Makyavelizm nedir?
Batılı bir düşünce
olarak Makyavelizm, siyaseti ahlaktan ve dinden ayıran, her türlü din kuralı
ile ahlak kuralını hiçe sayan, amaca ulaşmak adına hiçbir kural tanımadan, her
türlü yolu mubah gören bir düşünce akımıdır.
Makyavelizm,1469-1527
yılları arasında yaşayan, İtalyan düşünür ve siyasetçisi Niccolo Machiavelli
tarafından, siyaset felsefesi alanında ortaya atılmış bir düşüncedir.
Makyavelizm’i temsil eden ana düşünce "Amaca ulaşmak için her araç
yasaldır." anlayışıdır. Bu araçların ahlaki, hukuki ve dini açıdan bir
sınırı yoktur.
Batılı birtakım
yazarlar Machiavelli’yi “kötülüğün öğretmeni” olarak anmalarına rağmen,
bu düşüncenin günümüze kadar ulaşabilmesinin nedeni, bu fikirlerin -sadece
diktatör yönetimlerce değil- laik demokratik devletler, yöneticiler ve kitleler
tarafından da sıkça kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle
Makyavelizm’in incelenmesi, günümüz devletleri ve “amaca ulaşmak için her
yolu mubah gören” yöneticilerin tanınmasını da kolaylaşacaktır.
Machiavelli'nin
gayri insani ve gayri ahlaki düşüncelerinin aradan geçen yaklaşık beş yüz
yıllık tarihe rağmen -ne sebeple olursa olsun- günümüzde hâlâ uygulama sahası
bulması insanlık için bir yüz karasıdır. Devletin, hiçbir hukuki, ahlaki ve
dini sınır tanımaması, savunageldikleri Batılı değerler üzerine inşa edilen
hukuk devleti ilkesi, insan hakları ve demokratik kavramlar adına bile bir
utançtır.
Avrupa Rönesans
hareketinin siyasi-politik kuramcı olarak en önde gelen isimlerinden olan Machiavelli,
siyasi emelleri gerçekleştirmede her yolun mubah kabul eder. Amaca ulaşmada her
araç, yasal ve ahlakidir. Yine Machiavelli, ulusal devlet ya da ulus devlet
düşüncesinin ilk temsilcisidir. Bu nedenle de “ulusal devlet” anlayışının
babası sayılır. Machiavelli’nin üzerinde durduğu ordu, yönetici, egemenlik ve
yönetim şekilleri gibi konular da günümüze kadar etkili olmuştur. Ayrıca
günümüz devletlerindeki “güçlü ordu ve güçlü devlet” sloganlarının
arkasında Machiavelli’yi görmek de mümkündür.
Machiavelli, Orta
Çağ’da yaşamıştır. İslâm altın çağını yaşadığı dönemlerde Avrupa Orta Çağ
karanlığı içerisindeydi. Bilindiği gibi o dönem, toplumsal, siyasal ve
sosyolojik dönüşümlerin, derin tartışmaların yaşandığı dönemdir ve günümüz
siyaset bilimi kavramlarının yeşerdiği bir ortama sahiptir. Siyaset
tartışmalarında kullandığımız egemenlik, iktidar, laiklik, tanrı-din-toplum
gibi kavramlar Orta Çağ Avrupa’sında ele alınmış ve
anlamsal kayışlara uğrayarak yeniden tanımlanmıştır. Orta Çağ’ı belirleyen iki
önemli yapı kilise ve derebeylik sistemidir. Günümüzde uygulanmaya çalışılan laiklik
ve demokratik siyasete dair birçok kavram ve tanımlama, geniş ölçüde Orta Çağ’da
şekillenmeye başlamıştır. Makyavelist düşünceye sahip kişi ya da kurumların ise
üç temel inancı vardır:
1- İnsanlar genel olarak
kötüdürler, bu nedenle de her türlü kötülüğü hak ederler.
2- Amaca ulaşmak
için yapılması gereken şey kötü değildir, kötülüğü becerememek kötüdür ve
kınanması gereken de budur.
3- Amaca ulaşmak
için her araç, yasal ve ahlakidir.
Bütün kötülüklerin
temeli son madde de gizlidir. Devletin yüksek menfaatleri için işlenen suçlar,
cinayetler, işkenceler yasal ve ahlakidir. Kısacası devlet gücünün kötüye
kullanılmasını önleyecek ne yasal ne ahlaki ne de dini bir sınır vardır.
Machiavelli “Hükümdar” adlı kitabında, devlet yöneticisinde bulunması
gereken özellikleri genel olarak şu şekilde belirtmiştir: “İnsanları ya
okşayacaksın ya da ortadan kaldıracaksın. Çünkü vereceğin ceza hafif olursa
adam senden intikam alır ama ağır bir ceza verirsen artık başını kaldıramaz.
Kısacası insanlara vereceğin ceza intikamını alır diye korkmayacağın bir ceza
olmalıdır… Bütün büyük işleri sözünde durmayanlar, yalancılar, arkadan
vurucular, acıma duymayanlar başarmışlardır. Dolayısıyla halkı aldatmak için
her yalan söylenebilir. Dürüst devlet adamları, siyasetin doğasına aykırıdır.”
Evet, her yöneticinin
temel görevi ülkesini korumak ve devletinin bekasını sağlamaktır. Ancak
Makyavelli siyasette amaca varmak için öldürmeyi, yok etmeyi, hak ve hukuku
ayaklar altına almayı meşru görmektedir.
Dönemleri ve
isimleri farklı olsa da dünya üzerindeki siyaset anlayışının pek değişmediği
gözlenen bir durumdur. Machiavelli’ye göre devlet, gücünü dinden değil, ulustan
almak mecburiyetindedir. Cumhuriyeti kuran kadroları etkisi altına alan bu
düşüncenin TBMM'de yer alan "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."
sözünde de bu etki söz konusudur. Yine bilindiği üzere dayanağı din olmadığı hâlde
cumhuriyet rejimine geçişin ilk adımı olan 23 Nisan 1923’te Birinci Meclis,
Cuma namazının ardından dualar, hatimler, tekbirler ve kurbanlarla açıldı. 15
Temmuz darbe girişiminde iktidarın ve laik devletin bekası için Türkiye
genelinde tüm camilerden salaların okutulması, toplumsal reflekslerin demokrasi
nöbetine evrilmesi de aynı türden bir başka çarpıcı örnektir.
Makyavelizm’e göre
yönetici, elindeki siyasi gücü sınırsız bir şekilde kendi çıkarları için
kullanabilir. En önemli ve temel amaç, gücünü devamlı olarak artırmaktır. Bu
amacı gerçekleştirmek için kullanılacak her araç da yasaldır. Yönetici, yeri
geldiğinde hayvan kimliğine bürünmekten çekinmemelidir. Hayvanlardan ise tilki
ve aslan gibi olmayı bilmelidir. Çünkü aslan tuzaklardan, tilki ise kurtlardan
korunamaz. Bunun için tuzaklardan korunmak için tilki gibi kurnaz, kurtlara
karşı koyabilmek için ise aslan gibi cesur olması gerekir. Yalnız aslan olarak
kalmak isteyenler bu işten anlamayanlardır. Kurnazlık demek, kişinin kurnaz
olduğunu saklayarak, insancıl, eli açık, dindar, sözlerine sadık, namuslu bir
görünümde bulunmasıdır. Öncelikle işçi ve köylülerin desteğini alırken tilki
gibi kurnaz davranır ve bunlara verdiği vaatleri yerine getirmezken kendisine
rakip gördüklerine karşı kaba kuvvet uygulamaktan çekinmez. Yönetici, kendini
halka, halkın onu görmek istediği gibi yani insani niteliklere, erdemlere
sahipmiş gibi gösterir. Nasıl olsa halk yalnızca görünüşe baktığından, görünüşe
göre değerlendirdiğinden aldatılması kolaydır.
“Gaye Vasıtayı Meşru Kılar” Anlayışının Hatalı
Siyasi Kitleler Eliyle Müslümanlara Sirayet Ettirilmesi
İslâm coğrafyasında
şiddetli sarsıntıların yaşandığı bu asrın başlarında Müslümanlar hayatlarını
derinden etkileyen, topraklarını paramparça eden, toplumları fırkalara ayıran,
Hilâfet Devleti'ni ortadan kaldıran çok şiddetli bir sarsıntı geçirdi. Bu
sarsıntı sonucu İslâm, hayat, devlet ve toplumdan uzaklaştırıldı. Hilâfet
Devleti yıkıldıktan sonra İslâm coğrafyası küçük devletçiklere bölündü. Bu
devletçikler önce doğrudan doğruya küfür devletlerinin daha sonra ise
kâfirlerle iş birliği hâlindeki zalim yöneticilerin kontrolüne girdiler.
Sonuçta bütün İslâm beldelerinde küfür rejimleri eliyle küfür hükümleri
uygulanmaya başlandı. Müslümanlar, İslâm beldelerinde uygulamaya konulan
laiklik, demokrasi, krallık gibi küfür yönetimleri değiştirmek için kitleleşme
hareketleri başlattılar. Bozuk rejimleri değiştirmek için yola çıkan İslâmi
kitle ve cemaatler, kuruluşlarından itibaren faaliyetlerinde zikzaklı ve
dalgalı bir yol izlediler. Genel olarak bu kitlelerin İslâmi yönden batağa
saplanmalarına “Hedefe götüren her yol meşrudur.” anlayışı sebep
olmuştur. Zira İslâmi kitleler nezdinde ilk önceleri demokrasi haram olarak
kabul edilirken daha sonraki süreçte demokrasi araç oldu. Günümüze geldiğimiz
de ise birçokları için demokrasi İslâm’dan bir parça olarak kabul edilir hâle
geldi.
Gayri İslâmi
yönetimleri değiştirmek adına yola çıkan İslâmi kitleler vakayı düşüncelerine
konu edinmeleri gerekirken, onu düşüncelerine kaynak edindiler. Bu da
beraberinde başarısızlığı getirdi. Vakıayı değiştirmek adına yola çıkanlar bir
süre sonra vakıaya göre şekillendiler. Bu düşünceyle hareket eden kitleler, İslâmi
hedef için son sürat yol aldığı otobandan çıkarak, sonu demokrasi bataklığı olan
patika bir yola saplandılar. Ne kendileri İslâm üzere bir başarı yakalayabildi
ne de müntesipleri akideleri doğrultusunda bir hedefe varabildiler. Bu durum
Müslümanlarda ve İslâmi camialarda karamsarlığa, umutsuzluğa, güvensizliğe
neden oldu. Kitleler, düşüncelerinin pratiğe nasıl geçirileceği, hayat sahasına
nasıl indirgeneceği konusunda İslâm’ın temel kaynaklarına bakmaksızın
Makyavelist bir yaklaşımla gelişen vakıalardan etkilenerek ona göre şekil alan
bir anlayışa sahip oldular. Bazıları ise düşüncelerini netleştirmiş olmasına
rağmen onun uygulama metodunu İslâmi ideolojiden çıkarmakta yanıldılar.
Böylece “Hedefe
götüren her yol mubahtır.” anlayışına sahip Makyavelist düşünce, İslâmi
kitleler üzerinde büyük olumsuz tesirler bırakarak gerçek hedeften
uzaklaşmalarına, ya laik demokratik rejimlerin bilfiil uygulayıcısı ya da onun
arkasında güçlü bir destekçisi olarak yer almalarına kapı açtı.
Gayri İslâmi ve
Gayri İnsani Bu Düşüncenin Müslümanların Hayatlarına Etkisi
Sömürgeci
kâfirlerin dünyayı saran fasit ölçü ve mefhumları, fikrî saldırılar neticesinde
İslâm coğrafyasına ve Müslümanlar arasına sirayet ettikten sonra Müslümanlar
İslâmi zaviyeyi ciddi manada kaybettiler. Her ne kadar İslâmi bazı mefhumlar
sebebiyle Müslümanlar İslâm’a gereken önemi verme noktasında gayret gösterseler
de Batılı fasit fikirler ve kapitalist laik nizamların etkisi karşısında çoğu
zaman bu gayretleri yetersiz kalmaktadır.
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
صِنْفَانِ مِنْ النَّاسِ إذَا صَلَحَا صَلَحَ النَّاسُ
وَإِذَا فَسَدَا فَسَدَ النَّاسُ العُلَمَاءُ وَالأُمَرَاء
“İnsanlardan iki sınıf
vardır ki onlar bozulduğunda bütün insanlar bozulur, onlar düzeldiğinde bütün
insanlar da düzelir. Bunlar, âlimler ve yöneticilerdir.”[1]
Genelde bir şeyin
kıymeti kaybedildiğinde anlaşıldığı gibi âlimlerimizin değerini de elimizden
yitirdiğimizde anladık. Adil ve râşid yöneticilerin kıymetini de aynı şekilde
kaybettiğimizde anladık. Ancak tüm bunlar ümmete o kadar pahalıya mâl oldu ki
bunun tarifi imkânsızdır. İşte bugün beldelerimiz tarumar edilip fikrî
işgallerin yanı sıra fiziki işgaller gerçekleşti. Müslümanların türlü zulümlere
maruz kalmaları, dili kınayıcının kınamasına aldırış etmeden İslâm’ı haykıran
âlimlerin ve tebaasını Allah’ın emaneti olarak gören ve yönetirken sadece
Allah’ın hükmünü murat eden yöneticilerin eksikliğindendir. Müslümanların
düşmüş oldukları karanlıklardan aydınlığa çıkmalarında çok etkin bir rol
oynayan muttaki âlimlere ve de yöneticilere ihtiyacımız; ekmeğe, suya
duyduğumuz ihtiyaçtan nerdeyse farksızdır. Altı çizilmesi icap eden bir gerçek ki
âlimler ve yöneticiler toplumun koruyucu kimyasalıdırlar. Zira toplumun
koruyucu değerleri o ikisindedir. Bozulurlarsa toplum bozulur hatta
yöneticilerin istikamet üzere olmalarında âlimlerin etkisi ve tesiri
tartışılmazdır. Tuz kokarsa bir şeyleri kokuşmaktan ve çürümekten ne alıkoyabilir
ki?
Bugün Suriye’de,
Irak’ta zulme karşı mücadele ediyoruz iddiası ile Batılı kâfir ve yerli
zalimler gibi Müslüman toplumlara dehşet saçmak, Pakistan’da, Afganistan’da
emperyalist işgal ve işbirlikçilerine mücadele gibi mukaddes bir amaç adına
kendi halkını da hedef alan ölçüsüz eylemlere girişmek, Makyavelizm’in korku ve
dehşet saçarak egemenlik kurmayı öngören anlayışına uymaktadır.
Müslümanlar tarih
boyunca, toplum içinde dehşet saçarak egemenlik kurma yoluna asla gitmediler.
Zalimlerle mücadele ederken ve onlarla asla uzlaşmaya yanaşmazken toplumun
geneline, mazlumlara, ezilmişlere, yetimlere, yoksullara merhametle
yaklaştılar. Onların acılarını kendi acıları bildiler. Toplumu zalimlerin
zulmüne karşı korumaya ve dünya ile ahiret hayatında yegâne kurtuluşun Allah’ın
dininde olduğunu onlara merhamet diliyle anlatmaya çalıştılar.
Machiavelli, dini
iktidara götüren yolda bir araç olarak ele alır. Ülkemizde ve sair İslâm
beldelerindeki siyasiler de İslâm’dan hiçbir şeyi uygulamadıkları hâlde,
seçimlerde hedefe ulaşmak adına İslâmi duyguları istismar etmektedirler.
Yöneticilerin İslâmi
kavramları istismar ederken İslâmi talepleri olan taraftarlarının hayallerine
umut ektiler. Taraftarları onların İslâm’ı tatbik edeceğini ancak tedrici
olarak tatbik edeceğini, bunun bir aşama olduğunu ve bunun ardından İslâm’ı
tatbik etme aşamasına geçeceğini söylediler. Ancak İslâmi sözler kulaklarda bir
hayal olarak kaldı.
Demokratik
özgürlükler, müstehcenlik ve Lut kavmi sapkınlığına sessiz kalmanın yanı sıra
bozuk ekonomiye çözüm üretmek adına içki ve uyuşturucu kullanmayı, kumar
oynamayı, kapital sahibi bankalar üzerinden faizi yaygınlaştırmayı
hedeflediler. Haram olan her şeye, doğal ve kabul edilebilir bir atmosfer
oluşturuldu. Özgürlüklerin
serbest bırakılması, tüm haram işlerin yayılması, fasit ve ifsat edici
atmosferlerin oluşturulması ile İslâm nasıl getirilebilir ki? Yöneticiler “Referansımız
İslâmdır!” dedikleri hâlde, Batılı fikirlerden olan laiklik ve demokrasiye
davet etme konusunda ısrarcı olmaları ve bunların İslâm’a aykırı olmadığı
hususunda Müslümanları yanlış yönlendirmeleri “Gaye vasıtayı meşru kılar.”
anlayışının en açık tezahürüdür. Yöneticiler için artık araçlar amaç hâline
dönüşmüş ve bu amaç için her şey feda edilmiştir. Müslümanlardan bazılar da maalesef
bu tuzağa düşmüşlerdir.
Makyavelizm ve benzeri
hastalıklı düşünceler, tabiri caizse her tarafımızı sardı! Müslümanları,
Müslüman kitleleri zehirledi! Hastalıklı düşüncenin etkisine giren iktidarlar,
iktidar yanlısı Müslüman ve İslâmi kitlelerde güç zehirlenmesi ayyuka çıktı.
İçlerindeki iktidar sevdası tüm İslâmi ilkeleri yerle yeksan etti. Bugün
gelinen noktada Müslümanların savrulmasına, yozlaşmasına, adaletten, İslâmi
kavramlardan, haramlara göz yumarak helal çizgiden uzaklaşmada işte bu Makyavelist
fikrin etkisi büyük olmuştur!
Makyavelist düşünce
hastalığından kurtulmanın yegâne yolu, doğruyu yanlıştan ayırıcı bir iradeye
hâkim olmak ve şer’î hükümlere bağlı kalmayı gerektirir. Hedef ve gayelerimizi İslâmi
ölçülere göre belirlediğimiz gibi hedefe ulaştıracak yol ve araçlar hususunda
da İslâmi ölçülere riayet etmemiz gerekmektedir. Zafer, ancak İslâmi ölçülere
bağlı kaldığımız takdirde gerçekleşecektir.
Gaye Vasıtayı Meşru
Kılmaz!
Yöneticiler ve
devletler açısından dış siyasette siyasi manevralar zaruridir. Siyasi
manevralardaki kuvvet ise amellerin ilanında ve hedeflerin gizlenmesinde
saklıdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ, insanların sorunlarını çözmek için
alışveriş, icar, şirket ve benzeri birtakım hükümler getirdi. Bu çözümlerin
insanlar arasında uygulanması için alışverişte aldatanı tazir ve hırsızlık
yapanın elini keserek had cezası ile cezalandırmak gibi başka hükümler de
getirdi.
İslâm'da şer’î
hükümler metottur. Gayeyi şeriatın getirmiş olması gerektiği gibi bu gayeye
ulaştıracak vasıtayı da şeriatın caiz kılmış olması gerekir. Çünkü hem gaye hem
de vasıta kulun bir fiilidir. Bu fiili mubah veya yasak kılacak şey ise şer’î
delil olup, ne fiilin doğuracağı sonuçlardır ne de fiilin hedeflediği gayedir.
Allah Subhanehu
ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ
"Aralarında
Allah’ın indirdikleri ile hükmet!"[2]
Yani İslâm, amellerin
sonuçları veya bu amellerin ulaştıracağı şeylerle değil, Allah'ın indirdikleri
ile hükmet demektedir. Dolayısıyla vasıtanın hükmü gayenin hükmü gibi
olmaktadır ki o da şer’î delildir. Gayenin mubah veya haram olduğunu
belirleyecek olanın şer’î delil olması, gayenin vasıtayı meşru kılmayacağına
dair bir delildir. Gayeyi haram kılan şer’î bir delil gelmişse vasıtayı mubah
kılamaz demektir. Bunun içindir ki gayesi mubah, vacip, mendub veya gayesinde
fayda, hayır veya nusret var diye vasıta mubah kılınamaz. Bilakis İslâm,
vasıtayı mubah kılmışsa mubah, haram kılmışsa haram olur. Yani vasıtanın şer’î
hükümlere göre seyrettirilmesi vaciptir. Çünkü Müslümanın her bir fiili,
şeriata göre seyrettirilmeli ve şer’î hükme göre olmalıdır.
Çünkü şer’î hükmün
tarifi [خِطَابُ الشَّارِعِ الْمُتَعَلِّقِ بِأَفْعَالِ الْعِبَادِ] "Şâri'nin
kulların fiillerine ilişkin hitabı." şeklindedir. Dolayısıyla Müslüman’ın
tüm fiilleri, şer’î hükme göre olmalıdır. Bundan dolayı tüm Müslümanlar, “Gaye
vasıtayı meşru kılar.” anlayışına karşı çıkmalı ve inkâr etmelidir. İslâm'da
delillerden gayeye ulaştıran vesileye gayenin hükmünü veren birtakım kaidelerin
istinbat edildiği doğrudur. Şu kaide: [اَلْوَسِيلَةُ اِلىَ الْخَرَامِ
خَرَامٌ]
"Harama vesile olan şey de haramdır." Şu kaide: [الشَّيءُ
الـمُبَاحُ إِذَا أَدَّى فَرْدٌ مِنْ أَفْرَادِهِ إِلَى ضَرَرٍ يـُمْنَعُ ذَلِكَ
الفَردُ وَحْدَهُ, وَيَبْقَى الشَّيءُ مُبَاحاً] "Mubah olan bir şeyin kollarından
bir kol bir zarara götürürse sadece bu kol haram kılınır ve o şey mubah olarak
kalır." Ve şu kaide gibi: [ما لَا يَتِمُّ الْوَاجِبُ إلَّا
بِهِ فَهُوَ وَاجِبٌ] "Kendisi olmadıkça vacibin tamamlanmayacağı husus da
vaciptir."
Ancak bu, vesilenin
mubah veya farz olması hâlinde böyledir. Fakat vesile haram olursa farz veya
mubah dahi olsa gaye onu helal kılamaz. Bilakis haram olarak kalır. Bundan
dolayı gaye, vasıtayı meşru kılmaz. Yani vacip veya mubah olan bir gaye, haram
olan vasıtayı mubah kılmaz.
Siyaset kurumunu
inanç ve ahlaktan ayrı düşünmek mümkün değildir. Gerek siyaset kurumunun
gerekse siyasetçilerin İslâm ile ilişkili olarak ele alınmaları temiz devlet ve
temiz siyaset için son derece önemlidir. Temiz bir toplum olmanın yolu da temiz
siyasetten geçer. Temiz siyaset ise kuralları beşer tarafından oluşturulan laik
demokratik nizamlarla değil, ancak İslâm’ın esaslarını belirleyen Kur’an ve
Sünnet’e dayalı şer’î kurallara göre işleyen bir sistem üzerinde yükselebilir. İslâm
üzere 1300 küsur yıllık tarihi misyonuyla o sistem Hilâfet sistemidir. Hilâfet,
Batı’nın zehirli fikirlerine ve haçlı saldırılarına kaşı tebaasına kalkan olan,
onu koruyup kollayan bir devlettir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, İslâm
ümmetine yeniden izzetini kazandıracak o görkemli Râşidî Hilâfet Devleti’ni
nasip etsin, bizlere de görmeyi ve onu kuranlardan olmayı…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış