Türkiye’nin Afganistan Misyonu Yaptıkları Ve Yapmadıkları

Hakkı Eren

Failleri konusunda tüm dünyanın şüpheyle baktığı 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika, Müslümanların hepsini “terörizm” ile suçlamış ve bu saldırıları bahane ederek Afganistan ve Irak’ı işgal etmiştir. Hatırlanacağı üzere dönemin ABD Başkanı W. Bush, “Ya onlarlasınız ya da bizimle” diyerek tüm dünyaya meydan okumuş, bunun bir Haçlı Savaşı olduğunu açıkça söyleyerek gerçek hedefin İslam ve Müslümanlar olduğunu göstermiştir. Müslümanlara karşı kin dolu sözlerle beyanatlar veren bir devlet başkanının ondan aşağı kalmayan askerlerinin de, Irak’ta ve Afganistan’da Müslüman kardeşlerimize neler yaptıkları herkesçe malumdur. Ancak Müslüman kardeşlerimize yapılan bu elim vahşeti halen daha görmeyen, göremeyen ve de görmek istemeyen iktidar sevdalılarımızın ve onları bu cürümde yalnız bırakmayan iktidar yardakçılarımızın olduğunu, üzülerek de olsa söylemek durumundayım. Hâlbuki Rabbimiz onlara şöyle seslenmektedir: وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın. Günah ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan sakının, muhakkak ki Allah’ın cezası şiddetlidir.(el-Maide 2)

Üzülerek söylemek istediğim bir diğer husus da, bu körlüğün Allah katındaki sorumluluğunun çok ağır olacağıyla ilgilidir. Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in buyurduğu gibi “Zulme rıza, zulümdür” ve ona taraftar olan da zalimdir. وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma!” (İbrahim 42)

Zalimlere, yaptıkları zulümlerde ortak olmak demek, elbette aynı fiillerin beraberce yapılması demek değildir. Zalime zulmünde ortak olmak demek; onun zulmeden elini tutmamak, onu durdurmak için çalışmamak ve yaptığının zulüm olduğunu yüzüne haykırmamak demektir. Lakin “devletlerarası çıkarlar”, “küresel dengeler” ve “hayatın gerçekleri” gibi bahanelerle bunu yapamayanlar, İslamî hükümleri tevil ederek dini, küresel güçlerin istediği şekilde yorumlayıp tahrif etmiş ve Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyi, küresel çıkarlarla kıyaslayarak reddedebilmişlerdir. İşte o zaman ifsat edenler ıslah edici, kâfirler dost ve zulüm adalet olarak görünmeye başlamıştır. Burası şirazenin kaydığı ve doğru bakış açısının kaybolduğu yerdir. Ancak zamanla Müslümanlar, içine girdikleri ve kendilerince bir daha dönüşü olmayan bu yolda yaptıklarını savunmaya daha sonra savundukları gibi yaşamaya ve yaşadıkları gibi de inanmaya başlamışlardır. يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذينَ اٰمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ “Bunlar, Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” (el-Bakara 9)

İşte Türkiye’nin Afganistan’da asker bulundurmasını da bu vakıa üzerinden değerlendirebiliriz. Zira adının Haçlı Savaşı olarak belirlendiği bir savaşta Müslüman bir ülkeye karşı Haçlı kuvvetleri ile ortak hareket etmek, başka nasıl izah edilebilir ki... Ya da bu cürme ortak olmak, nasıl rahatlıkla savunulabilir ki… Yukarıda belirttiğimiz gibi doğru bakış açısı değişince insan, kime, neye, nasıl bakacağını karıştırır ve yapmaması gereken şeyleri yapmaya başlar. Bu değişikliğin nedeni ise Müslüman’ın saf, berrak ve billur olan inanç sistemine bazı zehirli fikirlerin girmesidir. Bu zehirli fikirlerden bir tanesi olan Milliyetçilik düşüncesi, Müslümanlara o kadar sirayet etmiştir ki, İslam’ın buna karşı ve Müslümanların da kardeş olduğunu söyleyenler dahi bunun etkisinde kalmışlardır. Zira Afganistan’da 12 askerin hayatını kaybettiği helikopter kazasından sonra gördüklerimiz, bu düşüncelerimizi teyit etmektedir. Öyle ya, Afganistan’da bugüne kadar on binlerce masum Müslüman’ın hayatını kaybetmesi, 12 Türk askerinin hayatını kaybetmesinin karşısında nedir ki? Türkiye’nin Afganistan’da neden asker bulundurduğunun sorgulanması bile bu kazadan sonra yapılıyorsa, burada kimse insanlıktan, adaletten ve kardeşlikten bahsedemez. Burada bahsedilebilecek tek bir husus vardır ki o da, bazılarının dillerine, bazılarının iliklerine, bazılarının da beyinlerine kadar işlemiş olan, Milliyetçiliktir. 

İşte bu zehirli olan düşünceye panzehir olsun diye, Türkiye’nin Afganistan misyonunu ve NATO kuvvetlerinin emri altında Türk askerinin neler yaptığını ya da Allahu Teâlâ’nın emirleri karşısında neler yapmadıklarını, Tevhidî bir düşünce ve Ümmetçi bir anlayışla irdelemeye çalışacağız. 

Türkiye’nin Afganistan Misyonu; Başbakan Erdoğan’ın, “Türkiye neden Afganistan’da asker bulunduruyor?” eleştirilerine binaen sarf ettiği “Türkiye butik bir devlet değildir, büyük bir devlettir” sözü gerçeği yansıtmamaktır. Aksine, eğer Türkiye büyük bir devlet olsa idi, Afganistan’da olmazdı. Yani Türkiye’nin büyük bir devlet olmak için Afganistan’da bulunduğu falan yoktur. Türkiye’nin Afganistan misyonu, NATO misyonudur ve Amerika’nın çıkarları yönünde hareket etmekten başka bir şey değildir. Hatta Türkiye’nin kendi tasarladığı bir Afganistan siyaseti dahi yoktur. Bugün nasıl ki Somali’de Türk askerine ihtiyaç hissedildiyse, “İsrail”-Lübnan Savaşı’ndan sonra nasıl ki Türk askeri lazım olduysa, Türk askeri Afganistan’da da aynı sebeple bulundurulmaktadır.

İlk etapta bakıldığında, Amerika başta olmak üzere diğer Batılı devletlerin Türk askerine ihtiyaç duyduğu alanların ortak bir özelliği göze çarpmaktadır ki o da, bu ülkelerin hepsinin halkı Müslüman olan ülkeler olmasıdır. Muhakkak ki bu, bir tesadüf değildir. Aksine, sömürgecilerin hazırladığı sinsi bir plandır. Bunun manası; Türk askerinin Osmanlı’dan gelen tarihî misyonunu kullanmak, Müslüman olmasından faydalanmak ve gerçekleştirilen işgallerin “barış, refah ve halkın kendi geleceği için” yapılıyor olduğu yalanının dost bir yüz tarafından anlatılıp bölge halkının daha rahat bir şekilde kandırılması içindir. Yani burada çok sinsi bir hamle söz konusudur ve maalesef ki bu sinsiliğe, Türkiye alet olmaktadır. 

Sömürgecilerin bu hainliği Türkiye’ye kabul ettirmeleri ve askerlerimizi motive etmeleri ise çok zor olmamaktadır. Mesela, Kabil’in kontrol kademesinin Türklere verilmesi, üç beş Amerikalı generalin Türk askerinden övgüyle bahsetmesi, okul-hastane gibi bir takım hizmetlerin Türk askeri eliyle yaptırılması ve en önemlisi de muharip asker olmadığımıza inandırılmamız, kâfi gelmektedir. Mesela, helikopter kazasından sonra konuyla ilgili olarak Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “Afgan halkı istediği sürece biz Afganistan’a yardıma devam edeceğiz” demiştir. Yukarıda dediğim gibi Bakan Yılmaz, Afgan halkına yardım ettiğine inandırılmış gözükmektedir. Ancak bu karmaşık ortamda bile ölüm gösterilerek sıtmaya razı edilen Afgan halkının NATO’yu Afganistan’da istediğine inanmak, en kibar tabiri ile ahmaklık olacaktır. 

Türkiye’nin Afganistan’da Yaptıkları; Daha önce de değindiğimiz gibi Türkiye’nin Afganistan’da asker bulundurması sinsi bir planın gereğidir. Zira Amerika, işgalin sorunsuz olarak devam etmesi için bölgede en fazla Türk askerine ihtiyaç duymaktadır. NATO kuvvetlerinin yaptığı onca hayâsızlıktan sonra her an patlamaya hazır konumunda olan Afgan halkına karşı Sam Amca’nın gülen yüzünü gösterme görevi, Türkiye’ye verilmiştir. Türk askerinin Afganlıların hizmetine yönelik olarak yaptığı hastane, okul, vb. gibi faaliyetler neticesinde, özellikle Başkent Kabil’de tansiyon düşürülmek istenmekte ve işgale olumlu bir hava katılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de kamuoyunun sorun oluşturmaması için de Afganlılara yapılan bu “iyilikler”, zaman zaman basında haber yapılmakta ve orada ne kadar “ulvî” bir misyon yürüttüğümüz gösterilmektedir. 

Geçtiğimiz günlerde Afganistan hakkında kendisine sorulan sorulara cevap veren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Kendisini sadece savunmakla sorumlu olduğu topraklara hapseden, insanlığın kaderiyle ilgilenmeyen, kardeş toplulukların kaderiyle ilgilenmeyen milletler kendi sınırlarını da koruyamazlar” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Maalesef Bakan Davutoğlu’nun söylediğini Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil, zamanında Afganlılar yapmışlardır. Afganlılar, Çanakkale Savaşı’na katılmak için bulunduğu topraklardan gelmişler ve Osmanlı Hilafet Devleti’nin merkezini yani Halife’yi korumak için kahramanca savaşmışlardır. Çünkü bir gün Hilafet ilga olursa, o zaman kendi sınırlarını ve topraklarını koruyamayacaklarını bilmektedirler. Fakat Çanakkale Savaşı’nda o dönemin Haçlı ordusuna karşı savaşmak için bize destek olan bu Müslümanlara karşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapmıştır: Afganistan’ı işgal eden ve milyonlarca Afgan kardeşimize acı yaşatan günümüzün Haçlı ordusu konumunda olan NATO ile beraber Afganistan’ı işgal etmiştir. Dışişleri Bakanı’na şunu sormak lazım: “Bu mudur sizin kardeşlerinize gösterdiğiniz ilgi ve alaka?” 

Türkiye’nin Afganistan’da Yapmadıkları; Afganistan’da hayatını kaybeden 12 askerden sonra Genelkurmay Başkanlığı da yazılı bir açıklama yapmış ve ilk defa eleştirilere cevap vermiştir. Genelkurmay Başkanlığı yaptığı açıklamada, “Afganistan’da bulunma nedenlerini TBMM’nin 10 Ekim 2001 tarihli ve 722 sayılı kararına istinaden yaptıklarını ve görevlerinin de Afgan halkının güvenliğini sağlamak olduğunu açıklamıştır. Burada sorulması gereken soru da şudur: TSK, Afgan halkının güvenliğini kime karşı korumaktadır. Zira bugüne kadar Afganistan’da NATO kuvvetleri tarafından katledilen binlerce masum Afganlı sivil bulunmaktadır. Hatta helikopter kazasından bir hafta önce Amerikalı asker Çavuş Robert Bales, bir gece yarısı görev yaptığı üssünden ayrılarak bir Afgan köyünü basmış ve uykuda olan 9’u çocuk, 3’ü kadın 16 kişiyi katletmiş ve 6 kişiyi de yaralamıştır. TSK neden görevini yerine getirememekte ve Afgan çocuklarını Amerikalılardan koruyamamaktadır? Şimdi bu elim saldırıda hayatını kaybeden Afganlı kardeşlerimizin isimlerini vermek istiyorum ki, belki bazı kişilerin onlarla aramızdaki bağı ve ortaklığı görmelerine yardımcı olur. Muhammed Davud, Muhammed Cuma, Nazar Muhammed, Payendo, Robena, Sultan Muhammed’in kızı Şatarina, Abdül Hamid’in kızı Zehra, Dost Muhammed’in kızı Nazia, Muhammed Vezir’in kızı Masoma, Muhammed Vezir’in kızı Feride, Muhammed Vezir’in kızı Palveşa, Muhammed Vezir’in kızı Nebiye, Muhammed Vezir’in kızı Esmatullah, Muhammed Vezir’in oğlu Feyzullah, Muhammed Hüseyin’in oğlu Muhammed Essa, Murad Ali’nin oğlu Akbar Muhammed.

Evet, Amerika ve NATO askerleri, Afganistan’da binlerce masum sivili ve işgale direnen on binlerce mücahidi pervasızca katletmişlerdir. Robertler, Tomaslar, Michaeller, Davidler ve daha niceleri, Muhammedleri, Hüseyinleri, Abdulhamitleri, Muradları, Esmaları ve Fatmaları göz göre göre öldürmüşler ve ne yazık ki, yiğit Mehmetler de buna seyirci kalmışlardır. İşte yüreklerimizin anlayamadığı ve hiçbir zamanda anlayamayacağı hakikat budur!

Türk askerinin koruması gereken bir diğer hususta Afgan halkının kutsal değerleri değil midir? Bırakın Afgan halkını, onlarla bir olan kendi kutsal değerleri değil midir? Ya da bütün Müslümanlarla ortak olan kutsal değerleri değil midir? Hal böyle iken, 20 Şubat 2012’de NATO’nun Begram Üssü’nde Kur’an-ı Kerim’in yakılması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir tepki vermiştir? “Artık yeter, biz bu kâfirlerle beraber hareket edemeyiz, mukaddesatımıza yapılan bu saldırıya karşı sessiz kalamayız” diyebilmiş midir? Yine daha önce Amerikalılar tarafından şehit edilen Afganlı mücahitlerin üzerine kâfir askerlerin bevletmelerini görmemişler midir? Kuşkusuz bu davranışlar, tüm dünyanın artık alışageldiği Amerikan tarzına aykırı değildir ve milyonlarca insan, onların sayısız pisliklerinin acısını tatmış, sayısız cürümlerine şahit olmuşlardır. Bu Amerikalıların gerçek yüzüdür.

Şimdi de bizim, kendi gerçek yüzümüzü onlara göstermenin zamanıdır. Katlettikleri sivil halka tazminat bedeli olarak 210 dolar gibi aşağılayıcı bir değer biçen, masum çocukları yataklarında katleden, kutsal değerlerimize hakaret eden, ölülerimizi dahi aşağılamaktan geri durmayan, belki de yeryüzünün gördüğü bu en zelil topluluk olan Amerikalılara hadlerini bildirmek gerekmez mi? Bırakın onlara bu zulümlerinde yardım etmeyi,  asıl yapılması gereken tüm bunların hesabının onlardan sorulmasıdır. 

Siyasi yönden yapılması gereken ise; kendisi gibi on iki Bakanı da Amerikan vatandaşı olan, eşini ve oğlunu Afganistan’da bulundurmayan, resmî olarak 525 dolar maaş aldığı halde Dubai gibi lüks bir ülkede milyarlarca dolarlık gayrı menkulü bulunan, bir kardeşi CIA’den düzenli olarak maaş alan, diğerleri Washington ve Chicago’da restoran işleten ve kayınbiraderi Virginia’da mobilyacılık yapan Amerikan uşağı Karzai’yi tanımamaktır. Onun gibi bir kişinin Osmanlı’dan kalma saraylarda ağırlanması kabul edilmemelidir. 

Artık açıkça görülmüştür ki Müslümanları, bu zalim işgalci kâfirlerin elinden kurtaracak olan, onları koruyacak olan, NATO kuvvetlerinin emri altında orada görev yapanlar değildir. Kur’an’ın kutsiyetini, Ümmet’in kanlarını, onurunu ve kaynaklarını koruyacak olan sadece Hilafet’tir. Kardeşlerinin kaderleriyle ilgilendiklerini iddia edenlerin de bunun için çalışması ve insanları mevcut beşerî sistemlere değil, buna davet etmesi gerekir. Aksi takdirde sömürgeci kâfirlerin zulmüne ortak olmaktan kurtulamayacaklar ve kardeşlerinin kanlarını dökenlerin dostluğundan başka ellerinde hiçbir şeyleri olmadan Rablerinin huzuruna çıkacaklardır. إِنَّ اللَّهَ لَيُمْلِي لِلظَّالِمِ حَتَّى إِذَا أَخَذَهُ لَمْ يُفْلِتْهُ “Allah, zalime mühlet verir. Ama onu bir de yakaladı mı bir daha bırakmaz.” (Muslim)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz