ALLAH’IN EMRİ İLE EVLENMEK SUÇ İKEN, ZİNA SERBEST!

Kadir Kaşıkcı

Aile kurumunun temel yapı taşını oluşturan evlilik ve evlilikte kadının yeri, dünden bugüne çeşitli boyutlardan geçmiş fakat her hukuk sisteminin en önemli konularından biri olma özelliğini korumuştur.

Günümüzde çokça tartışılan, medyada geniş yankı bulan ve çıkarılan 6284 yasası sonucu kadın, erkek ve körpe çocukların büyük mağduriyet yaşadığı, eşlerden biri ya da ikisi birden 18 yaşın altında iken yapılan evliliğe “erken yaşta evlilik” kavramı kullanılmaktadır.

İslâm’a göre nikâh üzere aile kurulması; sağlıklı bir neslin yetiştirilmesi, neslin muhafazası, evlat terbiyesi ve insanlık haysiyetinin korunması yönünden son derece önemlidir. Hz Aişe RadiyAllahu Anha dedi ki Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurdu:

النِّكاَحُ مِنْ سُنَّتيِ . فَمَنْ لَمْ يَعْمَلَ بِسُنَّتيِ فَلَيْسَ مِنيِّ

“Nikâh sünnetimdendir her kim sünnetime göre amel etmezse benden değildir.”[1]

Aile, Allah ve Rasulü’nün koruduğu kaledir. Zira İslâm, aileye o kadar değer vermiştir ki onu yok etmeye kasteden her ne kadar çürük ve sefil münasebet varsa hepsini tamamen reddetmiş ve haram kılmıştır.

İslâm, zina fiilini, en ağır bir şekilde yasaklamış ve ona yakınlaştıran bütün kapıları kapatmıştır. Bu itibarla zina, nikâhın meşruiyetine bir saldırış ve nesilleri yok eden acımasız bir cinayettir. Nikâh akdi ile kurulan aile yuvasını, fuhşun murdarlığına değişmek kadar büyük bir gaflet, cehalet ve aşağılık bir davranış yoktur.

Feminist ve sözde kadın hakları dernekleri tarafından dayatılan yasalarla genç yaşta evlenen eşlere devlet eliyle yapılan zulüm, yürekleri dağlamaya devam ederken, diğer taraftan kadınlara karşı işlenen cinayetlerde büyük bir artış olmuştur.

Türkiye’nin 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaladığı “İstanbul Sözleşmesi”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” gibi toplumu ifsat edici uygulamalarla aile kurumu ve genç nesil ciddi bir tehditle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle 2000’li yıllardan bu yana çıkarılan Avrupa Birliği uyum yasaları ile Kopenhag kriterleri, aileye yönelik tehditleri artırmıştır. İstanbul Sözleşmesi’nin her ne kadar kadın ve çocuk haklarını korumaya yönelik olduğu iddia edilse de İslâm’ın haram kıldığı eşcinselliği meşrulaştıran, kadına sınırsız söz hakkı tanıyan, fuhuş ve zinayı yaygınlaştıran, on binlerce aileyi dağıtan bir sözleşme olduğu açıktır. Bu sözleşme, Müslüman aile yapısına yöneltilmiş en büyük tehditlerden birisidir.

Kadına yönelik şiddetin engellenmesi amacıyla çıkarılan yasalar, şiddetin önüne geçemediği gibi aile kurumuna karşı atılan sinsi adımlar ile gelecek nesillerimiz de bir tehdit altındadır. Batılı yaşama özentili azgın azınlığın desteği ile meclise getirilen ve yasada yer alan “evlilik için 18 yaşını doldurma şartı” ile erken yaşta evlenen binlerce resmi nikâhlı aile mağdur edildi. Geçmişe yönelik işletilen bu yasa ile on yıllık evli, çocuklu babalar, zindanlara sürüklenirken geride kalan aileler paramparça edildi, hâlâ da ediliyor. Aileyi koruma ve kadına karşı şiddeti önleme yasasının içeriği, tamamen aile aleyhine işlev görüyor. Rıza ile gerçekleşmiş bir evliliği sadece yasada yazan “yaş şartı” nedeniyle suç olarak kabul etmek ne hukuk ne de mantıkla açıklanabilir.

Genç evliliklere yönelik kanun yürürlüğe girdiğinden bu yana yaklaşık 10 bin aile mağdur edilirken, 16 bin çocuk da babasız büyüyor. 18 yaş altı biriyle evlilik yapan erkekler "çocuk istismarcısı" suçlamasıyla cezaevine atılırken, bu yasanın mağduru erkeklere 7 seneden 25 seneye kadar cezalar veriliyor.

Boşanmalar Arttı, Evlenmeler Azaldı

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2018 yılına ilişkin evlenme ve boşanma verilerine göre, evlenen çiftlerin sayısı 2017 yılında 569.459 iken 2018 yılında %2,9 azalarak 553.202 oldu. Boşanan çiftlerin sayısı ise 2017 yılında 128.411 iken 2018 yılında %10,9 artarak 142.448 oldu. Kaba boşanma hızı binde 1,75 olarak gerçekleşti.

Yasa Mağduru Kadınlar 

Erken yaşta evlendiği suçlamasıyla haklarında kamu davası açılan ve yıllar sonra cinsel istismar suçundan hapse atılan eşlerini bekleyen kadınlar, kendi anlatımlarıyla yaşadıkları zorlukları ve çektikleri sıkıntıları dile getirdiler.

Kadını koruma yasası mağdurlardan bir bayan kendisiyle yapılan bir röportada şunları dile getirdi: "Eşim ile 2016 yılında 15 yaşımdayken kaçarak evlendim. O da 22 yaşındaydı. Ailem bana küserek eşimden şikâyetçi oldu. Yakalandı ve 18 ay hapis yattı. Daha sonra ailemle eşimin ailesi barıştı ve şikâyetlerini geri çekti. Sonrasında da mahkeme kararı ile resmi nikâhımız kıyıldı. Eşim hapisten çıktı. Artık mutlu bir yuvamız olmuştu."

Haklarında açılan kamu davası ile kâbusun yeniden başladığını söyleyen bacımız, sözlerine şöyle devam etti: "Bütün problemlerimizi çözdükten sonra hakkımızda kamu davası açıldı. Mahkeme de önceleri şikâyetçi olan ailem de ben de defalarca ifade ettik. Yuvamda mutlu olduğumu eşimden hiçbir şikâyetim olmadığını söyledim. Mahkeme sürecinde hamileydim. Eşime 'çocuğa yönelik cinsel istismar' suçundan 19 yıl hapis cezası verdiler. O hapse girdikten sonra çocuğum dünyaya geldi. Şu anda 1 yaşında. Babasını hiç görmedi. Ben Konya'da yaşıyorum eşim Tarsus Cezaevi'nde. Evime bakmak zorundayım. Eşime de ayrıca bakmak zorundayım. Benim ondan, onun da benden başka kimsemiz yok. Oğlum yürümeye başladığında ilk babasına koşsun istiyorum. Eşime yüklenen tecavüzcü damgası silinsin istiyorum. O beni taciz eden adam değil, eşim." 

Eşi Hapse Girince Kahrından Öldü

Ankara Altındağ'da oturan biri bayan biri erkek iki genç 2006'da evlenmek istediler. Kızın yaşı küçük olduğu için aile evlenmelerine izin vermedi ve gençler birlikte kaçtı.

Kızın annesi "Kızımı kaçırdılar" diye şikâyetçi oldu. Ancak aile büyüklerinin araya girmesiyle iş tatlıya bağlandı. Kızın annesi şikâyetini geri çekti. Genç çifte düğün yapıldı. Evlendiler, mutlu bir yuva kurdular ve bir erkek bir de kız iki çocukları dünyaya geldi. Ancak, markette asgari ücretle çalışıp evini geçindiren gencin peşini kamu davası bir türlü bırakmadı. Şubat 2017'de 8 yıl 4 ay hapis cezası kesinleşince tutuklanan genç, Ankara Yenikent Cezaevi'ne konuldu. 9 yıl sonra gelen bu şok mahkeme kararı yüzünden genç kadın iki çocuğuyla birlikte ortada kaldı.

Kira borcu eşya sattırdı… Aylık 400 TL olan kirayı ödeyemedi. Üç kira birikti. Ev sahibi "çık" deyince, çaresiz evindeki eşyaları yok pahasına sattı. Daha sonra, iki çocuğuyla birlikte, pazarcılık yaparak geçinen babasının evine yerleşti. Genç kadın 8 Haziran günü eşini ziyaret için Yenikent Cezaevi'ne gitti. Üzülmesin diye ona dışarıda yaşadığı sıkıntıları söylemiyordu. Duygusal geçen ziyaretin ardından cezaevi kapısında fenalaşan genç kadın yere yığıldı. Yapılan müdahalenin sonrasında eve gönderildi. Dinlenmeye çekildi ama kimseyle konuşmuyor, sürekli uyuyordu. Üzüntüden felç geçirdiği, sol tarafının tutmadığı anlaşıldı.

Ankara Numune Hastanesi'ne kaldırılıp tedaviye alınan bacımız aniden fenalaştı. Yoğun bakıma kaldırıldı fakat ne yazık ki ölümü gerçekleşti. Cezaevindeki eşine durumu akrabaları anlattı. Tutuklu bulunduğu cezaevinden jandarmalar eşliğinde Ankara Numune Hastanesi'ne getirilen genç adam yıkıldı. Cezaevinden cenaze sebebiyle çıkarılan genç adam ölümü gerçekleşen eşini 20 dakika görebildi. Ardından yeniden cezaevine götürüldü. Babası ve annesi ise çaresiz, kızlarının başında beklemeye devam etti. Geride ise dul bir koca, iki küçük çocuk, yürekleri yanan akrabalar ve acı bir hikâye kaldı.

Evlilik Yasası Mağduru Olanlardan Bir Kızımız Soruyor:

"Eşim uzman çavuştu. Çocuklarımıza iyi bir gelecek kurabilmek için mücadele içindeyken üç çocuk babası eşimi cezaevine attılar. Kadına sahip çıktıklarını iddia ediyorlar ama ben 3 evladımla yapayalnız kaldım. Hem eşim hem babam hem de kayınbabam cezaevinde. Kimsede vicdan kalmadı mı?"

Diğer Bir Mağdur:

"10 yıl önce eşimle kendi isteğimle evlendim. 2010 yılında ilk çocuğumu dünyaya getirdiğimde eşim hakkında kamu davası açıldı. Eşime cinsel istismar suçundan 8 sene 4 ay ceza verildi. 2018 yılında eşimi cezaevine aldılar. 3 çocuğumla birlikte ortada kaldım. Bu nasıl kadın korumak? Biz resmi nikâhımızı kıyarken devlet neredeydi? Yetkililer artık sesimizi duysun ve kanayan bu yara durdurulsun." diyerek şikâyetini dile getirdi.

Eşi 31 Yaşında, Kendisi 26 Yaşında Olan 4 Çocuk Annesinin Yaşadığı Mağduriyet:

“Ben 2007 yılında tanıştım eşimle. Bir yıl kadar görüştük. O dönemlerde ben 15 eşim 20 yaşındaydı.  Ailem, evlenmemize izin vermediği için kaçmak zorunda kaldık. Ailem önce eşimden şikâyetçi oldu. Sonrasında anlaşarak şikâyetlerini geri çektiler. 17 yaşında resmi nikâhımız kıyıldı. Bir yuva kurduk. Dört tane evladımız oldu. Kendi çabamızla geçinip gidiyorduk. Mutluyduk, huzurumuz vardı. Eşimin tutuklanmasıyla hayatımız bir anda alt üst oldu.  Eşim 5 yıldır cezaevinde ve çıkmasına daha beş yıl var. Yani toplamda 10 yıl tecavüz suçlamasıyla ceza aldı ve ne acıdır ki eşim, gerçek tecavüzcülerle aynı havayı soluyor. Evlatlarım babasız büyüyor ve ben, kadın başıma hem annelik hem babalık yapıyorum.”

Resmi nikâhları olmasına rağmen onlarca yıl hapis cezası verilen erkekler tecavüzcülerle aynı koğuşu paylaşırken, eşleri ise dışarıda tek başlarına büyük bir hayat mücadelesi veriyorlar.  

Bu gençler zinayı tercih etmedi, Allah’ın emrini gözeterek nikâh yaptılar. Aileyi hedef alan İslâm düşmanı sapkınlar, astıkları pankartlarla, söylemleriyle konuyu çarpıtmaya, toplumun algılarıyla oynamaya çalışıyorlar. Bunlar sadece nikâh düşmanlığı yapmıyor, ailesiz, tüm değerlerini yitirmiş ve sapkınlıkların rahatça yaşandığı bir toplum istiyorlar. Bu kanunun hazırlanması ve yasa hâline getirilmesini, AB fonlarıyla beslenen bu aile düşmanları istedi, Aile Bakanlığı da onayladı.

Evli Erkeklerin Evden Uzaklaştırılması

Delil ve şahit olmadan 6284 sayılı kanun nedeniyle sadece kadının beyanı esas alınarak evden uzaklaştırılan erkeklerin sayısı her geçen gün artıyor. Sadece 2019 yılında 553.463 erkek evden uzaklaştırıldı.

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, son iki buçuk yılda tam 746.336 erkeğin evden atıldığını açıkladı. Kanun kapmasında 2017 yılında 295.618, 2018’de 358.499, 2019 yılında 553.463 erkek evden uzaklaştırıldı.

AK Parti Hükümeti’nin Tavrı

 “Erken Yaşta ve Zorla Evliliklerin Önlenmesi BM Ortak Programı” UNICEF koordinasyonunda uluslararası birçok kurum ile birlikte yürütülmektedir. Söz konusu program, erken yaşta evlilikleri önlemek, bunlara müdahale edilmesine yönelik çabaları desteklemek ve çok sektörlü bir çalışmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, bu konuda toplum düzeyinde sosyal aktivitelerin desteklenmesi ve zihniyet değişikliğinin teşvik edilmesine yönelik çalışmalar yürütülmektedir.

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve sözleşmenin bizzat tarafıdır. Sözleşme hakkında herhangi bir çekince, şerh ve itirazda bulunmamıştır. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan anlaşma, 60’ıncı AK Parti hükümeti tarafından imzaya açıldı. Sözleşme İstanbul’da yapıldığından dolayı “İstanbul Sözleşmesi” adıyla tanımlanmaya başladı. Sözleşmeye imzayı her ülke adına Dışişleri Bakanları attığı için Türkiye adına dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ilk imzayı attı, daha sonra onay için TBMM Genel Kurulu'na sunuldu. Bu sözleşmeyi 14 Mart 2012 tarihinde AK Parti, CHP, MHP ve BDP’nin oybirliğiyle 246 kabul ve sıfır ret oyuyla onaylayan yine birinci ülke Türkiye oldu. 6284 numaralı yasa ile İstanbul Sözleşmesi, AK Parti döneminde devlet politikası hâlini aldı. Bu yasanın kamuoyu edilmesi adına feminist gruplar ve KADEM tarafından sürekli propagandası yapılmaktadır.  

Resmi nikâhlı eşleri cezaevinde olan evlilik mağduru genç kadınlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşerek mağduriyetlerini dile getirmiş ve çözüm sözü almışlardı. Ancak Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e yöneltilen “genç evlilik mağduriyeti” sorusuna, “Şu anda bakanlıkta üzerinde çalıştığımız bir konu değil. İkinci yargı paketinde yer almayacak!” açıklaması üzerine umutları kırılan mağdurlar, söz verildiği hâlde devlet adamlarının kanunda değişiklik yapmamasına ve sözlerinde durmamalarına tepki göstermişlerdi.

Bir tarafta tecavüzcü, kedi, köpek tacizcisi sapıklarla aynı havayı soluyan evlilik mağduru erkekler, diğer yanda eşlerini cezaevine göndererek hayatın tüm zorluklarını göğüslemek zorunda bırakılan mağdur kadınlar. Ve baba sevgisinden, şefkatinden mahrum olarak büyüyen masum çocuklar. Allah’ın emri üzere helal bir yuva kurdukları için mevcut kanunlar çerçevesinden cezalandırılan gençler, Allah’ın emri gereği nikâh yaptırmış, ailelerinin rızasıyla evlenmişlerdir. AK Parti hükümeti bu mağduriyetleri gidermek üzere bir adım atmadığı gibi İslâmi nikâh ile evlenen aileleri “cinsel istismar” suçuyla cezalandırmaktadır.

Hükümetin görevi İslâmi aile yaşamını isteyenleri cezalandırmak mı, yoksa gerçek anlamda çocuğa ve kadına karşı işlenen istismar ve cinayet suçlarına engel olmak mı?

Adalet Bakanlığı verilerine göre, çocuğun cinsel istismarı davalarındaki suç sayısı 2018 yılında en yüksek değerine ulaştı. Resmi veriler, çocukların cinsel istismarına ilişkin açılan davalardaki mahkûmiyet kararları 2011 yılında 16.828’den, 2018’de 18.290’a yükseldiğini gösteriyor. Bunlar bildirilmiş rakamlar. Bildirilmemiş olanları düşündüğümüzde bu suçların çok daha fazla olduğu bir gerçektir.

Eşlerini cezalandırarak sözde kadını koruduğunu iddia eden Ak Parti hükümeti, özellikle İstanbul sözleşmesinin imzalandığı 2011 yılından itibaren artan kadın cinayetlerine engel olamamıştır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun hazırladığı 2019 yılı raporuna göre İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı 2011 yılından sonra kadın cinayetlerinin her yıl arttığı ve son dört yıl itibariyle 2016 yılında 328, 2017'de 409, 2018’de 440, 2019 yılında ise 474 kadın ölümüyle zirveye çıkmıştır.

TCK’da cinsel suçlara yönelik cezalar ağırlaştırılmışken, cinsel dokunulmazlığa karşı suçların işlenmesinde bir azalmanın olmadığı, hatta daha fazla işlendiği görülmektedir. Dolayısıyla buradan yola çıkarak, cezaların ağırlaştırılmasının cezanın caydırıcılığında bir etkisinin olmadığı görülmektedir.

Sonuç Olarak…

Tüm işlenen suçlar üzerinden değerlendirme yapıldığında görülecektir ki içki, kumar, hırsızlık, zina ve istismar suçları, demokrasinin sağladığı özgürlükler bağlamında rahatça işlenebilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmıştır. İslâm’ın haram saydığı bu fiilleri, demokratik özgürlükler sayesinde bireyler çok rahatça gerçekleştirebilmektedir. Dolayısıyla suç oranlarının ve suçlara verilen cezaların artması, buna rağmen suç oranlarının düşmemesi demokratik sistemin başarısızlığı, demokratik laik sistemin iflasının göstergesidir.

Batı’nın yüzyıllardır süren İslâm düşmanlığı ve kindarlığı, son yüzyılda Osmanlı Hilâfeti’nin kaldırılmasıyla amacına ulaşmış, ancak düşmanlık bitmemiştir. İslâm’a ve Müslümanlara yönelik saldırı okları bugün, İslâm’ın en sağlam kalesi olan aileye yönelmiştir. Batı’nın köhneleşmiş demokrasi ve sinsi özürlük anlayışı, modern olarak vasfedilen Batı âşığı aileleri tarumar ederek dindar ailelerin kapılarına kadar dayanmıştır.

Eğer aileyi, nesli ve toplumu harap olmaktan kurtarmak, çocuklarımızın ahlakını ve iffetini gerçekten korumak istiyorsak yapmamız gereken; Allah Subhânehû ve Teâlâ'nın nizamını yeniden hâkim kılacak, Batılı fikirleri söküp atacak, Allah’ın haramlarını engelleyecek ve farzlarını tatbik edecek olan Râşidî Hilâfet Devleti’nin acilen yeniden ikame edilmesi için ciddi bir çalışmaya yönelmektir. 

Muhakkak ki bu süreçte Müslüman aileler mutlaka İslâm’a bağlılıklarını, sadakatlerini tazelemeli, bu hadsiz saldırılara karşı kale misali dimdik bir duruş sergilemelidirler.

Ta ki, Allah nurunu tamamlayana dek…

يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[2]



[1] İbn Mace -Sünen

[2] Saff Suresi 8


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz