KAYNAKSIZ SİYASETÇİLER DEĞİL, FİKİRSİZ SİYASETÇİLER VAR KARŞIMIZDA

Erkan Aladağ

Seçim sürecinde olduğumuz şu dönemde siyasi partiler tarafından yapılan heybeden konuşmalarla ha bire gündem değişiyor, hızına erişilmiyor. Değişen gündemle birlikte duygular, fikirler, toplum değişiyor değişkenlikler arasında heybeden söylemlerin muhasebesini kimseler yapmıyor, yapamıyor insanlar hızla değerlerinden vazgeçiyor.

Değerlerinden mi sadece? Hayır efendim, kendi maddi kıymetlerinden de vazgeçiyor, adeta bu süreçlerde öğütülüyorlar. “Öğütülüyorlar” diyorum. Çünkü kahreden sisteme her gün biraz daha entegre olunuyor, biraz daha onları fikri ve maddi kıymetlerinden eden canavar sistemi bağırlarına basıyorlar. Hal böyle olunca toplumumuz hızla değişiyor, değiştiriliyor,  öz değerlerinden uzaklaşıp başkalaşıyor, Batılılaşıyor. Tabii ki sadece bu süreçle toplumumuz değişime uğramıyor, sistemin bekası var oldukça her gün bir daha başkalaşıyor, bir anlamda asimile ediliyor. Öyle ki tam da bu süreç de toplumdan olmayan fakat toplumdanmış gibi faaliyet yürüten ikiyüzlü politikacıların asıl hedeflerinin menfi çıkarlar olduğunu görmelerine rağmen bu insanlara kucak açıyor her defasında olduğu gibi denize düşen yılana sarılır misali onları destekliyorlar. İşte bu da toplumumuzun geldiği fikirsizliğin ve idealsizliğin en son noktası. Nihayetinde hiçbir siyasi partiden hiçbir şekilde seçim süreçlerine girmeden duymadığımız, duyamayacağımız söylemler hep bu sürecin kandırmacaları oluyor. Tabiri caiz ise boylarından büyük konuşmalar yapıyorlar.

İktidar ekonomik vaatler üzerinden pek gidemiyor, gitse “neden bugüne kadar bunları yapmadın da bugün söylüyorsun” diye sorup soruşturacaklarından çekinip daha çok duygulara hitap ederken, öte yandan muhalefet partileri ise ekonomik vaatleri en güçlü söylemleri arasına alıyorlar. Daha çok seçim çalışmalarını bu söylemler üzerinden yürütüyorlar. Tabii ki ne kadar gerçekçi tartışmalar olduğu ise soru işareti. Mesela sormak isterim neden iktidara gelenler şu vahşi kapitalizmi kaldırıp, mesele sistemle alakalı olduğu halde sisteme dair bir tartışma başlatmıyorlar?

Benim daha çok dikkatimi çeken iktidar ve muhalefet partileri arasında bir hayli gündem olan “kaynak” meselesi. Zira bu konu her iki taraftan da üstün körü bir şekilde yorumlanıyor, her şekilde gerçeğin üstü örtülüyor her parti kendi söylem ve yorumlamalarıyla toplumun dikkatlerini üzerlerine çekme çabasına giriyor. Aslında “kaynak” konusu özellikle günümüz dünyasında çok geniş kapsamlı bir konu. Zira kapitalist sistemin kurucularına göre bu sistemin tarihinden günümüze dek ortaya atmış olduğu en büyük yalanlardan bir tanesi yeryüzünde insanların ihtiyaçlarını yeteri derecede doyuracak mal ve hizmet olmadığından insanların çok çalışması ve kaynak üretmesi gerektiği iddiasında bulunmalarıdır. Bunu kısaca “mal ve hizmetin sınırlı oluşu, İnsanların ihtiyaçları ise sınırsız oluşu” diye yorumlamışlardır. Tabii ki siyasi partiler olayı bir sistematik mesele olarak tartışmıyor meseleyi sıradan politik bir tartışma haline getiriyorlar. Zira onlar içerisinde hakikaten de büyük düşünecek bir Fatih, bir Selahattin, bir Ömer yok ki büyük düşünürlüğüyle, İslâm’ı ve toplumunun refahını düşünüp tarihe onuruyla, şerefiyle dik duruşuyla nam salsın. Hani yukarıda da soruştum madem siz o kadar çok toplumu düşünüyorsunuz o halde şu vahşi kapitalizmi ümmetler üzerinden kaldırıp atın da bizler de size “padişahımız çok yaşa!” diyebilelim. Ama yok, sizlerden topluma gelecek olan ancak ve ancak sömürüye sömürü katmak, adaletsizliği daha da derinleştirmektir. Çünkü zaten bu canavar düzenin ruhunda adaletsizlik olduğundan ve siz de bu düzeni daha ileri, daha yükseklere taşıyacağınıza ve onu koruyacağınıza defalarca yemin etiğinize göre sizden ümmete hayır yok beyler.

Dönelim konumuza, bu kaynak tartışmasında iktidarın verdiği cevap ve muhalefetin takındığı tavır adeta üç maymunu oynar misali bir durum sergilendi. Sorunun temel kaynağı kapitalizmin ortaya attığı büyük yalan yani “mal ve hizmetin sınırlı, insanların ihtiyaçlarının da sınırsız olduğu” meselesi olmasına rağmen hiçbir şekilde buralı olmuyorlar. Hâlbuki bu sistem nerede olursa olsun dünyanın hangi beldesinde olursa olsun gelir eşitsizliği, fakir ve zengin arasındaki uçurum farkı hep olacaktır ki bu kapitalist sistemin kaçınılmaz bir sonucudur. Nihayetinde üzerine kurulu olduğu fikri esas kaynakların paylaşımı değil, kaynakların üretilmesi üzerinedir. Üzerine bina edilen fikirlerin hatalı olmasından kaynaklı sistemin işleyişi de bu minvalde olup fertler arası gelir eşitliğini tesis etmede yetersiz kalmaktadır. Hal böyle olunca canavar sistemin tarihine şöyle bir dönüp baktığımızda hatta çok değil mesela günümüz toplumlarına baktığımızda gelir eşitsizliğinin hangi noktada olduğunu açık bir şekilde görebiliriz. Türkiye’de yaklaşık 29 milyon çalışan sayısının bulunduğu bu çalışanların sayısının da 21 milyon 150 bini yoksulluk sınırının altında maaş aldığı belirlenmiştir. Yoksulluk sınırı altında çalışanları ise hükümetin desteklediği Memur-Sen, Eğitim-Bir-Sen ve birçok sendikacının da desteklediği gibi 2 bin TL altında çalışanlardır. Dolaysıyla şöyle bir matematiksel oranla ortalama 1500 TL ile çalışan bir aileyi düşünelim. Bu aile iki çocuklu olsun ve evleri de kiralık olsun. Ailemiz aylık 500 TL kiraya, 300 TL elektrik, doğalgaz ve su faturalarına, 400 TL mutfak masraflarına, 200 TL işe gidiş geliş masraflarına ki ailenin kendi arabası olursa maliyet daha da artmış olur ki toplamda 4 kişilik bir ailenin aylık masrafı 1400 TL olmuş olur. Bu ailenin aylık biriktirmiş olacağı 100 TL’dir. Toplamda bir yıllık biriktireceği ise 1200 TL olur. Ancak eğer çocuklardan bir tanesi okula gitmiş olur ise ki bunun da yıllık masrafı 400 TL hesaplarsak bu aile yıllık 800 TL biriktirmiş olur. Dikkat edin bu rakamlarda eğlence ve keyfi harcama masrafı yok, bu basit hesaplamada hastane vb. zorunlu masraflar yok. Dolayısıyla bunları içine kattığımızda ailenin yaşama imkânı çok zor olacaktır. İşte kapitalizm, işte kapitalist Türkiye’nin gerçekleri…

Dikkat asgari ücret 1000 TL... Buradan Türkiye’nin en zenginler listesine gidelim diyorum. Mesela Forbes Dergisi’nin yıllık olarak açıkladığı Türkiye’nin en zenginleri listesine bakalım. Forbes dergisinin 3 Mart tarihinde açıklamış olduğu Türkiye’nin en zenginleri listesine göre bazı işadamlarının 4-5 milyar dolar servetleriyle birinci sıralarda olduğu görülür. Dergiye göre bu işadamları, bir yılda servetlerine 700-800 milyon dolar katarak listedeki yerlerini almışlar. Bir yandan yaşamak için direnen milyonlarca kişi, bir yandan ise bir kişinin serveti Türkiye’de çalışan sayısının yarısına yakın. İşte bu rakamlar içinde yaşadığımız kapitalist devletin görüntüsü. Hani demiştim ya çok uzaklara gitmeyelim, canavar sistemin içinden basitçe Türkiye’den örnek gösterdik. Bu rakamlar sadece Türkiye için değil günümüzde dünyanın her bir parçasında egemen olan kapitalizmin insanlığa yaşattığı kaçınılmaz gerçeklerdir.

Kapitalist sistemin egemen olduğu başka bir yerden hatta tam olarak işletildiği ABD’ye bakalım. Mesela orada nasıl bir sınıfsal uçurum var. Tıpkı Türkiye gibi midir, yoksa orası daha mı refaha sahip bir yapıya mı sahiptirBu soruya Prof. Joseph E. Stiglitz’in “Eşitsizliğin Bedeli” adlı kitabından alıntı yaparak cevap vermek isterim. Kendisi ABD’li,  Clinton Hükümeti döneminde iktisadi danışmanlar kurulunun başkanlığını ve Merkez Bankası başyardımcılığını yapmış olup ekonomi alanında Nobel ödülü alan bir ekonomist.

Şöyle anlatıyor Stiglitz ABD’deki gelir eşitsizliğini; “Öte yandan Amerikan ekonomisi vaatlerini kriz öncesinde bile yerine getiremiyordu: GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) büyüme göstermesine rağmen, vatandaşların çoğu hayat standartlarının düştüğünü görüyordu. Birinci bölümde göreceğimiz gibi çoğu Amerikalı aile için enflasyondan arındırılmış gelir seviyesi durgunluk başlamadan önce bile, on yıl öncesine göre daha düşüktü. ABD olağanüstü bir iktisadi makine yaratmıştı fakat görünen o ki bu makine sadece üst kesimdekiler için çalışıyordu. ABD’nin hikâyesi basitçe şudur: Zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksullar sayıca artmakta ve giderek daha da yoksullaşmakta ve orta sınıfın içi boşalmaktadır. Orta sınıfın gelirleri ya azalmakta ya da aynı seviyede kalmakta ve zenginlerle aradaki uçurum giderek artmaktadır. Hane halkı gelirleri arasındaki farklar, ücretler arasındaki ve mal varlığıyla sermaye gelirleri arasındaki farklardan kaynaklanır ve bu iki karşılaştırmada da eşitsizlik artmaktadır. Genel eşitsizlik seviyesindeki artış gibi ücretlerdeki eşitsizlik de artmaktadır. Örneğin son otuz yıl içinde yüzde 90’lık alt kesimdeki düşük ücretliler ücretlerinde sadece yüzde 15 oranında artış yaşarken, en zengin yüzde 1’lik kesim neredeyse yüzde 150, en zengin binde 1’lik kesimse yüzde 300’ün üzerinde bir artış yapmıştır.”

Dolaysıyla profesörün de açıkladığı gibi kapitalizm her nerede işlemiş olursa olsun zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksullar daha da yoksullaşmakta. İşte bu kapitalizmin kaçınılmaz gerçeklerinden sadece birkaç örnek. Bu minvalde günümüz siyasetçilerinin heybeden vaatleri havada kalıp bu vaatleri gerçekleştirmeyecekleri gibi zaten sistemin kendisi de buna asla müsaade etmez.

Peki ya siyasetçiler bu işin neresinde? Sizce siyaset yapanlar, toplumun menfaatlerini mi korumaktalar, yoksa zenginlerin servetlerini mi? Gelin bunu da yine sistem üzerinden cevaplandıralım. Kapitalist sistemlerde hükümettekiler her zaman kendi dönemlerinin milli gelir seviyesini yüksek tutma mücadelesine girerler. Milli gelir; bir ülkenin bir yıldaki toplam üretimidir. Dolaysıyla sisteme göre milli geliri kim artırırsa o daha çok değerli daha çok el üstünde tutulur. Çok üretenler her zaman desteklenmeli ki daha çok üretim olsun milli gelir daha çok büyüsün. Şüphesiz milli gelire en çok katkı sağlayacak olanlar da kapitalist sistemin türevleri olan servet sahipleri. Sistemi işletenler ise ancak onları korumak ve kazançlarına kazanç katmaları için vardırlar. Hatta genel olarak siyasetçileri de belirleyen yine toplum değil, kapitalistlerdir. Zira düzen onların düzeni olup toplumun kapitalist zulümden kaynaklı duygularını boşaltması için de siyasetçilerini sahneye sürerler ki uyuyan dev uyanmasın. Siyasetçiler bu vahşi sistemde servet sahipleri için var olurlar. Göreve başladıkları ilk andan son aşamaya kadar servet sahiplerini korumakla mükelleftirler. Kapitalizm bunun üzerine bina edildiğinden dolayı kim daha çok mal ve hizmet üretirse o daha çok değerlidir.

Velhasıl canavar kapitalizm var oldukça servet sahipleri çok büyük bir yalan olan “Mal ve hizmetlerin azlığı” meselesi üzerinden servetlerine servet katmakta gittikçe daha çok gelir elde etmekteler. Bu sebeple günümüz siyasetçilerinin geveleye durdukları suni gündemler meselenin hiçbir şekilde gerçeğiyle uyuşmamaktadır. Nihayetinde mesele sistem meselesi olup bu konu günümüz kıytırık siyasetçilerinin boyunu aşmaktadır. “Boylarını aşmaktadır” diyorum, zira bu siyasetçiler anca kendi koltuklarını sağlama almak ya da koltuk sahibi olabilmenin yarışındalar. Meselenin kaynak sorunu değil de kaynakların paylaşımındaki adaletsizlikte olduğunu idrak edecek kadar cesur olmayıp kapitalist düzeni kaldırıp tarihin çöplüğüne atacak kadar da adaletkâr yöneticiler olmazlar. Onlar olsa olsa batı âşıkları birer avene olup kendi öz değerlerine sırt çevirmiş emansız yöneticiler olurlar.

Ancak bu gerçeklerin üstünde bir gerçek, tüm çürük fikirlerin yıkılıp yok oluşunun ardından da sağlam bir fikrin olduğunu unutmamak gerek. Tarih artık her türlü kirli siyasetin yolunu denedi. İnsanlık artık fecrin kutlu doğuşunu bekliyor. Kapitalizmin bitmez tükenmez sahte, kirli ve zulüm dolu çözümlerinin hiçbir tutarlı yolu kalmadı. Artık korkunun ecele faydası yok. Gelecek olan ve çok yakın olan Hilâfet geldiğinde gelir seviyelerinin eşit olduğu, adaletin bireyler arası tesis edildiği, emeğin, alın terinin sömürülmediği, asgari ücret gibi kirli sömürü planlarının habis işlerinin tarihin çöplüğüne tıpkı sosyalizm gibi atıldığına şahit olacağız. İşte o gün zengin ve fakir arasında oluşan uçurum İslâmî iktisat nizamı ile yok edilecek. Emeğin hakkını emeği harcayanın belirlediği, kaynakların eşit seviyede dağıtıldığı bir düzen kurulacak. İşte o zaman ümmetler İslâm’ın sağlamış olduğu adaleti refahı ve gerçek devleti görecekler. Böylece fevç fevç İslâmî Devlet’in tâbiyetini kabul ettiklerine şahit olacağız…

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

“De ki: Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu). Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya mahkûmdur).” (İsra Suresi 81)

        


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz