3 Ve 8 Mart Bağlamında Kadın

Fatma Nur Şahin

İslamî hükümlerin uygulamadan kalkmasıyla birlikte İslam toplumunun inhitat ve dağılma süreci hız kazanmıştır. Yaratılanların en şereflisi olan insan, her defasında kendisini yaratılış gayesine biraz daha uzak düşürecek büyük sarsıntılarla mücadele eder bir hale gelmiştir. Genelde tüm insanların özelde ise Müslümanların yaşadığı bu menfi değişimi, İslam topraklarının her alanında açıkça görebiliyoruz. 

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İslam Devleti’nin yıkılma sürecinde yaşanan işgaller, sadece sınırlar ve topraklar üzerinde değildi. İslam toplumunu oluşturan insanların; akideleri, düşünceleri, duyguları, yaşam tarzları, örf ve adetleri üzerinde de gerçekleşmişti. Kısacası İslam beldeleri, askeri işgal ile birlikte siyasi ve kültürel işgallere maruz kaldı. Batı ideolojisi ve hadaratının bu saldırısı, ilk önce, İslam toplumunun yapısı içerisindeki en önemli unsurlardan biri olan aileyi ve kadını hedef aldı.

Batı, savaş meydanlarında elde edemediği başarıları, toplumsal ve kültürel alanda elde etmeye başlamıştı. Böylece İslamî nizamların ortadan kaldırılması ile kadın, yüce yaratıcının belirlediği sınırların dışına çıkmış ve fıtratına ters düşen bir yaşama mecbur edilmişti. Batı emperyalizmi “eşitlik” adı altında, yüce yaratıcının birbirlerinin eksiklerini tamamlar halde yarattığı kadın ve erkeğin saflarını ayırarak aralarına “benlik” duygusunu yerleştirdi. Zamanla “Biz” ifadesinin yerini, “Ben ve diğerleri” ifadesi almaya başladı. Bu benlik duygusunun hâkim olmasının sonucunda da en büyük zararı gören de yine kadın oldu. Zira Hilafet’in kaldırıldığı günden itibaren İslam beldelerinde yaşanan değişime baktığımızda kadının büyük bir değişime uğradığını ve gücünün üstünde tahammülü zor sıkıntılarla boğuşur hale getirildiğini açıkça görebilmekteyiz. 

Bugün geldiğimiz noktada ise kadının yaşadığı bu değişimin etkileri, rakamlara şöyle yansımaktadır. Mesela Arap ülkelerine örnek olarak gösterilen ve “model ülke” olarak adlandırılan Türkiye’de, aile içi şiddete maruz kalan kadınların oranı % 39’dur. Türkiye’de her gün 4 ten fazla kadın çeşitli sebeplerle öldürülmektedir. 2009 yılında ülke çapında yapılan ilk resmi aile içi şiddet araştırması sonuçlarına göre, aile içi şiddet önceki yıllara göre % 40 oranında artmıştır. 2006 yılında, 72.643 kadın şiddet görmüş, 842 kadın cinayete kurban gitmiş, 9.317 kadın çeşitli vakıalarda yaralanmış ve 22.884 kadın darp edilmiştir. Son 4 yıl içinde 1.906 kadın töre cinayeti sonucu katledilmiştir. Ayrıca şu an Türkiye’de resmi olarak elli’den fazla “genel ev” bulunmakta ve buralarda toplam 3.000 kadın vesikalı olarak çalışmaktadır. Bunun dışında ise gayri resmi olarak 90.000 kadın fuhuş yapmaktadır. 

5 Haziran 2005’te TCK’ da yapılan değişikliklere rağmen “cinsiyete dayalı ayırımcılık ve kadına yönelik şiddetle” mücadele devlet politikası olmamıştır. Yasa değişse de zihniyet aynı kalmıştır. Zira Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2010 senesinde verilen bir soru önergesi sonucunda yaptığı açıklamada son 7 ay içerisinde 953 kadın cinayeti işlendiğini belirtmiştir. Son günlerde yaşanan ve hemen hemen her akşam TV ekranlarında duyduğumuz vakıalar ise durumun vahametini gözler önüne sermektedir. 

Dünyaya baktığımızda da durum çok farklı değildir. Şu an dünyada 3 milyardan fazla kadın bulunmakta ve her üç kadından birisi hayatının bir döneminde şiddete maruz kalmaktadır. İşlenen kadın cinayetlerinin % 70’i, ya eş ya da sevgili tarafından gerçekleştirilmektedir. Her 5 kadından biri, hayatının bir döneminde tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı olmaktadır. ABD’de her 90 saniyede 1 kadın tecavüze uğramaktadır. Bu korkunç manzaraya dur demek için geçici çözümler üreten mevcut beşeri sistemler ise her konuda olduğu gibi bunda da aciz kalmaktadırlar. 

Bugün bu sorunlara çözüm olarak, kadının demokratik siyaset içerisinde daha fazla yer almaması gösterilmektedir. Ancak rakamlar bunun tersini ve çözümün de bu olmadığını göstermektedir. Mesela; 1945 ila 1995 yılları arasında Dünya’daki kadın milletvekili sayısı 4 katı oranında artmıştır. Bazı ülkelerde meclisteki kadın milletvekili sayısını artırmak için kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanmakta ve bunun için büyük kampanyalar dahi yapılmaktadır. Ancak kadın milletvekillerinin sayısının artmış olması veya bazı ülkelerde kadın başbakanların olması veya yılda bir günün kadınlar günü olarak ilan edilip kutlanıyor olması, sonuca etki etmeyen sembolik uygulamalardan öteye geçememiştir. 

Beşeri sistemlerin hâkimiyetinde, fıtratına ters ve yaratılış gayesine uzak bir yaşama itilen kadın, İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde çok daha farklı bir profile sahip değil miydi? Kapitalist ideolojiden kaynaklanan anlayışda olduğu gibi sadece cinsel bir obje veya satış arttırıcı bir unsur olarak mı görülüyordu? Yoksa erkeğe Allah’ın bir emaneti olarak mı? Hilafet’in gölgesinde güvenliğinden endişe etmeden sosyal hayatta yerini alan kadın, karşılaştığı sıkıntılarda sesini duyacak bir Halifenin varlığı ile emniyet içerisinde yaşamını sürdürüyordu. Müslüman kadınlar için geçerli olan bu durum, Hilafet topraklarında yaşayan diğer inançlara sahip insanlar için de geçerliydi. Zira bir Müslüman erkek, ülkesinde evlendiği Hıristiyan veya Yahudi hanımını İslâm ülkesine getirirse, eşi kendiliğinden emana kavuşmuş oluyordu. Çünkü o, Müslüman bir erkekle evlenmekle zimmî olmayı kabul etmiş sayılmaktaydı. Ayrıca İslam’a göre Müslüman kadın da eman verme yetkisine sahipti. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kızı Zeynep’in, kocası Ebu’l Âs İbnü’r-Rab’i’ için verdiği emânı kabul etmesi de bunun delilidir. 

İslam’ın hâkim olduğu dönemlerde kadının nasıl güvence altına alındığını birçok örnekte görebiliyoruz. Bunlardan bir tanesi de, Yahudiler ile Müslümanları karşı karşıya getiren Medine’deki hadisedir. Bu hadisede, Müslüman bir kadının, Kaynuka Yahudilerinden bir kuyumcunun dükkânında alış-veriş ederken yaşadığı olaydır. Yahudi, kadın fark etmeden örtüsünün eteğini arkasına bağlamış ve kadın kalkıp gitmek isteyince her tarafı açılıvermiştir. Kadının feryadı üzerine yetişen bir Müslüman bu Yahudi’yi öldürmüş, orada bulunan Yahudiler de bu Müslüman’ı öldürmüşlerdir. Daha sonra Allah Rasulü hepsini katletmek istemiş ancak araya girenlerin çabası neticesinde hepsinin sürgün edilmesine razı olmuştur. Bu olay yüzünden Kaynukaoğulları ile Müslümanların arası açılmış, Müslüman bir kadının namusu için Allah Rasulü savaş kararı almıştır. Günümüzde olduğu gibi reel politikaları, o an ki konjonktürü ve devletlerarası dengeleri gözetmeden ve hesaba katmadan... Çünkü o kadının güvenliğinden oradaki bütün Müslümanlar sorumludur ve sonucu savaşmak dahi olsa gereken müdahaleyi yapmakla yükümlüdürler. İşte İslam kadına böyle sahip çıkar! 

Bir başka hadise de, bundan 1174 sene önce yani 838 senesinde Halife Mutasım döneminde yaşanmıştır. Rumların eline esir düşen bir kadın, Rum askerlerinden bir tanesinin kendisine tokat atması üzerine “Va Mutasımah, Va Mutasımah” yani “Yetiş Mu’tasım, Yetiş Mu’tasım”  diye feryat etmiştir. Kadının bu feryadını duyan bir atlı, hemen Mu’tasım’a giderek durumu kendisine haber verir.  Bu haberi alan İslâm Halifesi elindeki bardağı bir yudum dahi içmeden kenara bırakarak savaş sarığını giyer ve 70 bin askerle yardım için taarruza geçer. Öyle ki, ordusunun gerisi Bağdat’ı ve başı da Bizans sınırlarını tutmuştur. Böylelikle İslam ordusu Müslüman kadını aşağılayan Bizans’ı tepelemiş ve tedip etmiştir. Halife Mutasım, bu kadının esir tutulduğu Ammuriye (Ankara civarı) Kenti’ni 6 ay kuşattıktan sonra fethetmiş ve kadına giderek şöyle demiştir: “İşte Mu’tasım sana geldi!”

Yine tarihimizden önemli bir örnek daha… 31 Ekim 1919 günü hamamdan çıkan 3 Müslüman kadına Fransız-Ermeni askerleri “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçelerini zorla açmak istemişlerdir. Olaya ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Fransız-Ermeni askerlerinin üzerine yürümüş ancak daha sonra askerler tarafından silahla vurularak yaralanmıştır. Bunu gören Sütçü İmam ise yanındaki silahıyla ateş açmış ve bir Fransız-Ermeni askerini öldürmüş, bir diğerini de yaralamıştır. Müslüman bacılarına el uzatan düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş’ta Fransızlara karşı direnişi başlatan kişi olmuştur. 

Evet, İslam kadına hak ettiği değeri en güzel şekilde vermiştir. Onun güvenliğini sağlamak İslam Halifesinin görevidir.  Ancak diğer inançlara baktığımızda İslam’ın kadına verdiği değer ile onların verdiği değer arasındaki fark açıkça görülebilir. Mesela; Hint Kanunlar kitabında: “Hayatın sonu, fırtına, ölüm, yeryüzünün cehennemi bölgeleri, ağu zehirli yılanlar ve her şeyi yiyip yutan ateş, kadından daha beter değil.” denmektedir. Eski Rusların: “On kadında ancak bir ruh vardır” demeleri, İncil’de: “kadının ölümden daha acı olduğunun” ifade edilmesi, Orta Çağda Avrupa’da: “kadının ruhu var mıdır, kadın da insan mıdır? Yoksa başka bir mahlûk mu?” diye tartışılması gibi… Tarih boyunca kadının nasıl aşağılandığı ortaya çıkmaktadır. İslam ise; “Cennet annelerin ayağı altındadır” diyerek kadına hak ettiği değeri vermiştir. İslam tarihine baktığımızda ilk Müslüman’ın bir kadın olduğunu, ilk şehidin yine kadın olduğunu, Ebubekir RadiyAllahu Anh’ in kitap haline getirdiği Kur’an-ı Kerim’in onlarca yıl bir kadının yanında kaldığını ve Akabe’de biat eden kadınların olduğunu da görüyoruz. 

Yaratan, yarattığını en iyi tanıyan ve bilendir. Yarattıklarına yüklediği sorumlulukları da en iyi tanıyan ve bilen olması hasebiyle, yaratılışlarına en uygun şekilde sorumluluklar yüklemiş ve şöyle buyurmuştur: 

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için ayetler vardır.” (er-Rum 21)

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاَثَةَ قُرُوَءٍ وَلاَ يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُواْ إِصْلاَحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكُيمٌ

“… Erkeklerin kadınların üzerinde hakları olduğu, gibi kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Erkekler onların üzerinde bir dereceye sahiptirler. Allah Aziz’dir, Hâkim’dir.” (el-Bakara 228)

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا

“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için Saliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar…” (en-Nisa 34)

Ayrıca Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de erkeğin kadına güzel muamelede bulunmasını “hayır” olarak nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Sizin en hayırlınız ailesi için en hayırlı olanınızdır. Zira ben ailem için sizin en hayırlınızım.”

“Müminlerin iman açısından en mükemmeli, ahlak yönünden en güzel olanıdır. Onların en hayırlısı, kadınları için en hayırlı olanıdır.”

İslam böylesine mükemmel bir nizamla kadının haklarını koruma altına almışken insanların beşeri sistemlerin sunduğu sözde haklara(!) itibar etmeleri ve onlara davet etmeleri akıl alır bir şey değildir. Akıl sahibi bir varlık olarak yaratılan insana düşen, yaratıcısının koyduğu o mükemmel sistemi hâkim kılarak tüm haklarına ve İslam’ın hâkim olduğu dönemlerdeki izzet ve şerefine yeniden kavuşmasıdır. Böylelikle -Allah’ın izni ile- yakın bir zamanda İslam’ın nizamlarının yeniden uygulanmaya başlaması ile de, İslam toplumu kendisini meydana getiren bütün unsurlarıyla yeniden, ilk kurulduğu dönemlerdeki gibi dimdik ayakta olacak ve tüm insanlığa örnek teşkil edecektir.

İşte bu hakikate inanan ve zulümden dolayı feryat eden kadınlar olarak diyoruz ki: “Ey Halife, Ey Mu’tasım neredesin!” 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz