EMEKLİ MAAŞI ZULMÜ

Abdullah Koşdaş

Emeklilik, insanların çalışma gücü ve yeteneklerini yitirip çalışma hayatından ayrılmasıyla başlayan bir sürece karşılık geldiğinden, kapitalizm açısından Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH)’dan kendisine verilecek bir pay yoktur. Menfaate tahvil edilmeyen hiçbir manevi değeri kabul etmeyen kapitalizm, üretmediği için -her güçsüz insan gibi- emekliyi de ekonomiye bir “yük” olarak görmektedir. Kapitalizm ile yönetenler, vakaya ters düştüğü ve sosyal barışı tehdit ettiği için bu ilkeyi yer yer esnetip “sosyal devlet” anlayışına yer vermişlerdir. Çalışandan peşinen prim tahsil etme yoluna gidip “çalışamaz” hale geldiğinde bu kesintileri maaş olarak ona geri ödeme yoluna gitmişlerdir. Emekli sınıfın, devlete karşı taleplerini dile getirmede ve bu talepleri elde etmede çok da etkin bir baskı gücü olmadığı için ekonomik kriz dönemlerinde en büyük zararı bu kesim görmüştür. Bu yüzden Türkiye’de bugün emeklilerin yaşadığı insanlık dışı ağır ekonomik şartların kaynağı, kuşkusuz kapitalist rejimin kendisidir.

Sosyal Güvenlik Kurumunun (SGK) Şubat 2024 verilerine göre; Türkiye’de -10 milyon 331 bin 697’si SSK, 2 milyon 715 bin 100’ü Bağ-Kur, 2 milyon 304 bin 714’ü Emekli Sandığından olmak üzere toplam- 15 milyon 351 bin 511 kişi, emeklilik, malullük, ölüm aylığı ile dul ve yetim maaşı (pasif sigortalı) alıyor.[1]

Türkiye’de Emekli olabilmek için şu 3 farklı kriteri aynı anda sağlamak gerekiyor:

1- Sigortalılık süresi (işe başlama tarihi baz alınıp 25 yıllık süresin dolması)

2- Prim gün sayısının tamamlanması (Bu sayı; a. Bir işverene bağlı olarak çalışanlar (4a-SSK’lı) için 7200, b. Kendi işlerini yapanlar (4b-Bağkur) için 9000, c. Devlet memuru (Emekli Sandığı) için 9000 gündür.)

3- Emeklilik yaşının doldurulması.

Sigortalının işe başladığı tarih, kişinin emeklilik yaşını belirlemekle birlikte bu uygulama, çok karmaşık bir şekle sokularak pek çok haksızlık ve zulme sebep olunmuştur. 2008 yılında çıkarılan 5510 sayılı yasa ile emeklilik yaşını yukarı çeken bir sistem getirilmiştir. Bugün işe başlayan birisinin yukarıda belirtilen üç kriteri sağlamanın yanı sıra emekli olabilmek için kadınların 63, erkeklerin ise 65 yaşını doldurması gerekmektedir.

Dünya ülkelerine baktığımızda emekli yaş aralığının 58 ile 67 arasında değiştiğini görmekteyiz. Emekli yaşının belirlenmesinde ülkedeki yaş ortalaması, hayat şartları, ekonomik düzey ve iktidardaki hükümetin izlediği politikaların belirleyici olduğunu görmekteyiz.

Bu gelen bilgilendirmenin ardından, emeklilerin 2024 yılındaki durumlarını değerlendirebiliriz. Aslında 2024 yılı, emekliler için büyük umutlarla başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Ocak 2024 tarihinde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı'nın ardından yaptığı açıklamada; 2024 yılını “emekliler yılı” olarak ilan etmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, “Kabinemizde bugün aldığımız bir diğer kararla 2024'ü ‘emekliler yılı’ olarak ilan ediyoruz. ‘Türkiye Yüzyılı'nın Emektarları’ projesi, devletimizin ve milletimizin emeklilerimize olan şükran borcunun bir nişanesidir.” demişti.[2]

Tabi, sayıları 15 milyonu aşan emeklilerin bu habere çok sevindiği muhakkaktır. Emekliler belki de, “Bu yıl bizim yılımız, öncelik bizde olacak. Sosyal ve ekonomik hayatımız önceki yıllardan daha iyi olacak. Yaşlılığımızda biraz da olsa rahata ve refaha kavuşacağız.” diye düşünmüşlerdi. Örneğin; “Ucuz ekmek almak için kuyruklara girmeyeceğiz, pazarlarda fiyatların düştüğü akşam saatlerini beklemeyeceğiz. Maaşlarımız bize yetecek; torunlarımıza harçlık verebileceğiz.” diye hayal etmişlerdi. Hayaller böyle idi ancak gerçekler ise içler acısıydı. 2024 yılı emekliler için “kaliteli yaşam yılı” hayali ile başlamıştı ama gerçekte ise “ölüm yılı” olarak geçiyor. Güya “Emekliler Yılı” olan 2024 yılı, son 20 yılın en kötü dönemini teşkil ediyor. Ekonomik krizin kasıp kavurduğu piyasada emekli, açlık sınırının altında bir hayata mahkûm edilmiştir. Kaldı ki; SGK primlerinin emekli maaşları ve sağlık ödemelerini karşılama oranı, son 20 yılın en üst seviyesine çıkmıştır. Bu oran; 2003’te %59 iken 2022’de %76,1 ve 2023’te ise %76,4 oldu. Yani mevcut çalışanların ödediği SGK primlerin giderleri karşılama oranı, son 20 yılda rekor düzeye ulaşmıştır. İşte burada kapitalist rejim devreye girmiş, emekliler üretmediği için gözden çıkarılmış ve son 20 yılın en kötü hayat şartlarına mahkûm edilmişlerdir!

En düşük emekli maaşı; 2024 yılının ilk 6 ayı için 10 bin TL., ikinci 6 ay için ise 12 bin 500 TL. olabildi. Düşünün; 25 yıl bekleyeceksiniz, 7000/9000 gün prim ödeyeceksiniz, o da yetmez emekli yaşınızı tamamlayacaksınız… Neticede size reva görülen maaş bu kadar olacak. Kaldı ki; mutfak masrafı, ulaşım, giyim, ısınma vb. giderlerin oluşturduğu yekûnu, 12 bin 500 TL. ile karşılamak mümkün görünmemektedir. Bu gerçeği, bu ücreti belirleyenler de pekâlâ bilmektedir. Emeklileri bu derece gözden çıkarmış olmaların sebebi, üretime katkı sağlamamalarıdır. Kapitalizme göre; “üretmiyorsan yaşama hakkın yoktur!” Seçime olan etkileri ve sosyal barış faktörü göz önüne alınarak bu sistemin emeklilere uygun gördüğü maaş, karın tokluğuna karşılık gelmektedir. Halbuki tüm vatandaşlar gibi toplumun yaşlı kesimi de ahir ömründe çağın gereklerine göre insanca bir yaşamı hak etmektedir. Ancak kapitalist ekonomi sistemi, ülkenin GSMH’sini yükseltecek hesaplar peşinden koşarken bu hasılanın fertler arasında adil bir şekilde dağıtılması ile asla ilgilenmez. İşte başta yaşlı nüfus olmak üzere işsiz-güçsüz vatandaşların insanca bir hayatı yaşama imkanından mahrum bırakılmasının temel sebebi budur.

Türkiye’de emeklilere layık görülen maaş 12 bin 500 TL iken bazı Avrupa ülkelerinde ise şu şekildedir:

•İspanya'da bin 417 Euro

•Fransa'da bin 485 Euro

•Almanya'da bin 552 Euro

•İtalya'da bin 582 Euro

•Belçika'da bin 717 Euro

•Hollanda'da 2 bin 3 Euro

Bu rakamlar ışığında, Türkiye'de ortalama emekli aylığının Avrupa ülkelerinin 1/6’i olduğunu söylemek mümkün. Zira 2024 Temmuz ayında en düşük emekli maaşı 347 Euro’ya karşılık gelmektedir. Türkiye'de emekli aylığı, 2012 ve 2021 arasında -Euro cinsinden- %33,6 azalmıştır.[3] Barınma, beslenme, eğitim ve sağlık giderleri bakımından da Avrupa ile yarışan Türkiye’de emekliler, çok zor hayat şartlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’de emekli maaşları düştüğünden emeklilerin satın alma gücü ve yaşam kalitesi de her geçen yıl düşmektedir. 2003 yılında en düşük emekli maaşı, asgari ücretin 1,5 katı idi. 2015 yılında 1,09’a düştü; 2016 yılında ise asgari ücret, en düşük emekli maaşını geçti. 2023 yılında en düşük emekli maaşı asgari ücretin 0,69’una kadar geriledi.

Şunu özellikle belirtmek gerekir ki; emekli maaşı ile asgari ücreti karşılaştırıyor olmamız, asgari ücreti yeterli kabul ettiğimizi göstermez. Onun da son derece yetersiz olduğunu, aşağıda vereceğimiz; Türkiye’deki açlık sınırı, yoksulluk sınırı ve bir kişinin yaşam maliyeti rakamlarından anlayabiliyoruz. İlgili rakamlara bakarak emekli maaşının ne ifade ettiğini varın siz düşünün.,,

Türk-İş’in yaptığı bir araştırmaya göre; Haziran 2024’te Türkiye’de açlık sınırı (4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı); 18 bin 979 TL., yoksulluk sınırı (Gıda harcaması ile giyim, konut, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu aylık harcamalarının toplam tutarı); 61 bin 820 TL’dir. Bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti de aylık 24 bin 614 TL’ye yükselmiştir.”[4]

Gelinen noktada, emeklilerin ihtiyaç duyduğu gelir ile maaşları arasındaki makas her geçen gün daha da açılmaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi bunun nedeni ülkede tatbik edilen kapitalist ekonomik sistemdir. Bilinen bir kaide olarak diyoruz ki: Sorunun kaynağı çözümün adresi olamaz! Toplanan vergilerin artması, sosyal güvenlik sisteminin kendisini daha yüksek bir oranda finanse etmesine rağmen oluşturulan kaynağın zengine/faize, israfa ve yolsuzluğa gitmesi nedeniyle emekli maaşları gittikçe azalmış ve süreç korkunç bir adaletsizlikle sonuçlanmıştır. Çünkü kapitalizme göre, maddi menfaat üretmeyen kesimler ekonomiye yüktür. Bu durumdakilerin gözden çıkarılması, kapitalizmin hayat felsefesine uygun düşmektedir.

İslâm’ın hayata bakış açısı, Allah’ın rızasını gerçekleştirmek esası üzere kuruludur. İslâm iktisat nizamı, GSMH’nin tebaaya adil bir şekilde dağıtılmasına odaklanır. GSMH’nin artırılmasını, helal-haramı gözeterek bilime bırakır. Ancak salt üretimin artırılması ve serbest rekabetle gelir dağılımı adaletinin sağlanacağı safsatasını reddeder. Sırf üretmiyorlar diye işsiz-güçsüz olanları, evsiz-barksız, aç ve sefil bırakmaz. İslâm iktisat nizamında; emekli sandığı, SSK, BAĞ-KUR vb. kurum ve kuruluşlar yoktur. Zayıf ve güçsüz olan her kesimin hamisi, devlettir. Tebaasına insanca yaşamanın çağdaş koşullarını sağlamak, İslâm Devleti’nin varlık sebeplerinden biridir. Kendilerinden prim kesilmeksizin insanlar, çalışabildikleri yaşa kadar çalışırlar. Zayıf düştükleri ve çalışamadıkları zaman da devlet onlara bakmakla yükümlüdür. Bunu sağlamak için İslâm Devleti’nin kendine göre dinamikleri vardır.

İslâm iktisat nizamının tatbik edildiği dönemlerde, insanların gelirleri arasında bu denli bir uçurum yoktu. İslâm’da, fertlerin temel ihtiyaçlarının karşılanması esastır. Temel ihtiyaçların ötesindeki lüks ihtiyaçların karşılanması ise ferdin gayretine bırakılmıştır. Böylece sosyal barış, en yüksek seviyede sağlamıştır. Örneğin; Ömer b. Abdülaziz döneminde zekât verilecek kimse kalmamış, toplum genel anlamda yüksek bir refah seviyesine ulaşmıştır. Zekât memurları, gittikleri bölgelerde “zekât verilecek kimsenin kalmadığını” söyleyince Halife, o bölgenin valilerine; “zekât mallarıyla köle satın alarak onları hürriyetlerine kavuşturmaları” talimatını vermiştir. Ömer b. Abdülaziz’in uyguladığı mali sosyal yardımlar, genel anlamda dezavantajlı gruplara hitap etmekle birlikte toplumun genelini de kapsamaktadır. Ömer b. Abdülaziz, bütün ümmet için “sosyal güvenlik müessesesi” diyebileceğimiz bir yapı oluşturmuş ve tüccarlar dışında hemen herkese maaş bağlatmıştır. O, halka hitaben şöyle sesleniyordu: “Bize, ailelerinizin kişi sayısını bildiriniz ki onlara haklarını verelim. Vefat edenlerinizin de isimlerini bildiriniz ki maaşlarını varislerine verelim.” O’nun devlet başkanlığı döneminde birçok zengin, fakirlere dağıtılması amacıyla çok miktardaki mallarla hazineye geldiklerinde, mallarıyla birlikte geri dönmek zorunda kalıyorlardı. Çünkü Halife, uyguladığı iktisat nizamı sayesinde fakir ve güçsüz insanları zenginleştirerek onların maddeten refaha kavuşmalarını sağlamıştı.”[5]

Halife Ömer b. Abdülaziz, olağanüstü yeteneklere sahip biri değildi. Bugün ile kıyaslarsak; gelişen teknolojiye ve beşerî faktörlere rağmen aynı coğrafyalarda insanların çok şiddetli ekonomik sıkıntı çektiklerini görürüz. Aradaki fark; Halife Ömer b. Abdülaziz’in akla ve fıtrata uygun olan İslâm akidesinden neşet etmiş, İslâm iktisat nizamını tatbik etmiş olmasıdır.

Sonuç olarak; bu kapitalist sistemden sadece emeklilere değil hiç kimseye refah, huzur ve mutluluk gelmeyecektir. Bu düzen, kurulduğu günden beri seçkin azınlık hariç kimseye fayda sağlamamıştır. Zaten bu düzenden bir hayır beklemek, ölü atı kırbaçlamaya benzer; yapılan tüm müdahaleler, ölü atı daha fazla kırbaçlamaktır. Ölü atı daha fazla kırbaçlamak soruna hiçbir şekilde çözüm olmazken, toplumun enerjisini ve umutlarını tüketmektedir.

Evet, kapitalizm egemen olduğu toplumları ifsat, zengini daha zengin, fakiri daha fakir etmeye devam etmektedir. Toplumu liberalleştirerek insanlar arasındaki bağı çözmüştür. Devlet gibi bireyler de menfaatçi bir karaktere bürünmüş zayıf ve güçsüzler, insanca yaşama hakkından mahrum bırakılmıştır. Toplumun zayıf ve güçsüz kesiminden olan emekliler de -kapitalist rejime primlerini peşin önemiş olmalarına rağmen- bu zulümden nasibini almıştır.

Artık, hayrın tek kaynağı olan İslâm’a ve onun nizamına dönmemizin vakti gelmiştir. İslâm’ın yönetim, hukuk ve içtimai nizamı gibi iktisadi nizamı da tarih boyunca toplumlara rahmet kaynağı olmuştur. Bugün de bizi kapitalizmin zulmünden kurtaracak olan yine İslâm iktisat nizamıdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

[وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ] “O ülkelerin halkı inansalar ve günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar; biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.”[6]


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz