İSRA VE MİRAÇ MESCİD-İ AKSA’YA, MESCİDİ AKSA HİLÂFET’E GÖTÜRÜR!

Mustafa Küçük

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye Muhammed kulunu Mescid-i Harâm'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.”[1]

İsra bir yürüyüştür geceleyin kulluğunda Rabbin! İsra topyekûn hayata yürümektir Rasulce. İsra Rabbin Rasulünü yürütmesidir insanlık adına! Hayata egemen olma yürüyüşüdür, hakkın hakikatin!

 Miraç kullukta yükselmektir sidre-i müntehaya! Rahman’ın hayata dair emirlerini telakki etmek üzere huzura varmaktır. İnsanlığı zulmetten nura, karanlıklardan aydınlığa çıkarma meşalesini teslim alma merasimidir Miraç!

İsra ve Miraç; madde ve manayı, soyutu ve somutu, yaratılmışların cümlesini birlikte harmanlayarak inşasını tamamlayan İslâm zihniyetinin insan, hayat ve kâinata, öncesi ve sonrasına projeksiyon tutmasıdır.

İsra ve Miraç; İslâm amentüsünün temel direği olan kelime-i tevhit doğrultusunda varlığın konumlandırılmasının işaret taşlarıdır.

İsra ve Miraç;  zihinleri beşerî nizamlardan ilahi nizama, bireyselden toplumsala, yerellikten evrensele, ruhanilikten hayatın gerçeklerine yönlendirme ameliyesidir.

Allah’ın yeryüzüne halife olarak gönderdiği insana gerçek misyonunun hatırlatıldığı bir evrensel yolculuktur. Böylece dünyanın fani metaına takılıp kalmadan Allah’ın hükümranlığını tesis edecek ufkun bahşedildiği bir ilahi lütuftur.

İşte İsra ve Miraç gecesinde kendisine bahşedilen bu ufuk ile Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’de asırlarca hükmedecek evrensel Hilâfet Devleti’nin çekirdeği olacak bir siyasi yapıyı tesis etti.

İsra ve Miraç hadisesidir ki Hz. Ömer’i Kudüs’ü fethetmeye sevk etti. Yine İsra ve Miraç olayıdır ki; Selahaddinleri Mescid-i Aksa’ya kilitledi. O’nu fethedene kadar yemeden içmeden kesildiler. O’nu Haçlıların elinden kurtarana dek kendilerine gülmeyi haram kıldılar. 

On üç yıllık Mekke döneminin sona ermesine aylar kala davet yolunda biri amcası diğeri eşi olan iki vefalı destekçisinin hayata gözlerini yumması Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i hüzünlendirmişti. Bu bağlamda İsra ve Miraç;  davetin hedeflediği İslâmî bir hayatı başlatma hamlesi konumundaki hicretin ağır külfetini yüklenecek olan Muhacir ve Ensar’a moral destek sağlayan ilahi bir tecelli oldu.  Nitekim Allah Celle Celâlehû samavat ve arzın melekûtuna olan hükümranlığını Rasulü şahit tutarak, yeryüzünde de hükmün ancak O’na ait olması gerektiğini bildirmiş oluyordu.

Bakara Suresi’nin bu gecede nazil olan son ayetlerinde, en başta Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisine inen nura iman ettiği, ek olarak mü’minlerin de iman getirdiği vurgulanarak onurlandırılmışlardır.  İslâmî hayatı sağlayacak olan İslâm Devleti’nin kuruluş sürecinde karşılaşılacak muhtemel zorlukların hafifletilmesi ve kâfirlere karşı Allah’ın nusretinin dilendiği bir yakarışın yer aldığı vahiy ifadeleri inzal olmuştur… 

رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“…Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!”[2] diye buyrularak, katlanacakları külfet ve onları bekleyen tehlikelere işaret edilerek muhtemel güçlüklere göğüs gerilmesi ve yılgınlık gösterilmemesi, kâfir topluma karşı Allah’ın yardımına iltica edilmesi buyrulmuştur.

Kaldı ki; biz ümmet olarak Ramazan ayının habercisi olan Receb ayının 27. gününü iyi biliriz. Her yıl o gün yaklaştığında bizi İsra ve Miraç heyecanı sarar. Nafile ibadetlerle âlemlerin Rabbinin rızasını kazanmaya çalışırız. Ancak Receb ayının 28.  günü hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Hâlbuki bu iki gün arasında biri diğerini çağrıştıran öyle önemli bir bağ vardır ki bundan haberdar olsak bu günü de unutmamız asla mümkün olmayacaktır. 

Gerçekte günleri farklı kılan o günlerde meydana gelen hadiselerdir. Nitekim Recep ayının 27’sinde İsra ve Miraç hadiseleri vuku bulmuştur. Zira İsra Suresi’nde İsra ve Miraç hadisesinin meydana geldiği o mübarek topraklara dikkat çekilmiş, Müslümanların ilk kıblesi olan o topraklarda yaşayan Beni İsrail’in yeryüzünde çıkardığı fesatlar ve sonuçlarını konu alan ayetler nazil olmuştur. Mü’minlerin dikkati bu coğrafyaya ve tarihine çekilerek ilgili yükümlülüklerine dair mesajlar verilmiştir. Nitekim günü geldiğinde alınan bu mesajın gereği yapılmış ve Ömer RadiyAllahu Anh tarafından Kudüs ve çevresi Haçlıların egemenliğinden kurtarılmıştır.

Bu bağlamda gerçek şu ki; Allah’ın çevresini mübarek kıldığı garip ve mahzun Mescid-i Aksa ancak anılarak Miraç gecesi ihya edilmiş olur! İnsanların en düşüğü olan Yahudilerin zulmü altında inim inim inleyen Filistin halkı ve o kutsal mekânların nasıl kurtarılacağına dair ancak kafa yorarak Miraç kandilinin izzetine ve şerefine yakışır bir gece geçirilmiş olur! Tıpkı Salahaddin Eyyubî’nin haçlılara yaptığı gibi mazlum Filistin halkını azılı Yahudilerin egemenliğinden ebediyen azad edecek bir siyasi ve fikrî faaliyetin içine girerek ancak Allah’ın rızası kazanılabilir! O kutsal beldeleri kurtarmak üzere ümmetin öz güçlerini seferber edecek Hilâfet’i ikame edecek bir mesai üzerinde kafa patlatarak ancak Allah’ın rızasına nail olunur!

Peki; Müslümanların gücünü darmadağın eden ve bu mübarek beldelerin Yahudi çetelerin eline düşmesini sağlayan o uğursuz hadisenin Hicri 1342 yılının Miraç Kandili’nden bir gün sonra, Recep ayının 28. gününde yaşandığını hatırlayan var mı?

Evet tabii ki Hilâfet’in ilga edilmesinden söz ediyorum! Miladi 3 Mart 1924’e tekabül eden Hicrî 28 Recep 1342 yılında Hilâfet ilga edildi. Necip Fazıl’ın; “Bir şey koptu benden, her şeyi tutan bir şey” dediği gibi azim Hilâfet işte bu uğursuz günde ilga edildi. Gerçekte o; her şeyi tutan bir eksen idi. Ümmetin vahdetini sağlayan yegâne meşru otorite idi. Müslüman halkların yurdunu yuvasını, izzetini şerefini koruyan kalkandı. Şeriat hükümlerini bir bütün olarak uygulayan tek meşru güçtü. Bu yüzden sırf Hilâfet’i ilga etmek için I. Dünya Savaşı tezgâhlandı. İslâm coğrafyası parçalanarak Hilâfet işbirlikçi uşakların eliyle ilga edildi. Sonuç olarak İslâm ümmeti darmadağın oldu. Her parçası büyük küfür devletlerinin atadıkları kukla rejimler tarafından yönetilmeye başlandı.  Böylece Yahudilerin asla yol bulamadıkları o kutsal beldeler sahipsiz kaldı.

Halife Abdulhamid Rahimehullah’ın huzurundan kovduğu o necis Yahudiler Hilâfet’in ilgasından sonra Mescid-i Aksa’yı ve mübarek çevresini işgale imkân buldular. İşte o gün bu gündür o mübarek belde, o harem-i şerif necis Yahudilerin çizmesi altında kurtulacağı günü beklemektedir.

  Öyle ise gelin bundan böyle her Miraç gecesinde bu büyük ve elim olayı da hatırlayalım! Hatırlayalım da Hilâfet’in ilgasıyla neleri kaybettiğimiz üzerinde uzun uzadıya tefekkür edelim. Kudsî Şerif’in neden öylece garip kaldığını soralım? Onu ve içindeki mazlum halkı eski izzet ve şerefine kavuşturacak hesaplar yapalım. Ümmetin yurdunu yuvasını koruyacak ve onu zaferden zafere yürütecek Hilâfet’i nübüvvet metodu üzerine yeniden ikame etmenin imkânlarını araştıralım.

“…Sonra nübüvvet metodu üzerine Hilâfet olacaktır.”[3]



[1] İsra Suresi 1

[2] Bakara Suresi 286

[3] Ahmad b. Hanbel


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz