KADININ HAYATINDA AİLE ASILDIR

İlyas Kösem

Allah Azze ve Celle her birisine hayattaki doğal rolünü verecek şekilde adaletli ve her birinin tabiatıyla tam uyumlu bir şeriatla erkek ve kadın arasındaki sorumlulukları sağlam bir şekilde dağıttı. Öyle ki bunların rolleri arasında bir üstünlük veya yakınlık söz konusu değildir. Zira Allah Subhanehû ve Teâlâ erkek ve kadını emirleri ve nehiyleri bakımından eşit olarak dikkate aldığı gibi amellerinin karşılığını da sevap ve ceza olarak belirlemiştir. Aralarında herhangi bir ayrım olmaksızın zerre kadar hayır işleyene bunun karşılığını zerre kadar şer işleyene de bunun karşılığını verecektir. Dolayısıyla Müslüman bir insanın işlerinde asıl olan; erkek, kadın veya genel niteliğiyle insan olması vasfıyla şer’î hükümlere bağlı kalmaktır. İman noktasından hareketle İslâmi mefhumlara ve şer’î hükümlere bağlı kalmak, teşride Allah Subhanehû ve Teâlâ’ya hakkını vermek, tam bir kanaat ve teslimiyetle hükümlerine rıza göstermektir. Zira hak, hayır ve adil olan ancak bunlardır ve bunun dışındakiler ise dalalettir.

Buradan hareketle aile kurumu içinde anne olması, eş ve evin hanımı olması vasfıyla Müslüman bir kadının vazifesi, İslâmi teşri tarafından tespit edilen şer’î bir görevdir. Çünkü ailenin büyük bir yeri vardır. Aile içinde ise kadının, fıtratı ile uyumlu önemli bir rolü vardır. Doğum, emzirme, bakım ve annelikle ilgili hükümleri İslâm kadına tahsis etmiştir. İşte bu sorumluluklar kadının en önemli ve en büyük işleridir. Çünkü bu işte insan neslinin devamı ve bekası vardır. Bu aşamada annelik rolü, babalık rolünden daha barizdir. Çünkü burada kadın cinsi korumanın bir aracıdır. Diğer taraftan annelik sadece doğurganlıkla sınırlandırılamaz. Bilakis bununla birlikte terbiye, gözetim, çocukların yetiştirilmesi işleri de vardır. Kadın tarafından yürütülen bu sorumluluklar gerçekte, ümmet içinde yer alan nesillere ait bir sanat eylemidir.

Müslüman kadın, hayatındaki meselenin ümmeti ve ümmetin kalkınması olduğunu çok iyi kavrar ve bunun dışında bir başka sorun bilmez. Bu nedenle annelik risaleti çerçevesinden ümmetin bina edilmesinde Allah’ın onu vekil kıldığı sorumluluk hacminin bilincindedir. Bu çerçeve içinde yer alan bu görevi, işi en iyi ve güzel bir şekilde gerçekleştirebilmek için vakit harcamayı, emek ve çaba sarfetmeyi ve yaratıcısını razı edecek şekilde bunu eda etmeyi gerektirir. İşte “Kadın için asıl olan anne ve ev hanımı olmaktır.” sözüyle kastedilen de budur. Yani kadının öncelikler listesinde yer alan işi, hakkını verecek şekilde yeri, evidir.

Faydacı Batı mefhumu tarafından pazarlandığı üzere bu listede yer alan ev kelimesi, bir hakkın küçümsenmesi veya bir rolün hafife alınması anlamında değildir. Tam tersine kadının görevlerinin sınırlanması babından mekân ifade eden bir zarftır. Zira bu bağlamda ev; çocukların ve kocanın görülüp gözetilmesini, yemek pişirme, temizlik, yıkama, terbiye ve çocukların takibi, koca ile ilişkiler ve şeriatın caiz gördüğü hususlarda ona itaat, sırrı, malı ve namusu korumak, bu iş için gerekli olan fikir, ilim, duygular, iyi idare, tasarrufa sahip olmak, bu ağır sorumluluğun gerektirdiği ciddiyeti, sabrı, özveriyi, gayret ve çabayı ortaya koymak gibi maddi ve manevi ihtiyaçların sağlandığı yerdir. Evde olmadığı zaman bunların tümünü nerede gerçekleştirecektir?

Aile ve evlilik hayatının tam anlamıyla sorumluluk ve rollerde ortaklık olduğunu iddia etmemiz gerçekten cahilliktir. Zira bu anlayış insan fıtratına da şeriata da uymaz. Aile içindeki rollerde ortaklık mümkün değildir. Yaşamakta olduğu hayattaki tabiatıyla birlikte yürüyen her bir bireyin hayatı, gücü ve fıtratı ile uyumludur. Kadının evindeki işi yeterli gayreti ve büyük bir vakti gerektirir. Şeriat ona, harcama, ailenin maddi yükünü taşıma sorumluluğunu vermemiştir. Tam tersine bunu erkeğe yüklemiş ve terk etmesi veya bunda kusur göstermesi hâlinde onu günahkâr saymıştır. Doğal olarak da bu sorumluluğun mekân olarak bir yeri vardır. Genellikle bu mekân evin dışıdır. Bunun kendine göre birtakım gerekleri de vardır ve şeriat erkek tabiatına, gücüne, bedensel kuvvetine uygun olarak bunu erkeğe yüklemiş ve erkeği buna yeterli kılmıştır. Dolayısıyla evlilik hayatının rollerinde ortaklık olması mümkün değildir. Tam tersine şeriat tarafından sınırlandırılan sorumluluklara bağlı kalınmalıdır. Örneğin kadının annelik rolüyle yönetici ve koruyuculuk rolü arasında bir denge kurması mümkün değildir. Yine erkeğin harcama yapma rolüyle evin işlerini yapma rolü arasında denge kurması mümkün değildir. Çünkü her bir işin kendine has özellikleri ve yeterlilikleri vardır. Bu husus sorumlulukları açık ve net bir şekilde beyan eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde şu şekilde yer almaktadır:

كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤول عَنْ رَعِيَّتِهِ الإِمَامُ رَاعٍ وَمَسْؤولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالرَّجُلُ رَاعٍ فِي أَهْلِهِ وَهُوَ مَسْؤولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالْمَرْأَةُ رَاعِيَةٌ فِي بَيْتِ زَوْجِهَا وَمَسْؤولَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Erkek ailesi içinde bir çobandır ve ailesinden sorumludur.  Kadın kocasının evinde bir çobandır ve güttüklerinden sorumludur…”[1]

Şeriat, kadına yüklenen bu sorumluluğun büyüklüğüne bağlı olarak ona büyük bir ecir vermiştir. Abdurrahman b. Avf’dan rivayetle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

إِذَا صَلَّتِ الْمَرْأَةُ خَمْسَهَا وَصَامَتْ شَهْرَهَا وَحَفِظَتْ فَرْجَهَا وَأَطَاعَتْ زَوْجَهَا قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الْجَنَّةَ مِنْ أَيِّ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ شِئْتِ

“Kadın, beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, namusunu koruduğu ve kocasına itaat ettiği zaman ona şöyle denilir: Hangi kapısından girmek istersen cennete o kapıdan gir.”[2]

Çünkü İslâm, insan hayatını kolaylaştırmak, ihtiyaçlarının karşılanmasında tabiatına uygun bir denge ve uyum meydana getirmek için vahiy kaynaklı hükümler getirmiştir. İnsanı sıkıntıya sokmak, işlerini zorlaştırmak ve buna bağlı olarak da evlilik hayatını geçimsizlik ve zulüm hayatı hâline getirmek için gelmemiştir. Tam tersi aile içinde istikra, sükûnet, huzur hâli var etmek için gelmiştir. Dolayısıyla her bir taraf kendisine ait role ve sorumluluklara bağlı kaldığı zaman bunlar gerçekleşmiş olur. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”[3]

Ancak yukarıda anlatılanların tümünden kadının asli işinin annelik ve ev hanımlığı ile sınırlı olduğu bunların dışında daha başka işleri yapmasının yasak olduğu gibi bir şey anlaşılmamalıdır. Bunlar dışında erkek için olduğu gibi kadın için de geçerli olan; namaz, zekât, hac, daveti yüklenmek, ilim talep etmek gibi şer’î sorumluluklar vardır. Kadın özel hayatta çalıştığı gibi genel hayatta da çalışabilir. Şeriat ona alışverişle, ziraat, sanat ve ticaretle uğraşma, sözleşmeleri imzalama her türlü mülke sahip olma ve mülkünü geliştirme hakkını da tanımıştır. Kadın, hayatın işlerine doğrudan kendisi katılabileceği gibi ortak veya ücretli olarak da katılabilir. İnsanları, gayrimenkulleri ve birtakım eşyaları ücret karşılığı kiralayabilir ve diğer muamelelerini yapabilir. Kadın bu işlerin tümünü annelik, eş olma ve evin hanımı olma rolleriyle çelişmeyecek şekilde yerine getirebilir. Bu şer’î tekliflere bağlı kalması onun tabii görevlerini etkilemeyeceği gibi onu bunlardan mahrum da etmez.

Bu nedenle İslâm Devleti, insanların işlerini görüp gözeten bir devlettir. Bu devlet, ferdin ve toplumun hayatını düzenlemek için hükümleri uygular. Buna göre nafaka, çalışabilme gücü olsa dahi velisi tarafından velisinin temin etmekten aciz kalması hâlinde ise devlet tarafından doğrudan temin edilmesi gereken kadına ait bir haktır.

İslâm Devleti, insanların ihtiyaçları ve tabiatlarıyla uyumlu çalışma yerleri sağlar. Bundan daha önemlisi şer’î nassa göre işin tabiatı, çalışma saatleri ve ortamı bakımından evinin içindeki asli vazifesini boşa çıkarmadan evinin dışında çalışma fırsatı elde etmesini kadına garanti eder.

İslâm'ın hayatta tatbik edilmediği günümüzde ise Müslüman kadının yaşadığı vakıa, kadına zulmetmekte ve ihanet etmektedir. Zira ev hanımının vazifesine ve karşı karşıya kaldığı yükümlülüğün büyüklüğüne rağmen ev kadını işsiz olarak nitelendirildi. Çünkü menfaat mizanında kadının asli işinin bir değeri yoktur. Aynı şekilde çalışmak için çıkması halinde de onu birçok haklardan öncelikle de annelik, çocuklarından faydalanma, onlarla vakit geçirme, fikrî, psikolojik ve davranışsal eğitimlerini takipten mahrum etmektedir. Ailesel baskılar nedeniyle hayatını maddi istihkaklar peşinde koşuşturan ve bu nedenle de ev içinde kocasına mutlu bir eş olma rolünü sağlamaktan veya çocuklarının işlerini, eğitimlerini veya ev hanımı olarak evin temizliğini ve düzenine ait işleri yerine getirememekten mahrum etti. Çünkü öncelikler ve görevlerin dağıtımı konusunda kötü değerlendirme sahibini helak etmektedir. Sürekli bir gerginlik hâlinde çalışan kadınların çoğu, evin içinde ve dışında yaşamakta oldukları baskının büyüklüğüne bağlı olarak ondan etkilendiler. Bu durum ise onların hoşlanmayarak da olsa doğal vazifelerine yönelmelerine veya bunu bir görev değil harcanan çabalar, lütuf olarak değerlendirmelerine neden oldu. Diğer taraftan ise dengeyi sağlayabilme girişimleri çerçevesinde süt annelere, kadın hizmetçilere ve çocukların rolüne şiddetli bir yönelişe neden oldu.

Kadının asıl vazifesinde kusur göstermesi birçok toplumsal soruna neden olmuştur. Artan boşanmalar, birçok evin harap olması, yeni kuşakların ihmal edilmesi, nüfusun artmasından korkulduğu için artan bir şekilde nüfus planlamasına yönelme, evlerin ihmal edilmesi, ev yardımcılarının, sütannelerin ve psikolojik danışmanların ücretlerini ödeyebilmek için yaşam standartlarının yükseltilme istekleri bu sorunlardan bazılarıdır. Birçok kadının, kadın doğasının ötesindeki bu mutsuz durumdan mustarip olduğu ve onları doğaları ile uyumlu olan işlerden mahrum bıraktığı inkâr edilemez. Fakat ailesi için iyi bir yaşam temin etmek, enerjisini ve çabalarını tüketen ve haklarından mahrum bırakan adaletsiz kapitalist sistemin gölgesinde kadın için bir görev hâline geldi.

İslâm kadını yaratan, onu şekillendiren, fıtratını ve ihtiyaçlarını bilen, Rabbinin şeriatıyla huzuru, istikrarı ve huzuru canlandıran Rabbinin hükümlerine göre fıtratıyla uyumlu huzurlu ve güvenli bir hayatı garanti etmektedir. Çünkü kadının Rabbiyle alakası ve insan olarak kendisiyle alakası arasında bir bağ vardır. Dolayısıyla şer’î hükümlerin tatbik edilmesi dışında bu uyumlu hâlin gerçekleştirilmesi kesinlikle mümkün değildir. Böylelikle kadın dünya ve ahiretin iyiliğine kavuşur. Annelik, evin hanımı olması sorumluluğunun yanında Râşidî Hilâfet’i kurmak için çalışmak, fikrî ve siyasi mücadele yapmak gibi sorumlulukları da vardır. Ta ki, böylece Rabbinin şeriatı kaim ve Rabbi ondan razı olsun.

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız ve mükafatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.”[4]



[1] Buhari ve Muslim sahihlerinde İbni Ömer’den tahric ettiler.

[2] İbni Hibban Sahih’inde Ebu Hüreyre’den rivayet etti.

[3] Rum Suresi 21

[4] Nahl Suresi 97


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz