ÂLİ İMRAN SURESİ 151-155. AYETLER -2- BÖLÜM

Esad Mansur

Müminler suç işlemeden başlarına musibetler gelirse bu onlar için imtihan olur ve buna karşı sevap kazanırlar ve günahları silinir.  Uhud Savaşı’nda Resul ve onunla beraber sebat gösteren müminlerin başlarına aynı musibet geldi.  Nitekim Allah Celle Celâlehû Bakara suresi 155. ayette müminleri biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ürünlerden biraz azaltma ile deneceğini vurguladı. Müminler buna karşı sabredip Allah’ın mülkü olduklarını ve O’na döneceklerini idrak edip söylerlerse Allah onları bağışlar ve rahmetini onların üzerine indirir.

Allah Celle Celâlehû o günkü müminlerin durumunu şöyle vasfediyor:

“Şöyleki; Resul arkanızdan çağırdığı halde siz savaş alanından uzaklaşıyorsunuz ve hiç biriniz dönüp bakmıyor. Bu nedenle Allah size keder üzerine keder verdi ki gerek elinizden gidene gerekse başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”

Düşman birden dağın arkasından dolanıp arkalarından gelince Müslümanlar şaşırıp kaçtılar. Resul arkalarından çağırıyor: Ey Allah’ın kulları benim yanıma gelin. İşte o durumda müminlerin kederleri arttı, musibetleri arttı, kazandıkları zaferi ellerinden kaçırdılar, hezimete uğradılar ve bunun arkasından gelen zararlar... Hamza ve Musa’b bin Umeyr gibi bir takım sahabeler öldürüldü. Hatta bazıları Resulullah öldürüldü denilince çok üzüldü. Ganimetleri de kaybettiler.

Allah Celle Celâlehû müminlere sanki şöyle diyordu: “Bu kederler ve musibetlere rağmen kaçırdıklarınız fırsatlar ve başlarınıza gelen musibetlerden dolayı üzülmeyin. Böyle bir şey oldu, onlardan haberdarım, hepsini biliyorum. Artık geleceğe bakın, bundan ders alın ve aynı hataya düşmeyin. Resule isyan etmeyin. Yine Resul yerine geçen Allah’ın ve Resulün emrine ve nehyine uyan samimi lider veya komutan veya emir olursa ona itaat edin ve isyan etmeyin. Savaştan ve mücadeleden kaçmayın, samimi liderinize sarılın, onunla çekişmeyin, tek vücud olun, ahireti dünyaya tercih edin. Bu şekilde zafer size gelir ve onu elinizden kaçırmasınız. Hezimete uğramazsınız.” İşte bu tüm asırlar için Müslümanlara bir mesajdır ve bu bir hakikattir.

Sonra Allah o kederin arkasından müminlere emniyet indirdi,  uyuklama hali bir kısmını kapladı ve rahatça uyudular. Bu Allah’ın onlara indirdiği emniyetin neticesidir. Hiç korkuları kalmadı, olup bitenlere rağmen rahat ve sakin oldular. Hatta şehitliği temenni ediyorlardı. Bu büyük bir nimettir. İşte müminler böyle olmalıdır, başlarına ne kadar musibet gelse de emniyetli, sabırlı ve sakin olurlar,  onlarda şaşkınlık ve panik hali olmaz, kendilerini tutarlar, akıllıca davranırlar, musibetler olunca bunların Allah’tan bir imtihan olduğunu idrak ederler.

Aralarında kendi canının kaygısına düşmüş bir grup da vardı. Allah’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar. Şöyle diyorlar: “Bu işten bize ne? Deki bu iş ve bütün işler Allah’ın elindedir. Onlar sana açıklamadıklarını içlerinde gizliyorlar ve şöyle diyorlar: Bu işten bize bir şey olsaydı burada öldürülmezdik. Onlara şöyle de: Evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi takdir edilmiş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendilerinden çıkıp giderlerdi. Allah içlerinizdekini yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için böyle yaptı. Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.”

Bu tip insanların imanı pek zayıftır. İman kalplerinde pek yerleşmedi, yakînî imana sahip değiller, sallanıyorlar, her an kayabilirler. Allah onları düzeltmek ve tedavi etmek için düşündükleri ve söylediklerini ortaya çıkartıyor ve onlara cevap veriyor. Diyorlar ki bu işten bize ne? Biz ne kazanırız, bizi ilgilendirmez, oraya niye gidip savaşıyoruz, bizim orada işimiz ne? Bizim elimizde olsaydı burada ölmezdik. Allah, Resulüne onlara söylemek için şöyle dedi: “Evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi takdir edilmiş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendilerinden çıkıp giderlerdi.” Öldürülecek kimse evlerinde olsaydılar hangi yerde öldürüleceklerse ölümleriyle karşılaşmak için o yere gideceklerdi. Uhud’da öldürüleceklerinden dolayı oraya gittiler. Çünkü evlerinde öldürülmeyeceklerdi. Kim onları öldürecekse o kişiler onlara gelecekler ve onları öldürecekler. Öldürülecek kimse öldürüleceği yere gidecek ve onu öldürecek kimse onu öldürecektir. Allah bu hakikati insanlara öğretiyor. Bu da kaza ve kader konusuna dahildir. İnsanın doğumu ve ölümü insanın elinde değildir, kendisine hâkim olan daire içerisindedir. Allah’ın elindedir. Bu nedenle Allah onlara bütün işler bana aittir diye cevap veriyor. Böyle olunca müminler emniyet içerisinde olurlar, kalplerine korku girmez, başlarına bir musibet gelecekse Allah onu takdir ettiği için gelecektir, derler. Allah bizim hakkımızda ne takdir etmişse o olacaktır, derler. Nitekim Tevbe Suresi 51. ayette bunu Allah müminlere öğretiyor. Bu nedenle kendisine tevekkül etmelerini istedi, tam şekilde dayanmalı ve güvenmeliler.

İşte Allah bu musibetlerle kalplerde ne varsa onu ortaya çıkartır, bize hakikati gösterir ve böylece yanlış düşünceleri düzeltir. Onlara doğru düşünmeyi ve söylemeyi öğretmek ister. Bu nedenle şöyle dedi: “Allah içlerinizdekini yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için böyle yaptı. Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.” İşte bu musibetler olmasaydı Müslümanlar bu gerçeği bilmeyeceklerdi. İnsan denenmedikçe içinde ne varsa pek bilinmez, böyle olaylar olmalıdır ki her şey ortaya çıksın, sadık ve samimi olan ile olmayanlar belli olsun ve birbirlerinden ayrı olsunlar. Nitekim Bakara Suresi 214, Al-i İmran 142 ve 179, Tevbe 16, Enfal 37, Muhammed 31 ve benzeri ayetlerde müminleri denemek ve içlerindekini yoklamak istediği beyan edilmiştir. Oysa Allah her an ve kesin şekilde insanın içinde ne varsa onu bilir, fakat bildiğini ortaya çıkartmak ister ki herkes belli olsun ve kalbi hasta olanlar tedavi edilsin. 

İnsanın içinde veya kalbinde olan husus ise düşündüğü şeydir. İnsanların düşünceleri düzeltilirse doğru şekilde düşünmeye ve davranmaya başlarlar ama bu düşünce veya fikir hissedilen vakıa ile ilgili olmalıdır. Bu nedenle insana o vakıayı göstermek, hissettirmek veya tasvir etmek gerekir, onu idrak etsin, kavrasın ve ondan sonra onu tasdik etsin veya inansın. Böylece fikir mefhuma dönüşür. İnsan buna göre düşünmeye ve davranmaya ve meseleleri ölçmeye başlar. Tam yerleşirse kanaat oluşur, bu durumda bu fikri ondan sökmek zor olur. İnsan buna kani olur ve teslim olur. Akaidi mesele olunca bundan sonra her hangi bir şüphe olmadan kesin şekilde inanacak ve teslim olacaktır. Bu nedenle Allah Celle Celâlehû Nisa Suresi 65. ayette iman etmek için şu şartları gösterdi: İnsan Allah’ın ve Resul’ün hükmüne başvuracak, o hükmü kabul edecek, ona karşı herhangi bir sıkıntı duymayacak veya şüphe duymayacak ve ona uyup teslim olacaktır. Bu nedenle Nisa Suresi 61. ayette de Allah’ın ve Resulü’nün hükmünden yüz çevirenlerin münafık olduklarını gösterdi. Bundan önceki ayette bunları “İman ettiklerini iddia ederler.” diye açıklıyor. Çünkü tağut hükmüne yani; insanların veya şeytanın hükmüne başvuruyorlar, onunla muhakeme olunmak istiyorlar. Yine Nur Suresi 47, 48, 49, 50 ve 51. ayetlerde de bunu gösterdi. Allah’a ve Resulüne inandık ve itaat ettik demelerine rağmen Allah’ın ve Resulü’nün hükümlerine gelin denilince yüz çevirirler. Sanki onların kalplerinde hastalık var veya Allah’ın ve Resulü’nün hükümlerine karşı şüpheleri var. Ama müminler ise “İşittik ve itaat ettik.” derler. Onlar Allah’tan sakınıp korkarlar. Çünkü Allah’ın ve Resulü’nün hükmünün ne olduğunu kavradılar, bu hüküm mefhum oldu, ona göre meseleleri anlıyor, ölçüyor ve muhakeme olunmaya hazır oluyorlar, tam kanaat getiriyor ve kesin olarak inanıyorlar.

Uhud’da iki ordu karşılaştığı gün savaş meydanını bırakıp gidenleri sırf işledikleri bir kısım günahlar yüzünden şeytan yerlerinden kaydırdı. Şeytan onlara vesvese yapıp fikirlerini etkileyip karıştırdı. Fikirleri sabit olan kimseler şeytanın vesvesesini hissedince Allah’a sığınıp bunu zihinlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Zira şeytan insana vesvese ile güç sağlamaya çalışır. Şeytan daima insanı kötülüğe ve Allah’a isyan etmeye çağırır. Hem de bunu insana kötülüğü ve isyanı süsleyerek yapar. Allah Bakara Suresi 168 ve 169. ayetlerde bunu gösterirken başka birçok ayette de gösterdi ve şeytandan sakındırdı.

Zira şeytan insanın baş düşmanıdır. İşte müminleri kaydırıp günah işletmeye sevk eder. Ama Nahl Suresi 99. ve 100. ayetlerde gösterildiği gibi Allah’a tevekkül eden müminlerin üzerlerinde şeytanın hiçbir gücü yoktur. Ancak şeytanı dost edinerek onun hükmü olan tağut hükmünü kabul edenler veya Allah’ın hükmüyle beraber karıştıranlar üzerlerine onun gücü vardır. Şeytan vesvesesiyle Allah’ın hükmünden cayıp heva ve hevese, nefsin arzuları, menfaati ve canlarını Allah’a ve emrine tercih ederler. İşlediği günah, hata ve kusur için bahane uydurmaya, kendi kendini yanlış fikirlerle kandırmaya başlar, icap ederse sahte fetvaları arayıp bunlara uyar. Bu nedenle savaştan kaçanlar “Bu işten bize ne?” dediler. “Menfaatimiz yok, bu işle alakamız yok. Niye burada ölelim? Evlerimizde kalsaydık bizim başımıza böyle şey gelmezdi, kardeşlerimiz ölmezdi.” dediler. Hepsi şeytanın vesveseleridir. Allah onlara cevap verdi ve affetti ki bir daha aynı şeyi söylemesinler ve aynı hataya düşmesinler. Muhakkak Allah bağışlayıcı ve Halim’dir.

 Allah insanı defalarca affeder, ama insan günah işlemeye devam ederse ona ağır ceza verir ki dinine dönsün ve tövbe etsin. Hiç tövbe etmek istemiyorsa ona Cehennem’i hazırladı, ahirette onu içine atar. Çünkü bunu hak etmiş oldu. Bu nedenle Allah kendi sıfatı olan Halim’den söz etti. Halim veya hilm sahibi olan kimse ağır başlı, hemen sinirlenmez, ileriye dönük düşünür, sabırlı, affedici, hemen cezalandırmaz, ta karşı taraf haddi aşıncaya kadar böyle devam eder. Ondan sonra karşı tarafa hilm yaramazsa ağır ceza verir. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz