatıyla tamamen çelişmektedir. Bu nedenledir ki bu
ümmetin bu sisteme desteği yoktur.”
- Hindistanlı Âlim Muhammed Faruk el-Nedvi: “İngilizlerin 3
Mart 1924’te Hilâfet’i yıkmakta başarılı olmaları üzerine âlim Muhammed Ali
Cevher 4 Mart 1924 tarihli Times Dergisi’nde şunları söylemişti: ‘Hilâfet’in
ilga edilmesinden sonra Müslümanların akıllarındaki gerçek etkilerini tahmin
etmek zordur. İslâm ve insanlık medeniyeti için birtakım kötü sonuçlara neden
olacağından eminim. İslâm dünyasında çok özel bir yeri ve saygınlığı olan,
İslâm birliğinin sembolü sayılan bir kurumun ortadan kaldırılması Müslümanların
parçalanmalarına neden olacaktır…’ Muhammed Ali Cevher sözünde ne kadar da
isabet etmiş! Hilâfet’in yıkılmasından sonra İslâm dünyası birebir beklenenle
karşılaşmıştır. Hilâfet’in yıkılmasından sonra İngiltere İslâm beldelerindeki
sömürgeciliğini artırmış, iyice yerleşmiş, buralarda yaşayan Müslümanlara
zulmedilmiş ve binlerce âlimi de katletmiştir.”
- Pakistan Yüksek İslâm Üniversitesi Usulu’d Din Fakültesi Bölüm Başkanı Prof.
Ahmed Can: “Ülkelerimizde İslâm üzere bilinçli ve uyanık olmak yoluyla
eski onurumuzu, izzetimizi geri kazanabilmek için düşünmemiz ve plan yapmamız
gerekir. Mevcut nizamlar tarafından yağmalanan hakları konusunda ümmeti
bilinçlendirmek ve Hilâfet’in gölgesi altında yaşamadıkça bunu kesinlikle
gerçekleştiremeyeceklerini onların akıllarına iyice yerleştirmek gerekir. Hilâfet
izzet ve koruyucu demektir. Hilâfet, dinin ve dünyanın koruyucusudur. O hem
asıldır hem de fasıldır. Hükümler onunla uygulanır, hadler yerine getirilir,
fetihler gerçekleştirilir ve başlar onunla dimdik olur.”
- Yemen el-İman Üniversitesi Rektörü Şeyh Abdülmecid
Zindani:
“Gençler! Size bazı şeyler söyleyeceğim, belki bunlar sizin kulaklarınıza
farklı gelebilir. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisinden sonra gelecek
siyasi dönemler hakkında şöyle demiştir: ‘Allah’ın
olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde
Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet minhacı üzere (Raşidî) Hilâfet
olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı
dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı meliklik olacaktır. Böylece
Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu
da kaldıracaktır. Sonra Zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını
dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra
(yeniden) Nübüvvet minhacı üzere (Raşidî) Hilâfet olacaktır.’ İşte bugünkü
yönetimler, zorba olan yönetimlerdir. Bunlar demir çubuklarıyla Müslümanları
yönetmektedirler. Hilâfet’i engellemeye çalışmaktadırlar. Hilâfet için davayı
yüklenen insanları hapse atmaktadırlar… Tahrir Meydanı’nda on milyon insan
toplanarak Mısır’ın kâfir rejimini devirmeye çalışmaktadır. Bunlar, Allah’tan
başka kimseden korkmuyorlar. Bundan dolayı Nübüvvet minhacı üzere Hilâfet
Allah’ın izniyle tekrar kurulacaktır. Amerika’nın Millî Güvenlik Konseyi şunu
açıklıyor: ‘2025 yılında Müslümanlar Hilâfet’i ilan edecekler.’ Rusya’nın
Millet Meclisi, ‘2020 yılında Müslümanlar yeniden Hilâfet’i ilan edecekler’
diyor. Müslümanların zalim yöneticilere karşı koyması ve bu ayaklanmaların
Müslümanların çeşitli memleketlerinde meydana gelmesi Hilâfet’in yeniden
kurulacağına dair emarelerdendir.”
- Mısırlı Âlim Muhammed Ali: “Müslümanların
üzerine tatbik edilmesi gereken kanunların Allah’ın Kitabı’ndan ve Rasulü’nün Sünneti’nden
alınması gereklidir. Yeryüzündeki Müslüman âlimlerin tümünün, topraklarındaki
kanunlara muvafakat etmeleri caiz değildir. Ülkesindeki yöneticiyle biatleşen
ve onun ağzıyla konuşan bir âlim, bu tavrıyla bu yöneticinin İslâm’a muhalif
olan tüm kanunlarına da muvafakat etmiş sayılır… Bu nedenle anayasa ve kanunlar
konusunda hazırlıklı olmalıyız. Çünkü Allah’ın kelimesi en yüce olandır ve
Hilafet Devleti’nde Allah’ın şeriatı uygulanır. Hazırlıklı olalım ki mevcut
kanunlar İslâm Hilâfet’i kurulduğunda bir engel olmasın.”
- Filistinli Şeyh Hüseyin el-Yusuf: “Hilâfet’in
dışında hiçbir şey Filistin’i koruyamaz. Hilâfet kaybolduktan sonra Filistin de
kayboldu. 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde Teodor Hertzel başkanlığında
ilk Yahudi kongresi yapıldı. Filistin’de Yahudiler için milli bir yurt
kurulması kararlaştırıldı. Bu kararlarını gerçekleştirmek üzere Yahudilerin
Filistin’e göç etmelerine izin vermesi için Osmanlı Halifesi Sultan
Abdülhamid’i (Allah ona rahmet etsin) aldatmaya çalıştılar. Lakin Sultan
Abdülhamid bunu kesin bir dille reddetti. Bunun üzerine devlet başkanları ve
elçiler aracılığıyla Sultan üzerinde baskı kurmaya çalıştılar. Allah rahmet
etsin Sultan’ın onlara cevabı şu oldu: ‘…Bu
toprak benim şahsi mülküm değildir. Burası Müslüman halkımın kanlarıyla
suladığı topraklardır. Ben Müslümanların beni sorumlu tuttukları emanete hıyanet
ederek mukaddes toprakların Yahudilere satılması suretiyle tarihte utanılacak
kara bir lekeyi taşıyamam. Yahudilerin milyonları kendilerinin olsun. Devletim
bir gün parçalanacak olursa o zaman Filistin’i herhangi bir bedel ödemeden
alabilirler. Ancak ben yaşadığım sürece vücudumun doğranması Filistin’in İslâm
dünyasından koparıldığını görmekten bana daha hafif gelir.’ Nitekim fiilî
olarak da Hilâfet paramparça edilip İslâmi hüküm ortadan kalkınca Filistin de
kayboldu.”
- Ürdün Jadara Üniversitesi Mühendislik Fak. Dekanı
Prof. Dr. Muhammed Malkavi: İslâm Hilâfeti’nin kurulmasının zorla
gerçekleşecek olan bir eylem olmadığının veya güçlü ve zayıf kimselere rağmen
yapılacak bir iş olmadığının kesinlikle bilinmesi gerekir. Bilakis Hilâfet’in
kurulmasındaki İslâmi metot, siyasi ve fikrî çalışmaya dayanır. Şiddete ve zor
kullanmaya dayanmaz! Yani düşüncenin kuvvetine, nizamın sağlıklı olmasına,
topraklar ve yöneticiler üzerinde hâkimiyet kurmadan önce, otoritenin
nefislerde ve düşüncede gerçekleştirilmesine dayanır.
- Sudanlı Şeyh Muhammed Abdullah el Ğabsavi: “Nebi
SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanından Hilâfet’in yıkıldığı 3 Mart 1924
tarihine kadar geçen süre zarfında Müslümanlar bir husus üzerinde; Hilâfet’in İslâm’daki
yönetim için tek şer’î nizam olduğunda kesinlikle ihtilaf etmediler.
Dolayısıyla Hilâfet’in düşürülmesinden günümüze kadar geçen süre zarfında
Müslümanların görevi, ümmetin fakihlerinin fıkıh eserlerinde belirttikleri gibi
Hilâfet’in iadesi için çaba ortaya koymaktır. Müslümanlar bu şer’î vacibi
yerine getirmekte kusur ettikleri zaman hep birlikte günahkâr olurlar. Şer’î
bir özre sahip olmadan bundan uzak bir hâlde ölen kimseler, Hilâfet
kurulmadıkça ve bir halifeye biat edilmedikçe cahiliye ölümü ile ölmüş
olurlar.”
- Cezayirli Âlim Dr. Muhammed Abdurrahman: “Hilâfet,
Nübüvvet metodu üzere bir devlettir. Onun esası İslâm’dır ve görevi Muhammed
SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hidayeti üzere Allah yolundaki cihad ve davet
ile İslâm’ı tüm insanlara taşımaktır. Hilâfet, en ufak bir şüpheye yer bırakmadan
dünyanın şeklini değiştirecek ve dünyayı kula kul olma karanlığından kurtarıp
kulların Rabbine kulluğa çıkartacak olan devlettir.”
Hilâfet ile alakalı
dünyanın farklı coğrafyalarındaki değerli âlimlerin ve üstatların düşünceleri
bunlardır. Türkiye’den ise bu konudaki değerli âlimlerin görüşleri şöyledir:
- Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız Hoca: “Ben 15 yaşında
iken Hilâfet kelimesi literatürde dahi yoktu. Daha sonra tek tük Hilâfet
kelimesi duyuldu. Şimdi ben 50 yaşındayım ve Hilâfet olmazsa biz nasıl oluruz
diyorum. Binlerce genç ise buna yüreklerinden âmin ya Rabbi diyorlar… Allah’a
itimadım o kadar yüksektir ki, bi on sene ömrüm olsa Hilâfet’i göreceğime iman
ediyorum. Ve Allah’ın izni ile küfür çatlasa da kudursa da bu Hilâfet Kudüs’te
olacaktır. Çünkü Peygamberim öyle vaat ediyor.”
- Kalem Der Başkanı Ahmet Kalkan Hoca: “Hilâfet
‘Allah’ın dinini hâkim kılmak’ özünü taşır. Bu öz Hilâfet’in sosyal alanda da
hissedilir olup, gerçekleşmesiyle ve teşkilatlanmasıyla siyasi bir görünüm
kazanır. Hilâfet demek; laiklik, demokrasi ve muhafazakârlık gibi tuzaklardan
kurtulup Kur’ânî ilkelere sarılmak demek. Yol uzun ve aşılması gereken dağlar
yüksek olabilir. Ama unutmayalım; zorluklar başarının değerini arttıran
süslerdir. Hedefin zorluğudur insanı kahraman yapan. Sınavın zorlu olmasıdır
kişiye dünyada devleti, ahirette cenneti armağan ettiren.”
- Mustafa Çelik Hoca: “Hilâfet;
Müslümanlar için lüks ve fantezi değil, İslâmi kimlik ve varlıklarını
koruyabilmeleri için vazgeçilmez bir zarurettir. Hilâfet, imanı kalbinde, ölümü
sırtında taşıyan ve bir tek Allah için yaşayanların yönetim biçimidir. Hilâfet’in
ilgası, aklın, dinin ilgasıdır. Allah’ın mülkünde Allah’ın dininin yürürlükten
kaldırılmasıdır. Hilâfet İslâm ümmetinin değişmeyen hayat eksenidir.”
- Vahdet Vakfı Başkanı Âlim Hüsnü Aktaş Hoca: “İslâmi
siyasetin temel rükünlerini ‘vahiy ile sabit olan hakikatleri dikkate almak,
adaleti sağlamak, emanetleri ehline vermek, herhangi bir ayrım yapmadan (kavmi,
rengi, dini ve dili ne olursa olsun) tebaasının saadetine vesile olmak’
şeklinde ifade edebiliriz. Hesap gününe hazırlanan Müslümanların;
modern-seküler siyaset nazariyelerini ve ‘hikmet-i hükümet’ anlayışını
reddetmeleri zaruri olduğu gibi, Hilâfet nizamının ihyası için birbirleri ile
yardımlaşmaları da zaruridir.”
- Şahı Merdan Sarı Hoca: “Tattığımız her
acı, döktüğümüz her gözyaşı, Müslümanlar arasında yerleşmiş her fasit fikir
bizlere Hilâfet’in hayat memat meselesi olduğunu hatırlatmalıdır! Zira Hilâfet İslâm
ümmetinin birlikteliğinin nişanesidir. İslâm
ümmeti bir vücuttur, Hilâfet bu vücudun başıdır. Baş olmadığı vakit gövde ne
kadar büyük olursa olsun bir kıymeti harbiyesi olamaz. Tarihin sayfalarında bir
zaman yeryüzüne hükmetmiş olduğu muazzez ve ihtişamlı dönemine kavuşabilmesi
için bu gövdenin başa kavuşturulması şarttır.”
Allah’a hamdolsun
ki bu konuda muteber kabul edilen âlimler arasında bir ihtilaf yoktur. Usûl ve
fıkıhta farklı görüşleri olan âlimler, Hilâfet konusunda ittifak etmektedirler.
Rabbim bunun için gayret eden ve Nebilerin varisi olmaya namzet olan tüm
âlimlerden razı olsun! Ayrıca küçücük dünya malına tamah edip bilerek hakkı
gizleyen, susarak bu fasit sistemin işlediği her türlü cürme ortak olan, İslâm
ile hükmetmeyen yöneticilere hak sözü haykırmayan, İslâm’ı güncellemek
isteyenlere iki çift laf edemeyen, İslâm düşmanları ile dostluk kuranlara yaren
olmaya çalışan, tehditlerden korkan ve teşviklerle yozlaşan sözde âlimlere de
bu yanlışlarından dönmeyi nasip etsin!
Bugün tüm âlimlere büyük bir görev düşmektedir. Çünkü onlar diğer insanlardan daha büyük bir sorumluluğa sahiptirler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in varisi olan onlardır. Aleyhis Salatu ve’s Selam’ın buyurduğu [إنهم ورثة الأنبياء] “Onlar Nebilerin varisleridirler” kavli, her ne kadar haber sigasıyla gelmiş olsa da, teklife yani sorumluluğa delalet etmektedir. O hâlde bu teklifi yüklenmeye muttaki ve muhlis olan âlimlerden daha evla kim vardır? Mesuliyet ne kadar büyükse, karşılığı olan ecir de o kadar büyüktür! Öyleyse ümmetin gören gözü, işiten kulağı ve yolunu aydınlatan kandil misali olan âlimlerin gayreti dünyaya yönelik değil, ahirete yönelik olmalıdır. Muhakkak ki ilim; ne saygın olmak, ne ihtiram kazanmak, ne statü ve ün elde etmek, ne dünya malına ve itibara kavuşmak, ne de teorisyen ya da filozof olmak içindir. Bilakis amel etmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker farziyetini layıkıyla yerine getirebilmek içindir. Dolayısıyla ilim; dünya da meşakkati, zorluğu ve sıkıntıyı yanında getirecektir. Çünkü yeryüzünde en çok sıkıntı ve zorluk çekenler Nebiler olmuştur. Nebilerin varisi olan âlimlere kalan miras da, işte rahmeti bol olan bu zahmettir!
Selam ve dua,
Allah’ın dini için zahmete girenlerin üzerine olsun…


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış