Aciz ve sınırlı
olan insan aklı, tarih boyunca insana, hayata, kâinata ve bunların öncesi ve
sonrası ile alakalı fikirleri ortaya atabilmek için farklı düşünce akımları icat
etmiştir. “Ölümden sonra ne var?”, “Dünyaya gelmeden önce neredeydik?”,
“Dünyada bulunma gayemiz nedir?” sorularına cevap bulmak için arayışlar,
hep var oldu.
Dünyanın balans
ayarı İslâm ve ondan çıkan fikirlerin ve nizamın tahakkümünden yoksun insanlık,
tıpkı pusulası olmayan bir gemi gibi gördüğü her limana demirliyor her
demirlediği limanda yağmalanıp tekrar demir alarak okyanusta rüzgârın tayin
ettiği rotaya göre seyrü sefere devam ediyor. İnsanlık, aklın her soruya cevap
bulabileceği kibri ile ilahlığa soyunanların kılavuzluğunda yeni fikirler ile
sonucu hüsran olan bir heyecana kapılıyor.
Allah’ı inkâr eden,
heva ve heves önderliğinde bir yol çizmeye çalışan bozuk ideolojilerden olan sosyalizm
de ilk ortaya atıldığında, kapitalizmin çarkları arasında ezilen yoksul halklar
tarafından heyecanla karşılanmıştı.
Bu ideolojinin
temelleri, Sovyet Rusya’nın kurulmasıyla siyasi sahnede can bulmasından daha
önce materyalist düşünce ile atılmıştı.
Materyalizm,
maddecilik anlamına gelen, her şeyin maddeden ibaret olduğunu, maddeden
bağımsız fizik ötesi alanı (metafizik) reddeden düşünce akımıdır. Gözle
gördüğümüz maddi alemin dışında kalan varlıkları tanımayan dünya görüşü
materyalizm, Latince materia (madde) kelimesinden türemiştir. Duygu, düşünce ve
içgüdülerin maddeden kaynaklandığını, dünyada ve kâinatta olup biten ne varsa
her şeyin maddi sebeplerle açıklanabileceği, tabiat üstü bir kudretin mevcut
olmadığını savunur. Kendisi ile hareket edip, dünyada olup bitenleri bu düşünce
akımı ile yorumlayanlara ise materyalist, ateist (tanrıtanımaz) denir.
Temelde
materyalizm, semavi dinler, yaratılış, ibadet, melek, vahiy, peygamberlik,
kutsal kitaplar ve ahiret gibi dinî inançların birer yanılgıdan ibaret olduğunu
iddia eder.
Materyalist
düşünceyi, sistemli bir akım hâline getirenler, her şeyin atomdan var olduğunu
savunan Leukippos, Demokritos, Epikuros ve Lucretius gibi Antik Çağ Yunan
filozofları olmuştur. Bu düşünürlere göre madde ezeli ve ebedidir. Sonradan bu
düşünce akımı modern hâliyle “Big Bang” yani “Büyük Patlama” teorisi ile
desteklenmiştir. Maddenin başlangıcı olduğu kabul edilince, bir yaratıcının var
olduğunu kabul etme zorunluluğu doğacağından, materyalizm savunucuları dışardan
herhangi bir etki olmadan maddenin kendi kendine patlayarak hayatın start
aldığını savunan bir senaryo yazıp teorilerini güçlendirme yoluna gitmişlerdir.
Düşüncenin bir tür
atom hareketi olduğunu savunarak maddi tanım yapma yoluna giderler. Ruhun ise
canlı bir varlığı cansızdan ayıran nesne, rafine olmuş maddi bir varlık
olduğunu, bedenle birleşen bu arı maddenin duyumlara imkân tanıdığını, ölümün
bu birlikteliğin çözülmesi ile meydana geldiğini ve ölümden sonra bir hayatın
var olmadığını, o insan için her şeyin sona erdiğini savunurlar. Tarih boyunca
insanın tatmin olmadığı, büyük düğümü çözemeyen yani nereden gelip, nereye
gittiğini açıklamaktan yoksun olan bu hayat görüşünü kabul edenlerin de
ispattan yoksun iddiaları, sürekli çelişkili söylemlerle şüphe içinde
yaşadıklarını kanıtlar.
Yunan filozoflar
Sokrat, Eflâtun ve Aristo materyalizmin açıklamalarının aciz kaldığını
ispatlamak için karşı çalışma başlatmışlardır. 19. yüzyıla kadar pek varlık
gösteremeyen materyalizm, Charles R. Darwin’in canlıların oluşumu ve üremesiyle
ilgili evrim teorisi ile yeniden hız kazanmış olsa da kendine taraftar
toplayamamış, filozoflar arasındaki dar bir alanda canlılık gösterebilmişti.
Kendini bilim çevrelerine kabul ettirebilmek isteyen alt derecedeki
akademisyenlerin menfaat arzularına binaen bu fikirleri kabul etmiş gibi
görünmeleri ise genellikle fikirsel bir baskının sonucudur.
19. yüzyıl
sonlarında Karl Marx ve Friedrich Engels’le birlikte materyalizm büyük
değişikliğe uğramış, diyalektik bir boyut kazanmıştır. Hegel mutlak ideyi
(düşünceyi) veya ruhu, varlığın kaynağı olarak görmüş ve eşyanın ondan
yayıldığını ileri sürmüştü. Marx aynı formülü tersine çevirmiş, maddeyi esas
alıp düşünce dahil her şeyin ondan kaynaklandığını savunmuş, böylece tabiatı,
sosyal hayatı ve düşünceyi diyalektik bir yöntem kullanarak açıklamasının
yanında materyalizmin en köklü tarifini, yani diyalektik materyalizmi de ortaya
koymuştur. Evrenin maddeden ibaret olduğunu ve kendi başına var olduğunu,
maddenin zaman ve mekân bakımından bilinçten önce geldiğini, tabiatta olan
biten her şeyin bilinebilip açıklanabildiğini ileri süren Marx, diyalektik
materyalizmin sonuçlarını insanlık tarihine taşıyarak sürekli değişen ve bazı
evrelerden geçen toplumsal yapının insan bilincini belirlediğini, toplumda var
olan ideoloji, din, felsefe, sanat, ahlak ve hukuk sistemlerinin üretim gücüne
hâkim olan sınıfların çıkar çatışması neticesinde şekillendiğini, bu süreçte
proleter (işçi) iktidarının oluşabilmesi için burjuvaziye hizmet eden bütün
dinî değerlerin (kilise) yıkılması ve tanrı inancının ortadan kaldırılması
gerektiğini savunmuştur.
Batı’da üst sınıf
her zaman varlığını koruyabilmek için iktidarını kullanarak halklara
zulmetmiştir. Cumhuriyet, demokrasi fikirleri ortaya atılana kadar kiliseyi
iktidarı için kullanan zengin sınıf, özgürlük ve seçimi de sözde “Halkın
iradesi kutsaldır!” yalanı ile harmanlayıp ortaya atarak kullanmıştır.
Devrimler gerçekleşse de kazanan yine belli bir azınlık, kaybeden ise halk
oluyor ve bu sömürüye karşı muhalif sesler yükseliyordu.
Marx’ın bu
fikirleri politik devrim niteliği taşımış, sadece Batı dünyasını değil diğer
bütün toplumları da etkileyerek materyalizmi zirveye çıkarmıştır. Kilisenin
zulmü dine karşı halk içinde ciddi bir muhalefet oluşturmuş, ardından Sanayi Devrimi
ile kapitalist ideolojinin demokrasi maskesi altında tatbik edilmesi yeni bir
ideolojinin yani sosyalizmin doğmasına neden olmuştur.
Marx fikirlerini ortaya
attığında kimse ortaya çıkan bu batıl ideoloji sosyalizmin 70 yıl içinde yok
olup gideceğini tahmin edememişti. Aksine kapitalist Batı, bu nizamdan korktuğu
için kendi ideolojisini koruma refleksiyle işçilerin haklarını tanımak için
sosyal devlet fikrini benimsemiş ve sıkılan zincirleri gevşeterek
ideolojilerini koruma yoluna gitmiştir.
Bu sözde eşitliği
savunan ideoloji, sefalet içinde yaşayan Doğu Avrupa, Güney Amerika, Asya ve
özellikle komünizmin kalesi olarak bilinen eski adıyla Sovyetler Birliği,
bugünkü ismiyle Rusya’da heyecanla karşılanmıştır. Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı inkâr eden materyalist ideolojiyi insanlar
sefalet içinde yaşadıkları için sahiplenmiş ve bu ideoloji asla inancı silip
yok etmeye muktedir olamamıştır. İnsanın fıtratında var olan tedeyyün (tapınma)
içgüdüsü çoğu zaman mutlak bir yaratanın olduğunu ve zor zamanlarda kudreti ile
onu düştüğü zor durumdan kurtaracak yegâne kurtarıcı olduğunu kabul etmesiyle
ortaya çıkar. Materyalist ideoloji bu içgüdüyü baskılayarak tahakküm ettiği
toplumlarda insanlara bir yaratıcının olmadığını kabul ettirebilmek için despot
politikalar uygulamıştır. Hâlihazırda komünist Çin yönetimi, Doğu
Trükistan’daki Müslümanlara zorla bu ideolojiyi dayatmak, İslâmi fikirler
yerine kendi bozuk fikirlerini aşılamak için sistematik bir çalışma
başlatmıştır. Kurulan toplama merkezlerinde işkence ile ebeveynler Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı inkâr etmeye
zorlanırken, sahipsiz kalan çocuklar da Çin yönetiminin yetimhanelerinde dayatılan
fikirler doğrultusunda yetiştiriliyor.
İdeoloji ve ondan
çıkan nizamı bir çark, çarkın dişlilerini de insanlar olarak düşünürsek bu
ideolojiyi daha rahat kavrayabiliriz. Sosyalizmde “Çarkın bir dişlisi uzun
ya da kısa olursa mekanizma durur, çarklar kırılır ve işlemez hâle gelir.” görüşü
hâkimdir. Yani toplumu oluşturan bireyler düşünce, inanış ve mülkiyet açısından
devlet tarafından tornadan çıkmış bir robot gibi olmaya zorlanmıştır.
Sosyalizm ve ondan
çıkan komünizm, topluma kapitalizmin ferdiyetçi bakış açısı ile bakmaz.
Sosyalizm, toplumu insan ve insanın tabiatla olan ilişkilerinden oluşan bir
bütün olarak görür. İnsan bu ilişki yumağının bir parçasıdır ve ayrı
düşünülemez fikri hâkimdir. Yani tabiat, insan, ilişkiler ayrı ayrı değil tek
bir şeydir o da madde. Fert toplumla birlikte hareket etmeli ve düzene uyum
sağlamalıdır. Sosyalizmde bireyin mülkiyet ve inanç hürriyeti yoktur. Bu
hürriyetler olunca çarkların ahenk içinde dönmesinin mümkün olamayacağı görüşü
katı bir şekilde savunulur. Zira bu, ideolojinin temelidir. Her insana
yaratılırken verilen beka ve tedeyyün içgüdüsünden kaynaklı arzular -ki bunlar inanç
ve mülkiyet- devletin isteğine bağlıdır. Devlet bu ideolojinin kutsalıdır. Her şeyin
tek sahibi devlettir.
Otoriteyi sağlamak
için baskı hâkimdir. İnsanları, Allah’a ibadetten kullara ibadete, Allah’ın
kelamı yerine kulların sözlerini kutsamaya yönlendirerek gerici bir yol benimsenmiştir.
Materyalizmi savunan filozofların sözleri ezberlenir ve tartışma esnasında bu
sözler ile tezler desteklenme yoluna gidilir. Referans aciz insan aklından
çıkan sözlerdir. Tedeyyün ve beka içgüdüleri hapsedilerek insanın yaradılışına
savaş açan bu ideoloji başarısızlık üzerine kurulmuştur. Fikren güçlü
olduklarını ispat etmek için diyalektik yöntem ile laf ebeliğinde bulunurlar.
Halkın çelişkili yollar ortaya konularak ikna etmede başarılı olunamadığı
zamanlarda ise boyun eğmesi için zorbalığa başvurulur.
“Eşyanın aslı
maddedir ve bütün eşya, maddenin evrimi yoluyla maddeden çıkmıştır.” fikri üzerine bina
edilen materyalist akideden çıkan sosyalizm ideolojisi bu şekilde
özetlenebilir.
Nizamı, devlet
yalnız başına güçlü bir ordu ve kanun kesinliği ile tatbik eder. Fertlerin ve
toplumun tüm işlerini devlet bizzat üzerine alır ve nizamı geliştirir.
Bu ideoloji,
maddenin fikirden önce geldiğini savunur.
Yani sosyalizme göre madde beyne yansıyınca fikir meydana gelir. Madde
beyne yansımadan önce fikir mevcut olamaz düşüncesi ise hatalı bir görüştür. Zira
madde ile beyin arasında yansıma yoktur. Aksine duyu organları vasıtasıyla
maddenin hissi beyne ulaşır ki bu da maddeyi hissetmektir. Bu bir yansıma
değil, sadece hissetmektir. Histen de fikir meydana gelmez. İnsan fikri meydana
getirmek için ön bilgiye muhtaçtır. Bir insan hiç görmediği bir dille yazılmış
kitabı ne kadar hissederse hissetsin onun vakıası hakkında bir fikir onda
oluşmaz. Arının bal yapması, sineğin necasette gezmesi bir ön bilginin
yüklenmesi neticesinde meydana gelir. Bir insanı kafese kapatıp hiçbir şey
öğretmeden büyütseniz, önüne koyduğunuz altın parayı hisseder ama onda onun
hakkında bir fikir oluşmaz.
Yaratıcıyı inkâr
etmek için materyalizmin başvurduğu garip yollar insanı tatmin edemeyen beyhude
çabalardan ibarettir.
Sosyalizm ve ondan
olan komünizm, sözde eşitliği savunan bir fikir ortaya koysa da aslen
maskelenmiş kapitalizmdir. Bu ideolojide devleti yöneten bir kısım azınlığın
yaşayış kalitesi halkın çok üstündedir. Bu yalanı ortaya çıkaran ve her iki
ideolojinin de birbirine sömürü olarak benzediğini anlatan George Orwell “Hayvan
Çiftliği” adlı kitabını kaleme almıştır. Çiftliğin sahibi Bay Jones’un hâkimiyetini
kapitalizme benzeten Orwell, hayvanların ürünlerini ve yavrularını sömüren
Jones’un iktidarının, Bolşevik isyanında olduğu gibi çitlik hayvanları
tarafından bir ayaklanma ile nasıl yıkıldığını anlatır. Daha sonra devrimin
liderleri olan çiftlikteki domuzların Bay Jones’a benzediğini ve çiftlik
hayvanlarının emeğini sömürüp, kapitalistler gibi hareket ettiğini ve onlara
boyun eğmeyen hayvanların katledildiğini anlatarak iki ideolojinin de
arasındaki yakınlığı anlatmaya çalışır. Ünlü e-ticaret platformu Ali Baba’nın
kurucusu Jack Ma Çin Komünist Partisi’ne üyedir lakin toplam serveti 21,8
milyar dolardır. Günlük birkaç dolara çalışan Çin’in büyük çoğunluğuna karşın,
bir bireyin elinde toplanan bu kadar servet ise ancak kapitalizm örnek
verilirken zikredilebilir.
Dünyanın ve
kâinatın varoluşu hakkında ortaya koyduğu fikirleri ile insanı mutmain edemeyen
bu ideoloji, uygulandığı toplumlarda da ifsada yol açmıştır. Ölümden sonra bir
hayatın olmadığı, yapılan kötülüklerden hesaba çekilmeyeceği fikri, bozuk bir
toplum oluşmasına yol açmıştır. Tıpkı kapitalist demokraside olduğu gibi devlet
ve kanunlardan korkan ve Allah Subhânehû
ve Teâlâ’yı yok sayan bireyler yetiştirmiştir. Devletin ve mobese
kameralarının görmediği tenhalarda suç işlemeyi kendine mubah sayan suçlular
yetiştiren bu bozuk nizamlar, her yeri gören ve her şeyi bilen Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın varlığını
insanların kalplerinden söküp almak için “Din afyondur” benzeri sloganlar ile
taraftar toplayıp bekasını koruma yoluna gitmiştir. Kimi ülkelerde ağır cezalarla
hatta idama başvurularak insanlar dizginlenmeye çalışılsa da bozulma bir kanser
gibi tüm topluma yayılmaya başlamış, ırz, can ve mal emniyeti, otoriteler tarafından
korunamaz hâle gelmiştir.
Komünist devrimin
ardından ülkelerin başına geçen liderler ve onlara bağlı gruplar, sözde ideal
topluma ulaşmak için şiddetin gerekli olduğuna inanarak büyük çaplı şiddet
eylemlerini planlayıp gerçekleştirmişlerdir. Tarihte kısa zaman içinde büyük
katliamlara imza atmış komünist ideolojinin geçmişi zulüm ve gözyaşı ile
doludur.
Josef Stalin'in
Lubyanka hapishanesindeki baş celladı Sovyet generali Vasiliy Blohin kişisel
olarak binlerce tutukluyu vurarak öldürmüştür. Bazı tarihçiler tarafından
tarihin en çok öldüren celladı unvanını aldığı söylenir.
Komünizmin kara kitabına
göre Çinli komünistler Tibetlilere karşı kültürel soykırım uygulamışlardır.
Jean-Louis Margolin öldürülenlerin orantısal olarak Tibet'te Çin'den daha fazla
olduğunu belirterek "Soykırımsal katliamdan söz etmek ölenlerin sayısı
göz önüne alındığında haklı bir ifadedir." notunu düşmüştür. Dalay
Lama ve Merkezî Tibet Yönetimi'ne göre Tibetliler yalnızca vurularak öldürülmemiş
aynı zamanda ölene kadar dövülmüş, çarmıha gerilmiş, canlı canlı yakılmış, suda
boğulmuş, sakat veaç bırakılmış, boğazları sıkılarak boğulmuş, asılmış, canlı
canlı kaynar suya atılmış, canlı canlı gömülmüş, kolları ve bacakları ve
başları kesilmişti.
Hâlen komünist Çin
yönetimi, Doğu Türkistan’da Müslümanlara karşı giriştiği asimilasyon
programında özellikle ileri gelen, şair, kanaat önderi, yazar ve
akademisyenleri hedef almaya devam etmektedir. Toplama kamplarında işkence ile
Müslümanlar katlediyor.
Stalin yönetiminde
Sovyetler hükümeti muazzam ölçülerde bir dizi tehcir organize ederek SSCB'nin
etnik haritasını önemli ölçüde değiştirmiştir. Tehcire tabi tutulanlar sıklıkla
hayvan taşınan vagonlarla oldukça zor şartlar altında yer değiştirmişler ve
sürgün edilen yüzbinlerce insan yollarda ölmüştür. Kırım Tatarları da bu
tehcirde katliama maruz kalmıştır.
Sovyetler
Birliği'nde sürdürülen tarımsal politikalar, toplanan ağır vergiler sonucu halk
yoksullaşmış, kıtlık sebebiyle 6 ila 8 milyon insan açlıktan ölmüştür. Bu zulüm
sonucunda Ukrayna’da 3,5 milyon insan hayatını kaybetmiştir.
Uluslararası Af
Örgütü 1977-78 yılları arasında "Kızıl Terör" nedeniyle toplam
yarım milyon insanın öldürüldüğünün tahmin edildiğini ifade etmektedir. Terör
sırasında insanlar gruplar hâlinde kiliselere sokulmakta ve kiliseler yakılarak
içindekiler öldürülmekteydi. Askerler tarafından sistematik olarak kadınların
ırzına geçilmekteydi. "Kızıl Terör" kurbanları yalnızca
erişkinlerden oluşmamaktaydı. Cesetleri Etiyopya’nın Başkenti Addis Ababa
sokaklarına bırakılmış, on bir ila on üç yaşları arasında 1.000'den fazla
çocuğun da öldürüldüğü rapor edilmiştir.
1950'lerin başında
Kuzey Vietnam'da komünist hükûmetin başlattığı toprak reformu programı adı
altında kıyım yapılmış, başta muhalifler olmak üzere bir milyona yakın insan
katledilmiş ya da kaybolmuştur.
1948 ila 1987
yılları arasında Kuzey Kore'de zorla çalıştırma, idamlar ve toplama kampları
bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştur. Araştırmacılara göre
yalnızca toplama kamplarında 400.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir.
Tarihçi Benjamin
Valentino, “Büyük İleri Atılım”ın
büyük Çin kıtlığının nedeni olduğunu ve kıtlığın en kötü etkilerinin
muhaliflere doğru yönlendirildiğini söyler. Daha önceki kampanya sırasında "kara
öğeler" olarak etiketlenen dinî liderler, sağcılar ve zengin köylüler
kıtlık sırasında besin dağıtımında en düşük öncelik verilmesi nedeniyle bu
gruplarda ölenlerin sayısı çok yüksektir. “Mao'nun Büyük Kıtlığı” adlı
kitabında tarihçi Frank Dikötter "Baskı, terör ve sistematik şiddet Büyük
İleri Atılımın ana temelleriydi ve Büyük İleri Atılım insanlık tarihinin en
ölümcül katliamlarından birini tetiklemiştir." diye yazar. Yerel ve
bölgesel Çin arşivlerinde yaptığı araştırmalar ölü sayısının en az 45 milyon
olduğunu gösterir ve "Çoğu durumda parti kendi insanlarını açlıktan
öldürdüğünün farkındaydı." diye belirtir. 1959'da Şanghay'da yapılan
gizli bir toplantıda Mao kırsal bölgelerde bulunan tahılın üçte birinin
toplanması emrini verdi. "Yeteri kadar yiyecek olmayınca insanlar
açlıktan ölür. Halkın yarısını ölmeye bırakmak diğer yarısının doymasını
sağlamak için iyidir." der. Dikötter bu dönem sırasında en az 2,5
milyon insanın yargısız infazla ya da işkence ile öldürüldüğünü belirtiyor.
1937 yılının yaz ve
sonbahar mevsimlerinde Josef Stalin ajanlarını Moğolistan Halk Cumhuriyeti'ne
göndererek Moğol Büyük Temizliğini organize etti. Bu baskılar sırasında
35.000 kişi idam edilmiştir. Kurbanların 18.000 kadarı Budist Lamalardı.
Sosyalist ideoloji,
Sovyetler Birliği’nde can bulup tatbik edilmeye başladığında 20 milyon insan
katledilmişti. İşgal ettiği toprakları “Kızıl Ordu” ile yağmalayan SSCB,
Kafkaslar ve komünizmin yıkılmasıyla kendisinden ayrılan Türkî cumhuriyetlerde
de kıyıma girişmiş, bu ülkelerin başına yerleştirdiği yerli işbirlikçiler ile
halkı boyunduruk altına alarak sömürmeye devam etmiştir.
Orta Çağ
Avrupa’sında kilise ve yöneticilerin ortak zulmü, yaratıcıya isyana dönüşmüş ve
ortaya çıkan ideolojiler olan komünizm ve kapitalizmin tahakkümünde insanlık
yağmalanmış, sömürülmüş ve sömürülmeye devam etmektedir.
Dinden kopuşu,
ateizmi ortaya atan bu fikirler, insanlık hafızasında derin bir iz bırakmış ve
hâlâ etkileri görülmektedir. 2017 yılı verilerine göre Almanya'da halkın yüzde
37'si kendini herhangi bir dine ya da inanç grubuna ait görmemektedir.
2012 yılında
yapılan bir ankette Türkiye'deki ateistlerin ülke nüfusunun %2'sini oluşturduğu
sonucuna varıldı. 2013 yılında yapılan anketler ile 4,5 milyon insanın dinsiz
olduğu bilgisi paylaşıldı. Aynı kurumlar tarafından 2015'te yapılan anketlerde
ise bu rakamın 5,5 milyon kişiye ulaştığı ve bu kişilerden Türk vatandaşlarının
kabaca %9,4'ünün bir dini olmadığı sonucu çıktı. Tatbik edilen bozuk nizamların,
toplumdaki ifsadın yayılması için kapıları sonuna kadar araladığı istatistikler
ile de kanıtlanmış bir hakikattir.
Fıtrata aykırı fikirleri ve uyguladığı zalimane politikalar ile sosyalizm ve ondan olan komünizm, uzun soluklu varlık gösterememiş, üzerine tatbik edilen halklar tarafından benimsenmemiş ve arkasında, gerçekleştirdiği vahşi katliamları bırakarak 20. yüzyılın sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla tarih sahnesinden çekilmiştir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış