سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ
مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim
diye Muhammed kulunu Mescid-i Harâm'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i
Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir,
görendir.”[1]
İsra bir yürüyüştür
geceleyin kulluğunda Rabbin! İsra topyekûn hayata yürümektir Rasulce. İsra Rabbin
Rasulünü yürütmesidir insanlık adına! Hayata egemen olma yürüyüşüdür, hakkın
hakikatin!
Miraç kullukta yükselmektir sidre-i müntehaya!
Rahman’ın hayata dair emirlerini telakki etmek üzere huzura varmaktır.
İnsanlığı zulmetten nura, karanlıklardan aydınlığa çıkarma meşalesini teslim
alma merasimidir Miraç!
İsra ve Miraç; madde ve
manayı, soyutu ve somutu, yaratılmışların cümlesini birlikte harmanlayarak
inşasını tamamlayan İslâm zihniyetinin insan, hayat ve kâinata, öncesi ve
sonrasına projeksiyon tutmasıdır.
İsra ve Miraç; İslâm
amentüsünün temel direği olan kelime-i tevhit doğrultusunda varlığın konumlandırılmasının
işaret taşlarıdır.
İsra ve Miraç; zihinleri beşerî nizamlardan ilahi nizama,
bireyselden toplumsala, yerellikten evrensele, ruhanilikten hayatın
gerçeklerine yönlendirme ameliyesidir.
Allah’ın yeryüzüne
halife olarak gönderdiği insana gerçek misyonunun hatırlatıldığı bir evrensel
yolculuktur. Böylece dünyanın fani metaına takılıp kalmadan Allah’ın
hükümranlığını tesis edecek ufkun bahşedildiği bir ilahi lütuftur.
İşte İsra ve Miraç
gecesinde kendisine bahşedilen bu ufuk ile Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’de asırlarca hükmedecek evrensel Hilâfet
Devleti’nin çekirdeği olacak bir siyasi yapıyı tesis etti.
İsra ve Miraç hadisesidir
ki Hz. Ömer’i Kudüs’ü fethetmeye sevk etti. Yine İsra ve Miraç olayıdır ki;
Selahaddinleri Mescid-i Aksa’ya kilitledi. O’nu fethedene kadar yemeden içmeden
kesildiler. O’nu Haçlıların elinden kurtarana dek kendilerine gülmeyi haram
kıldılar.
On üç yıllık Mekke
döneminin sona ermesine aylar kala davet yolunda biri amcası diğeri eşi olan
iki vefalı destekçisinin hayata gözlerini yumması Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i hüzünlendirmişti. Bu bağlamda İsra ve
Miraç; davetin hedeflediği İslâmî bir
hayatı başlatma hamlesi konumundaki hicretin ağır külfetini yüklenecek olan Muhacir
ve Ensar’a moral destek sağlayan ilahi bir tecelli oldu. Nitekim Allah Celle Celâlehû samavat ve arzın melekûtuna olan hükümranlığını Rasulü
şahit tutarak, yeryüzünde de hükmün ancak O’na ait olması gerektiğini bildirmiş
oluyordu.
Bakara Suresi’nin bu
gecede nazil olan son ayetlerinde, en başta Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisine inen nura iman ettiği, ek
olarak mü’minlerin de iman getirdiği vurgulanarak onurlandırılmışlardır. İslâmî hayatı sağlayacak olan İslâm Devleti’nin
kuruluş sürecinde karşılaşılacak muhtemel zorlukların hafifletilmesi ve kâfirlere
karşı Allah’ın nusretinin dilendiği bir yakarışın yer aldığı vahiy ifadeleri
inzal olmuştur…
رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى
الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ
وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى
الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“…Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de
ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme!
Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna
karşı bize yardım et!”[2]
diye
buyrularak, katlanacakları külfet ve onları bekleyen tehlikelere işaret
edilerek muhtemel güçlüklere göğüs gerilmesi ve yılgınlık gösterilmemesi, kâfir
topluma karşı Allah’ın yardımına iltica edilmesi buyrulmuştur.
Kaldı ki; biz ümmet
olarak Ramazan ayının habercisi olan Receb ayının 27. gününü iyi biliriz. Her
yıl o gün yaklaştığında bizi İsra ve Miraç heyecanı sarar. Nafile ibadetlerle âlemlerin
Rabbinin rızasını kazanmaya çalışırız. Ancak Receb ayının 28. günü hakkında bir bilgiye sahip değiliz.
Hâlbuki bu iki gün arasında biri diğerini çağrıştıran öyle önemli bir bağ
vardır ki bundan haberdar olsak bu günü de unutmamız asla mümkün
olmayacaktır.
Gerçekte günleri farklı
kılan o günlerde meydana gelen hadiselerdir. Nitekim Recep ayının 27’sinde İsra
ve Miraç hadiseleri vuku bulmuştur. Zira İsra Suresi’nde İsra ve Miraç
hadisesinin meydana geldiği o mübarek topraklara dikkat çekilmiş, Müslümanların
ilk kıblesi olan o topraklarda yaşayan Beni İsrail’in yeryüzünde çıkardığı
fesatlar ve sonuçlarını konu alan ayetler nazil olmuştur. Mü’minlerin dikkati
bu coğrafyaya ve tarihine çekilerek ilgili yükümlülüklerine dair mesajlar verilmiştir.
Nitekim günü geldiğinde alınan bu mesajın gereği yapılmış ve Ömer RadiyAllahu Anh tarafından Kudüs ve çevresi
Haçlıların egemenliğinden kurtarılmıştır.
Bu bağlamda gerçek şu
ki; Allah’ın çevresini mübarek kıldığı garip ve mahzun Mescid-i Aksa ancak
anılarak Miraç gecesi ihya edilmiş olur! İnsanların en düşüğü olan Yahudilerin
zulmü altında inim inim inleyen Filistin halkı ve o kutsal mekânların nasıl
kurtarılacağına dair ancak kafa yorarak Miraç kandilinin izzetine ve şerefine
yakışır bir gece geçirilmiş olur! Tıpkı Salahaddin Eyyubî’nin haçlılara yaptığı
gibi mazlum Filistin halkını azılı Yahudilerin egemenliğinden ebediyen azad
edecek bir siyasi ve fikrî faaliyetin içine girerek ancak Allah’ın rızası
kazanılabilir! O kutsal beldeleri kurtarmak üzere ümmetin öz güçlerini seferber
edecek Hilâfet’i ikame edecek bir mesai üzerinde kafa patlatarak ancak Allah’ın
rızasına nail olunur!
Peki; Müslümanların
gücünü darmadağın eden ve bu mübarek beldelerin Yahudi çetelerin eline
düşmesini sağlayan o uğursuz hadisenin Hicri 1342 yılının Miraç Kandili’nden
bir gün sonra, Recep ayının 28. gününde yaşandığını hatırlayan var mı?
Evet tabii ki Hilâfet’in
ilga edilmesinden söz ediyorum! Miladi 3 Mart 1924’e tekabül eden Hicrî 28
Recep 1342 yılında Hilâfet ilga edildi. Necip
Fazıl’ın; “Bir şey koptu benden, her
şeyi tutan bir şey” dediği gibi azim Hilâfet işte bu uğursuz günde ilga
edildi. Gerçekte o; her şeyi tutan bir eksen idi. Ümmetin vahdetini sağlayan yegâne
meşru otorite idi. Müslüman halkların yurdunu yuvasını, izzetini şerefini
koruyan kalkandı. Şeriat hükümlerini bir bütün olarak uygulayan tek meşru
güçtü. Bu yüzden sırf Hilâfet’i ilga etmek için I. Dünya Savaşı tezgâhlandı. İslâm
coğrafyası parçalanarak Hilâfet işbirlikçi uşakların eliyle ilga edildi. Sonuç
olarak İslâm ümmeti darmadağın oldu. Her parçası büyük küfür devletlerinin
atadıkları kukla rejimler tarafından yönetilmeye başlandı. Böylece Yahudilerin asla yol bulamadıkları o
kutsal beldeler sahipsiz kaldı.
Halife Abdulhamid Rahimehullah’ın
huzurundan kovduğu o necis Yahudiler Hilâfet’in ilgasından sonra Mescid-i
Aksa’yı ve mübarek çevresini işgale imkân buldular. İşte o gün bu gündür o mübarek
belde, o harem-i şerif necis Yahudilerin çizmesi altında kurtulacağı günü
beklemektedir.
Öyle ise gelin bundan böyle her Miraç gecesinde bu büyük ve elim olayı da hatırlayalım! Hatırlayalım da Hilâfet’in ilgasıyla neleri kaybettiğimiz üzerinde uzun uzadıya tefekkür edelim. Kudsî Şerif’in neden öylece garip kaldığını soralım? Onu ve içindeki mazlum halkı eski izzet ve şerefine kavuşturacak hesaplar yapalım. Ümmetin yurdunu yuvasını koruyacak ve onu zaferden zafere yürütecek Hilâfet’i nübüvvet metodu üzerine yeniden ikame etmenin imkânlarını araştıralım.
“…Sonra nübüvvet metodu
üzerine Hilâfet olacaktır.”[3]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış