Tarih boyunca
insanlar farklı inanç sistemi ve fikir akımlarına tabi olmuşlardır. İnanmak
insan için fıtri bir ihtiyaçtır. Her insan o yüzden belli bir inanca ve görüşe
sahiptir. Sahip olduğu inanç, akletmeye başladığı genç yaşlarda edindiği
bilgilerle şekillenmeye başlar. Ailesinden, çevresinden, toplumdan birtakım
bilgiler edinir; okuduklarından, duyduklarından etkilenir, düşünür ve inancı o
doğrultuda oluşur. Akletmeye başlayan insan, “Beni, dünyayı, kâinatı kim
yarattı? Niçin yaşıyorum? Hayatımın anlamı ne? Öldükten sonra bana ne olacak?”
sorularına inancında karşılık bulmak ister. Eğer edindiği bilgiler vahiy
kaynaklı ise insanda doğru bir Allah inancı ve hayat görüşü meydana gelir.
İnsanlara doğru
bilgiyi sadece yaratıcısı olan Allah Subhanehu ve Teâlâ verebilir. Bu
yüzden ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem Aleyhi’s Selam’dan itibaren
insanların bozulan inançlarını düzeltmek için Allah Subhanehu ve Teâlâ
peygamberler göndermiştir. Son peygamber olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve
Sellem ile de vahiy bitmiştir. Diğer fikir akımları ya da ideolojiler vahiy
kaynaklı olmadığı, insan aklından çıktığı için bâtıldır, saptırıcıdır. Çünkü
insan her ne kadar Allah inancına sahip olsa da Allah’ın onu neden yarattığını,
ondan ne istediğini, nasıl ibadet edeceğini, hayatın ve ölümün gayesini,
doğruyu ve yanlışı sadece kendi aklıyla, düşünerek bilemez, bulamaz. Sırf
aklına tabi olarak kendisine bir hayat nizamı belirleyemez. Belirlese de bu,
fıtratıyla uyumsuz olacağı için hayatında hep bir mutsuzluk ve huzursuzluk hâkim
olur. Fıtrat dini olan İslâm, insanların sorularına akla kanaat getirecek ve
kalbi mutmain edecek şekilde cevaplar vermiştir. Bir hayat nizamı olarak
uygulandığı müddetçe de insanların sorunlarını çözmüş ve onlar için mutluluk ve
huzur kaynağı olmuştur.
İnsanların üzerine
tatbik edilen ideolojilerin onların hayat görüşlerini etkilemede çok büyük bir
faktör olduğu aşikârdır. Çünkü sadece teorisi değil aynı zamanda pratiği de
olan bir fikir insanları etkilemede daha başarılıdır. Son bir asırdır üzerimize
İslâm değil kapitalist ideoloji tatbik edilmektedir. “Allah’ın hayatta rolü
olmadığını” iddia eden, hayat nizamını insanların kendi akıllarından
belirlediği bu sistemde, özellikle son yıllarda gençler arasında “ateizm” ve “deizm”
gibi fikir akımları artış göstermiştir.
Sorgulayan gençliğin
bu fikir akımlarına rağbet etmesi bizler için endişe verici bir durumdur.
Anketlere göre, deistlerin, ateistlerin ve diğer fikir akımlarına sahip
kişilerin nüfus içindeki payına ilişkin tahminler farklılık gösterse de Türkiye’de
İslâm baskın inançtır. Yine araştırmalara göre ülkemizdeki dinsizlerin %85’inin
35 yaşının altında olduğu tespit edilmiştir. Konda Araştırma Şirketi’nin “Toplumsal
Değişim Raporu”na göre; Türkiye’de dindar olduğunu söyleyenlerin oranı
2018’de %55’ten %51’e gerilemiştir. Yine Konda’nın 2019 yılındaki bir
araştırmasında Türkiye’de kendisini “ateist” olarak tanımlayanların %1’den %3’e
çıktığı, “deist” olarak tanımlayanların ise %1’den %2’ye yükseldiği ileri
sürülmüştür. Ateist bir yazar olan Ayşe Hür ise bu oranların daha fazla olduğu
görüşündedir. imam hatip lisesi ya da ilahiyat fakültesi gibi dinî ağırlıklı
eğitim veren okullarda okuyan gençler arasında da ateizm ve deizmin yayıldığı
iddiaları zaman zaman gündeme gelmektedir. Hatta İstanbul Medeniyet
Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu, 2018 yılındaki bir
panel konuşmasında şunları söylemiştir: “15
Temmuz’dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü -deist bile değil tanrı
tanımaz- öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular. Başörtülü; öyle
geleneksel de değil bildiğin başörtülü! Aileleri de örtülü aile.”
O hâlde; gençlerin
yöneldiği “ateizm” ve “deizm” denen fikir akımlarının tam olarak
ne olduğunu irdelemekte fayda var.
Ateizm, Allah’ın (yaratıcının) varlığını inkâr eden
felsefi görüştür. Bu fikir akımına dâhil olanlara “ateist” denir. “Theism”
Yunanca bir kelime olup
anlamı; “bir ilahın varlığına inanmaktır”. “Ateisme”
kelimesi “a” olumsuzluk edatıyla “theism” kelimesinden meydana
geldiğinden bir ilahın varlığını reddetmektir. Bir yaratıcıya inanan ve bu
inancını temellendirmeye çalışan insanlar “inançlı (teist)” olarak
tanımlanınca; yaratıcı inancına sahip olmayan kişilere de “inançsız (ateist)”
denilmiştir. Maddeyi bütün varlıkların kaynağı ve yaratıcısı olarak gören yani
Allah yerine maddeye tapan maddeci ateizmin ilk temsilcisi, Yunanlı Filozof
Democrite’dir. Democrite’den sonra bu düşünceyi diğer bir Filozof Epiküros
geliştirmiş ve “Epikürcüler” diye bilinen felsefi ekolü kurmuştur. Bu
filozoflara göre; “(Ateist) felsefenin amacı insana mutluluğunu sağlamaktır.
Bunun için de insanı tanrı (Allah) ve ölüm karşılığında duyulan korkudan
kurtarmak gerekir. Tabiatın işleyişinde de tanrı (Allah) inancına gerek yoktur
ve kâinat sonsuz atomlardan oluşmuştur.”
17. yüzyılda
gerçekleşen Rönesans ile birlikte ateizm felsefesinde yeni bir anlayış ortaya
çıkmıştır. Akılcılığın egemen olduğu bu dönemde bilgi en önemli konuma
yerleşmiştir. Her şey -din de dâhil- akıl ve bilgiyle açıklanmaya
çalışılmıştır. Modern dönemde ise ateizm felsefi bir problem olmaktan öte
politik bir yaşam biçimi hâline gelmiştir. Özellikle Karl Marx ve Lenin’in
görüşleri doğrultusunda ideolojik bir dünya görüşü oluşturulmaya çalışılmıştır.
Ve ateizm komünist partilerin propaganda aracı olarak kullanılmıştır.
Ateizmin bir çeşidi
olan “varoluşçu ateizm”in en ünlü savunucuları F. Nietzsche ve J. P.
Sartre’dir. Nietzsche yaşamı boyunca “ahlak”ı
ve insanın özgürlüğünü savunan bir inançsızdır. Dini reddetmiş ve Hıristiyanlığın
tanrı anlayışına ve bunun üzerine bina edilen ahlaki yapıya karşı çıkmış,
onunla ciddi mücadelelere girişmiştir. Onun bu düşüncelerini gerçekleştirmek
adına “Tanrı öldü yaşasın özgür insan!”
sözü, ateistlerin anahtar cümlesi hâline gelmiştir. Filozof Sartre’a göre ise
her şeyden önce var olan insanın kendisidir ve -yine ona göre- tanrı varsa
özgürlük yok demektir.
Ateistlerin Allah’ın
varlığını inkâr için kullandıkları en eski ve iddialı argümanları “kötülük
problemi”dir. Çünkü yaşadığımız hayatta deprem, hastalık, kuraklık, açlık,
savaş gibi kötü olaylar insanların ruhi bunalımlarına ve üzülmelerine sebep
olmuştur. İşte bu üzülmelerin insanı mutsuz ettiğini ve huzuru bulamadıklarını
savunan inançsız düşünürler; “Eğer tanrı
varsa niçin kötülük var? Tanrının bunları önlemeye gücü yetmiyor mu? Yoksa
tanrı kötülüğü mü seviyor?” gibi argümanlarla kendi tezlerini
temellendirmeye çalışmışlardır.
Deneye dayalı
ilimlerin ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde doğa ve canlılar daha ayrıntılı
bir şekilde incelenmeye başlandı. İlk elde edilen verilerle bilim adamları
yaratıcının olmadığını ispatlama çabasına girdiler. Böylelikle rüzgârı da
arkasına alan inançsızlar bir adım öne geçmiş gibi göründü. Ama bu yanılgı,
özellikle bu yüzyılın başındaki çalışmalar ve bunların sonucundaki veriler
sayesinde giderilmiştir. Uzay ve uzaydaki yaşam, metafizik olaylar ve olgular,
varlığı ispatlanmasına rağmen nasıl olduğu açıklanamayan şeyler deneylerin ve
pozitif ilimlerin de açıklayamayacağı şeyler olduğunu göstermiştir. Böylece
metafizik alanın inkârı da artık imkânsızlaşmıştır. Kâinatın tesadüf olamayacak
şekilde mükemmel bir düzen içinde olduğu ve bunun ancak üstün bir yaratıcı
tarafından yaratıldığı bilimsel açıdan da kesinlik kazanmıştır.
[كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتاً
فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُمٖيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيٖيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ] “Allah’ı nasıl inkâr
edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. (Hiç yoktan var etti.) Sonra sizleri
yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da (hepiniz) döndürülüp O’na
götürüleceksiniz.”[1]
Deizm ise, “tanrı”
anlamına gelen Latince “deus”
kelimesinden türetilmiş olup Yunancada yine “tanrı”
anlamına gelen “teos”tan gelen “teizm” terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Evreni yaratan,
işleyişi için doğa kanunlarını koyan, ayrıca insana ve evrene müdahalede bulunmayan,
doğruları keşfetmeleri için insana akıl veren bir tanrıya duyulan inanç, deizmi
ifade etmektedir. Tanrı evreni yaratmıştır ama dünyada olup bitene karışmaz.
Deizm hiçbir dinin doğru olmadığını, dinlerin insan ürünü olduğunu savunur.
Peygamberler, kutsal kitaplar, sevap, günah, ibadet, dua, vahiy, melek, cin,
şeytan, cennet, cehennem, ahiret ve kader gibi kavramların bu inanışta yeri
yoktur. Deizm, tahrif edilmiş Hıristiyanlığa ve kilise inancına tepki olarak
ortaya çıkmıştır.
Deizm kelimesi 17.
yüzyılda özellikle İngiltere’de kullanılmaya başlanmıştır. Deist kavramının
yazılı olarak ilk kez Pierre Viret’in “İnanç ve İncil Öğretisi Eğitimi” adlı 1564 tarihli yapıtında
kullanıldığı kabul edilmektedir. Rousseau ve Voltaire de ünlü deist Fransız
filozoflardandır. Özellikle Voltaire, “Tanrı düşüncesinden başka her şey saçmadır.”, “Tanrı olmasaydı biz O’nu
icat etmek zorunda kalacaktık ama bütün tabiat onun var olduğunu bize
haykırmaktadır.” demiştir.
18. yüzyılın sonuna
kadar deizm, İngiliz, Fransız ve Alman filozoflar arasında egemen dinsel görüş
durumuna gelmiş, sonraları Amerikalıların da dinsel görüşlerinin
biçimlenmesinde önemli rol oynamıştır. Amerika’daki deist düşünürlerin en
ünlüsü Thomas Paine’dir. Paine, “Akıl Çağı” adlı eserinin ilk bölümünde
açık bir şekilde Hıristiyanlığı, kilise inancını ve vahiy anlayışını
eleştirmiş; İncil’deki vahiy, mucize, ahlak, enkarnasyon ve evren hakkındaki
bilgileri açıkça reddetmiştir.
…
Bu açıklamalardan
sonra özetle diyebiliriz ki; bunlar yani ateizm ve deizm, İslâm inancına göre
küfür ve şirktir. Ateizmi ve deizmi savunanların ortak noktası, kendi arzu ve
isteklerine ulaşmada herhangi bir sınır tanımak istememeleridir. Mekkeli
müşrikler de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e karşı esasen bu
sebeple karşı çıkmışlardı. O dönemde seküler bir hayat yaşayan müşrikler de
deist bir tanrı tasavvuruna sahiptiler. Seküler bir sistem olan ve
yönetildiğimiz bu kapitalist sistem de özellikle gençlere “özgürlük” fikrini
aşılamakta ve -haşa- Allah’a, insanların işine karışma hakkı tanımamaktadır.
İstedikleri gibi inanmaları, istedikleri gibi giyinmeleri, istedikleri gibi
davranmalarının hatta isterlerse cinsiyetlerini bile değiştirebileceklerinin
garantisini vermektedir.
[وَقَالُوا مَا
هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا
الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ] “Dediler
ki: ‘O (hayat), ancak bizim bu dünya hayatımızdır. (Burada) ölürüz ve (burada)
yaşarız; hem bizi ancak zaman helak eder.’ Hâlbuki onların bu hususta hiçbir
bilgileri yoktur. Doğrusu onlar ancak zanda bulunuyorlar.”[2]
Peki, gençlerimizi
deist ya da ateist olmaya iten sebepler neler?
Araştırmalardan ve
gençlerle yapılan sokak röportajlarından çıkan ortak birkaç nokta üzerinde
durmak istiyorum:
Gençler inançsız bir
ailede, dinî açıdan aşırı baskıcı ya da Müslüman olmalarına rağmen İslâm’ı
temsil etmeyen bir ailede yaşıyorlarsa inançsız olabiliyorlar. Din baskıyla
değil ikna edilerek, sevdirilerek benimsetilir. Bu yüzden Müslüman anne-babalar
evlatları için iyi bir rol-model olmak zorundadır. Peygamberimiz SallAllahu
Aleyhi ve Sellem [مَا مِنْ مَوْلُودٍ إِلاَّ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ فَأَبَوَاهُ
يُهَوِّدَانِهِ وَيُنَصِّرَانِهِ وَيُمَجِّسَانِهِ] “Her
doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi
veya Mecusî yapar.”[3] buyurmuştur.
Çoğu okullarda
İslâm’ın doğru anlatılmadığı, imam-hatip ya da ilahiyat fakültelerinde bile
İslâm’a zıt fikirlerin öğrencilere verildiği bir hakikattir. Gerek felsefe
gerekse biyoloji gibi derslerde ateist ve deist filozofların görüşleri
çocuklara empoze edilmektedir. Bilimsel ateizm ekolünden olan evrimci Darwin’in
teorileri hâlâ ders kitaplarında okutulmaktadır.
Dinî inanışlarıyla dünyevi
hazları arasında sıkışan gençler kimlik ve değer krizi yaşayabiliyorlar. Bu
durumda gençler dünyadaki zevk ve eğlenceyi tercih edip “Bu hayat bir daha ele geçmez. Allah’ı, dini bırak; ye, iç, yaşamana
bak!” felsefesiyle deist ya da ateist olabiliyorlar. Üstelik bu fikir
akımlarının devlet tarafından “inanç
hürriyeti” kapsamında derneklerinin kurulmasına dahi izin verilmiştir.
Türkiye’de resmî olarak (2014 yılında) Ateizm Derneği, (2018 yılında da) Deizm
Derneği kurulmuştur.
Gençler sosyal ve
görsel medya akımlarından da etkilenebiliyorlar. Bazı dönemlerde bazı akımların
“havalı” olması gibi inanç
konuları da “havalı” olabiliyor. Gençlere bu, özel ve değişik geliyor.
Popülizmin etkisinde kalan gençler diğer arkadaşları tarafından kabul görmek
için -tam olarak ne olduğunu bilmeseler dahi- deist ya da ateist olduğunu
söyleyebiliyorlar. Ya da izledikleri farklı kültürdeki dizilerden,
şarkıcılardan, filmlerden etkileniyor ve onlar gibi yaşamak istiyorlar. “Ben inanıyorum ama artık mini etek giymek,
erkek arkadaşımla kol kola gezmek istiyorum!” diyemiyorlar çünkü inancıyla
tutarsız olmayı göze alamıyorlar. Bu sebeple yaşamak istediği hayat için inanç
değiştiriyor/inançsız oluyorlar.
Başka bir sebep;
gençlerin gerçek İslâm’ı tanımamalarından dolayı İslâm’ı çağdışı ve hurafeler
dini olarak görmeleri ve çok sayıdaki İslâmi cemaat ve tarikatın tevhit
ekseninde birleşememesi yüzünden İslâm’a dair şüphelerinin oluşmasıdır. “Şeriat” kelimesini duyunca ürküyor;
şeriatı “el kesmek, dört kadınla evlenmek, kadınları eve hapsetmek”
olarak algılıyorlar. Ayrıca İslâm coğrafyasında değişik Müslüman gruplar
arasında yaşanan çatışmalar, iç savaşlar, DAEŞ, Boko Haram gibi örgütlerin
giriştiği terör eylemleri bazılarının dini terörle özdeşleştirmesine sebep
olabiliyor.
Son yıllarda
iktidardaki muhafazakâr partinin icraatları ve siyasi politikası yüzünden
dinden soğuyan, “onlar Müslümansa
ben değilim!” diyenlerin oranı da azımsanmayacak derecede fazladır. Ateist
bir Akademisyen olan Canan Badem, Türkiye’de ateizmin yükselmesiyle hükümet
politikaları arasında bağ kuranlar arasındadır. AK Parti’nin dinî referanslarla
iktidara geldiğini söyleyen Badem “İslâmcı
bir partinin yolsuzluklarının ardından IŞİD’in kanlı eylemleri bir ‘aydınlanma’
yarattı. Bunların dışında bilgiye ulaşmak artık çok kolay, insanlar eskisi gibi
basit bir şekilde kandırılamıyor. Din sorgulandıkça ve devlette İslâmcılık
iddiasındaki yapıların yolsuzluğu, kayırmaları, iltiması arttıkça insanlar bir
refleks geliştiriyor. Herkesin tepkisi aynı değil, kimisi deizme ve ateizme
yönelirken kimileri de dindar olmaktan vazgeçiyor.” şeklinde de açıklamada
bulunmuştur.
Oysa Cumhurbaşkanı
Erdoğan, 2012 yılında başbakanken kendisi için “Dindar değil, din tüccarı”
diyen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na, “Dindar nesil yetiştireceğiz.
Muhafazakâr demokrat partisi kimliğine sahip bir partiden ateist bir gençlik
yetiştirmesini mi bekliyorsun?” yanıtını vermişti. Ancak bugün gelinen
nokta aksini göstermektedir.
Özetle diyebiliriz ki:
bu fikir akımları kapitalizm gibi Batı kaynaklıdır; Hıristiyanlığa tepki olarak
Avrupa’da filizlenmiştir ve seküler kapitalist sistem sayesinde bizim
gençlerimize ulaşmasının önü açılmıştır. Aynı zamanda Müslümanların
dünyevileşmesi, İslâm’ın olduğundan farklı gösterilmesi ve demokratların kirli
siyasetine alet edilmesiyle de dinî inanç zayıflamış, gençler fıtratları ifsat
eden ateist ve deist akımları tercih etmeye başlamışlardır.
İnançsızlığın hâkim
olduğu ülkelere baktığımızda; insan için gerekli olan duyguların köreldiğini,
kişileri birbirine bağlayan bağların kopma noktasına geldiğini görmekteyiz.
Dinî inancın zayıf olduğu ülkelerde aile kurumu yıpratılmış, gençlik çeşitli
bunalımlar içinde kıvranır; içki, uyuşturucu ve eğlenceden başka bir şey
düşünemez hâle gelmiştir. Bir şeyler üretmek yerine sadece tüketen konumunda
olmuştur. Yüz yıldır kapitalizmle yönetilen ülkemizde de gidişat maalesef bu
yöndedir. Aileler bu durumlarla nasıl baş edeceklerinin derdindeler.
Çocuklarının deist ya da ateist olduğunu öğrendikten sonra onları vazgeçirmek
için devamlı konuştuklarını söyleseler dahi, İslâm’ı, hayatının merkezine
oturtmamış aileler mevcuttur. O yüzden gençler “Bu dinin faydası olsaydı önce anne-babama olurdu.” diyorlar.
Terbiye etmek, öğretmek temsil ister. Temsil edilmeyen şeyin çocuklar
tarafından kabul edilmesini istemeye ise kimsenin hakkı yoktur.
Öğretmenler,
ebeveynler tarafından gençlere birçok dinî bilgiler yükleniyor ancak bunları
ailesinde, okulunda, çevresinde göremeyen gençler şüpheye düşüyorlar.
Bu gidişattan
kurtulmanın, geleceğimiz olan gençlerimizin yollarına döşenen tuzakları söküp
atmanın tek yolu fıtrat dini İslâm’a sarılmak ve onu bir hayat nizamı olarak
tatbik etmektir. Teori ve pratiği ile İslâm, sorulara ve sorunlara doğru
cevaplar verecek, doğru çözümler üretecek; bozuk fikir akımlarının önüne geçip bunların
-gerek sosyal medya gerekse okullar, dernekler yoluyla- gençlere ulaşmasını
engelleyecektir. İslâmi eğitim metoduyla akıllar ikna, kalpler mutmain
olacaktır. Bu anlayışı ikame etmenin yolu da Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulmasından
geçmektedir. Eğer anne-babalar evlatlarının korunmasını ve kurtuluşunu
istiyorlarsa insanları buna davet etmeli ve bunun için çalışmalıdırlar.
[فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ
اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ
ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ] “Sen yüzünü dosdoğru
bu dine, Allah’ın insanları yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yarattığının
yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din budur ama insanların çoğu bunu
bilmezler.”[4]
__________________________________
Not: Tanımlar ve tarihçe konusunda aşağıdaki kaynaklardan faydalanılmıştır:
• Makale: Ateizmin
Tanımı, Tarihçesi ve Çeşitleri, antalyaozelegitim.com
• tr.wikipedia.org/wiki/Deizm
[1]
Bakara Suresi 28
[2]
Câsiye Suresi 24
[3]
Buhâri, Cenâiz 92; Ebu Dâvud, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5
[4]
Rum Suresi 30
Yorumlar