HAKİKATİ İFSAT EDEN DÜŞÜNCE: RASYONALİZM/AKILCILIK

İbrahim Er

Rasyonalizm, gerçek bilginin ölçüsünü ve doğruluğunu yalnızca akıl olarak kabul eden görüşlerin meydana getirdiği felsefe akımının genel adıdır. Filozoflara ve yaşadıkları dönemlere göre bu konuda birtakım farklı görüşler ortaya çıkmış olsa da gerçek bilginin akla dayandığı ve doğru bilginin kriterinin yalnızca akıl olduğu, insanın aklında doğuştan “önsel bilgilerin” var olduğu ve var olan bu “önsel bilgiler” sayesinde de gerçek bilgiye ulaştığı konusunda hemfikir oldular. Onlara göre, insan aklı doğuştan bütün bilgilere sahiptir ve insan hayatını kendisinde doğuştan var olan bu bilgilere göre yaşar. Mesela bu anlayışa göre bir insanın ahlaki durumu, doğuştan kendisinde ahlakla ilgili var olan bilgilerin yaşamı esnasında akıl yoluyla ortaya çıkarılmasıyla/hatırlanmasıyla ilgilidir. Yoksa bunlar sonradan deney ya da tecrübe yoluyla kazanılmış bilgiler değildir.

Rasyonalistler bilgilerin doğruluğunu akılda temellendirirlerken, duyusal/hissi algıyı da yok sayarlar. Çünkü rasyonalizmin idealine göre bilginin kesin, zorunlu ve herkes için geçerliliğinin olması gerekir. Onlar böyle bir bilginin insanın hangi yetisi tarafından verilebileceği hususuna odaklandılar ve buna akıl cevabını vererek duyular yoluyla böyle bir bilgiye ulaşılamayacağına karar verdiler. Onlara göre duyum ve algılar sonucunda ortaya çıkan fikirler, doğruluğu kesin olmayıp değişme ihtimali olan bilgilerdir. Kesin bilgilerin kaynağı ise insanda doğuştan var olan akıl ilkeleridir. En önemli ve eski felsefe okullarından olan Elea Okulu’nun bu konudaki görüşü de “İnsan gerçeğe ancak akılla, düşünceyle ulaşabilir. Duyuların algıladığı nesneler dünyası ise bir görüntü­den ibarettir. Gerçek olanı, değişmeyeni an­cak akıl kavrar.” şeklindedir. Rasyonalist filozoflar, felsefede “Mutlak Rasyonalizm” olarak ifade edilen bu anlayışa örnek olarak mantık ve matematik bilgilerini gösterirler. Çünkü bu bilgiler kişiden kişiye değişmeyen, geçmişte ve gelecekte herkes için doğru olan somut bilgilerdir.

Rasyonalizmin ortaya çıkışı İlk Çağ dönemine M.Ö. 600’lü yıllara dayanır. Ancak bütün dönemlerde rasyonalist filozoflar, aklı gerçek bilgiye ulaştırma konusundaki tek yol olarak kabul etmiş ve önsel bilgilerin insanda doğuştan var olduğu konusunda hemfikir olmuşlardır. Akıl bir anlamda bu akımın filozofları tarafından bütün dönemlerde kutsanmıştır. Rasyonalizm/akılcılık tek başına, din ve idealizm hâkimiyetine karşı insan aklının sonsuz ve sınırsız imkânlarına duyulan aşırı güveni ifade eder. Ortaya çıkış sebebinin de toplumda var olan din ve ideallerle mücadeleye dayandığı, özellikle İlk Çağ filozoflarının rasyonalizme bakışları incelendiğinde anlaşılmaktadır. İlk Çağ filozoflarının rasyonalizm anlayışları, Orta ve Yeni Çağ filozoflarının anlayışlarına göre çok daha keskin ve tavizsizdir. Bu çağın filozoflarının rasyonalizm anlayışında dinin ve duyusal bilgilerin yeri kesin bir şekilde yoktur.

Orta Çağ’da ise Müslüman filozof Farabi, İlk Çağ filozoflarının rasyonalist düşüncelerinden etkilenmiş ve İslâm ile rasyonalizmi ilişkilendirmeye çalışmıştır. Farabi, İslâm’ın bir akıl dini olduğunu rasyonalizm üzerinden ispatlamaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Aynı şekilde, genelde matematikçi olan Yeni Çağ filozofları da “Lahuti/Dini Rasyonalizm” adı altında, dinin akla uygun olduğu görüşünü savunan görüşler ortaya koymuşlardır. Bu görüşlerle birlikte, İlk Çağ filozoflarının aksine Yeni Çağ’da dinin akılcılıkla ilişkilendirilmesi rasyonalizme yeni bir boyut kazandırmıştır.

Rasyonalizmde aklın, bilginin varlığının temeli kabul edilmesi, onların kendi ifadeleriyle evreni oluşturan tüm nesneler hakkında kesin bilgi edinmek içindir. Onlara göre akıl birtakım ilkeler ya da yetilerle donatılmıştır. Bu ilkeler sayesinde de aklın, evren hakkındaki kesin gerçekleri tam olarak bilme gücü vardır. Aslında onlar, evreni oluşturan nesneler diye ifade ettikleri insan, hayat ve kâinat hakkındaki sorgulamayı yaparken; akli bilgiye kutsama derecesinde güvenmeleri sebebiyle, kendileri ile duyusal bilim diye ifade ettikleri somut olmayan şeyler arasına set çekmiş oldular. Böylece daha başlangıçta hata yaparak doğru çözüme ulaşmanın önünü kapatmış oldular. Sonuçta insan, fıtri olarak duyu organları vasıtasıyla algılamış olduğu bütün varlıkların/eşyanın nasıl var olduğunu sorgulama ihtiyacı duyar. Bu sorgulama insan, hayat ve kâinat üzerine yaptığı bir sorgulamadır. Bu sorgulama ihtiyacı, insanda tedeyyün/dindarlık içgüdüsünün bir tezahürü olarak varlıkları/eşyayı algılamaya başladığı andan itibaren başlar ve eşyanın varlığı hakkında akla kanaat ve kalbe güven verici bir çözüme ulaşamadığı müddetçe devam eder. İşte rasyonalist filozoflar, bu sorgulama konusuna en baştan hatalı yaklaşarak; insan, hayat ve kâinat ile ilgili doğru sonuca ulaşamadılar.

Aklı, hakikatin yani gerçek bilginin tek ölçüsü olarak kabul eden bu anlayışın, gerçekte ne anlam ifade ettiğini anlayabilmek için meseleyi aklın tanımı çerçevesinde ele almak gerekir. Her ne kadar rasyonalistler, nesneler üzerindeki duyusal algıyı soyut bilgi kabul edip akıl yürütmede bir etken olarak değerlendirmeseler de, duyu organları vasıtasıyla algı olmadan akıl yürütme işlemi gerçekleşmez. Akıl yürütme işlemi, vakıanın duyu organları vasıtasıyla beyine iletilmesi ve beyindeki öncül bilgiler vasıtasıyla vakıa hakkında hüküm verilmesi işlemidir. Dolayısıyla beynin bir vakıa hakkında hüküm verebilmesi için öncelikle o vakıayı duyu organları vasıtasıyla algılaması gerekir. Asıl duyusal algı, vakıanın duyu organları vasıtasıyla algılanması işlemidir. Onların iddia ettiği gibi akli algı gerçek bilgiyi, duyusal algı da somut olmayan bilgiyi verir düşüncesi doğru değildir. Çünkü algılama yalnızca duyu organlarının görevidir. Akıl yürütme bir algılama işlemi değil, duyu organları vasıtasıyla algılanan vakıa hakkında fikir üretme işlemidir. Bu nedenle akli algılama diye bir şeyin vakıası yoktur.

Rasyonalist/akılcı anlayışa göre, duyu organlarının sınırı dışında (onlara göre akli algının dışında) kalan her şey yok hükmündedir, gerçek değildir ya da düşük derecede bir bilgidir. Duyusal bilgi olarak isimlendirdikleri bu bilgiler, felsefedeki en düşük derecedeki bilgi türünü ifade eder. Kanaatlerden ve zanlardan meydana gelen, net olmayıp zihinde tasavvura ihtiyaç duyulan bilgi türleri de bu kapsama girmektedir. Rasyonalizme göre duyusal algı, netlik içermeyen bulanık bir algı deneyimi olduğu için, nesnelerin genel düzendeki yerlerini tam ayırt edemez ve bu konuda açık ve net olmayan kavramların ortaya çıkmasına neden olur. Sonuçta duyusal bilgi, rasyonalizmin/akılcılığın hakikatin ölçüsü kabul edildiği yerde gerçekliği kabul edilmeyen ve sorgulanan bir bilgi türüdür.   

Aklın hakikatin tek ölçüsü kabul edildiği bu anlayışa göre, algı sınırlarımızın dışında kalan ve Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği melekler, şeytan, cennet-cehennem, cinler vb. gaybi olan şeylerin hepsi “duyusal bilgi” kapsamına girdiği için gerçek olmayan ya da gerçekliği sorgulanan bilgiler olarak değerlendirilirler. Yine akıl, hakikatin tek ölçüsü kabul edildiğinde; hayatın gayesi Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın rızasının kazanılması olmaktan çıkar, yerini hayatı akıl ve mantık çerçevesinde yaşamak alır. Hayattaki amellerin ölçüsü olan haram ve helal çerçevesindeki hayatı tanzim eden İslâmi fikir, görüş ve hükümlerin akıl süzgecinden geçirilmesi, akla uygun olanların alınması, uygun olmayanların da terk edilmesi gerekir. İşte aklı, hakikatin tek ölçüsü olarak kabul etmenin yani rasyonalist felsefenin ortaya çıkardığı sonuçlar bu şekildedir. Şu anda ümmetin evlatları üzerinde meydana gelen tedavisi zor olan büyük tahribatlar bu düşüncenin eseridir.

Rasyonalistler, bilginin tek doğu kaynağının akıl olduğu yargısına vardıktan sonra, aklın ne olduğu ve bilgileri nasıl ürettiği konusuna odaklandılar ve özetle de “İnsanda doğuştan var olan önsel bilgilerin, hayatın ilerleyen yıllardaki doğal akışı esnasında hatırlanması.” şeklinde bir sonuca vardılar. Felsefecilerin akıl konusunda ortaya koymuş olduğu bu görüş tamamen hatalıdır. Çünkü akıl, zaman içerisinde karşılaşılan nesne ve olaylar karşısında doğuştan gelen birtakım bilgilerin hatırlanması değil, insanın duyu organları vasıtasıyla algılamış olduğu eşya ve olaylar (vakıa) hakkında kendisinde var olan öncül bilgileri kullanarak beynin hüküm vermesi, düşünce ortaya koyması işlemidir. Onlar akıl yürütmede duyuların varlığını kabul etmeyerek birinci büyük hatayı yaptılar ki sağlıklı duyular olmadan yine onların tabiriyle “evrendeki nesnelerin” algılanması mümkün değildir. Algılanamayan şeyler üzerinde ise akıl yürütme eylemi gerçekleşemez. Mesela görme duyusunu kaybetmiş bir insandan, elinde tuttuğu bir çiçeğin rengi hakkında fikir beyan etmesini bekleyemezsiniz. O elinde tuttuğu çiçek hakkında ancak, sağlıklı olan koku alma ve dokunma duyularıyla algılayabildiği kadarıyla fikir beyan edebilir.

Felsefecilerin akıl konusundaki ikinci büyük hatası da önsel bilgi diye beyan ettikleri öncül bilgilerin insanda doğuştan var olduğu konusundaki ön kabulleridir. Rasyonalist filozofların hemen hemen hepsinin hemfikir olduğu husus, insanın aklıyla kavrayabildiği ezeli ve ebedi hakikatlerin varlığıdır. Onlara göre doğuştan olan matematik, ahlak ilkeleri, akıl prensipleri, tanrı fikri gibi bilgiler sayesinde akıl, bunlar ve benzeri daha birçok genel, kesin ve zorunlu bilgilere ulaşabilir.

Öncül bilgiler ister onların bahsettiği gibi birtakım ilkeler ve prensipler şeklinde isterse de her bir vakıa için ayrı olsun, şayet öncül bilgi insanda doğuştan var olmuş olsaydı insanın karşılaşmış olduğu her yeni nesne veya olay hakkında doğuştan gelen öncül bilgilerini hatırlayarak fikir ortaya koyabilmesi gerekirdi. Oysa insanlar kendilerinde öncül bilgi olmadığı hiçbir şey hakkında hüküm veremezler, o şeyi sadece hissedebilirler. Rasyonalistlerin iddia ettiği gibi matematik, ahlak ilkeleri, akıl prensipleri, tanrı fikri gibi aynı zamanda birçok bilgiye de taban oluşturan konularla ilgili öncül bilgiler insanda doğuştan var olan bilgiler değildir. Bunlardan tanrı fikri, güçlü olana boyun bükme ve kulluk etme anlamına gelir ki bu insanda var olan dindarlık içgüdüsünün ortaya çıkma şeklidir. Dolayısıyla bunun insandaki varlığının akılla bir ilgisi yoktur. Aklın bundaki rolü, insanı bu konuda kalbe güven verici bir şekilde kulluk edilecek yegâne gücü tespit etmektir.

Ahlak ilkeleri ve akıl prensipleri vb. gelince, bu temel nitelikteki bilgilerin, dünyanın çeşitli bölgelerinde modern diye tabir edilen toplumlardan uzak, ilkel şartlarda yaşayan kabilelerde bile var olduğu aşikârdır. Bu bilgilerin en moderninden en ilkeline kadar bütün toplumlardaki varlığı, rasyonalist filozofların öncül bilgilerin insanda doğuştan var olması görüşünü destekler niteliktedir. Ancak insan, bekası ve huzuru için düzenli olarak doyurmak zorunda olduğu içgüdü ve uzvi ihtiyaçlardan müteşekkil bir varlıktır. İnsanın içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarının doyumuna yönelik bütün istek ve hareketleri, insanın davranışlarını meydana getirir. İşte ilkel şartlarda yaşayan toplumlarda bile var olan bu temel bilgi ve prensipler insanın doyumunu gerçekleştiren bu davranışların tanzimi ile alakalıdır. Bu tanzimin kaynağı ise ya vahiydir ya da insan aklıdır. Bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. İnsan aklına gelince, onun ortaya koyduğu tanzimin doğuştan gelen öncül bilgilerle ilgisi yoktur. Onları belirleyen bizzat doyumun gerçekleştiği vakıa ve bu vakıa içerisinde elde edilen tecrübelerdir. Dolayısıyla önce fiil gerçekleşir, ardından da gerçekleşen fiile göre bilgi, prensip, nizam vb. şekillenir. Ortaya çıkan sonuca göre de bunlarda ya değişiklikler yapılır ya da baştan yenilenir. Şayet rasyonalistlerin iddia ettikleri gibi öncül bilgi doğuştan var olsaydı bilgi, prensip, nizam vb. ne varsa hepsinin fiil gerçekleşmeden ortaya konulması, ortaya konulduktan sonra da bir daha değiştirilmemesi gerekirdi.

Matematik, rasyonalist filozofların hepsinin öncül bilgilerin insanda doğuştan var olduğuna ve aklın gerçek bilginin tek ölçüsü olduğuna delil olarak gösterdikleri en sağlam kanıttır. Çünkü geçmişten geleceğe bütün insanların doğruluğunu kabul ettiği, dünyanın her yanında birbiriyle hiç alakası olmayan insanların en basit toplama işleminden, teknolojik hesaplamalara kadar kullandığı bir bilgidir. Dolayısıyla onlara göre böyle bir vakıanın varlığı, bu bilginin öncül bilgi olarak doğuştan insanda var olduğuna kesin delildir. Ancak matematikle ilgili bu durum, onun doğuştan öncül bilgi olarak insanlarda var olmasından ve hayatın akışı içerisinde hatırlanmasından değil, dünyada bu işlemlerin yapılabileceği başka bir yöntemin olmamasındandır. En basit ifadeyle, dünyanın her yerinde iki kalemin yanına iki kalem daha koyduğunuzda dört kalem yapması bu işin vakıası ile alakalı bir durumdur ve doğuştan gelen bir öncül bilgiyle hiçbir alakası yoktur.

Akıl, vakıanın (eşya veya olay) duyu organları vasıtasıyla beyne iletilmesi, beyindeki var olan öncül bilgilerle o vakıa hakkında fikir ortaya konulması işidir. Dolayısıyla öncül bilgiler, akıl yürütme işleminin dinamiklerinden birisidir. Rasyonalistlerin iddia ettiği gibi insandaki öncül bilgilerin varlığı doğuştan değildir. Şayet bu bilgilerin varlığı doğuştan olmuş olsaydı bir çocuğun etrafındakileri algılamaya başladığı andan itibaren öğrenmek için sürekli sorular sormasına gerek kalmazdı. Bilgi, ne komünistlerin iddia ettikleri gibi insandan önce ne de felsefecilerin görüşlerindeki gibi doğuştandır.

İnsan doğuştan bilgi sahibi değildir. Ancak fıtratında var olan tedeyyün/dindarlık içgüdüsünün gereği, duyu organları vasıtasıyla algılamış olduğu tüm eşyayı/yaratılmışları sorgulama keyfiyeti vardır. Bu sorgulama, insan, hayat ve kâinat hakkında bir sorgulamadır ki bu sorgulama onların varlığı, öncesi ve sonrası hakkında akla kanaat ve kalbe güven verici bir çözüm bulana kadar devam eder. Dolayısıyla insanın bilgiye ulaşması doğduktan sonradır. Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

 وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

“Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: Eğer doğru sözlüyseniz bunları bana isimleriyle haber verin, dedi. Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”[1]

İşte bilginin gerçek durumu budur. Rasyonalistlerin ortaya attığı öncül bilgilerin belli temel prensipler hâlinde insanda doğuştan var olduğu ve bu vesileyle insanın yapmış olduğu akli algıların tek gerçek bilgiyi ortaya çıkardığı, akli algılar dışında kalan duyusal algıların ise gerçek bilgiyi yansıtmadığı anlayışı külliyen yanlıştır. Bu anlayışla rasyonalistler, aklın görev ve sınırlarının çok ötesine geçerek ona olması gerekenden daha fazla vasıf yüklemiş ve bir anlamda kutsayarak onu gerçeğin tek ölçüsü olarak kabul etmişlerdir.

Rasyonalizmin Müslümanlar üzerindeki asıl tahribatı, 18. yüzyıl filozoflarının akılcılık ve din üzerine ortaya koydukları görüşlerle olmuştur. Lahuti/dini rasyonalizm, dinin akla uygun olduğu görüşünü savunur. Onlara göre din ve akıl, her ikisi de Allah vergisi olduğu için birbirleriyle kesinlikle çatışmazlar. Ancak bu konuda da tek gerçek olan, aklın ortaya koyduğudur ve bu nedenle yalnız akla güvenilebilir. Dinî inançlarda da yalnızca mantığa uygun ve akli bilgilerin yönlendirip tasdik ettiği şeylere inanılır. İşte bu konuda 18. yüzyıl filozoflarının görüşlerinin genel özeti de bu şekildedir.    

Müslümanlar hicri ikinci asırdan itibaren Yunan ve Hint felsefelerinin etkilerini üzerlerinde hissetmeye başlamışlardır. Bu felsefi görüşlerin etkisiyle Müslümanların çoğu, bu felsefi görüşlere cevap verme kastı ile kendilerini bir anda yüzyıllar boyu sürecek olan tartışmaların içinde buldular. Hatta “Kaza ve Kader” gibi akidevi bir meselede dahi kafa karışıklığı yaşadılar ve onlara cevap verme adına meseleyi onların baktığı pencereden değerlendirmeye çalıştılar. Rasyonalizm konusunda İlk Çağ filozoflarından bizzat etkilenen Farabi, Aristo ve Plotinos’un akılcılık anlayışı üzerinden İslâm dininin bir akıl dini olduğunu ispatlamaya yönelik çalışmalar yaptı. Bu ve benzeri türden felsefi görüşlerin, İslâm tarihi boyunca Müslümanları etkilediği vakıa sayısı oldukça fazladır. Bu felsefi tartışmalarla Müslümanlar enerjilerini boşa harcarlarken, aynı zamanda felsefi tartışmaların konusu olan meseleler de daha karışık ve içinden çıkılmaz bir hâl aldı.

Ancak, daha önceki felsefi etkileşimler Müslümanlar üzerinde olumsuz derin etkiler bıraktı ise de Müslümanlar felsefi akımlardan hiçbir dönemde bu son yüzyılda etkilendikleri gibi etkilenmediler. Onların rasyonalizmden etkilenmeleri öyle bir boyuta vardı ki bilerek ya da bilmeyerek, aklın ölçü alanına girip girmediğine bakmaksızın İslâm ile ilgili her şeyi akıl süzgecinden geçirme gafletine düştüler. Hatta İslâmi fikir, görüş ve hükümlerin doğru olup olmadığı ve bugün uygulanıp uygulanamayacağı gibi hususları dahi aklın konusuymuş gibi ele alır hâle geldiler.

Burada, rasyonalizmin etkisiyle kendisine “Deizm” denen ve son yıllarda moda olan “fikir vebasına” kaptıranlardan bahsetmiyoruz bile. Onların, yaratıcının varlığını kabul edip (nasıl ediyorlarsa?), hiçbir vahyi/dini kabul etmeyen bir topluluk olarak durdukları yer ve haklarındaki hüküm bellidir. Bizim kastımız, bugün ümmetin içerisinde bulunan ve kendilerinin Müslüman olduğunu bildiğimiz insanların içinde bulundukları acınası hâldir. Hatta bu acınası hâl, bugün ümmetin önünde âlim sıfatıyla bulunan ve isimlerinden akademik kariyerleriyle birlikte bahsedilen şahsiyetlerde daha da barizdir. Onlara hüsn-ü zanda bulunarak rasyonalizmin/akılcılığın etkisiyle kafalarının karışık olduğunu ve bu kafa karışıklığından dolayı da özellikle “İslâm’ın akıl dini” olması meselesinde ciddi hatalar yaptıklarını düşünüyoruz.

Rasyonalistlerin iddia ettikleri gibi akıl, hakikatler için bir ölçüdür ancak bütün hakikatlerin ölçüsü değildir. Aklın, hakikatler için ölçü olduğu alan yalnızca duyu organlarımızla algılayabildiğimiz yaratılmışlar/eşya ile sınırlıdır. Çünkü akıl, duyu organlarıyla algılayamadığı şeyler hakkında fikir yürütemez, bir hüküm ortaya koyamaz. Aklın eşya hakkındaki düşünüşü ise insan, hayat ve kâinat hakkında akla kanaat ve kalbe güven verici külli/bütüncül bir düşünüştür. Bu külli/bütüncül düşünüş insanı içinde hiçbir şüpheyi barındırmayan kesin bir tasdikle sınırsız olan, aciz ve eksik olmayan bir yaratıcının varlığına götürür ki O da Allah Subhânehû ve Teâlâ’dır.

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ ثُمَّيُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُحُطَامًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي  الْاَلْبَابِ۟

“Allah'ın gökten su indirdiğini, onu yerden kaynaklara geçirdiğini, sonra onunla değişik renklerde ekinler çıkardığını görmedin mi? Sonra kurur ve sen onu sararmış hâlde görürsün. Sonra onu bir çöp hâline getirir. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.”[2]

Akıl, Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın varlığını ve birliğini, O’nun yarattıkları üzerinden ispatlama keyfiyetine sahiptir. Yine akıl, aynı şekilde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, Allah’ın Rasulu olduğunu ve Kur’an-ı Kerim’in de Allah’ın kelâmı olduğunu akli olarak ispatlamaktadır. İşte İslâm’ın akıl dini olmasında aklın fonksiyonu bunlardan ibarettir. İslâm’ın akıl dini olması demek, aslının akılla sabit olması demektir. Aklın bundan sonraki görevi ise bu ispatın ardından iman ederek, vahyi anlamaya çalışıp vahyin getirdiklerinin tümüne tam bir teslimiyetle teslim olmaktır. Çünkü İslâm’ın aslı yani varlığının, doğruluğunun ve bir yaratıcı tarafından peygamber aracılığı ile gönderildiğinin akli olarak ispatlanması, ondan vahiy yoluyla gelecek olan her şeyin doğruluğunun da akli olarak ispatlanması ve tasdik edilmesi demektir. İşte bu nokta, rasyonalistlerin ve onların etkisiyle haddi aşan akılların durmaları ve hadlerini bilmeleri gereken noktadır.

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَاتَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ

“Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.”[3]



[1] Bakara Suresi 31-32

[2] Zümer Suresi 21

[3] Rum Suresi 30


Yorumlar

  1. Bir Misafir

    Akıl sadece duyu organlarıyla algılanan nesneler hakkında çalışmaz. Sosyal ve formal bilimlerde toplum, tutum, dil, sayı, önerme gibi duyu organlarıyla algılanmayan bir çok şey incelenir ve hepsi akli bilimlerin ürettiği soyut kavramlardır. Aklı sadece dine iman etmeye yarayan bir araç olarak tanımlayarak acemice bir söylemde bulunmuşsunuz. Mantık dersi almış ortalama zekalı bir ilahiyatçı bile bunun ne kadar acemice bir yaklaşım olduğunu fark eder. Ayrıca bu zihniyetle giderseniz ve insanlar size uyarsa islam dünyası cehalete batar söylemedi demeyin. Aklı ve onun ürünü olan bilim ve felsefeyi din adına tekmeleyen toplumların sonu genelde sömürülüp yok olma şeklinde gerçekleşir. İslam dünyası için istediğiniz buysa günün birinde bu gerçek olduğunda sizin de katkınız olduğunu hatırlayın diye söylüyorum. Ek olarak rasyonalizmin dine karşı olmadığını da belirteyim. Dini bilgiyi açıklamak için bile akıldan başka aracınız yok. Zaten rasyonalizmin söylediği de doğru bilginin akılla temellendirilebileceğidir. Kaynağının akıl olduğu değil. Sözün özü: akla düşmanlık ediyorsunuz ve bunu teşvik ediyorsunuz. Bu size hoş ve iyi gözüküyor olabilir ama yaptığınız ahlaksızlık. Çünkü isanları akıldan ve akli olandan uzaklaştırmak düpedüz onlara zarar vermektir.

  2. Bir Misafir

    Allah razı olsun gerçekten çok faydalı, kapsamlı ve üzerinde titizlikle çalışılmış bir yazı. İzniniz olursa ödevim için okuyup, önemli bulduğum birkaç noktayı kullanmak isterim. ( toplu halde değil yalnızca bazı cümleler). Şimdiden çok teşekkürler hayırlı , bereketli günler inşAllah...

  3. Bir Misafir

    Allah razı olsun gerçekten çok faydalı, kapsamlı ve üzerinde titizlikle çalışılmış bir yazı. İzniniz olursa ödevim için okuyup, önemli bulduğum birkaç noktayı kullanmak isterim. ( toplu halde değil yalnızca bazı cümleler). Şimdiden çok teşekkürler hayırlı , bereketli günler inşAllah...

Yorum Yaz