MATERYALİZM AKİDESİ VE ONDAN FIŞKIRAN İDEOLOJİ: SOSYALİZM

Fatih Doğdu

Aciz ve sınırlı olan insan aklı, tarih boyunca insana, hayata, kâinata ve bunların öncesi ve sonrası ile alakalı fikirleri ortaya atabilmek için farklı düşünce akımları icat etmiştir. “Ölümden sonra ne var?”, “Dünyaya gelmeden önce neredeydik?”, “Dünyada bulunma gayemiz nedir?” sorularına cevap bulmak için arayışlar, hep var oldu.

Dünyanın balans ayarı İslâm ve ondan çıkan fikirlerin ve nizamın tahakkümünden yoksun insanlık, tıpkı pusulası olmayan bir gemi gibi gördüğü her limana demirliyor her demirlediği limanda yağmalanıp tekrar demir alarak okyanusta rüzgârın tayin ettiği rotaya göre seyrü sefere devam ediyor. İnsanlık, aklın her soruya cevap bulabileceği kibri ile ilahlığa soyunanların kılavuzluğunda yeni fikirler ile sonucu hüsran olan bir heyecana kapılıyor.

Allah’ı inkâr eden, heva ve heves önderliğinde bir yol çizmeye çalışan bozuk ideolojilerden olan sosyalizm de ilk ortaya atıldığında, kapitalizmin çarkları arasında ezilen yoksul halklar tarafından heyecanla karşılanmıştı.

Bu ideolojinin temelleri, Sovyet Rusya’nın kurulmasıyla siyasi sahnede can bulmasından daha önce materyalist düşünce ile atılmıştı.

Materyalizm, maddecilik anlamına gelen, her şeyin maddeden ibaret olduğunu, maddeden bağımsız fizik ötesi alanı (metafizik) reddeden düşünce akımıdır. Gözle gördüğümüz maddi alemin dışında kalan varlıkları tanımayan dünya görüşü materyalizm, Latince materia (madde) kelimesinden türemiştir. Duygu, düşünce ve içgüdülerin maddeden kaynaklandığını, dünyada ve kâinatta olup biten ne varsa her şeyin maddi sebeplerle açıklanabileceği, tabiat üstü bir kudretin mevcut olmadığını savunur. Kendisi ile hareket edip, dünyada olup bitenleri bu düşünce akımı ile yorumlayanlara ise materyalist, ateist (tanrıtanımaz) denir.

Temelde materyalizm, semavi dinler, yaratılış, ibadet, melek, vahiy, peygamberlik, kutsal kitaplar ve ahiret gibi dinî inançların birer yanılgıdan ibaret olduğunu iddia eder.

Materyalist düşünceyi, sistemli bir akım hâline getirenler, her şeyin atomdan var olduğunu savunan Leukippos, Demokritos, Epikuros ve Lucretius gibi Antik Çağ Yunan filozofları olmuştur. Bu düşünürlere göre madde ezeli ve ebedidir. Sonradan bu düşünce akımı modern hâliyle “Big Bang” yani “Büyük Patlama” teorisi ile desteklenmiştir. Maddenin başlangıcı olduğu kabul edilince, bir yaratıcının var olduğunu kabul etme zorunluluğu doğacağından, materyalizm savunucuları dışardan herhangi bir etki olmadan maddenin kendi kendine patlayarak hayatın start aldığını savunan bir senaryo yazıp teorilerini güçlendirme yoluna gitmişlerdir. 

Düşüncenin bir tür atom hareketi olduğunu savunarak maddi tanım yapma yoluna giderler. Ruhun ise canlı bir varlığı cansızdan ayıran nesne, rafine olmuş maddi bir varlık olduğunu, bedenle birleşen bu arı maddenin duyumlara imkân tanıdığını, ölümün bu birlikteliğin çözülmesi ile meydana geldiğini ve ölümden sonra bir hayatın var olmadığını, o insan için her şeyin sona erdiğini savunurlar. Tarih boyunca insanın tatmin olmadığı, büyük düğümü çözemeyen yani nereden gelip, nereye gittiğini açıklamaktan yoksun olan bu hayat görüşünü kabul edenlerin de ispattan yoksun iddiaları, sürekli çelişkili söylemlerle şüphe içinde yaşadıklarını kanıtlar.

Yunan filozoflar Sokrat, Eflâtun ve Aristo materyalizmin açıklamalarının aciz kaldığını ispatlamak için karşı çalışma başlatmışlardır. 19. yüzyıla kadar pek varlık gösteremeyen materyalizm, Charles R. Darwin’in canlıların oluşumu ve üremesiyle ilgili evrim teorisi ile yeniden hız kazanmış olsa da kendine taraftar toplayamamış, filozoflar arasındaki dar bir alanda canlılık gösterebilmişti. Kendini bilim çevrelerine kabul ettirebilmek isteyen alt derecedeki akademisyenlerin menfaat arzularına binaen bu fikirleri kabul etmiş gibi görünmeleri ise genellikle fikirsel bir baskının sonucudur.

19. yüzyıl sonlarında Karl Marx ve Friedrich Engels’le birlikte materyalizm büyük değişikliğe uğramış, diyalektik bir boyut kazanmıştır. Hegel mutlak ideyi (düşünceyi) veya ruhu, varlığın kaynağı olarak görmüş ve eşyanın ondan yayıldığını ileri sürmüştü. Marx aynı formülü tersine çevirmiş, maddeyi esas alıp düşünce dahil her şeyin ondan kaynaklandığını savunmuş, böylece tabiatı, sosyal hayatı ve düşünceyi diyalektik bir yöntem kullanarak açıklamasının yanında materyalizmin en köklü tarifini, yani diyalektik materyalizmi de ortaya koymuştur. Evrenin maddeden ibaret olduğunu ve kendi başına var olduğunu, maddenin zaman ve mekân bakımından bilinçten önce geldiğini, tabiatta olan biten her şeyin bilinebilip açıklanabildiğini ileri süren Marx, diyalektik materyalizmin sonuçlarını insanlık tarihine taşıyarak sürekli değişen ve bazı evrelerden geçen toplumsal yapının insan bilincini belirlediğini, toplumda var olan ideoloji, din, felsefe, sanat, ahlak ve hukuk sistemlerinin üretim gücüne hâkim olan sınıfların çıkar çatışması neticesinde şekillendiğini, bu süreçte proleter (işçi) iktidarının oluşabilmesi için burjuvaziye hizmet eden bütün dinî değerlerin (kilise) yıkılması ve tanrı inancının ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuştur.

Batı’da üst sınıf her zaman varlığını koruyabilmek için iktidarını kullanarak halklara zulmetmiştir. Cumhuriyet, demokrasi fikirleri ortaya atılana kadar kiliseyi iktidarı için kullanan zengin sınıf, özgürlük ve seçimi de sözde “Halkın iradesi kutsaldır!” yalanı ile harmanlayıp ortaya atarak kullanmıştır. Devrimler gerçekleşse de kazanan yine belli bir azınlık, kaybeden ise halk oluyor ve bu sömürüye karşı muhalif sesler yükseliyordu.

Marx’ın bu fikirleri politik devrim niteliği taşımış, sadece Batı dünyasını değil diğer bütün toplumları da etkileyerek materyalizmi zirveye çıkarmıştır. Kilisenin zulmü dine karşı halk içinde ciddi bir muhalefet oluşturmuş, ardından Sanayi Devrimi ile kapitalist ideolojinin demokrasi maskesi altında tatbik edilmesi yeni bir ideolojinin yani sosyalizmin doğmasına neden olmuştur.

Marx fikirlerini ortaya attığında kimse ortaya çıkan bu batıl ideoloji sosyalizmin 70 yıl içinde yok olup gideceğini tahmin edememişti. Aksine kapitalist Batı, bu nizamdan korktuğu için kendi ideolojisini koruma refleksiyle işçilerin haklarını tanımak için sosyal devlet fikrini benimsemiş ve sıkılan zincirleri gevşeterek ideolojilerini koruma yoluna gitmiştir.

Bu sözde eşitliği savunan ideoloji, sefalet içinde yaşayan Doğu Avrupa, Güney Amerika, Asya ve özellikle komünizmin kalesi olarak bilinen eski adıyla Sovyetler Birliği, bugünkü ismiyle Rusya’da heyecanla karşılanmıştır. Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı inkâr eden materyalist ideolojiyi insanlar sefalet içinde yaşadıkları için sahiplenmiş ve bu ideoloji asla inancı silip yok etmeye muktedir olamamıştır. İnsanın fıtratında var olan tedeyyün (tapınma) içgüdüsü çoğu zaman mutlak bir yaratanın olduğunu ve zor zamanlarda kudreti ile onu düştüğü zor durumdan kurtaracak yegâne kurtarıcı olduğunu kabul etmesiyle ortaya çıkar. Materyalist ideoloji bu içgüdüyü baskılayarak tahakküm ettiği toplumlarda insanlara bir yaratıcının olmadığını kabul ettirebilmek için despot politikalar uygulamıştır. Hâlihazırda komünist Çin yönetimi, Doğu Trükistan’daki Müslümanlara zorla bu ideolojiyi dayatmak, İslâmi fikirler yerine kendi bozuk fikirlerini aşılamak için sistematik bir çalışma başlatmıştır. Kurulan toplama merkezlerinde işkence ile ebeveynler Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı inkâr etmeye zorlanırken, sahipsiz kalan çocuklar da Çin yönetiminin yetimhanelerinde dayatılan fikirler doğrultusunda yetiştiriliyor.

İdeoloji ve ondan çıkan nizamı bir çark, çarkın dişlilerini de insanlar olarak düşünürsek bu ideolojiyi daha rahat kavrayabiliriz. Sosyalizmde “Çarkın bir dişlisi uzun ya da kısa olursa mekanizma durur, çarklar kırılır ve işlemez hâle gelir.” görüşü hâkimdir. Yani toplumu oluşturan bireyler düşünce, inanış ve mülkiyet açısından devlet tarafından tornadan çıkmış bir robot gibi olmaya zorlanmıştır.

Sosyalizm ve ondan çıkan komünizm, topluma kapitalizmin ferdiyetçi bakış açısı ile bakmaz. Sosyalizm, toplumu insan ve insanın tabiatla olan ilişkilerinden oluşan bir bütün olarak görür. İnsan bu ilişki yumağının bir parçasıdır ve ayrı düşünülemez fikri hâkimdir. Yani tabiat, insan, ilişkiler ayrı ayrı değil tek bir şeydir o da madde. Fert toplumla birlikte hareket etmeli ve düzene uyum sağlamalıdır. Sosyalizmde bireyin mülkiyet ve inanç hürriyeti yoktur. Bu hürriyetler olunca çarkların ahenk içinde dönmesinin mümkün olamayacağı görüşü katı bir şekilde savunulur. Zira bu, ideolojinin temelidir. Her insana yaratılırken verilen beka ve tedeyyün içgüdüsünden kaynaklı arzular -ki bunlar inanç ve mülkiyet- devletin isteğine bağlıdır. Devlet bu ideolojinin kutsalıdır. Her şeyin tek sahibi devlettir.

Otoriteyi sağlamak için baskı hâkimdir. İnsanları, Allah’a ibadetten kullara ibadete, Allah’ın kelamı yerine kulların sözlerini kutsamaya yönlendirerek gerici bir yol benimsenmiştir. Materyalizmi savunan filozofların sözleri ezberlenir ve tartışma esnasında bu sözler ile tezler desteklenme yoluna gidilir. Referans aciz insan aklından çıkan sözlerdir. Tedeyyün ve beka içgüdüleri hapsedilerek insanın yaradılışına savaş açan bu ideoloji başarısızlık üzerine kurulmuştur. Fikren güçlü olduklarını ispat etmek için diyalektik yöntem ile laf ebeliğinde bulunurlar. Halkın çelişkili yollar ortaya konularak ikna etmede başarılı olunamadığı zamanlarda ise boyun eğmesi için zorbalığa başvurulur.

“Eşyanın aslı maddedir ve bütün eşya, maddenin evrimi yoluyla maddeden çıkmıştır.” fikri üzerine bina edilen materyalist akideden çıkan sosyalizm ideolojisi bu şekilde özetlenebilir.

Nizamı, devlet yalnız başına güçlü bir ordu ve kanun kesinliği ile tatbik eder. Fertlerin ve toplumun tüm işlerini devlet bizzat üzerine alır ve nizamı geliştirir.

Bu ideoloji, maddenin fikirden önce geldiğini savunur.  Yani sosyalizme göre madde beyne yansıyınca fikir meydana gelir. Madde beyne yansımadan önce fikir mevcut olamaz düşüncesi ise hatalı bir görüştür. Zira madde ile beyin arasında yansıma yoktur. Aksine duyu organları vasıtasıyla maddenin hissi beyne ulaşır ki bu da maddeyi hissetmektir. Bu bir yansıma değil, sadece hissetmektir. Histen de fikir meydana gelmez. İnsan fikri meydana getirmek için ön bilgiye muhtaçtır. Bir insan hiç görmediği bir dille yazılmış kitabı ne kadar hissederse hissetsin onun vakıası hakkında bir fikir onda oluşmaz. Arının bal yapması, sineğin necasette gezmesi bir ön bilginin yüklenmesi neticesinde meydana gelir. Bir insanı kafese kapatıp hiçbir şey öğretmeden büyütseniz, önüne koyduğunuz altın parayı hisseder ama onda onun hakkında bir fikir oluşmaz.

Yaratıcıyı inkâr etmek için materyalizmin başvurduğu garip yollar insanı tatmin edemeyen beyhude çabalardan ibarettir.

Sosyalizm ve ondan olan komünizm, sözde eşitliği savunan bir fikir ortaya koysa da aslen maskelenmiş kapitalizmdir. Bu ideolojide devleti yöneten bir kısım azınlığın yaşayış kalitesi halkın çok üstündedir. Bu yalanı ortaya çıkaran ve her iki ideolojinin de birbirine sömürü olarak benzediğini anlatan George Orwell “Hayvan Çiftliği” adlı kitabını kaleme almıştır. Çiftliğin sahibi Bay Jones’un hâkimiyetini kapitalizme benzeten Orwell, hayvanların ürünlerini ve yavrularını sömüren Jones’un iktidarının, Bolşevik isyanında olduğu gibi çitlik hayvanları tarafından bir ayaklanma ile nasıl yıkıldığını anlatır. Daha sonra devrimin liderleri olan çiftlikteki domuzların Bay Jones’a benzediğini ve çiftlik hayvanlarının emeğini sömürüp, kapitalistler gibi hareket ettiğini ve onlara boyun eğmeyen hayvanların katledildiğini anlatarak iki ideolojinin de arasındaki yakınlığı anlatmaya çalışır. Ünlü e-ticaret platformu Ali Baba’nın kurucusu Jack Ma Çin Komünist Partisi’ne üyedir lakin toplam serveti 21,8 milyar dolardır. Günlük birkaç dolara çalışan Çin’in büyük çoğunluğuna karşın, bir bireyin elinde toplanan bu kadar servet ise ancak kapitalizm örnek verilirken zikredilebilir.

Dünyanın ve kâinatın varoluşu hakkında ortaya koyduğu fikirleri ile insanı mutmain edemeyen bu ideoloji, uygulandığı toplumlarda da ifsada yol açmıştır. Ölümden sonra bir hayatın olmadığı, yapılan kötülüklerden hesaba çekilmeyeceği fikri, bozuk bir toplum oluşmasına yol açmıştır. Tıpkı kapitalist demokraside olduğu gibi devlet ve kanunlardan korkan ve Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı yok sayan bireyler yetiştirmiştir. Devletin ve mobese kameralarının görmediği tenhalarda suç işlemeyi kendine mubah sayan suçlular yetiştiren bu bozuk nizamlar, her yeri gören ve her şeyi bilen Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın varlığını insanların kalplerinden söküp almak için “Din afyondur” benzeri sloganlar ile taraftar toplayıp bekasını koruma yoluna gitmiştir. Kimi ülkelerde ağır cezalarla hatta idama başvurularak insanlar dizginlenmeye çalışılsa da bozulma bir kanser gibi tüm topluma yayılmaya başlamış, ırz, can ve mal emniyeti, otoriteler tarafından korunamaz hâle gelmiştir.

Komünist devrimin ardından ülkelerin başına geçen liderler ve onlara bağlı gruplar, sözde ideal topluma ulaşmak için şiddetin gerekli olduğuna inanarak büyük çaplı şiddet eylemlerini planlayıp gerçekleştirmişlerdir. Tarihte kısa zaman içinde büyük katliamlara imza atmış komünist ideolojinin geçmişi zulüm ve gözyaşı ile doludur.

Josef Stalin'in Lubyanka hapishanesindeki baş celladı Sovyet generali Vasiliy Blohin kişisel olarak binlerce tutukluyu vurarak öldürmüştür. Bazı tarihçiler tarafından tarihin en çok öldüren celladı unvanını aldığı söylenir.

Komünizmin kara kitabına göre Çinli komünistler Tibetlilere karşı kültürel soykırım uygulamışlardır. Jean-Louis Margolin öldürülenlerin orantısal olarak Tibet'te Çin'den daha fazla olduğunu belirterek "Soykırımsal katliamdan söz etmek ölenlerin sayısı göz önüne alındığında haklı bir ifadedir." notunu düşmüştür. Dalay Lama ve Merkezî Tibet Yönetimi'ne göre Tibetliler yalnızca vurularak öldürülmemiş aynı zamanda ölene kadar dövülmüş, çarmıha gerilmiş, canlı canlı yakılmış, suda boğulmuş, sakat veaç bırakılmış, boğazları sıkılarak boğulmuş, asılmış, canlı canlı kaynar suya atılmış, canlı canlı gömülmüş, kolları ve bacakları ve başları kesilmişti.  

Hâlen komünist Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da Müslümanlara karşı giriştiği asimilasyon programında özellikle ileri gelen, şair, kanaat önderi, yazar ve akademisyenleri hedef almaya devam etmektedir. Toplama kamplarında işkence ile Müslümanlar katlediyor.

Stalin yönetiminde Sovyetler hükümeti muazzam ölçülerde bir dizi tehcir organize ederek SSCB'nin etnik haritasını önemli ölçüde değiştirmiştir. Tehcire tabi tutulanlar sıklıkla hayvan taşınan vagonlarla oldukça zor şartlar altında yer değiştirmişler ve sürgün edilen yüzbinlerce insan yollarda ölmüştür. Kırım Tatarları da bu tehcirde katliama maruz kalmıştır.

Sovyetler Birliği'nde sürdürülen tarımsal politikalar, toplanan ağır vergiler sonucu halk yoksullaşmış, kıtlık sebebiyle 6 ila 8 milyon insan açlıktan ölmüştür. Bu zulüm sonucunda Ukrayna’da 3,5 milyon insan hayatını kaybetmiştir.

Uluslararası Af Örgütü 1977-78 yılları arasında "Kızıl Terör" nedeniyle toplam yarım milyon insanın öldürüldüğünün tahmin edildiğini ifade etmektedir. Terör sırasında insanlar gruplar hâlinde kiliselere sokulmakta ve kiliseler yakılarak içindekiler öldürülmekteydi. Askerler tarafından sistematik olarak kadınların ırzına geçilmekteydi. "Kızıl Terör" kurbanları yalnızca erişkinlerden oluşmamaktaydı. Cesetleri Etiyopya’nın Başkenti Addis Ababa sokaklarına bırakılmış, on bir ila on üç yaşları arasında 1.000'den fazla çocuğun da öldürüldüğü rapor edilmiştir.

1950'lerin başında Kuzey Vietnam'da komünist hükûmetin başlattığı toprak reformu programı adı altında kıyım yapılmış, başta muhalifler olmak üzere bir milyona yakın insan katledilmiş ya da kaybolmuştur.

1948 ila 1987 yılları arasında Kuzey Kore'de zorla çalıştırma, idamlar ve toplama kampları bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştur. Araştırmacılara göre yalnızca toplama kamplarında 400.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir.

Tarihçi Benjamin Valentino, “Büyük İleri Atılım”ın büyük Çin kıtlığının nedeni olduğunu ve kıtlığın en kötü etkilerinin muhaliflere doğru yönlendirildiğini söyler. Daha önceki kampanya sırasında "kara öğeler" olarak etiketlenen dinî liderler, sağcılar ve zengin köylüler kıtlık sırasında besin dağıtımında en düşük öncelik verilmesi nedeniyle bu gruplarda ölenlerin sayısı çok yüksektir. “Mao'nun Büyük Kıtlığı” adlı kitabında tarihçi Frank Dikötter "Baskı, terör ve sistematik şiddet Büyük İleri Atılımın ana temelleriydi ve Büyük İleri Atılım insanlık tarihinin en ölümcül katliamlarından birini tetiklemiştir." diye yazar. Yerel ve bölgesel Çin arşivlerinde yaptığı araştırmalar ölü sayısının en az 45 milyon olduğunu gösterir ve "Çoğu durumda parti kendi insanlarını açlıktan öldürdüğünün farkındaydı." diye belirtir. 1959'da Şanghay'da yapılan gizli bir toplantıda Mao kırsal bölgelerde bulunan tahılın üçte birinin toplanması emrini verdi. "Yeteri kadar yiyecek olmayınca insanlar açlıktan ölür. Halkın yarısını ölmeye bırakmak diğer yarısının doymasını sağlamak için iyidir." der. Dikötter bu dönem sırasında en az 2,5 milyon insanın yargısız infazla ya da işkence ile öldürüldüğünü belirtiyor.

1937 yılının yaz ve sonbahar mevsimlerinde Josef Stalin ajanlarını Moğolistan Halk Cumhuriyeti'ne göndererek Moğol Büyük Temizliğini organize etti. Bu baskılar sırasında 35.000 kişi idam edilmiştir. Kurbanların 18.000 kadarı Budist Lamalardı.

Sosyalist ideoloji, Sovyetler Birliği’nde can bulup tatbik edilmeye başladığında 20 milyon insan katledilmişti. İşgal ettiği toprakları “Kızıl Ordu” ile yağmalayan SSCB, Kafkaslar ve komünizmin yıkılmasıyla kendisinden ayrılan Türkî cumhuriyetlerde de kıyıma girişmiş, bu ülkelerin başına yerleştirdiği yerli işbirlikçiler ile halkı boyunduruk altına alarak sömürmeye devam etmiştir.

Orta Çağ Avrupa’sında kilise ve yöneticilerin ortak zulmü, yaratıcıya isyana dönüşmüş ve ortaya çıkan ideolojiler olan komünizm ve kapitalizmin tahakkümünde insanlık yağmalanmış, sömürülmüş ve sömürülmeye devam etmektedir.

Dinden kopuşu, ateizmi ortaya atan bu fikirler, insanlık hafızasında derin bir iz bırakmış ve hâlâ etkileri görülmektedir. 2017 yılı verilerine göre Almanya'da halkın yüzde 37'si kendini herhangi bir dine ya da inanç grubuna ait görmemektedir.

2012 yılında yapılan bir ankette Türkiye'deki ateistlerin ülke nüfusunun %2'sini oluşturduğu sonucuna varıldı. 2013 yılında yapılan anketler ile 4,5 milyon insanın dinsiz olduğu bilgisi paylaşıldı. Aynı kurumlar tarafından 2015'te yapılan anketlerde ise bu rakamın 5,5 milyon kişiye ulaştığı ve bu kişilerden Türk vatandaşlarının kabaca %9,4'ünün bir dini olmadığı sonucu çıktı. Tatbik edilen bozuk nizamların, toplumdaki ifsadın yayılması için kapıları sonuna kadar araladığı istatistikler ile de kanıtlanmış bir hakikattir.

Fıtrata aykırı fikirleri ve uyguladığı zalimane politikalar ile sosyalizm ve ondan olan komünizm, uzun soluklu varlık gösterememiş, üzerine tatbik edilen halklar tarafından benimsenmemiş ve arkasında, gerçekleştirdiği vahşi katliamları bırakarak 20. yüzyılın sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla tarih sahnesinden çekilmiştir.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz