NEBİLERİN VARİSİ OLAN ÂLİMLER HİLÂFET KONUSUNDA İTTİFAK EDİYORLAR

Hakkı Eren

Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:

اْلعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الأنْبِيَاءِ

“Âlimler Nebilerin varisleridir.”[1]

Öyleyse hatemü’l enbiya olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra yolunu şaşıran insanları yeniden sırat-ı müstakime davet edecek olanlar, kutlu Nebi’nin kutlu varisleridir. Günümüzde olduğu gibi İslâm ahkâmının hayattan uzaklaşması durumunda İslâm’ı yeniden hayata hâkim kılacak olanlar, hayırlı Rasul’ün hayırlı varisleridir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın dininin yeryüzünde hâkim olmaması ve indirmiş olduğu hükümlerin uygulanmamasının ne kadar vahim bir durum olduğunu en iyi âlimler bilmektedir. Dolayısıyla âlimler Rabbimizden layıkıyla korkanlardır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

إِنَّمَا يَخْشَى الله مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ

“Allah’tan, kulları içinde, ancak âlimler korkar.”[2]

Nebiler nasıl ki vahyin aydınlığından cahiliyenin karanlığına düşen ümmetlere bir uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderilmişlerse, Nebilerin varisleri olan âlimlerin de asli görevi, vahiyden uzaklaşan insanları yeniden vahye çağırmak, onları hikmetle uyarmak ve müjdelemektir. İnsanlara dosdoğru olan yolu göstermek ve öğüt vermektir. Zira Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الأَلْبَابِ

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.”[3]

Öyleyse bugün âlimlerin yapması gereken bellidir. Nebilerin varisleri olarak onlara düşen görev, dinin ikame edilmesinde en ön safta yer almaktır. Vasıfları itibariyle âlimlerin bu saflarda olmaları kaçınılmazdır. Sahip oldukları makamlara layık bir şekilde yerlerinde oturmamaları, İslâm’a ve Müslümanlara yönelik bu kadar saldırının olduğu bir zamanda susmamaları ve ümmeti aydınlatan kandiller gibi olmaları gerekmektedir. Âlimlerimiz üzerlerindeki mesuliyetin farkında olarak dinin ikame edilmesi ve Müslümanların birleştirilmeleri için ümmeti teşvik edecek ve bu büyük hayırdan nasiplenecek önemli bir güruhtur.

Ancak bugün etrafımızda, omuzlarındaki bu büyük görev ve vebalin varlığından bihaber olan âlimler bulunmaktadır. Her ne kadar ilim yüklü olsalar da bunlara âlim demeye dilimiz varmaz! Çünkü bunların dimağları sömürgeci Batı’nın ürettiği fasit fikirlerle, dilleri süslü ve zehirli sözlerle, karınları ise hakkı gizlediklerinden dolayı önlerine konulan payelerle doludur. Allah’tan en çok korkması gerekenler, Allah’a karşı isyanda neredeyse başı çekmektedirler. Dolayısıyla bunların ne izzetleri, ne gönülden sevenleri, ne de ahirete yönelik kazançları vardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

ﺃَﺷَﺪُّ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ ﻋَﺬَﺍﺑًﺎ ﻳَﻮْﻡَ ﺍﻟْﻘِﻴَﺎﻣَﺔِ ﻋَﺎﻟِﻢٌ ﻟَﻢْ ﻳَﻨْﻔَﻌْﻪُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺑِﻌِﻠْﻤِﻪِ 


Kıyamet günü insanların en şiddetli azap çekeni, Allah’ın ilmiyle kendisine bir menfaat vermediği âlimdir.” [Beyhaki]

Fakat bu olumsuz örneklere rağmen ilmin namusuna sahip çıkan, gözümüzü ve gönlümüzü aydınlatan, kınamacıların kınamasına aldırmayan, zalimlerin tehditlerine boyun eğmeyen ve her şeyden önce hakkı üstün tutan âlimlerimiz de vardır. Allah onlardan razı olsun ki ilimleri ve söylemleriyle asrımızdaki zifiri karanlığı aydınlatmakta ve Müslümanların hakikati görmelerine vesile olmaktadırlar. 

Bilindiği üzere Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’den istediği nusreti bulunca oraya hicret etti ve bir devlet kurdu. Zira bir devlet olmaksızın İslâm’ın kâmil olarak tatbik edilmesi imkânsızdı. O bir Nebi olmanın yanı sıra kurulan İslâm Devleti’nin de başkanı oldu. İnsanların heva ve hevesine uymadan Allah’ın indirdiği vahiy ile bu devleti yönetti. Her fani gibi vefat eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra İslâm Devleti’ni yönetmesi için halifeler seçildi. Çünkü halife olmadan İslâm’ın hükümlerinin uygulanamayacağı konusunda icma eden Sahabeler, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in cenazesini defnetmeden önce bir halife seçtiler. Zira hepsi de bu işin ne kadar önemli olduğunun idrakindeydiler. İmam Maverdî “Ahkâmu’s Sultaniyye isimli eserinde şöyle demektedir:

“İmâmet/Hilâfet din ve dünyaya ait işlerinin yürütülmesi için nübüvvete halef olarak konulmuş, kabul edilmiş bir müessesedir. Devlet başkanlığı vazifesini yürütene, bütün Müslüman topluluğunun uyması gerektiği hususunda icma vaki olmuştur.”

Dolayısıyla bir imam yani bir halife olmadıkça İslâm’ın hükümlerinden olan hadler ikame edilemez, fetihler gerçekleştirilemez ve İslâm’ın şerefi korunamaz. Bu hususta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ 

“İmam (halife) ancak bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”[4]

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de kurmuş olduğu İslâm Devleti 14 asır boyunca hayat sürdü ve 3 Mart 1924’te İngilizler ve yerli işbirlikçileri eliyle yıkıldı. Müslümanlar da o tarihe kadar İslâm ile hükmeden bir devletleri olduğu için Rableriyle güçlü ve dinleriyle izzetli oldular. Söyledikleri bir söz dünyanın dört bir tarafında yankı bularak kâfirlerin kalplerine korku salardı. Ancak 3 Mart 1924’ten sonra Müslümanlar zayıfladılar ve kâfirler tarafından parçalara ayrıldılar. Hilâfetlerini, devletlerini, vahdetlerini, izzetlerini ve servetlerini kaybettiler. İki asır boyunca Hilâfet’i yıkmak için çalışan sömürgeciler, onun tekrar kurulamaması adına da o günden sonra hummalı bir şekilde çalışmaya devam ettiler. Ancak bugün Müslümanlar Hilâfet’in yeniden kurulması gerektiğini, bunun farzların tacı olduğunu öğrenerek gerçekleri görmeye başladılar. Çünkü etraflarında zalim yöneticilerden korkmadan bu hakikati haykıran âlimler ve kitleler bulunmaktadır. Bu âlimler Müslümanları yeniden Hilâfet’i ikame etmeye ve bunun ne kadar önemli bir mesele olduğunu anlatmaya çalışmaktadırlar.

İşte bu güzide âlimlerden bazılarının Hilâfet ile ilgili söylemleri şöyledir:  

- Hizb-ut Tahrir’in Emîri Şeyh Ata İbnu Halil Ebu Raşta: “Emin olunuz ki Hizb-ut Tahrir’li kardeşleriniz; hak üzere sabit olup, Râşidî Hilâfet’in döneceğine dair Allahu Teâlâ’nın vaadinin ve Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesinin gerçekleşmesi için bütün gücü ve ciddiyetiyle, Allah’tan başka hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan çalışmaktadır. Bundan emin olunuz! Onlar, bunun için Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından çizilen yol üzerinde yürümektedirler. Sizinle birlikte Ukab sancağının, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağının altında gölgelenmek üzere bu uğurda çalışmaktadırlar. Allah Subhanehu’nun izniyle de neredeyse yolun sonuna geldiler. İşte böylece Hilâfet’in yeryüzünde doğacak eman, emniyet ve adaleti İslâm diyarına yayılacaktır.”

- Endonezyalı Âlim el-Hac el-Sıddık el-Cavi: “Hilâfet Devleti’nin gölgesinde İslâm şeriatını tatbik etmek bu ümmetin yeniden dirilişinin tek yoludur ve kesinlikle bundan başka yolu yoktur. Endonezya’da ve diğer İslâm beldelerinde uygulanmakta olan laik sistem hiçbir surette düzelmeyi ve ilerlemeyi sağlamayacaktır. Çünkü bu sistem fasit bir sistemdir. Aynı zamanda İslâm akidesi ve şeriatıyla tamamen çelişmektedir. Bu nedenledir ki bu ümmetin bu sisteme desteği yoktur.”

- Hindistanlı Âlim Muhammed Faruk el-Nedvi: “İngilizlerin 3 Mart 1924’te Hilâfet’i yıkmakta başarılı olmaları üzerine âlim Muhammed Ali Cevher 4 Mart 1924 tarihli Times Dergisi’nde şunları söylemişti: ‘Hilâfet’in ilga edilmesinden sonra Müslümanların akıllarındaki gerçek etkilerini tahmin etmek zordur. İslâm ve insanlık medeniyeti için birtakım kötü sonuçlara neden olacağından eminim. İslâm dünyasında çok özel bir yeri ve saygınlığı olan, İslâm birliğinin sembolü sayılan bir kurumun ortadan kaldırılması Müslümanların parçalanmalarına neden olacaktır…’ Muhammed Ali Cevher sözünde ne kadar da isabet etmiş! Hilâfet’in yıkılmasından sonra İslâm dünyası birebir beklenenle karşılaşmıştır. Hilâfet’in yıkılmasından sonra İngiltere İslâm beldelerindeki sömürgeciliğini artırmış, iyice yerleşmiş, buralarda yaşayan Müslümanlara zulmedilmiş ve binlerce âlimi de katletmiştir.”

- Pakistan Yüksek İslâm Üniversitesi Usulu’d Din Fakültesi Bölüm Başkanı Prof. Ahmed Can: “Ülkelerimizde İslâm üzere bilinçli ve uyanık olmak yoluyla eski onurumuzu, izzetimizi geri kazanabilmek için düşünmemiz ve plan yapmamız gerekir. Mevcut nizamlar tarafından yağmalanan hakları konusunda ümmeti bilinçlendirmek ve Hilâfet’in gölgesi altında yaşamadıkça bunu kesinlikle gerçekleştiremeyeceklerini onların akıllarına iyice yerleştirmek gerekir. Hilâfet izzet ve koruyucu demektir. Hilâfet, dinin ve dünyanın koruyucusudur. O hem asıldır hem de fasıldır. Hükümler onunla uygulanır, hadler yerine getirilir, fetihler gerçekleştirilir ve başlar onunla dimdik olur.”

- Yemen el-İman Üniversitesi Rektörü Şeyh Abdülmecid Zindani: “Gençler! Size bazı şeyler söyleyeceğim, belki bunlar sizin kulaklarınıza farklı gelebilir. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisinden sonra gelecek siyasi dönemler hakkında şöyle demiştir: ‘Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet minhacı üzere (Raşidî) Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet minhacı üzere (Raşidî) Hilâfet olacaktır.’ İşte bugünkü yönetimler, zorba olan yönetimlerdir. Bunlar demir çubuklarıyla Müslümanları yönetmektedirler. Hilâfet’i engellemeye çalışmaktadırlar. Hilâfet için davayı yüklenen insanları hapse atmaktadırlar… Tahrir Meydanı’nda on milyon insan toplanarak Mısır’ın kâfir rejimini devirmeye çalışmaktadır. Bunlar, Allah’tan başka kimseden korkmuyorlar. Bundan dolayı Nübüvvet minhacı üzere Hilâfet Allah’ın izniyle tekrar kurulacaktır. Amerika’nın Millî Güvenlik Konseyi şunu açıklıyor: ‘2025 yılında Müslümanlar Hilâfet’i ilan edecekler.’ Rusya’nın Millet Meclisi, ‘2020 yılında Müslümanlar yeniden Hilâfet’i ilan edecekler’ diyor. Müslümanların zalim yöneticilere karşı koyması ve bu ayaklanmaların Müslümanların çeşitli memleketlerinde meydana gelmesi Hilâfet’in yeniden kurulacağına dair emarelerdendir.”

- Mısırlı Âlim Muhammed Ali: “Müslümanların üzerine tatbik edilmesi gereken kanunların Allah’ın Kitabı’ndan ve Rasulü’nün Sünneti’nden alınması gereklidir. Yeryüzündeki Müslüman âlimlerin tümünün, topraklarındaki kanunlara muvafakat etmeleri caiz değildir. Ülkesindeki yöneticiyle biatleşen ve onun ağzıyla konuşan bir âlim, bu tavrıyla bu yöneticinin İslâm’a muhalif olan tüm kanunlarına da muvafakat etmiş sayılır… Bu nedenle anayasa ve kanunlar konusunda hazırlıklı olmalıyız. Çünkü Allah’ın kelimesi en yüce olandır ve Hilafet Devleti’nde Allah’ın şeriatı uygulanır. Hazırlıklı olalım ki mevcut kanunlar İslâm Hilâfet’i kurulduğunda bir engel olmasın.”

- Filistinli Şeyh Hüseyin el-Yusuf: “Hilâfet’in dışında hiçbir şey Filistin’i koruyamaz. Hilâfet kaybolduktan sonra Filistin de kayboldu. 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde Teodor Hertzel başkanlığında ilk Yahudi kongresi yapıldı. Filistin’de Yahudiler için milli bir yurt kurulması kararlaştırıldı. Bu kararlarını gerçekleştirmek üzere Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine izin vermesi için Osmanlı Halifesi Sultan Abdülhamid’i (Allah ona rahmet etsin) aldatmaya çalıştılar. Lakin Sultan Abdülhamid bunu kesin bir dille reddetti. Bunun üzerine devlet başkanları ve elçiler aracılığıyla Sultan üzerinde baskı kurmaya çalıştılar. Allah rahmet etsin Sultan’ın onlara cevabı şu oldu: ‘…Bu toprak benim şahsi mülküm değildir. Burası Müslüman halkımın kanlarıyla suladığı topraklardır. Ben Müslümanların beni sorumlu tuttukları emanete hıyanet ederek mukaddes toprakların Yahudilere satılması suretiyle tarihte utanılacak kara bir lekeyi taşıyamam. Yahudilerin milyonları kendilerinin olsun. Devletim bir gün parçalanacak olursa o zaman Filistin’i herhangi bir bedel ödemeden alabilirler. Ancak ben yaşadığım sürece vücudumun doğranması Filistin’in İslâm dünyasından koparıldığını görmekten bana daha hafif gelir.’ Nitekim fiilî olarak da Hilâfet paramparça edilip İslâmi hüküm ortadan kalkınca Filistin de kayboldu.”

- Ürdün Jadara Üniversitesi Mühendislik Fak. Dekanı Prof. Dr. Muhammed Malkavi: İslâm Hilâfeti’nin kurulmasının zorla gerçekleşecek olan bir eylem olmadığının veya güçlü ve zayıf kimselere rağmen yapılacak bir iş olmadığının kesinlikle bilinmesi gerekir. Bilakis Hilâfet’in kurulmasındaki İslâmi metot, siyasi ve fikrî çalışmaya dayanır. Şiddete ve zor kullanmaya dayanmaz! Yani düşüncenin kuvvetine, nizamın sağlıklı olmasına, topraklar ve yöneticiler üzerinde hâkimiyet kurmadan önce, otoritenin nefislerde ve düşüncede gerçekleştirilmesine dayanır.

- Sudanlı Şeyh Muhammed Abdullah el Ğabsavi: “Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanından Hilâfet’in yıkıldığı 3 Mart 1924 tarihine kadar geçen süre zarfında Müslümanlar bir husus üzerinde; Hilâfet’in İslâm’daki yönetim için tek şer’î nizam olduğunda kesinlikle ihtilaf etmediler. Dolayısıyla Hilâfet’in düşürülmesinden günümüze kadar geçen süre zarfında Müslümanların görevi, ümmetin fakihlerinin fıkıh eserlerinde belirttikleri gibi Hilâfet’in iadesi için çaba ortaya koymaktır. Müslümanlar bu şer’î vacibi yerine getirmekte kusur ettikleri zaman hep birlikte günahkâr olurlar. Şer’î bir özre sahip olmadan bundan uzak bir hâlde ölen kimseler, Hilâfet kurulmadıkça ve bir halifeye biat edilmedikçe cahiliye ölümü ile ölmüş olurlar.”

- Cezayirli Âlim Dr. Muhammed Abdurrahman: “Hilâfet, Nübüvvet metodu üzere bir devlettir. Onun esası İslâm’dır ve görevi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hidayeti üzere Allah yolundaki cihad ve davet ile İslâm’ı tüm insanlara taşımaktır. Hilâfet, en ufak bir şüpheye yer bırakmadan dünyanın şeklini değiştirecek ve dünyayı kula kul olma karanlığından kurtarıp kulların Rabbine kulluğa çıkartacak olan devlettir.”

Hilâfet ile alakalı dünyanın farklı coğrafyalarındaki değerli âlimlerin ve üstatların düşünceleri bunlardır. Türkiye’den ise bu konudaki değerli âlimlerin görüşleri şöyledir:

- Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız Hoca: “Ben 15 yaşında iken Hilâfet kelimesi literatürde dahi yoktu. Daha sonra tek tük Hilâfet kelimesi duyuldu. Şimdi ben 50 yaşındayım ve Hilâfet olmazsa biz nasıl oluruz diyorum. Binlerce genç ise buna yüreklerinden âmin ya Rabbi diyorlar… Allah’a itimadım o kadar yüksektir ki, bi on sene ömrüm olsa Hilâfet’i göreceğime iman ediyorum. Ve Allah’ın izni ile küfür çatlasa da kudursa da bu Hilâfet Kudüs’te olacaktır. Çünkü Peygamberim öyle vaat ediyor.”   

- Kalem Der Başkanı Ahmet Kalkan Hoca: “Hilâfet ‘Allah’ın dinini hâkim kılmak’ özünü taşır. Bu öz Hilâfet’in sosyal alanda da hissedilir olup, gerçekleşmesiyle ve teşkilatlanmasıyla siyasi bir görünüm kazanır. Hilâfet demek; laiklik, demokrasi ve muhafazakârlık gibi tuzaklardan kurtulup Kur’ânî ilkelere sarılmak demek. Yol uzun ve aşılması gereken dağlar yüksek olabilir. Ama unutmayalım; zorluklar başarının değerini arttıran süslerdir. Hedefin zorluğudur insanı kahraman yapan. Sınavın zorlu olmasıdır kişiye dünyada devleti, ahirette cenneti armağan ettiren.”  

- Mustafa Çelik Hoca: Hilâfet; Müslümanlar için lüks ve fantezi değil, İslâmi kimlik ve varlıklarını koruyabilmeleri için vazgeçilmez bir zarurettir. Hilâfet, imanı kalbinde, ölümü sırtında taşıyan ve bir tek Allah için yaşayanların yönetim biçimidir. Hilâfet’in ilgası, aklın, dinin ilgasıdır. Allah’ın mülkünde Allah’ın dininin yürürlükten kaldırılmasıdır. Hilâfet İslâm ümmetinin değişmeyen hayat eksenidir.”

- Vahdet Vakfı Başkanı Âlim Hüsnü Aktaş Hoca: “İslâmi siyasetin temel rükünlerini ‘vahiy ile sabit olan hakikatleri dikkate almak, adaleti sağlamak, emanetleri ehline vermek, herhangi bir ayrım yapmadan (kavmi, rengi, dini ve dili ne olursa olsun) tebaasının saadetine vesile olmak’ şeklinde ifade edebiliriz. Hesap gününe hazırlanan Müslümanların; modern-seküler siyaset nazariyelerini ve ‘hikmet-i hükümet’ anlayışını reddetmeleri zaruri olduğu gibi, Hilâfet nizamının ihyası için birbirleri ile yardımlaşmaları da zaruridir.”

- Şahı Merdan Sarı Hoca: “Tattığımız her acı, döktüğümüz her gözyaşı, Müslümanlar arasında yerleşmiş her fasit fikir bizlere Hilâfet’in hayat memat meselesi olduğunu hatırlatmalıdır! Zira Hilâfet İslâm ümmetinin birlikteliğinin nişanesidir. İslâm ümmeti bir vücuttur, Hilâfet bu vücudun başıdır. Baş olmadığı vakit gövde ne kadar büyük olursa olsun bir kıymeti harbiyesi olamaz. Tarihin sayfalarında bir zaman yeryüzüne hükmetmiş olduğu muazzez ve ihtişamlı dönemine kavuşabilmesi için bu gövdenin başa kavuşturulması şarttır.”

Allah’a hamdolsun ki bu konuda muteber kabul edilen âlimler arasında bir ihtilaf yoktur. Usûl ve fıkıhta farklı görüşleri olan âlimler, Hilâfet konusunda ittifak etmektedirler. Rabbim bunun için gayret eden ve Nebilerin varisi olmaya namzet olan tüm âlimlerden razı olsun! Ayrıca küçücük dünya malına tamah edip bilerek hakkı gizleyen, susarak bu fasit sistemin işlediği her türlü cürme ortak olan, İslâm ile hükmetmeyen yöneticilere hak sözü haykırmayan, İslâm’ı güncellemek isteyenlere iki çift laf edemeyen, İslâm düşmanları ile dostluk kuranlara yaren olmaya çalışan, tehditlerden korkan ve teşviklerle yozlaşan sözde âlimlere de bu yanlışlarından dönmeyi nasip etsin!

Bugün tüm âlimlere büyük bir görev düşmektedir. Çünkü onlar diğer insanlardan daha büyük bir sorumluluğa sahiptirler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in varisi olan onlardır. Aleyhis Salatu ve’s Selam’ın buyurduğu [إنهم ورثة الأنبياء“Onlar Nebilerin varisleridirler” kavli, her ne kadar haber sigasıyla gelmiş olsa da, teklife yani sorumluluğa delalet etmektedir. O hâlde bu teklifi yüklenmeye muttaki ve muhlis olan âlimlerden daha evla kim vardır? Mesuliyet ne kadar büyükse, karşılığı olan ecir de o kadar büyüktür! Öyleyse ümmetin gören gözü, işiten kulağı ve yolunu aydınlatan kandil misali olan âlimlerin gayreti dünyaya yönelik değil, ahirete yönelik olmalıdır. Muhakkak ki ilim; ne saygın olmak, ne ihtiram kazanmak, ne statü ve ün elde etmek, ne dünya malına ve itibara kavuşmak, ne de teorisyen ya da filozof olmak içindir. Bilakis amel etmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker farziyetini layıkıyla yerine getirebilmek içindir. Dolayısıyla ilim; dünya da meşakkati, zorluğu ve sıkıntıyı yanında getirecektir. Çünkü yeryüzünde en çok sıkıntı ve zorluk çekenler Nebiler olmuştur. Nebilerin varisi olan âlimlere kalan miras da, işte rahmeti bol olan bu zahmettir!

Selam ve dua, Allah’ın dini için zahmete girenlerin üzerine olsun…



[1] Ebu Davud, Tirmizi

[2] Fatır Suresi 28

[3] Zumer Suresi 9

[4] Müttefikun Aleyh


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz