Çocukluk yıllarımda Müslümanları hep zalimlere karşı çıkan, her kim olursa olsun mazlumları koruyan kimseler olarak hayal ederdim. Çocuk dünyamda İslamî kesim kötülere karşı verilen mücadelede iyileri temsil ediyordu ve iyiler de bir gün mutlaka galip gelecekti. Özellikle üniversite yıllarımda Müslüman olmadıkları halde mazlumlar için mücadele eden insanları tanıdıkça bu düşüncemin aslında tam da gerçeği yansıtmadığını fark ettim. Müslüman olmadıkları halde vicdanlarının, fıtratlarının sesine kulak vererek hayatlarını mazlumlara adayan birçok insan vardı. Bu insanlara her ne kadar saygı duysam, hatta sevgi beslesem de ben mazlumlar için savaşmayı, en çok Müslümanlara yakıştırdım. “Allah” diyen, sadece Yaratıcı’nın karşısında eğilen bir insanın mazlumlar için mücadele etmesi bana hep çok asil geldi. Böyle birçok Müslüman, İslamcı tanıdım. Hatta İslamcılığın biraz da zulüm karşısında sessiz kalan, yerinde oturan Müslümanlardan sessiz kalmayanları, mücadele edenleri ayırdığını düşünüyordum. Benim İslamcılık algım; iyi bir Müslüman’ın mazlumlar, ezilenler için mücadele etmesi; iyiliğin, adaletin hâkim olduğu bir dünyanın kurulması için çaba göstermesiydi. Çünkü Hasan el-Benna hayatın iman ve cihad olduğunu söylüyor, biz de buna inanıyorduk.
İktidar Aşkı Bitiriyor
Son yıllarda, özellikle de son aylarda şahit olduklarım -itiraf etmeliyim ki- Müslümanlara, İslamcılara karşı algı ve değerlendirmelerimi yeniden gözden geçirmeme neden oluyor. Daha önceden ideallerden, davadan, mazlumlardan bahsedenlerin artık dengelerden, millî çıkarlardan, uluslararası denklemlerden, hükümeti zor durumda bırakmamaktan, saçma sapan komplo teorilerinden bahsettiklerine şahit oluyorum. Tertemiz, imanlı, harbî kalplerin yerini hesapçı, çıkarcı, hükümetçi zihinler almaya başlamış. Hadi hep birlikte itiraf edelim; iktidar nimeti dava aşkımızı, ideallerimizi, duyarlılıklarımızı, insanî yönlerimizi, protesto kültürümüzü tüketiyor, bitiriyor. Hükümet’in Ergenekon’a, çetelere, darbecilere karşı verdiği mücadeleyi alkışlayalım. Fakat alttan her geçen gün dininden, tarihinden, kültüründen, toprağından daha da uzaklaşan bir nesil geldiğini ve böyle bir neslin oluşmasında en çok mevcut siyasî iktidarın ve siperlerini terk ederek siyasî iktidara eklemlenen İslamî cemaatlerin payının olduğunu da unutmayalım. Ülkenin bütün sorunlarını hallettiğimizi, bütün bir ülkeyi baştan aşağı asfalt yollarla döşediğimizi düşünelim. Dinine, tarihine, kültürüne sahip çıkan bir nesil yetiştiremedikten sonra yapılanların çok mu önemi olacak?
Mazlumlar Arasından Torpilliler
İslamî kesimde son yıllarda iyice artış gösteren İslamî, vicdanî ve insanî olanı değil de dengeleri, hesapları, çıkarları gözeten sapma, Suriye olayı ile bir kez daha ortaya çıktı. Hemen yanı başımızda, komşumuzda çocuklar, Baas diktatörlüğüne bağlı silahlı Nusayrî milisler tarafından katledilirken, gençler işkencelerden geçirilip zindanlara doldurulurken, kadınlara hasta ruhlu Baasçılar tarafından tecavüz edilirken İslamî cemaatlerin ekseriyeti susmayı, sessiz kalmayı tercih etti. Bu suskunluğu kimisi “AK Parti Hükümeti’nin politikalarıyla ters düşmemek gerekir, Hükümeti zor durumda bırakmayalım” düşüncesiyle savunurken, kimileri de fanatizm ve saplantı derecesinde bağlı oldukları İran Devleti’nin âli menfaatlerini öne sürerek açıklamaya çalıştı. Farkında mısınız, Filistinli mazlumlar için gösterilen duyarlılığın yüzde biri Suriyeli mazlumlar için gösterilmiyor? Artık mazlumlar arasında bile ayrım yapmaya, Hükümet’in desteklediği mazlumlara daha torpilli davranmaya başladık. Çünkü iktidarı kazanırken, evlerimizi büyütürken; kalbimizi, vicdanımızı, en temiz kalması gereken yanlarımızı kaybettik.
Var mı Bundan Ötesi?
Biliyor musunuz, Suriye’de son üç buçuk ay içinde 40’dan fazla çocuk katledildi? Öldürülen çocuklar arasında gördükleri işkenceler nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise çoğunluğu temsil ediyor. Suriyeli arkadaşım Ebu İmad ise gözyaşlarının eşliğinde telefonda şunları söylüyor: “Bu hasta ruhlu Baasçıların yaptığını “İsrail” bile yapmaz. Amcamın 12 yaşındaki oğluna gösteriye katıldığı için istihbarat binasında tecavüz etmişler. Bunlar insanlıktan tamamen çıktılar. Artık gözaltına aldıkları erkek çocuklarına da tecavüz ediyorlar. Amcamın oğlu artık kimseyle konuşmuyor. Hayata küstü. Ne olur bizim için bir şeyler yapın.” Ben de uzun zamandır Suriye ile ilgili videolara bakamıyorum. Katliam görüntüleri, işkence fotoğrafları ise artık dayanılacak gibi değil. Suriye’den bir arkadaşım aradığında ise telefonu korku ve tedirginlikle açıyorum. Anlatılanlar, söylenenler ne yazılacak, ne de konuşulacak gibi… Çocuklara işkence yapıyorlar, Hamzaları, Hacerleri öldürüyorlar. Var mı bundan ötesi, bundan felaketi? Öyleyse tekrar soruyoruz. Çağın vicdanı, kalbi olması gereken İslamcılar, Suriye konusunda niçin sessiz, duyarsız kalıyorlar? Suriyeli mazlumlar için daha neyi bekliyorlar? Bu soruları İslamî kesimdeki gazeteci, yazar ve aktivistlere de sorduk. İşte cevapları:
GÖRÜŞLER:
Kemal Özer/Gazeteci-Yazar: “Kan Akarken Siyasî Hesap Yapılmaz”
Suriye konusunda İslamcılar genel olarak iyi bir imtihan veremediler. Suriye’de mazlum insanların kanları akıtılırken sırf mevcut siyasî iktidarla ters düşmemek için susmayı ben Müslümanlara yakıştıramıyorum. Suriye’de zalim ve despot bir yönetim var. Bu yönetime her ne olursa olsun karşı durulmalıydı. Mazlumların kanı akarken siyasî hesaplar yapmak doğru bir tavır değil. Ne İslam, ne de vicdan böyle bir tavrı onaylar.
Selman Maltaş/Kurtuba Dergisi Yazarı: “Doğu Konferansı Nerede?”
Arap coğrafyasında halkların tertemiz devrimlerine şahit oluyoruz derken, komplo teorisyenleri devreye girdiler. Amerika dediler, “İsrail” dediler, Fransa dediler, İngiltere dediler. Ama bir kez olsun Allah demediler. Sivil inisiyatifler de Arap devrimleri konusunda henüz harekete geçmedi. Şu an işi siyasî iradeye havale ediyorlar. Örneğin, içinde pek çok yazarı barındıran, “halklarımızın geleceği ile ilgili ortak kaygılar ve sorular temelinde, bir sorgulama, arayış ve keşif harekâtı başlatacağız” diyerek Arap ülkeleriyle sıkı ilişkiler geliştiren Doğu Konferansı bile Suriye’de cereyan eden soykırıma sessiz kalıyor. Farkındayım, bazıları dengeler adına hareket ediyorlar. Ancak şunu unutmayalım: Bu coğrafyanın kaderini komplo teorisyenleri değil, bizzat bu coğrafyanın halkları belirleyecektir.
İsmail Yaşa/Ortadoğu Uzmanı: “Cemaatler Hükümet’in Etkisinde”
Türkiyeli İslamcıların Suriye konusunda sessiz kalmalarının birçok nedeni var. Bu nedenlerin başında Hükümet’in henüz Suriye konusunda tavrını netleştirmemesi geliyor. Türkiye’de İslamî kesimlerin birçoğu artık Hükümet’in tavrına bakarak tepki geliştiriyor. Hatta şunu söyleyebiliriz. Eskiden birçok konuda daha duyarlı davranan ve tavır koyan cemaatler şimdi topu tümüyle Hükümet’e atmış durumdalar. “İyi bir Hükümetimiz var, o gereğini yapar” gibi bir hava hâkim. Hükümet’in ise Suriye konusundaki tavrı hâlâ net değil. Suriye halkının yanında olduğunu gösteren net bir tavır ortaya koysa Hükümet’in tavrına göre pozisyon alan medya ve cemaatler de benzer şekilde tavırlarını netleştirecektir.
Mustafa Özcan/Gazeteci-Yazar: “Kamuoyu Yanlış Yönlendiriliyor”
Arap isyanlarıyla birlikte bir dönemin sonu, önemli bir dönemin de başlangıcı gerçekleşti. Bu değişimin en önemli halkalarından biri ise Suriye’dir. Suriye’de Baas rejimi devrilirse bu değişim İslam dünyasına da etkili ve olumlu bir şekilde yansıyacaktır. Fakat başından beri Suriye konusunda Türkiye kamuoyu yanlış yönlendiriliyor. İran ve Suriye rejimleri Türkiye’de bir takım kişileri kullanarak bu kişiler üzerinden özellikle İslamî kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar. Gazetelerde, internet sitelerinde yazılar yazan bu kişiler ortaya sürdükleri komplo teorileriyle İran ve Suriye rejimlerinin paralelinde bir propaganda çalışması yapıyorlar.
Osman Atalay/Suriye Uzmanı: “İslamî Kesim Arap Dünyasını Tanımıyor”
Türkiye’de Laikler yıllarca Arap dünyası ve İran hakkında yanlış yorumlarda bulundular. Laiklerin bu tavrı İslamcılar tarafından haklı olarak eleştirildi. Fakat Arap devrimleri esnasında aynı yanlışı bu sefer de İslamcılar yaptılar. Arap devrimlerini bölgeye gitmeden, Arap aydınlarıyla, gençleriyle konuşup onları anlamadan komplo teorileriyle yorumladılar. Arap devrimlerini anlamak için Tunus’a, Mısır’a, Suriye’ye, Libya’ya, Yemen’e İslamî kesimden kaç tane yazar ve gazeteci gitti? Kaç tane sivil toplum örgütü temsilcisi tarihin en önemli kırılma noktalarından biri olan Arap devrimlerini anlamak için saha çalışması yaptı? İslamî kesim ne yazık ki Arap coğrafyasını layıkıyla tanımıyor. Arap dünyasındaki öfkeyi, isyanı anlamak için sahada olmak; muhalefetle, işçilerle, öğrencilerle, aydınlarla görüşmek; onları dinlemek gerekir. Arap devrimleri komplo teorileri kurarak, felaket senaryoları üreterek değil; ancak yapılacak ciddi saha çalışmalarıyla anlaşılabilir.
Ahmet Varol/Gazeteci-Yazar: “Mazlumları Ayırmamalıyız”
İran devrimi nedeniyle Türkiye’deki İslamî çevreler üzerinde İran’ın önemli bir etkisi oldu. Bugün de İran’a temayül sürüyor. Bu temayül İslamî kesime iki şekilde yansıyor. Bir kesim İran’a olumlu bakmakla birlikte yaptığı yanlışları asla tasvip etmiyor. Diğer kesim ise İran’daki dinî yapıyı temsil eden velayet-i fakih inanışını kendi siyasî bakış açısına yansıtıyor. Bundan dolayı İran yanlış bile yapsa İran’ı destekliyor veya İran’ın yanlışlarına mazeretler uyduruyorlar. Ayrıca Türkiye Hükümeti Mısır ve Tunus’da gösterdiği açık tavrı Suriye konusunda gösteremedi. Hükümet’in siyasî çizgisi İslamî kesimin önemli bir kesiminin üzerinde etkili olduğu için ortaya bir duyarsızlık çıktı. Suriye’de yaşananların Mısır ve Tunus’da yaşananlardan bir farkı yoktur. Hatta Suriye’deki Baas rejimi Tunus rejiminin işlediği cinayetlerden, yaptığı zulümlerden çok daha fazlasını gerçekleştirmiştir. Bundan dolayı diğer ülkelerdeki devrim hareketlerini destekleyip, sıra Suriye’ye gelince susmak doğru bir tavır değil. Bahreyn’deki zulme tavır aldığımız gibi Suriye’deki zulme de tavır almalıyız ve mazlumları ayırmamalıyız.
Samet Doğan/Ortadoğu Muhabiri: “Hüsnü Mahalli Kafaları Karıştırdı”
Kamuoyu üzerinde etkisi olan bir takım gazeteci ve yazarlar Ortadoğu’daki son gelişmeleri, Başbakan’ın uçağından veya gazetelerindeki bürolarından okumaya kalktılar. Bu da Arap devrimlerinin yanlış algılanmasına, insanların yanlış bilgilendirilmesine neden oldu. Ben Suriye’de yıllarca yaşadım. Bir komşumuz vardı. Bu komşumuzun eşi 10 yıl önce cezaevine girmiş ve ailesi 10 yıldır bu kişiden haber alamamış. Suriye’de aynı durumda olan on binlerce insan var. Suriye’de son yaşanan olayları anlamak için her şeyden önce bu acılara şahitlik etmek, bu insanları anlamak gerekiyor. Bir de İslamî kesim pek fazla tanımadan, çok kolay bir şekilde insanları baş tacı ediyor. Tıpkı yıllarca büyük kıymet verilen Hüsnü Mahalli gibi… İslamcıların, kamuoyunun Suriye konusunda kafalarının karışmasında büyük emeği olan Hüsnü Mahalli en son izlediğim televizyon konuşmasında, “Suriye’de işlenen cinayetleri konuşmadan önce, Türkiye’nin Doğu’da işlediği cinayetleri konuşalım” demişti. Suriye’yi bu kafa yapısına sahip kişilerden öğrenmeye devam ettiğimiz sürece zihinlerimiz de karışmaya devam edecektir.
Rıdvan Kaya/Özgür-Der Başkanı: “Komplocu Düşünme Biçimi Yaygınlaştı”
28 Şubat’tan sonra Türkiyeli Müslümanların Ümmet perspektifinde bir duyarlılık kaybı meydana geldi. Bu durum Suriye ile birlikte daha da belirginleşti. Türkiye Hükümeti’nin dış politikadaki öncelikleri İslamî kesimin zihninde bir rezerv oluşturdu. Suriye konusunda gereken duyarlılığın oluşmamasında İslamî kesimde son yıllarda iyice yaygınlaşan komplocu düşünme biçiminin yaygınlaşmasının da etkisinin olduğunu düşünüyorum. Müslümanca düşünme biçimi zayıflayınca komplocu düşünüş biçimi yaygınlaştı. Biz olaylara Müslümanca bakmak yerine farklı kaygıları, denklemleri, politikaları merkeze alırsak hata yaparız, diye düşünüyorum.
Bülent Şahin Erdeğer/Yazar: “İran İslamcıları Yanlış Yönlendirdi”
İHH, Özgür-Der, Mazlum-Der gibi kuruluşlar Suriye’de yaşanan olaylara son derece ilkeli ve hakkaniyet ölçüsünde yaklaştılar. Öncelikle bunu belirtelim. Suriye konusunda İslamî kesimde bazı çevrelerin sessizliğinin temel sebebi ise kendilerini farklı siyasî çevrelere endekslemeleridir. Böyle olunca kimi çevreler Hükümet’i, kimi çevreler de İran’ı eksene alarak politika ve tavır geliştirme yolunu tuttular. Hükümet veya İran “ses çıkarın” deyince ses çıkarma, “susun” deyince susma tavrını doğru bulmuyorum. İran, ne yazık ki İslamcıların bir kısmını Suriye konusunda yanlış yönlendirdi.
Murat Özer/Haksöz Yazarı: “Afganistan Konusunda da Sessiz Kalındı”
Türkiyeli Müslümanlarda zulüm coğrafyalarına karşı genel bir duyarsızlık oluştu. Mesela Afganistan’da 10 yılı aşkın bir süredir işgal var. Fakat binlerce insan öldürülürken Afganistan’daki mazlum Müslümanlara destek verme konusunda İslamî çevreler tepkisiz kalıyorlar. Ayrıca İslamî kesim içinde bir kesim politikalarını daha çok İran’ın ulusal çıkarlarına göre belirliyor. Hatta bu kesim Suriye muhalefetini sırf İran’la ters düşmemek için karalama yolunu seçti. Hatta işi, Suriyeli devrimcileri “İsrail” ve ABD ajanı olmakla suçlamaya kadar vardırdılar. Bu kesimin kitlesel bir tabanı yok. Fakat Filistin ve diğer konularda duyarlı olan kalabalıkları yönlendirmek için çaba gösteriyorlar.
Gerçek Hayat
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış