Allah Azze ve
Celle her birisine hayattaki doğal rolünü verecek şekilde adaletli ve her
birinin tabiatıyla tam uyumlu bir şeriatla erkek ve kadın arasındaki
sorumlulukları sağlam bir şekilde dağıttı. Öyle ki bunların rolleri arasında
bir üstünlük veya yakınlık söz konusu değildir. Zira Allah Subhanehû ve
Teâlâ erkek ve kadını emirleri ve nehiyleri bakımından eşit olarak dikkate
aldığı gibi amellerinin karşılığını da sevap ve ceza olarak belirlemiştir.
Aralarında herhangi bir ayrım olmaksızın zerre kadar hayır işleyene bunun
karşılığını zerre kadar şer işleyene de bunun karşılığını verecektir.
Dolayısıyla Müslüman bir insanın işlerinde asıl olan; erkek, kadın veya genel
niteliğiyle insan olması vasfıyla şer’î hükümlere bağlı kalmaktır. İman
noktasından hareketle İslâmi mefhumlara ve şer’î hükümlere bağlı kalmak,
teşride Allah Subhanehû ve Teâlâ’ya hakkını
vermek, tam bir kanaat ve teslimiyetle hükümlerine rıza göstermektir. Zira hak,
hayır ve adil olan ancak bunlardır ve bunun dışındakiler ise dalalettir.
Buradan hareketle
aile kurumu içinde anne olması, eş ve evin hanımı olması vasfıyla Müslüman bir
kadının vazifesi, İslâmi teşri tarafından tespit edilen şer’î bir görevdir.
Çünkü ailenin büyük bir yeri vardır. Aile içinde ise kadının, fıtratı ile
uyumlu önemli bir rolü vardır. Doğum, emzirme, bakım ve annelikle ilgili
hükümleri İslâm kadına tahsis etmiştir. İşte bu sorumluluklar kadının en önemli
ve en büyük işleridir. Çünkü bu işte insan neslinin devamı ve bekası vardır. Bu
aşamada annelik rolü, babalık rolünden daha barizdir. Çünkü burada kadın cinsi
korumanın bir aracıdır. Diğer taraftan annelik sadece doğurganlıkla
sınırlandırılamaz. Bilakis bununla birlikte terbiye, gözetim, çocukların
yetiştirilmesi işleri de vardır. Kadın tarafından yürütülen bu sorumluluklar
gerçekte, ümmet içinde yer alan nesillere ait bir sanat eylemidir.
Müslüman kadın,
hayatındaki meselenin ümmeti ve ümmetin kalkınması olduğunu çok iyi kavrar ve
bunun dışında bir başka sorun bilmez. Bu nedenle annelik risaleti çerçevesinden
ümmetin bina edilmesinde Allah’ın onu vekil kıldığı sorumluluk hacminin
bilincindedir. Bu çerçeve içinde yer alan bu görevi, işi en iyi ve güzel bir
şekilde gerçekleştirebilmek için vakit harcamayı, emek ve çaba sarfetmeyi ve
yaratıcısını razı edecek şekilde bunu eda etmeyi gerektirir. İşte “Kadın
için asıl olan anne ve ev hanımı olmaktır.” sözüyle kastedilen de budur.
Yani kadının öncelikler listesinde yer alan işi, hakkını verecek şekilde yeri,
evidir.
Faydacı Batı
mefhumu tarafından pazarlandığı üzere bu listede yer alan ev kelimesi, bir
hakkın küçümsenmesi veya bir rolün hafife alınması anlamında değildir. Tam
tersine kadının görevlerinin sınırlanması babından mekân ifade eden bir
zarftır. Zira bu bağlamda ev; çocukların ve kocanın görülüp gözetilmesini,
yemek pişirme, temizlik, yıkama, terbiye ve çocukların takibi, koca ile
ilişkiler ve şeriatın caiz gördüğü hususlarda ona itaat, sırrı, malı ve namusu
korumak, bu iş için gerekli olan fikir, ilim, duygular, iyi idare, tasarrufa
sahip olmak, bu ağır sorumluluğun gerektirdiği ciddiyeti, sabrı, özveriyi,
gayret ve çabayı ortaya koymak gibi maddi ve manevi ihtiyaçların sağlandığı
yerdir. Evde olmadığı zaman bunların tümünü nerede gerçekleştirecektir?
Aile ve evlilik
hayatının tam anlamıyla sorumluluk ve rollerde ortaklık olduğunu iddia etmemiz
gerçekten cahilliktir. Zira bu anlayış insan fıtratına da şeriata da uymaz.
Aile içindeki rollerde ortaklık mümkün değildir. Yaşamakta olduğu hayattaki
tabiatıyla birlikte yürüyen her bir bireyin hayatı, gücü ve fıtratı ile uyumludur.
Kadının evindeki işi yeterli gayreti ve büyük bir vakti gerektirir. Şeriat ona,
harcama, ailenin maddi yükünü taşıma sorumluluğunu vermemiştir. Tam tersine
bunu erkeğe yüklemiş ve terk etmesi veya bunda kusur göstermesi hâlinde onu
günahkâr saymıştır. Doğal olarak da bu sorumluluğun mekân olarak bir yeri
vardır. Genellikle bu mekân evin dışıdır. Bunun kendine göre birtakım gerekleri
de vardır ve şeriat erkek tabiatına, gücüne, bedensel kuvvetine uygun olarak
bunu erkeğe yüklemiş ve erkeği buna yeterli kılmıştır. Dolayısıyla evlilik
hayatının rollerinde ortaklık olması mümkün değildir. Tam tersine şeriat
tarafından sınırlandırılan sorumluluklara bağlı kalınmalıdır. Örneğin kadının
annelik rolüyle yönetici ve koruyuculuk rolü arasında bir denge kurması mümkün
değildir. Yine erkeğin harcama yapma rolüyle evin işlerini yapma rolü arasında
denge kurması mümkün değildir. Çünkü her bir işin kendine has özellikleri ve
yeterlilikleri vardır. Bu husus sorumlulukları açık ve net bir şekilde beyan
eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde şu şekilde yer
almaktadır:
كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤول
عَنْ رَعِيَّتِهِ الإِمَامُ رَاعٍ وَمَسْؤولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالرَّجُلُ رَاعٍ
فِي أَهْلِهِ وَهُوَ مَسْؤولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالْمَرْأَةُ رَاعِيَةٌ فِي بَيْتِ
زَوْجِهَا وَمَسْؤولَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا
“Hepiniz çobansınız
ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Erkek ailesi içinde bir çobandır ve
ailesinden sorumludur. Kadın kocasının
evinde bir çobandır ve güttüklerinden sorumludur…”[1]
Şeriat, kadına yüklenen
bu sorumluluğun büyüklüğüne bağlı olarak ona büyük bir ecir vermiştir.
Abdurrahman b. Avf’dan rivayetle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurdu:
إِذَا صَلَّتِ الْمَرْأَةُ خَمْسَهَا
وَصَامَتْ شَهْرَهَا وَحَفِظَتْ فَرْجَهَا وَأَطَاعَتْ زَوْجَهَا قِيلَ لَهَا
ادْخُلِي الْجَنَّةَ مِنْ أَيِّ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ شِئْتِ
“Kadın, beş vakit
namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, namusunu koruduğu ve kocasına itaat
ettiği zaman ona şöyle denilir: Hangi kapısından girmek istersen cennete o
kapıdan gir.”[2]
Çünkü İslâm, insan
hayatını kolaylaştırmak, ihtiyaçlarının karşılanmasında tabiatına uygun bir
denge ve uyum meydana getirmek için vahiy kaynaklı hükümler getirmiştir. İnsanı
sıkıntıya sokmak, işlerini zorlaştırmak ve buna bağlı olarak da evlilik
hayatını geçimsizlik ve zulüm hayatı hâline getirmek için gelmemiştir. Tam
tersi aile içinde istikra, sükûnet, huzur hâli var etmek için gelmiştir.
Dolayısıyla her bir taraf kendisine ait role ve sorumluluklara bağlı kaldığı
zaman bunlar gerçekleşmiş olur. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurdu:
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم
مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم
مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Kaynaşmanız için
size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi
de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim
için ibretler vardır.”[3]
Ancak yukarıda
anlatılanların tümünden kadının asli işinin annelik ve ev hanımlığı ile sınırlı
olduğu bunların dışında daha başka işleri yapmasının yasak olduğu gibi bir şey
anlaşılmamalıdır. Bunlar dışında erkek için olduğu gibi kadın için de geçerli
olan; namaz, zekât, hac, daveti yüklenmek, ilim talep etmek gibi şer’î
sorumluluklar vardır. Kadın özel hayatta çalıştığı gibi genel hayatta da
çalışabilir. Şeriat ona alışverişle, ziraat, sanat ve ticaretle uğraşma,
sözleşmeleri imzalama her türlü mülke sahip olma ve mülkünü geliştirme hakkını
da tanımıştır. Kadın, hayatın işlerine doğrudan kendisi katılabileceği gibi
ortak veya ücretli olarak da katılabilir. İnsanları, gayrimenkulleri ve birtakım
eşyaları ücret karşılığı kiralayabilir ve diğer muamelelerini yapabilir. Kadın
bu işlerin tümünü annelik, eş olma ve evin hanımı olma rolleriyle çelişmeyecek
şekilde yerine getirebilir. Bu şer’î tekliflere bağlı kalması onun tabii
görevlerini etkilemeyeceği gibi onu bunlardan mahrum da etmez.
Bu nedenle İslâm Devleti,
insanların işlerini görüp gözeten bir devlettir. Bu devlet, ferdin ve toplumun
hayatını düzenlemek için hükümleri uygular. Buna göre nafaka, çalışabilme gücü
olsa dahi velisi tarafından velisinin temin etmekten aciz kalması hâlinde ise
devlet tarafından doğrudan temin edilmesi gereken kadına ait bir haktır.
İslâm Devleti,
insanların ihtiyaçları ve tabiatlarıyla uyumlu çalışma yerleri sağlar. Bundan
daha önemlisi şer’î nassa göre işin tabiatı, çalışma saatleri ve ortamı
bakımından evinin içindeki asli vazifesini boşa çıkarmadan evinin dışında
çalışma fırsatı elde etmesini kadına garanti eder.
İslâm'ın hayatta
tatbik edilmediği günümüzde ise Müslüman kadının yaşadığı vakıa, kadına
zulmetmekte ve ihanet etmektedir. Zira ev hanımının vazifesine ve karşı karşıya
kaldığı yükümlülüğün büyüklüğüne rağmen ev kadını işsiz olarak nitelendirildi.
Çünkü menfaat mizanında kadının asli işinin bir değeri yoktur. Aynı şekilde
çalışmak için çıkması halinde de onu birçok haklardan öncelikle de annelik,
çocuklarından faydalanma, onlarla vakit geçirme, fikrî, psikolojik ve
davranışsal eğitimlerini takipten mahrum etmektedir. Ailesel baskılar nedeniyle
hayatını maddi istihkaklar peşinde koşuşturan ve bu nedenle de ev içinde
kocasına mutlu bir eş olma rolünü sağlamaktan veya çocuklarının işlerini,
eğitimlerini veya ev hanımı olarak evin temizliğini ve düzenine ait işleri
yerine getirememekten mahrum etti. Çünkü öncelikler ve görevlerin dağıtımı
konusunda kötü değerlendirme sahibini helak etmektedir. Sürekli bir gerginlik hâlinde
çalışan kadınların çoğu, evin içinde ve dışında yaşamakta oldukları baskının
büyüklüğüne bağlı olarak ondan etkilendiler. Bu durum ise onların hoşlanmayarak
da olsa doğal vazifelerine yönelmelerine veya bunu bir görev değil harcanan
çabalar, lütuf olarak değerlendirmelerine neden oldu. Diğer taraftan ise
dengeyi sağlayabilme girişimleri çerçevesinde süt annelere, kadın hizmetçilere
ve çocukların rolüne şiddetli bir yönelişe neden oldu.
Kadının asıl vazifesinde
kusur göstermesi birçok toplumsal soruna neden olmuştur. Artan boşanmalar,
birçok evin harap olması, yeni kuşakların ihmal edilmesi, nüfusun artmasından
korkulduğu için artan bir şekilde nüfus planlamasına yönelme, evlerin ihmal
edilmesi, ev yardımcılarının, sütannelerin ve psikolojik danışmanların
ücretlerini ödeyebilmek için yaşam standartlarının yükseltilme istekleri bu
sorunlardan bazılarıdır. Birçok kadının, kadın doğasının ötesindeki
bu mutsuz durumdan mustarip olduğu ve onları doğaları ile uyumlu olan işlerden
mahrum bıraktığı inkâr edilemez. Fakat ailesi için
iyi bir yaşam temin etmek, enerjisini ve çabalarını tüketen ve haklarından
mahrum bırakan adaletsiz kapitalist sistemin gölgesinde kadın için bir görev hâline
geldi.
İslâm kadını yaratan,
onu şekillendiren, fıtratını ve ihtiyaçlarını bilen, Rabbinin şeriatıyla
huzuru, istikrarı ve huzuru canlandıran Rabbinin hükümlerine göre fıtratıyla
uyumlu huzurlu ve güvenli bir hayatı garanti etmektedir. Çünkü kadının Rabbiyle
alakası ve insan olarak kendisiyle alakası arasında bir bağ vardır. Dolayısıyla
şer’î hükümlerin tatbik edilmesi dışında bu uyumlu hâlin gerçekleştirilmesi
kesinlikle mümkün değildir. Böylelikle kadın dünya ve ahiretin iyiliğine
kavuşur. Annelik, evin hanımı olması sorumluluğunun yanında Râşidî Hilâfet’i
kurmak için çalışmak, fikrî ve siyasi mücadele yapmak gibi sorumlulukları da
vardır. Ta ki, böylece Rabbinin şeriatı kaim ve Rabbi ondan razı olsun.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ
أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ
أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Erkek
veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse onu mutlaka güzel bir hayat ile
yaşatırız ve mükafatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile
veririz.”[4]
[1]
Buhari ve Muslim sahihlerinde İbni Ömer’den tahric ettiler.
[2]
İbni Hibban Sahih’inde Ebu Hüreyre’den rivayet etti.
[3]
Rum Suresi 21
[4]
Nahl Suresi 97
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış