ÖNCÜLER/SABİKÛN

Mehmet Çetinbudak

Her şeyin sahibi Allah’a sonsuz hamdu senalar olsun. Sadece O’nun önünde eğilir, sadece O’nu yegâne Rab biliriz. İnsanlığa Yüce Yaratıcının emir ve nehylerini bildiren “Ümmetim Ümmetim”, diyen, O’nun kulu ve Rasulü’ne salatu selamlar olsun.

Herkes, “biz çok iyi vagonlarız, bizi çekmeye lokomotif gelsin” diyor. Hiç kimse lokomotif olmaya talip değil. İçe dönük ibadetlerle yetinme hali bizleri kuşatmış. Vakıa Sûresi’nde üç tip insandan bahsedilmekte. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Cennetliklerden olan ancak çok daha üstün, çok daha özel bir gruptan, öncü şahsiyetlerden haber vermektedir. Elbette Ashabu’l-Meymene -Sağ Ehli- de iyi, onlar da Cennetlik Müslümanlar, ancak Sabikûn’a özel bir sayfa, özel bir parantez açılmış. Hepimiz iyiyizdir, ancak “aktif” iyi olmalıyız. Yani bu iyiliğin “somut” izahatlarla karşılığını bulması gerekir. Diri-canlı şahitlerin eksikliği bizim bir araya geldiğimizde konuştuğumuz reçete olarak yazacağımız öncü şahsiyetlerin, dava adamlarının eksikliğidir.

Bizi bu hale getiren sebepler arasında dört bir yandan kuşatılmışlık, dünyevileşme, konformizm, modernleşme sonucu olarak bir bireyselleşme sorunu yaşıyoruz. Dört duvar arasında yaşanan, sadece hayatın merkezine oturtulan şekilsel ibadetler yapılıyor. Bu, kesinlikle -hâşâ- ibadetleri küçümseme anlamına gelmemelidir. Bu şekilsel ibadetleri hayatın merkezine oturtup topluma dönük, hayata dönük ibadetlerden kendini berî tutmak, ayrıştırmak sorunu yaşanıyor. Yani bireyselleşme sorunu...

Ayrıca modern, küresel kavramların insanlara vaat etmiş olduğu Liberalizm, Demokrasi gibi kavramların özgürlük ve yaşam alanları ile yetinme hali ve bu yetinme halinin sebep olduğu fikirsel ve eylemsel sapmalar. “Biz yanlış okumuşuz bugüne kadar. Bakın ne güzel, herkes özgürce her istediğini yerine getirebiliyor, tüm özgürlük alanlarının önü açık, daha ne istiyoruz, din bu zaten. İslam’ın bir devlet talebi yok ki, bunun ekstrasını talep etmenin bir anlamı yok ki” deyip yetinen ve büyük bir savrulma yaşayan bir kesim, iki tip örnek olarak karşımızda duruyor. Bu kuşatılmışlık hali, biz Müslümanlara Allah’a karşı sorumluluklarımız nedir, kulluk görevlerimiz nedir, bunları unutturdu. Birtakım dini vecibelerini yerine getiren bir toplumla yetinmeye başladık.

Kur’an’î bir kavram olan Sabikûn/Öncüler, önde gidenler, öne geçenler konusunu her zamanki gibi Kur’an çerçevesinde kalarak işleyeceğiz. Bu konuyu seçme sebebimiz, insanların İslamî duyarlılıklarının ve sorumluluklarının bilincinde olması ya da olmaması, toplumda tevhidî bir dönüşüm olması ya da olmamasının öncü şahsiyetlerle ne derecede ilişkide olduğunu gözler önüne sermesidir, diyebiliriz. Çevremizdeki Müslümanların bazıları, üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine, elinden tutup çekecek birilerini beklediğini söyledi.

Öncü kesimin çıkmasındaki ilk gerekçe, insanların içinde bulunduğu cemaatlerin yaptığı zikzaklardan yaka silkip, kuşatılmışlığın da verdiği içe kapanmadan dolayı kabuğuna çekilmesi, eşinin başörtülü olması, kızının başörtülü olarak okumasıyla yetinen, bireysel ibadetlerini yapan ve kalplerinin bir köşesinde bir kurtarıcı bekleyen, ömrünü tüketen bir kesim oluştu. Bir uyanmışız ki her taraf İslamileşmiş. Bakın bu ilk kesim bunlar samimi, iyi niyetli Müslümanlar. Yani kendileri bir Sabikûn bekliyorlar. Böyle insanlarla sürekli temas ediyoruz.

İkincisi ise bu çağda artık olması gerekenin mevcut durum olduğuna kanaat getirenler. “Zaten rantı, ihaleleri alıyoruz. Böyle bir ortam Sabikûn yetiştirecek bir ortam değil.” Bu iki problemli ruh hali ortak bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Rahat ve konforundan taviz vermeyen, sorumluluk almayan, fedakârlık göstermeyen ve bedel ödemeye razı olmayan bir düşüncenin sonucudur. Bu kesim öncü kadronun, Sabikûnun çıkmasına engel olmaktadır. Silik şahsiyetlerden neden Sabikûn çıkmıyor, bunları düşünmemiz hasbıhal etmemiz gerekiyor. Hiç değilse temaslarda, sohbetlerde bizleri dinleyenler arasından o dava adamı -öncü adam- neden ben olmayım diyecek olanlara bir kıvılcım yakmamız gerekiyor. Bu tür sohbetler belki kardeşlerimizin uyanmasına harekete geçmesine neden olur diye ümit ediyoruz.

Toplumda davanın yatağı kaydı. Gayeler kaydı. Hedeflerimizi, gayelerimizi hatırlayacak olursak Hz. Adem’den, Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin davası Tevhid davasıdır, yürütmüş oldukları mücadele tevhid mücadelesidir. Peygamberlerin mirasçısı biz Müslümanların da mücadelesi, gayesi aynıdır. Rabbimiz Nahl Sûresi 36. Ayeti’nde “Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti, onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün” buyurmaktadır. Peygamberlerin varisçileri olan bizlerin tağutun reddedilmesi kulluğun sadece Allah’a yapılması noktasında bir mücadele yürütmesi aşikârdır gereklidir, zorunludur. Peygamberlerin gönderiliş gayesi insanlar üzerinde tahakküm kurmuş, Rablik taslayan, zorbalık taslayan egemenleri reddetmek, yıkmak, sarsmak, onları rahatsız etmek için gönderilmişlerdir. O egemenlere isteyerek veya istemeyerek boyun bükmüşleri silkelemek için gönderilmişlerdir. İşte bu temelin altını çizmemiz gerekiyor.

Enbiya Sûresi 25’te “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmişizdir” denmektedir. Zariyat Sûresi 56’da ise Rabbimiz, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyururken yaratılışın gayesinin yalnızca kulluk olduğunu belirtmektedir. İşte bu ayetler önümüzde dururken, o pak peygamberleri mücadeleleri, şahitlikleri kıssalar halinde önümüzde dururken nasıl, “İslam’ın egemen sistemlere müdahale etme, toplumları idare etme talebi yoktur” diyebiliriz. Dini hayata hâkim kılmak için Kur’an’i bir ifadeyle mücadele etmeleri bir vazifedir. Bu bir farziyettir. Hayatta yalnız Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlar etkili, etken, tek belirleyici oluncaya kadar, insanlar hayatlarını ve yaşantılarını Allah ve Rasulü’nün belirlediği sınırlar oluncaya kadar mücadele etmeli. Bakara Sûresi 193’te, “Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” diye açık bir hedef ve yönlendirme duruyorken peygamberlerin ömürlerini verdikleri nebevi bir mücadele karşımızda duruyorken bu mücadeleyi görmezden gelip dini bireyselleştirme, etkisizleştirme çabası işte toplumda öncü şahsiyetlerin, dava adamlarının, Sabikûnun görülmemesinin, oluşmamasının, ortaya çıkmamasının gerekçelerinden bir tanesidir. İşte davamız Allah’ın dinini yeryüzünde hakim kılabilme mücadelesidir. 

Davası İslam olmayanı/olmayanları Sabikûn olarak görmüyoruz.

Bu davayı üstlenmiş olanlar, başı çekenlerdir Sabikûn. Sabikûn; Sebeka kökünden gelen yarışmak, öne geçmek, koşuşturmak anlamlarına geliyor. Sebeka rekabet arzusu içinde birbirini geçme arzusu, yani hayırda yarışmak, Allah’ın dininde kim önde olacak yarışı. Bu yarışta haset, kıskançlık, çelme takmak yok; gıpta etmek var, imrenmek var, hayırda yarışmak var. Ashabul yemîn; iyilik ve hak için çaba sarf edenler, İslami mücadele öncülüğünü tercih edenler, Vakıa Sûresinde Allah’a yaklaştırılanlar olarak bahsediliyor. Allah’a yakın olmaktan daha büyük bir ödül var mı? Kim bu Sabikûn; elini taşın altına sokanlar, birilerini beklemeyenler, öne atılanlar, zulme karşı ilk düğmeye basanlar, zalime ilk taşı atanlar, gönülleri ve coğrafyaları fethe çıkan ilk akıncılardır. Tabi ki dünyada Allah’a yakın olacaklar, ahirette de Allah’a yakın olacaklardır.

Kur’an’ı Kerim’de geçen ve beni araştırmaya ve düşündürmeye sevk eden ayet Vakıa Sûresi’nde geçen ayetlerdir: “Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır. Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır. Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir! Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir! (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış kimselerdir.”

Allahu Teâlâ üç grup insandan bahsediyor. Ashabu’l-Meymene: Kitabı sağ taraftan verilen, bereket ashabı mutlu olanlar, kurtuluşa erenler; bir diğer sınıf Ashabu’l-Meş’eme: Uğursuzlar, bedbahtlar, şom ağızlılar, bereketsizler, bunlar yapmış oldukları inkârdan, fısktan, fücurdan dolayı Mahşer Günü o konumda olacaklar. Sabikûn: Allah’ın davasına hiç tereddüt etmeden, beklemeden koşanlardır. İyilikte, şükürde, yardımda, teslimiyette, davette önde olanlardır. Herkes yürürken, onlar koşanlar. Herkes otururken, onlar ayaktadırlar. Herkes susarken onlar konuşur, herkes uyurken onlar uyanıktırlar. İşte Sabikûnun, ashabul meymeneden, mutlu ashabtan farkı budur.

Geceye adım adım yürüdüler,

Korkuya adım adım yürüdüler,

Onlar öndeler, onlar öncüler,

Hiç düşünmeden bir an, onlar öldüler.


Yılmadan yıkılmadan direndiler,

YARADAN ADINA can verendiler,

Onlar öndeler, onlar öncüler,

Hiç düşünmeden bir an, onlar öldüler.


“Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar! (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler. İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır, Naîm Cennetlerinde. (Onların) çoğu önceki ümmetlerden, Birazı da sonrakilerdendir.” (Vakıa 7-14)

“Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Düzgün kiraz ağacı, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, uzamış gölgeler, çağlayarak akan sular, sayısız meyveler içindedirler; tükenmeyen ve yasaklanmayan.” (Vakıa 27-33)

“Soldakiler; ne yazık o soldakilere! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, kapkara dumandan bir gölge altındadırlar; serin ve hoş olmayan.” (Vakıa 41-44)

Vakıa Sûresi’nde Allahu Teâlâ Hesap Günü’nde insanları sınıflara ayıracağını haber vermektedir. İnsanlar; öncüler, sağdakiler ve soldakiler olmak üzere üç grup halinde kabirlerinden çıkıp Yaratıcılarına koşacaklardır. Sağdakiler Cennetlikler, soldakiler ise cehennemliklerdir.

Öncüler, yani Sabikûn ise dünyada Allahu Teâlâ’ya kavuşmayı arzulayan ve Allahu Teâlâ’nın kendilerine kavuşmak istediği insanlardır.

Soldakiler sürünerek, yollarını kaybetmiş bir şekilde Allah Azze ve Celle’ye doğru giderken, Allahu Teâlâ en önce, alınlarında secde nurlarıyla Rablerine koşan öncüleri karşılayacaktır. Öncüler, Rahman’ın Cennetin zirvesine layık gördüğü kullarıdır. 

Öncüler sadece hayır yapmayı değil hayırda da en önde olmayı hedefleyen insanlardır. Önceki ve sonraki ümmetlerden öncü olan izzetli ve şerefli insanlar hep var ola gelmişlerdir.

Peygamberimizin SallAllahu Aleyhi ve Selem Sahabeleri hayırda en önde olabilmek için birbirleriyle sürekli olarak tatlı bir yarış içerisinde idiler. Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanabilmek, buldukları her fırsatı ecire dönüştürebilmek için çabalamışlardır. Çünkü Allahu Teâlâ şu emrini beyinlerine ve kalplerine iyice nakşetmişlerdi.

"İyiler kesinkes cennettedir. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar." (Mutaffifin 22 - 26)

İslam tarihi böyle şanlı insanların destanlarıyla doludur. Sahabeler birbirleriyle sadece yarış içerisinde değillerdi. Bu değerli insanlar aynı zamanda İslam adına, korkusuzca, birçok ilklere imza atmışlar ve diğer Müslümanlara öncü olmuşlardır. Kendileri, örnek alınması ve isimleri beyinlerimize mıh gibi çakılması gerek insanlardırlar. Çünkü şanlı Rasul onları doğru yola iletebilecek yıldızlar olarak vasıflandırmıştır.

Maalesef günümüzde durum çok farklı ve vahimdir. Ümmet bu kahramanların destanlarını bilmemekte hatta onların isimleri dahi yabancı gelmektedir. Çünkü Ümmetin televizyon, internet, radyo gibi teknolojik aletlerle maruz kaldığı kirli bilgi bombardımanında eşcinselliğe davet eden insanların, kamu malı olan sanatçıların, her şey sanat için deyip ahlaksızlığa çeşitli kılıflar giydiren oyuncuların, Allah’a savaş açmış hain liderlerin isimleri öne çıkmaktadır. Tüm Ümmete ve özelde gençlere yönelik bu fikri saldırı maalesef müthiş zararlara yol açmaktadır.

Gençlerimiz örnek aldıkları şahısların yaptıkları gibi cesurluğun soyunup dökünmekte, başarının ukalalıkta olduğunu sanmaktadırlar. Atalarının onlara bıraktıkları, dünyanın tüm mücevherlerinden değerli, mirastan habersizdirler. Çünkü bu miras arşivlerde, müzelerde ve üzeri 10 parmak toz tutmuş, raflara kaldırılmış kitaplarda gizlenmektedir. Müslümanlar, asıl örnek alınması gereken ve örnek alınmaya layık insanlardan habersizdirler.

Gençlerimiz bir Hubeyb’den, bir Sa’d b. Ebi Vakkas’dan, bir Zübeyr b. Avvam’dan, bir Safiyye’den, bir Ebu Bekir’den bir Ömer’den, bir Osman’dan, bir Ali’den, bir Zeyd’den, bir Bilal’den, bir Hamza’dan, bir Abbas’dan ve bunlar gibi birçok Sahabeden -RadiyAllahu Anhum- habersizdirler.

Fakat Ümmet artık bu derin gaflet uykusundan uyanmaktadır. Tekrar dirilişe doğru yol almaktadır. Bu dirilişe, Sabikûn vasfını kendilerine kazandıran sahabenin, İslam tarihinde öncülük yaptıkları bir kaç mevzuyu aktararak katkıda bulunmak istiyoruz.

Sahabeler bir tarihe sahip olmamıza vesile olmuşlardır. Onlar bize bir tarih kazandıran, İslam’ın ve İslam tarihinin temel direkleridirler.

Peygamber Efendimiz ve o’nun tüm sahabesinin öncülük yaptıkları, İslam tarihinin ilk önemli olayından bahsetmek istiyoruz. Miladi 622 yılında, Medine’de İslam devletinin kurulmasında öncülük yapmışlardır. Hilafet’in kurucularından olma şerefine nail olmuşlardır. 

-Allah’a ve din gününe iman etmiş bu öncü Sahabelerden biri Hubeyb RadiyAllahu Anh idi. Kendisi şehit edilmeden az önce İslam tarihinde ilk defa 2 rekât namaz kılan Sahabedir.

Ebu Hurayra’dan: Benü Lihyan denilen Hüzeyl’li bir kabile Hubeyb ve Zeyd’i esir aldı. Hubeyb ve Zeyd’i götürüp Mekke’de sattılar. Hubeyb’i Haris b. Nevfel oğulları satın aldı. Hubeyb, Bedir’de Haris b. Amir’i öldürmüştü. Onların yanında bir müddet esir olarak kaldı. Nihayet öldürmeye karar verdiler. Öldürmek için Mescid-i Haram’dan çıkardılar. Hubeyb; “bırakın, iki rekât namaz kılayım” dedi. Sonra onlara dönerek; “Eğer ölümden korktuğum için namazı uzattığımı düşünmeseydiniz daha fazla kılardım” dedi. İdamdan önce ilk defa iki rekât namaz kılma âdetini ihdas eden odur. Namazını bitirdikten sonra; “Allah’ım. Sen de onların cezasını ver!” dedi ve devamla şunları söyledi: “Mademki Allah yolunda öldürülüyorum, ölümün şekli ne olursa olsun. Önemli değil. Allah dilerse vücudumun her bir azasını mübarek kılar.” Hubeyb sözlerini bitirince Ukbe b. Haris yanına gitti ve onu öldürdü.

-Bir diğer öncü sahabe Sa’d b. Ebi Vakkas RadiyAllahu Anh’dır. Kendisi İslam adına ilk ok atan sahabedir.

Allah’ın Rasulü, içlerinde Sa’d b. Ebi Vakkas’ın da bulunduğu bir seriyyeyi, Hicaz taraflarında Rabiğ denilen bir yere gönderdi. Burada müşrikler, Müslümanlara saldırılar. Sa’d b. Ebi Vakkas o sırada müşriklere karşı oklarını kullandı. Allah yolunda ilk ok atan o oldu.

-Canından bile değerli gördüğü Rasul için, İslam adına, ilk defa kılıcını çeken sahabe Zubeyr b. Avvam RadiyAllahu Anh’tır.

Urve anlatıyor: “Zubeyr b. Avvam, Müslüman olduktan sonra, Muhammed SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in müşrikler tarafından yakalanıp götürüldüğünü işitmişti. O zaman henüz 12 yaşındaydı. Kılıcını sıyırarak, Mekke sokaklarında etrafına dehşet saçarak dolaşmaya başladı. Elinde kılıç, Mekke’nin yüksekçe bir yerinde Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem ile karşılaştı. Zubeyr’i gören Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; “Bu ne hal?” diye sordu. “Senin yakalanıp, götürüldüğünü duydum da!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Peki, ne yapacaktın?” deyince: “Seni yakalayanı işte bu kılıcımla doğrayacaktım” dedi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Zubeyr’e ve kılıcına hayır duada bulundu.”

İşte Zubeyr, Allah yolunda ilk kılıç çeken kimsedir.

-Öncü olan birçok kadın Sahabenin ismi İslam tarihine kaydedilmiştir. Bunlardan biri, İslam’da ilk defa bir Yahudi erkeği öldüren Safiye RadiyAllahu Anhuma’dır.

AbdulMuttalib’in kızı Safiyye anlatıyor: “Hassan b. Sabit RadiyAllahu Anh kalede, bizim yanımızda kadınların ve çocukların başındaydı. Uzaktan bir Yahudi gelerek, kalenin etrafında dolaşmaya başladı. Beni Kurayza da Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e karşı savaşıyordu. Kale ile Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem arasında bu Yahudiler bulunuyordu. Dolayısıyla, civarımızda bizi koruyabilecek kimsecikler yoktu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Müslümanlar göğüs göğüse düşmanla çarpışıyorlardı. Düşmanı bırakıp bizim imdadımıza koşmaları imkânsızdı. Tam böyle bir anda, bu Yahudi gelmişti.

Ben, Hassan’a: “Ya Hassan, gördüğün gibi, bu Yahudi kalenin etrafını dolaşıyor. Bunun, bizim hakkımızda Yahudilere malumat götürmesinden korkuyorum. Şu anda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Ashabı da meşgul. Sen aşağıya in ve bunu hakla” dedim. 

Hassan ise: “Allah hayrını versin, AbdulMuttalib’in kızı! Sen, benim yiğit olmadığımı bilmiyor musun?” diye karşılık verdi.

Hassan’ın bu işi yapabileceğinden ümidimi kesince, bana bir cesaret geldi. Elime bir direk aldım. Kaleden dışarı çıkarak Yahudi’ye yaklaştım ve elimdeki direkle vura vura işini bitirdim. Tekrar kaleye döndüm...”

Bir diğer rivayette, Safiye RadiyAllahu Anhuma’nın müşrik erkeği öldüren ilk kadın olduğu kaydı vardır.

İşte, bu şanlı insanlar asıl örnek alınması gereken insanlardır. Çünkü onların, kendilerini İslam uğruna, canlarını ve mallarını hiçe sayıp, öne atmalarının sebebi Allahu Teâlâ’ya karşı olan büyük sevgileridir. Onlar bizim tarihimiz, hatta tarihimizin temel direkleridirler. Onlar bizlere, izzet ve şerefin Allahu Teâlâ’ya koşmakla geleceğini gösteren yıldızlardırlar.

Ve bugün yapılabilecek birçok öncülük vardır!

Bu şanlı Sahabelerin öncülükleriyle temelleri atılmış binayı (Hilafet’i) yıkıp ilga etmiş olanlar çok fazla sevinmesinler!

İslam Ümmeti’nin temelleri henüz sapa sağlam mevcutturlar. Tüm saflığıyla Kur’an-ı Kerim halen ellerimizdedir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den gelen bir Raşidî Hilafet kurma emri, tüm zaman ve mekânlarda geçerli olan İslam ideolojisinde, halen mevcuttur. Allah Subhanuhu ve Teâlâ’nın;

“Allah sizlerden iman edip, salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini yeryüzünde hâkim kılacağını (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık kimde bundan sonra inkâr ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir." (Nur 55) vaadi halen Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur.

Evet, Müslüman Ümmet’in, aslan parçalarının öncülük yapabilecekleri birçok husus mevcuttur.

-Kimileri Irak’taki bacılarımızı, çocuklarımızı, kardeşlerimizi kurtarmayı ve Allahu Teâlâ’ya Irak öncüsü olarak kavuşmayı arzulamaktadır. 

-Kimileri Filistin öncüsü olarak Allah’a koşmayı arzulamaktadır.

-Kimileri Suriye’nin öncü kahramanı olmak istemektedir.

Evet, öncülük gerektiren birçok ülke, birçok belde mevcuttur. Ve bu öncülüğü başarabilmek sadece otorite ile yani bir İslam devleti ile mümkündür. Çünkü Peygamber Efendimiz Salallahu Aleyhi Ve Sellem:

“Halife kalkandır. Arkasında savaşılır ve korunulur” buyurmaktadır.

-Kimileri bu davanın öncülüğünü yapmaya hazırdır.

-Kimileri Allahu Teâlâ’ya 21. asrın kahramanı, İslam devletini, Raşidî Hilafet’i kuran öncü olarak kavuşmayı arzulamaktadır?

İşte tutup kaldırılması gerek bir dava sizleri beklemektedir.

Ey Müslüman Ümmet!

Çağrımıza ses ver ve en ön saflarda Allah’a kavuşmaya muktedir ol.

Ey Rabbimiz! Bizleri Sahabe-i Kiram'ı, doğruları örnek alan insanlardan eyle. Sana en önce kavuşmayı nasip eyle! Bizlere, Cennette sana en yakın olan yerleri ver.

Ey Rabbimiz! Bizleri Sabikûn’dan (öncülerden) eyle! Âmin… 

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ve Âhir-u Da’vâhum En-il Hamd-u Li’llahi Rabb-il ‘Âlemîn

Onların dualarının sonu da âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddir. [Yûnus 10]



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz