PATRİOT RAMPALARININ YÖNÜ BEKLENEN HİLAFET’E ÇEVRİLDİ

Osman Yıldız

Füze savunma sistemleri ve Türkiye’ye getirilmek istenen Patriot füzelerini anlayabilmek için öncelikle 2010 yılında Portekiz'in başkenti Lizbon'da NATO ülkelerinin katıldığı zirveye tekrar gitmemiz gerekmektedir. NATO Lizbon Zirvesi sonuçlarını özetleyecek olursak; NATO’nun ABD’nin gelecekteki niyetleri ve tehdit algılaması doğrultusunda yeniden yapılanması ve konseptinin değişmesi, bu kapsamda Batı Avrupa’dan Asya’nın doğusuna kadar olan bir coğrafyanın füze savunması çerçevesi altında savaş alanı haline getirilerek, Rusya’nın da bu işe ortak edilmesi olarak özetleyebiliriz. Zirve sonunda yayınlanan yeni NATO stratejisi ve zirve sonuç dokümanları ABD’nin on yıldır hazırlamaya çalıştığı geleceğin ordusu ve bu ordunun hazırlandığı savaş senaryolarının gerektirdiği kuvvet ihtiyaçları ile tamamen uyumludur. Kısaca, ABD kendi düşmanlarını ve konseptini NATO müttefiklerine satmış, ancak Avrupalı müttefiklerini ve İsrail’i korumak için füze savunma sistemi (füze kalkanı) projesini öne sürerken Asya coğrafyasındaki kendi senaryolarını gözlerden uzak tutmuştur. 

Sovyetler Birliği’nin, yıkılmasıyla birlikte kuruluş gerekçesinin ortadan kalkmasından sonra kaldırılması gereken NATO'nun, varlığını sürdürmeyi devam ettirmek için yetkilerinin ve alanının genişletilmesini öngören yeni plan ve stratejiler belirlenmiştir. Nitekim bu yeni plan, yeni düşmanlar oluşturmak ve NATO ülkelerini tehdit eden eylemler türetmekle NATO'nun varlığını devam ettirecektir. Zirvede, NATO'nun ne sözde düşmanı ne de füze kalkanının maksadının tam olarak açıklanmaması ve füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesi; NATO’nun yeni hedefinin Müslümanlar olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun tek nedeni ise Hilafet’in kurulmasını engellemekten başka bir şey değildir. Füze kalkanı projesi, sömürgeci kafirlerin İslam'a ve Müslümanlara karşı beslediği kinin boyutunu ortaya koyduğu gibi Türkiye’nin, füze kalkanının istasyonu olmayı kabul etmesi AKP hükümetinin işlediği cürümün boyutunu da bizlere göstermektedir.

ABD, Lizbon zirvesinde hegemonyasını NATO ülkelerine özellikle de Batı Avrupa'ya dayatmayı ve iradesini dikte etmeyi başarmıştır. Böylece Avrupa’yı kendi şemsiyesi altına almayı başarmış oldu. Böylelikle Avrupa’nın kendisinden bağımsızlaşmasını ve kendisine ait bağımsız bir kuvvet oluşturmasını da engellemiş oldu. Yine Rusya’nın da planlarına olan tepkisini hafifletti. Dolayısıyla bu proje ile birlikte hiçbir büyük devlet ABD’nin karşısında duramamakta, yada kartları yeniden kararak ona karşı bir dümen çevirememektedir. Dolayısıyla da ABD, bu zirve sayesinde ekonomik krizini az hasarla atlatmış, Irak ve Afganistan’da işlerinin kötüye gitmesinin ardından sarsılan devletlerarası konumunu güçlendirmiştir. 

Füze kalkanı projesi, Amerika'nın Avrupa üzerinde tam bir hegemonya kurmasına yönelik bir sistem olmakla birlikte İslami beldelere yönelikte bir plandır. Zira bu proje sayesinde ABD, işleri sıkıca kavrayarak, kendisi ile rekabet eden bağımsız küresel bir gücün oluşmasını engelleyecek, Avrupa’yı himayesi altına alacak ve Avrupa için sürekli olarak güvenlik kaygıları oluşturacaktır. Ayrıca NATO'nun yetkilerinin genişletilmesi ve füze kalkanının Türkiye’ye yerleştirilmesinin bu zirvede ele alınması ise ilerde doğacak olan İslami bir projenin sancılarının ABD tarafından hissediliyor olmasından dolayıdır. İşte bu Füze Savunma Sistemi, İslam ve Müslümanlar açısından tehlike arz ettiği halde; ‘biz NATO üyesiyiz’ diyerek her kararı itiraz etmeksizin uygulayan bu yöneticiler ne denli bir kirli oyunun içerisinde olduklarının ya farkında değiller yada bu işi bilinçli bir şekilde yapmaktadırlar.

Füze kalkanı projesiyle ilgili kamuoyuna bu projenin sadece savunma amaçlı olduğu söylenmektedir. Ancak içeriğine bakıldığında “bu plan, terörizmle, kitle imha silahlarıyla, nükleer silah tehdidiyle ve balistik füzelerle” mücadele etmeyi hedefleyen saldırı amaçlı bir plandır. Yani ABD, NATO adı altında bu asrın başından beri özellikle de 11 Eylül 2001 olaylarından sonra takip ettiği siyaseti teyit etmiştir. İlk başta Fransa ve Almanya ve yine Rusya da dahil bazı devletler buna karşı çıkmasına rağmen Lizbon zirvesi, Fransa ile Almanya'nın tutumunu değiştirmiş ve Rusya’nın tutumunu da zayıflatmıştır. Bu da ABD için soyunduğu dünya jandarmalığı görevinde kendisine bir nevi onay verildiği anlamı taşımaktadır. Nitekim ABD oğul Bush döneminde dünyaya rağmen, kimseden onay almadan “ya benimlesiniz ya da teröristlerle” diyerek bir siyaset izlerken Obama döneminde ise selefinin politikalarıyla çok farklı olmasa da hatta devamı niteliğinde olsa da diğer güçlerinde onayının alınmasına göre hareket etmektedir. Aradaki farkı sanırım fark ettiniz birisi “şahin”i oynarken diğeri “güvercin”i oynamaktadır. 

Türkiye'nin Suriye sınırına yerleştirilmek üzere NATO'dan talep ettiği Patriot Hava Savunma Sistemine gelince: Bu füzeler daha önce Körfez ve Irak savaşları sırasında da Türkiye’de kurulmuştu. Suriye’de yaşanan gelişmelerin ardından hava savunmasını güçlendirmek “bahanesiyle” NATO’dan tekrar talep edildiği iddia edildi. “İddia” diyorum çünkü Başbakan Erdoğan, ilk yaptığı açıklamada; böyle bir şeyden haberinin olmadığını söylemişti. Ya da haberi vardı bunu gazetelerin yazdığından habersizdi ve deşifre olmamasını istediği için “bilmiyorum” diye cevap vermişti. 

Patriot Hava Savunma Sistemi, Türkiye’ye ilk olarak 1991 yılındaki Körfez Savaşı döneminde getirildi. O dönem Irak'ın, İsrail'e Scud Füzesi fırlatmasının ardından NATO hava savunmasını güçlendirmek için Hollanda’dan gönderilen Patriot Hava Savunma Sistemi Diyarbakır ile Adana’da konuşlandırılmıştı.

Daha sonra 2003 yılındaki ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte olası bir füze tehdidine karşı yine “Türkiye’nin hava savunma sistemini güçlendirme” bahanesiyle NATO tarafından gönderilen Patriot Hava Savunma Sistemi, Hollanda’dan gemiyle Hatay'ın İskenderun ilçesine getirilmiş, buradan da Diyarbakır, Batman ve Adana’ya götürülmüştü. Bu patriot rampalarından 2’si Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı ile 7. Kolordu Komutanlığı’nda, 2’si Adana’daki İncirlik Üssü’nde biri ise Batman Havaalanı’na konuşlandırılmıştı.

ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve ardından Saddam’ı devirmesiyle birlikte görevini yapmış olan Patriot füzeleri tekrar sökülerek Hollanda’ya geri gönderilmişti. Tehdidin ortadan kalkmasıyla birlikte Türkiye’nin hava savunmasının güçlenmesine gerek olmadığına karar verilmiş olacak ki iki ay gibi kısa bir süre sonra Patriot rampaları tekrar sökülmüştü. Peki, şimdi bu füze rampaları tekrar neden kurulmak istenmektedir. Gerçekten Türkiye’ye Suriye’den gelecek olan olası bir tehdide karşı mı kurulmak istenmekte yoksa başka bir nedeni mi var? 

Suriye yönetimi kendisi içeride zor durumda iken, düştü-düşecek bir durumda iken bir de Türkiye ile savaşa girmek isteyebilir mi? Türk jetinin düşürülmesinden sonra bile harekete geçmeyen NATO o halde şimdi neden bir anda Türkiye’yi böyle düşünür oldu. Daha önce de belirttiğim gibi bu füze rampaları Müslümanların hayrı için değil aksine onlardan gelecek olan bir tehditten dolayı kurulmak istenmektedir. Suriye’de bugün Hilafet Devleti’nin ayak sesleri işitilir oldu. Hatta birçok bölgede şer-i mahkemeler dahi kurulmuş vaziyettedir. Dolayısıyla Suriye’de bulunan kimyasal silahların muhalif güçlerin eline geçmesi ve bunu caydırıcı amaçlı kullanmasından endişe edilmektedir. Bu füze rampalarının kurulmasıyla birlikte aynı zamanda hem kürecik korunmak istenmekte hem de bir nevi tampon bölge oluşturulmaktadır. Daha önce Türk jetinin düşürülmesiyle birlikte NATO’nun 4. maddeyi işletmesinin nedeni henüz Beşşar Esed’in alternatifinin hazırlanmamış olmasıdır. Şimdi ise ABD’nin direktifi ile kurulmuş olan “Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu” (SMDK) hazır bir durumdadır. Böylelikle bu füze rampalarını kurarak aslında 5. madde işleme konulmuş olmaktadır. NATO’nun 4. ve 5. maddeleri şu şekildedir.

4. Madde: Bir üye ülke ulusal güvenliği, sınır bütünlüğü ya da bağımsızlığı tehlike altına girmesi halinde istişareler için diğer üye ülkeleri toplantıya çağırabilir.

5. Madde ise: Bir üye ülkeye yapılan saldırı bütün ülkelere yapılmış bir saldırı olarak kabul edilir.

Dolayısıyla bu füzeler savunma amaçlı olmayıp ABD’nin tehdit algılamasına göre gerektiğinde kullanılmak üzere saldırı amaçlı Türkiye’ye konuşlandırılmak istenmektedir. Ta ki Suriye’de istediği bir değişim gerçekleşsin.

Erdoğan’ın Türkiye NATO toprağıdır sözüne gelince: Erdoğan’ın D-8 Zirvesi için gittiği Pakistan'ın başkenti İslamabad'da Türkiye’ye getirilecek olan NATO füzeleri konusunda yaptığı açıklamada; “..atılan adım şudur; şu anda bizim topraklarımız aynı zamanda 4. maddeye göre NATO'nun da topraklarıdır. Burada NATO ile yapılan görüşmelerde, burada savunma esaslı olmak üzere böyle bir adım atılmaktadır” ifadelerini kullanmıştır. Erdoğan bunun üzerine birçok kesimden eleştiriler aldı. Kimisi “burası Türk toprağıdır” derken kimileri de “burası İslam toprağıdır” diyerek tepki gösterdi. Türkiye kurulduğu günden bugüne kadar Batı’yı adım adım takip etmekte, “o kertenkele deliğine girse” o da girmektedir. Türkiye, Avrupa Konseyi'ne, NATO’ya, OECD'ye, AGİT’e ve G-20’ye üye olan bir devlettir. Türkiye’nin Batı ülkelerindeki algısı hem laik hem de Müslüman olan bir ülke şeklindedir. Yine 1963 yılından beri Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun imtiyazlı ortağı ve 1995 yılından beri Gümrük Birliği’nin üyesi olan Türkiye, 2005 yılında Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlamış bir ülke konumundadır. 

Erdoğan D-8 zirvesinde böyle bir açıklama yaparak aslında D-8’i de deliğe süpürmüş oldu. Aynı zamanda 2023 ve 2071 söylemleri de yerle bir olmuştur. Abdunnasır gibi Erdoğan’ında bir gün bu ümmet tarafından gerçek yüzü açığa çıkacak, paratoner görevi göremeyeceği günler gelecektir. Müslümanlara düşen, yaşanan bu oyunları fark etmeleri ve sömürgeci kafirlerin kurdukları tuzakları boşa çıkarıp, aldıkları tedbirlerini yokoluşlarına dönüştürecek olan Hilafeti kurmak için ciddi bir şekilde çalışarak önünü kesmeleridir. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz