MÜTTEFİK AMERİKA VE TÜRKİYE ORTAK DÜŞMANA KARŞI!

Cahit Toprak

Barış süreci, kimileri için labirentin çıkmaz kapısı, kimileri için çıkış. Barışın tacı kime giydirilse kahraman odur. Öyle gösterilir, öyle bilinmesi istenir. Muktedir olamayan siyasilerin göbekten bağlı olduğu sömürgeci efendiler o labirentin mimarlarıdır. Geç derler geçilir, dur derler durulur.  Ne yazık ki canlar ölümü bekler, demeçler gecikir, süre uzar, onay beklenir.  Barış için çabaların güçlenmesi istenir. Seslerin daha gür çıkması ve denize itilmiş toplumun yılana sarılması için pusuda beklenir. Ama olan canlara olur, kanı dökülür, demeçler gecikir, ısrarla ve usanmadan, umursamadan onay beklenir.   

İşte onay bekleyen bu olayların biri de medyada ‘Suruç saldırısı’ olarak günlerce ülke gündeminin ilk sıralarında yer edinmiş olan malum saldırıdır. Saldıranın veya saldıranların kim olduğu, zamanlaması veya arkasında kimlerin olduğunu deşifre etmekle uğraşmak yerine, bu saldırı sonrasında Davutoğlu’nun ifadesiyle “Bir üst akıl.” işletildiği, başka siyasi manevralara zemin oluşturduğu ve siyasi hesaplara devşirildiğini gördük. “Biz kendi başımıza, inisiyatifimiz ile iş yapamaz, sorgulayamaz, hesap soramayız, bizden isteneni yaparız.” diyen bir anlayışla hareket edildiğini gördük. Olayların gelişim serüveninden bunu anlamak zor değildir.

Bu olayla ilgili her kesim farklı açılardan kendisine bir pay çıkarıp, onun üzerinde siyaset yaptı. Şöyle ki;

Hükümet açısından: Başbakan Davutoğlu “Saldırının Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ile bağlantılı olabileceği yönündeki işaretlerin giderek güçlendiğini” söylerken, Suruç Kaymakamı da “İntihar saldırısı yöntemi bu ihtimali güçlendirdiğini (IŞİD’in bu saldırıyı gerçekleştirdiği)” söyleyerek bu yöndeki algıları güçlendirmeye çalıştı. Ancak IŞİD saldırıyı üstlenmedi. Yani tek ihtimal üzerinden hedef gösterilmesi gerekiyordu, o yapıldı. Anahtar kelime “İntihar saldırısı.” ve algı güçlendirici olarak medya kullanıldı.

Bir zamanlar her saldırı sonrası medyanın “el-Kaide parmağı var.” demesi gibi. Günah keçisi belli, saldırılacak coğrafya belli, koalisyon ortakları belli ve ortak hedef oluşsun diye Başbakan’ın ağzından Meclis'teki tüm siyasi partiler ortak bir deklarasyon yayımlamaya çağrıldı. Ardından davet uluslararası boyuta taşındı ve beyanat gecikmedi. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan “Terör, insanlığın huzuruna mutluluğuna kast eden olaylar silsilesidir. Buna karşı mücadeleyi dünyanın her yerinde hep birlikte vermeye mecburuz.” Anahtar kelimemiz “hep birlikte.” Bu kelime, koalisyon güçlerinin de aktif rol üstleneceği ve İncirlik üssünü dahi kullanmayı mubah sayacak bir anlam içerir. Ki öyle oldu ve mesaj yerine ulaştı. Çocuklara oyuncak götürmekten başka bir gayeleri olmayan masum insanların katillerinden hesap sorulması devletin görevi idi! Bu yapıldı. Ve gerekirse Müslümanların düşmanı olan Amerika ile ortak hareket edilmeliydi. Başlangıç ister planlı ister plansız olsun. Gelişme ve sonuç maalesef sömürgeci kâfirlerin hedefleriyle paralellik arz etti.

Bölgedeki hesap güdücüler açısından: KCK, kendi iç çekişmelerine bu olayı malzeme yaptı. Zira uzun zamandan beri Kandil kadrosu ile siyasi kanat olan HDP arasında bir yöntem ve üslup farkı vardı. ABD bu farkı, bölge siyaseti açısından, “Barış Süreci” projesinde ve Suriye politikası açısından görmezden gelmişti. AKP eliyle yürüttüğü bu çalışmalarda siyasi kanat üzerinde kanatlarını germiş ve fazlaca bir pay biçmişti. Ancak son iki ay, ABD için hesapları tekrar gözden geçirme ve dengeleri gözetme gereğini doğurdu. Alan paylaşımında taraflar arasındaki müdahaleler süreci olumsuz yönde etkilemeye başladı. ABD, yapılan demeçler ve bir kısım somut göstergeleri tekrar gözden geçirdi. Güç dengelerinin KCK içerisinde, silahlı unsurların gözetilmesinde ve yönlendirilmesinde İngiliz yanlısı politikaları benimseyen şahinler kanadının güçlenmeye başladığını fark etti. İşte bu farkındalık Suruç olaylarıyla beraber tekrar gün yüzüne çıktı. Selahattin Demirtaş önce “En önemli konu, artık halkımız kendi güvenliğini almak durumunda. Tüm il ve ilçe teşkilatlarımız kendi güvenlik tedbirlerini almalıdırlar.”[1] açıklamasında bulunmuş, kısa bir süre sonra ise sözlerinin yanlış anlaşıldığını kastının silahlanma çağrısı olmadığını söylemişti. Tüm bu açıklamalar bir gerçeğin ifadesidir. O da Kandil baskısından dolayı zaman zaman PKK’nin silahlı eylemlerini haklı bulan bir pozisyonda dururken, bir zaman sonra siyasete tekrar dönüş yapıp “PKK'nın misilleme taktiklerini kirli."[2] olarak değerlendirmesidir.

Hatırlanacağı üzere HDP adına Selahattin Demirtaş bir televizyon programında “PKK silah bırakmalı, ama bu sadece benim dememle olmuyor”[3] diyerek güç kaybetmeye başladığını açıkça ifade etmişti. Bunu teyit edercesine şahinlerin güçlü ismi Bese Hozat “Silah meselesi çok ciddi bir iştir, hakikatle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bu tür konuşma ve açıklamaları artık terk etmek gerekiyor” demişti. Ardından Cemil Bayık’ın “HDP’nin seçim başarısını doğru ve etkin bir biçimde kullanmadığı” yönündeki açık eleştirileri ABD’nin bu kutuplaşmanın, beraberinde bir alan hâkimiyetine dönüştüğünü net görmesini sağladı.

Cemil Bayık’ın siyasi erkâna yönelttiği bu suçlamalar ve HDP üzerinde artan dozajda baskılar ABD’yi bir dizi politika değişikliğine yöneltti. Bu çerçevede AKP, seçim sonrası HDP ile olası koalisyon seçeneklerini rafa kaldırdı. Zira İngilizci yapının güçlü siyasi etkisinin ve baskılarının olduğu bir HDP ile koalisyon demek uzun vadede her an siyasi hamlelerin kurbanı olması demektir. 5-8 Ekim olaylarında olduğu gibi. Barış sürecinin koalisyon ortağı bir partinin gözetiminde sabote edilmesi siyaseten bir intihara dönüşebilir.

KCK silahlı unsurlarının tümden İngiliz yanlısı şahinleri temsil ettiğini ifade etmem, bunun değişkenlik arz etmeyeceği anlamına da gelmiyor. Zira ABD politikalarıyla uyumlu bir yapı teşkil etmek uzun zaman alabilir. Yapı içindeki çatlaklardan su sızdırmak da hiç zor değildir. ABD’ye yamanmaya çalışan bir küçük sızıntı çatlağı derinleştirebilir. Suruç saldırısı sonrası Türkiye’nin hem IŞİD, hem de Kandil’i bombalaması sonrasında Cemil Bayık’ın şu sözü bu ön kabulün bir göstergesidir. “ABD'nin Türkiye ile aramızda arabuluculuk yapması gerektiği çağrımı yineliyorum. Bize bir garanti verirlerse üzerimize düşen rolü yerine getiririz. Ancak bir garanti verilmezse tek taraflı adım da atamayız.[4] Burada bir rol paylaşımından söz ediliyor. Yani istendiği takdirde garantili hizmet verilebileceği söylenmektedir.

Tek ağız olmuşçasına İngiliz gazetelerinin tarafını belli eden söylemleri şahinler üzerinde iki sömürgeci gücün baskılarının artacağına işarettir. Şu cümleler gibi: “Kürtler'e saldırmaya devam eden hükümet, ülkede bir iç savaş ortamı oluşturuyor. Türkiye'nin bu cehennemden kaçma ihtimali her geçen gün azalıyor.”[5] Öte tarafta yapılan operasyonları destekler mahiyette ilk açıklama yine Amerika’dan geldi. “Terör örgütü PKK saldırıları son bulmalı ve şiddetten vazgeçmelidir.”[6] İşte bu gibi demeçler KCK açısından çok önemsenmektedir. Çünkü ABD’nin onay verdiği her operasyon meşru bir zemine oturmaktadır. Bu açıdan ABD’den gelen her basın bildirisi KCK'nın eline bir pranga vurmaktadır. Her siyasi beyanat, bir taraftan Barzani, diğer taraftan İran'dan gelecek ortak operasyonların açık adresi durumuna gelmektedir. Zira yakın zamanda Barzani peşmergelerinin PKK bürolarına yaptığı baskınlar bu vakıayı doğrulamaktadır.

Suruç saldırısı ve sonrasındaki sürecin, PKK'nin Kandil ekibi -şahinler- açısından bir kısım hesaplar ile güç unsuruna devşirildiğini görüyoruz. Yani daha sağlam -sadece Kürt sosyalistleri kapsamayacak- bir kadro ve daha yaygın bir alan hâkimiyetine sahip olmak için kullanıldığını ifade edebiliriz. Özellikle çatışmasızlık döneminde fikrî bir zeminde yaygınlık kazandığını, silahlı unsurların ülke dışına çıkarılması sürecinde silahlanmada güç kazandığını ve yerel belediyeler yoluyla tabana doğru açılımda mesafe kat ettiğini söylemek hatalı olmaz. Suruç saldırısında yer alan SGDF (Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu) ve ESP (Ezilenlerin Sosyalist Partisi) gibi sol örgütler BDP’nin 2011 seçimleri sürecinde 81 ilde 800’den fazla delege ile HDK adı verilen bir kongrede bir araya geldiler. İşte bu süreçten sonra KCK’nın şahinler kanadının bu sol örgütlerle yakınlaşması artan bir ivme ile devam etti. Hatta Kobani savunmasında YPG ile beraber silahlandıkları açık açık dile getirildi. Bu noktada şunu söylemek hata olmaz; Kobani sadece Kürt kimliği üzerinden bir hesaplaşma odağı değil aynı zamanda sol örgütler üzerinde de bir yakınlaşma adresi oldu. Suruç’ta KCK’lı gençlerin değil de diğer sol örgütlerden gençlerin öldürülmeleri Kobani’yi sol örgütlenmeler açısından ortak mesele haline getirdi.

Suriye vakıasına olan etkileri açısından: Burada şunu da ifade edelim ki, Amerika, Suriye'de İslâmî devrim sürecinde galip taraf olmak için nasıl ki, Özgür Suriye Ordusu’nu eğitiyor ise aynı kapsamda Kandil ekibini de kanalize etmek için bir uğraş verecektir. Ama önce kendisine bağlı şahinlerden silahlı bir kanat oluşturmak durumundadır. Bunun içinde uygun bir sima arayışını sürdürecektir. Son yapılan KCK kongresinde yapılan bir dizi değişiklik buna dönük hamlelerdir. Murat Karayılan'ın HPG liderliğine, Bese Hozat ve Cemil Bayık'ın ise KCK Eş Başkanlığına tayin edilmeleri -pardon seçilmeleri- rutin bir değişiklik değil sürece uyumlu kişilerin tespit ve tesciline dönük manevralardır. İşte bugün Suruç saldırıları gösterdi ki; ABD’nin henüz güvenebileceği şahin bir ekip oluşmuş değildir. Her iki yapıyı -yani siyasi kanat olan HDP ve askerî kanat olan Kandil- kontrol etmek isteyecektir. Çünkü Suriye iç meselesinde Kandil'i, Türkiye iç siyasetinde de HDP’ye ihtiyaç duymaktadır.

ABD bu süreçte, silahlı yöntemi benimseyen şahinlerin, siyasetçi kesime karışmaması gerektiğini ve ona yeni bir kulvar açıp, hareket alanı oluşturmak zorunda olduğunu iyi bilmektedir. Kandil’i bombalamakla işin bitirilemeyeceğini de iyi bilmektedir. Bu çerçeve de Kandil’de bulunan PKK’lıları Kobani sahasına çekmek en mantıklı olandır. Dikkat edilirse ABD Türkiye’nin Kandil’i bombalamasını olumlu karşılamış ve sonrasında PYD güçlerini bombalamaması konusunda Türkiye’den garanti alındığını en yetkili ağızdan ifade edilmişti. PYD’nin bulunduğu alanın bombalanmaması konusundaki garanti, PKK’nin tek güvenli bölge olan bu topraklara geçişleri kolaylaştıracaktır. Hâlihazırda KCK Dış İlişkiler Sözcüsü Demhat Agit “Bu hava saldırıları Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin desteği ile gerçekleşmiştir.”[7] diyerek, birkaç koldan baskı altında olduklarını itiraf etmiştir.

Bir diğer ihtilaflı konu olarak gösterilen mesele ise “Güvenli Bölge” kavramında somutlaşmaktadır. Her ne kadar ABD karşı çıksa da Türkiye’nin bu kavramı dile getiriş amacı mültecilerin geçişlerine engel olmak içindir. Yüzlerce kilometre dev blok duvarları sınıra dikmesi bu gayelere mebnidir. Cemil Bayık bir röportajda “IŞİD ile mücadelenin bir sonucu olarak Kürtlerin bir ulus olarak tanınmak istendiğini.”[8] söyledi. ABD’nin asıl gayesi ise işte Cemil Bayık’ın “ulus olarak tanınmak” diye ifade ettiği Suriye’nin kuzeyinde bir otonom devlet inşa etmektir. Türkiye’deki bir kısım yazarçizerlerin bu politikaları tescil mahiyetinde “Rojava (Kürtlerin yaşadığı yere göre güneşin battığı taraf/Türkiye’nin güney tarafı demek gibi)” kelimesini çokça zikretmeleri ABD planlarına meşruiyet kazandırmaktadır.

Saldırı sonrası siyasi hesaplar açısından: AKP hükümeti Suruç saldırısı sonrası tek başına iktidar olmasının kaçınılmaz olduğunu ABD’nin direktifleriyle anladı. Bunun için hemen HDP’ye olan yönelişi durdurmak için Suruç saldırısını kullandı. “Barışa darbe vuran taraf oldukları.” yönünde bir anti propaganda yaptı.   Hemen sonrasında teröre çanak tuttukları gerekçesiyle hem IŞİD’e hem de PKK’ye ortak bombardıman yaptı. Saldırı sonrası şayet IŞİD’i tek başına bombalayıp ardından İncirlik üslerini ABD’ye açmış olsaydı Türkiye halkı kendi terör sorunları dururken yapılan operasyonu yersiz olarak değerlendirebilirdi. Ancak şu anda görüyoruz ki katliam makineleri gibi çalışan Amerikan F-16 uçakları İncirlik’ten kalkarak Suriye topraklarında Müslümanların üzerine bomba yağdırmaktadır. Fakat görülen o ki Müslüman Türkiye halkı bu oyunu göremedi ve sessiz kaldı. Burada AKP hükümeti, hem ülke içinde hem de ülke dışında farklı gruplarına yönelik operasyonlarla tarafsız olduğu algısını oluşturmayı başardı. Bu vesileyle süreci halka yönelik bir seçim malzemesine dönüştürdü. Halkın AKP’ye mecbur bırakılması gerekiyordu, bu yapıldı. Terörü bitirecek, istikrarı tekrar sağlayacak bir hükümet ancak tek başına iktidar olacak bir hükümettir izlenimi verildi.

Sonuç olarak: Bugün yüksek sesle dile getirmemiz gereken en önemli şey hiçbir siyasi hesap peşinde koşmadan, hiçbir sömürgeci kâfirin hesaplarına bağlı olmadan, hiçbir menhus emele alet olmadan, korunması gereken ve sahip çıkılması gereken bu ümmetin kanıdır. Silahlı olmayan kimselerin öldürülmesinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Tarafgirlik yapıp “Bu insanlar şu meşrepten, şu ırktan şu inançtan.” deyip yürek soğutmak yahut “Bu adamlar bizim adamlarımız, bunların düşmanı bizimde düşmanımız deyip.” şiddeti körüklemek makul olan bir yaklaşım tarzı değildir. Doğru olan hesap sorulacak alanı doğru tespit etmektir.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut Kar’ın 27.07.2015 tarihli açıklaması kanaatimce doğru bir siyasi bakış vermektedir. Bu katliamın gerçek failleri ve asıl katiller Batılılardır. Bu olay Türkiye ve bölge üzerindeki Amerikan/İngiliz çatışmasının kirli bir tuzağıdır.’’



[1] 20.07.2015 tarihli basın açıklaması

[2] Financial Times konuşması- 05.08.2015

[3] Haberturk 15.07.2015

[4] Daily Telegraph 17.08.2015

[5] The Guardian 03.08.2015

[6] ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner 03.08.2015- Basın Açıklaması

[7] Daily Telegraph Gazetesi’ne verdiği röportaj

[8] Daily Telegraph 17.08.2015


Yorumlar

  1. yakup özdemir

    olayların perde arkasını aralayan güzel bir degerlendirme rabbim ümmetimizede perde arkasını göstere bilmeyi bizlere nasip etsin

  2. Caner SELVİ

    Siyasi tahlilin çok ilerisinde ve mesele kuşatıcı bir yaklaşımla ele alınmış. Allah razı olsun. Suruç katliamı sonrasında bir Kürt olarak anlam verememiştim bu olanlara. Ne oldu da birden ortalık karıştı diye zihnimi kurcalıyordu. Ama tevafuken facede görünce özellikle ! (ünlem) işareti dikkatimi ve çekti ve okudum. Ne diyeyim işte Allah razı olsun.. Birde bir sorum vardı. Derginiz, bedava mı? Burayı anlamadım.

  3. Gökhan Savas

    Allah razı olsun yazınız için

Yorum Yaz