Üretimi, toprağın altında
ve üstünde, göklerde, denizlerin altında ve üstünde var olan nesnelerin insan
fıtratında var olan ihtiyaçların karşılanmasına uygun bir hâle getirilmesi
şeklinde tarif edebiliriz.
İnsan, hayat ve
kâinatın mutlak yaratıcısı olan Allah insanı yaratıkların en şereflisi olarak
yaratmış, onu akıl nimeti ile donatmıştır. Dünya hayatını insan için bir
imtihan dünyası kıldığı gibi aynı zamanda da gökleri ve yerleri insanın emrine
boyun eğer bir hâlde yaratmıştır. Bu husus ayetlerde şu şekilde
vurgulanmaktadır:
اللَّـهُ الَّذِي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ
لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ
“Emri gereğince
denizde yüzmek üzere gemileri, lütfedip verdiği rızkı aramanız için denizi
buyruğunuz altına veren Allah'tır, belki artık şükredersiniz.”[1]
وَمِنْ آيَاتِهِ أَن يُرْسِلَ الرِّيَاحَ
مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذِيقَكُم مِّن رَّحْمَتِهِ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِأَمْرِهِ
وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Rüzgârları
müjdeciler olarak göndermesi, size rahmetini tattırması, buyruğu ile gemilerin
yürümesi, lütfundan rızık istemeniz, O'nun varlığının belgelerindendir. Belki
şükredersiniz.”[2]
هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ
جَمِيعًا
“Yerde ne varsa
hepsini sizin için yaratan O’dur.”[3]
وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا
فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ
“Göklerde ve yerde bulunan şeyleri size
boyun eğdirdi, hepsi Allah’tandır.”[4]
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَّكُمْ
“Bir de Davud'a,
sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik.”[5]
وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ
وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ
“Bir de demiri
indirdik. Onda hem çetin bir sertlik, hem de insanlar için birçok menfaatler
vardır.”[6]
Kur’an’da yer alan
bu ayetler ve daha birçok ayet, yeryüzünün insanın kullanımına, faydalanmasına
bırakıldığını ifade etmektedir. Allah’ın insanda yaratmış olduğu içgüdüler ve
uzvi ihtiyaçlar kısacası insanda var olan özellikler, insanı, kendi çıkarı için
sürekli olarak bir araştırma içinde olmaya, yeni yeni şeyler icat edip üretmeye
yöneltmiştir. Yeryüzüne indirildiği günden bu zamana kadar geçen süre
içerisinde de insanların çok değişik niteliklerde, türlerde nesneler ürettiğine
tarihi belge ve kalıntılarla şahit olmaktayız.
Örneğin insanda var
olan açlık ihtiyacı sürekli bir şekilde karnını doyuracağı maddeleri arayıp
bulmaya, onları üretmeye, biriktirmeye, saklamaya, çeşitlendirmeye sevk
etmiştir. Yine kâinatta insan için yaratılmış olan bitkilerden, hayvanlara
varıncaya kadar birçok nesne hakkında isteğini yerine getirebilmek için de
kesici ve yanıcı aletler ve nesneler üretme ihtiyacını hissetmiştir. İnsan beka
içgüdüsünün gereği olarak barınma, sığınma ve korunma ihtiyacını karşılayacağı
ev, kılıç, kalkan gibi şeyleri icat edip üretmiştir. Kendisini soğuktan korumak
için hayvan derilerini işlemeyi, yünlerden üzerine giyecek yapmayı ve üretmeyi
keşfetmiş ve bu keşifleri hâlen devam etmektedir. Kısacası insanın tabiatındaki
bu özellikler onu sürekli bir şekilde üretime yönlendirmiştir.
Üretmek insan
fıtratının gereğidir. İnsanda bu özellikler var olduğu müddetçe de insan
üretmekten, ürünlerini çeşitlendirmekten ve geliştirmekten geri durmayacaktır.
Burada önemli olan birinci husus tüm türleri ve şekilleriyle üretimle alakalı
hususların doğru bir şekilde düzenlenmesidir. Çünkü üretimi artırmak,
çeşitlendirmek ve geliştirmek insan fıtratının doğal bir sonucudur. Bunun için
bu yazımızda biz üretim artışı hususundaki teknik konulardan daha ziyade
herhangi bir toplumda üretim dahil olmak üzere iktisadi hayatı düzenleyen,
özellikle de üretime doğrudan ya da dolaylı olarak etki eden yapısal
düzenlemeleri ana hatlarıyla ortaya koyacağız.
Ancak üretim konusu
özellikle kapitalist iktisatçılar tarafından çok fazlasıyla önemsenen bir konu
olmuş ve adeta iktisadi düşüncelerinin de temelini oluşturmuştur. Zira onlara
göre kâinatta yaşamakta olan insan sayısı ile insanların ihtiyaçlarını
karşılayacak olan mallar arasında bir yetersizlik vardır. İnsan sayısındaki
artış malların miktarındaki artıştan daha fazladır. Dolayısıyla insan sürekli
bir şekilde üretim içerisinde olmalıdır derler ve ekonomi politiklerini de bu
esas üzerinden yürütürler.
Dolayısıyla üretim
söz konusu olduğu zaman insan iki temel hususla karşılaşmaktadır. Bunlar:
1- Üretimle ilgili
birinci ve en önemli husus ekonomik sistem çerçevesinde değerlendirilen ve
insanları üretime sevk edecek olan yapısal düzenlemelerdir.
2- Üretimin
artırılması ile ilgili teknik boyut. Yani hangi malın daha kaliteli, verimli,
faydalı, daha az maliyetli ve daha çok nasıl üretilebileceğine bağlı olarak
üretim artışını ilgilendiren teknik bilgiler ve becerilerdir.
Bunlardan birincisi ideolojiyle,
hayata bakış açısıyla ilgili olup özeldir. Hayat nizamlarının hayata bakış
açılarına göre değişiklik gösterir ve İslâm şeriatı dışından alınması caiz
değildir. Örneğin kapitalist sistem “bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” felsefesine göre üretim artışında sermaye sahiplerini yani
kapitalistleri dikkate alır ve sistemini bunlara göre şekillendirir. Üretilen
mal ve hizmetlerin dağıtımından tüm insanların adil bir şekilde faydalanmasını
dikkate almaz. Dağıtımın fiyat mekanizması yoluyla sağlanacağını iddia eder.
Buna göre onlar açısından toplam üretim, toplam refah, milli üretim kapasitesi
ve kişi başına düşen milli gelir gibi hususlar önemlidir. Günümüz şartlarında
olduğu gibi dünyanın toplam gelirinin nüfusun yüzde birinin elinde olmasını
dikkate almazlar. Önemli olan üretim miktarının artırılmasıdır.
İkincisi yani üretim
artışının sağlanmasındaki teknik bilgi ve beceriler ise evrensel olup belli bir
ideolojiye ve hayata bakış açısına göre farklılık göstermez. Herhangi bir malın
üretiminde artışı sağlayan teknoloji herkesten alınabilir ve kullanılabilir.
Buna göre İslâm'ın
üretim artışının sağlanması ile ilgili hususları biz bu iki esas açısından ele
alacağız. Acaba İslâm iktisat sisteminde üretim artışını sağlayacak
mekanizmalar var mıdır? İslâm ekonomisi ile üretim arasında nasıl bir bağlantı
vardır? İslâm ekonomik sisteminin günümüzde uygulanması hâlinde tüm insanların
ihtiyaçlarını karşılayabilecek üretim artışı ve bunun adil bir şekilde dağıtımı
gerçekleştirilebilir mi? İşte tüm bu soruların ve bunlarla ilgili daha başka
hususların cevaplarını ortaya koyabilmek için öncelikli olarak İslâm ekonomik sisteminin
yapısal özelliklerini ve düzenlemelerini ortaya koyacağız.
Bilindiği üzere
üretimde kullanılan ve gerekli olan birtakım hususlar vardır. Bunlar:
a- Üretimde
kullanılacak ham madde ve bunun türevi olan diğer maddeler
b- Üretimde
kullanılacak olan işgücüne ait düzenlemeler
c- Üretimde
kullanılacak olan sermaye ile ilgili düzenlemeler
Kısacası herhangi
bir mal ve hizmetin üretiminde -mal ve hizmetlerin türüne ve şekline göre
farklılık göstermekle birlikte- madde, işgücü ve sermaye olmazsa olmaz hususlardandır.
İşte İslâm üretim meselesinde öncelikle bu hususlarda düzenlemeler ortaya
koymuştur. Şimdi biz bu düzenlemeleri çok fazla detaylarına girmeden ana hatlarıyla
özetlemeye çalışalım:
1- İslâm, üretime
konu olan malların mülkiyeti hakkında düzenleme yaparak mülkiyeti üç ana esas
üzerine oturtmuştur. İslâm'a göre üç tür mülkiyet vardır. Bunlar; özel
mülkiyet, kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyeti. İslâm, petrol, kömür, bakır,
demir, nehirler, denizler, göller, barajlar ve ormanlar vb. alanların özel mülkiyet
veya devlet mülkiyeti olmasına izin vermemiş ve bunları kamu mülkiyeti olarak
belirlemiştir. Toplumun faydasını dikkate alarak bu türden malların bireyler
tarafından mülk edinilip diğer insanlar üzerinde baskı ve sömürü aracı olarak
kullanılmasını engellemiştir.
2- İslâm kapitalist
ülkelerde olduğu gibi sermaye birikimi ve paranın başkalarına karşı haksız bir
şekilde güç olarak kullanılmasına neden olan Anonim Şirketi, borsayı ve faizli
bankacılık sistemini haram kılmıştır. Paranın toplum içerisinde çok az sayıda
ve sınırlı bir grubun elinde birikmesine engel olacak düzenlemeler getirmiştir.
Getirmiş olduğu bu düzenlemeler ile aynı zamanda paranın tedavül hızını
artırmıştır.
3- İslâm emek
ortaklığının esas olduğu beş tür şirket yapısı belirlemiş ve insanların bu
şirket türlerinden herhangi birisiyle emeklerini ve sermayelerini bir araya
getirmek suretiyle ortak iş yapmalarına, üretim sağlamalarına imkân tanımıştır.
4- İslâm enflasyon
gibi etkilere sürekli açık olan kâğıt para sistemi yerine altın ve gümüşü para
standardı olarak belirlemiştir. Dolayısıyla İslâm ekonomisinde altın ve gümüş
para olarak kabul edildiği için enflasyonist etkiler söz konusu değildir.
5- İslâm paranın
biriktirilmesini haram kılmıştır. Fertler, hacca gitmek, ev almak, çocuklarını evlendirmek
gibi ancak meşru ihtiyaçlarını temin etmek için para biriktirebilirler.
İslâm'ın meşru kabul ettiği hususlar dışında paranın yastık altında saklanması
haram kılınmıştır. Daima paranın ekonomik faaliyetler için kullanılabilir
olmasına yönelik düzenlemeler koyulmuştur.
6- İslâm, ziraata
elverişli yeni alanlar açmak, ziraî arazileri artırmak ve ölü arazileri
canlandırmaya teşvik etmekle tarımsal arazilerdeki verimi artırmaya teşvik
eder. Arazi hükümleri kapsamında arazinin üç yıl üst üste işlenmeden atıl bir
şekilde bırakılmasını yasaklar. Buna göre herhangi bir kimse elinde bulunan bir
araziyi üç yıl üst üste işlemeden boş bırakırsa devlet onun elindeki araziyi
ondan alıp başkasına vermek suretiyle işletilmesini ister. Böylelikle de
özellikle tarımsal üretim artışına önem vermiştir.
7- İslâm özellikle
tarımsal ve hayvansal maddelerin üretiminde dışarıya muhtaç olunmamasına özen
gösterir. Bu nedenle özellikle bu iki sektörde üretim aratışını sağlayacak
projeleri ve uygulamaları takip ve teşvik eder. Dış piyasaları takip etmek
suretiyle buralarda talebi bulunan ürünlerin üretilmesini sağlar ve çiftçileri
buna yönlendirir.
8- İslâm her şekliyle
sigortayı, çalışan işgücünün kazancından sigorta ve vergi kesintisi yapılmasını
ve genel olarak da vergi alınmasını caiz görmez. İslâm şeriatına göre vergi,
devletin asli gelir kalemi değildir. İslâm devletinin vergi dışında daha başka
gelir kalemleri vardır ve genelde bunlar devlet harcamaları için yeterli olur.
Vergi sadece zorunlu olan birtakım hususlar için beytü’l malda para bulunmadığı
zaman sadece ihtiyaç miktarı kadar toplanabilen bir gelir kalemidir.
Dolayısıyla İslâm ekonomisinde vergi, üretim maliyetleri içinde neredeyse
hiçbir surette yer almaz.
9- İslâm, işçi
ücretlerinin piyasa koşulları tarafından belirlenmesini şart koşar. İster
devlet dairelerinde olsun isterse özel sektörde olsun ücretler kişilerin bilgi,
beceri ve liyakatlarına göre bireysel sözleşmeler suretiyle belirlenir. Bu
nedenle asgari ücret, sendikalaşma, toplu iş sözleşmeleri, grev ve lokavt gibi
hususlara izin vermez. Her bireyin yeteneklerine, bilgi ve becerisine göre
ücret almasını öngörür.
10- İslâm; faizi,
stokçuluğu, gabni fahişi, sahtekârlığı yasaklar. Her türlüsü ile faizi
yasaklamakla faizli borçlanmalara engel olur. Dolayısıyla üretim maliyetlerinin
düşürülmesine katkı sağlamak suretiyle üretim maliyetlerinin düşmesine bağlı
olarak dış piyasalarda rekabet etme gücünü ve buna bağlı olarak da üretim
artışını sağlar.
11- İslâm, ithalat ve
ihracat yönüyle dış ticarette vergiye cevaz vermez. Buna göre İslâm, iyi
komşuluk, ticari ilişkiler, barış anlaşması gibi kendileriyle yapılan belli
anlaşmalar dikkate alınarak diğer devletlerle yapılan ticarette mütekabiliyet
esasına göre vergi uygulamasına gider. Yani dış ticaret yaptığımız herhangi bir
ülke bizden hangi oranda gümrük vergisi alıyorsa bizler de onların mallarından
aynı miktarda gümrük vergisi alırız.
12- İslâm’da devlet,
ziraî faaliyette bulunamayan çiftçilere, gerekli ziraat aletlerini, tohumu ve
kimyevi maddeleri satın alabilmesi ve böylece de üretim artışının
sağlanabilmesi için bağış olarak gerekli miktarda para yardımı yapar. Ticari
faaliyetleri ya da bir başka nedenle borçlanmış olan kimselere zekât verilecek
kimseler kapsamına girmeleri hâlinde zekât fonundan yardımda bulunur.
13- İslâm ahkâmına
göre vergi, sigorta ve faiz caiz olmadığı için vergi, sigorta ve faiz borcu
gibi gerekçelerle ticaretle uğraşan kimselerin mal varlıklarına el koymaz. Zor
durumda olan üreticiyi, esnafı daha da sıkıntıya sokacak uygulamalara hiçbir
surette izin vermez.
14- İslâm bireylerin
çalışmadan, tembellik yapmak suretiyle boş oturmalarına izin vermez. Ferde, hem
kendisinin hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlamak için
helal yollardan çalışıp, kazanmasını emreder.
15- İslâm insanların
temel ihtiyaçlarını karşılamayı garanti eder. Yani insanların sağlık, eğitim,
yeme içme ve barınma ihtiyaçlarını garantiler. İnsanların her türlü sağlık
giderleri devlet tarafından karşılanır. İçinde oturacak evi olmayana, yiyeceği
ve giyeceği bulunmayan kimsenin ihtiyacını karşılar. Çalışmak için işi olmayan
kimseye iş ayarlar.
16- İslâm’da emeklilik
diye bir kavram yoktur. Dolayısıyla kadın ya da erkek fiziki gücü yeterli
olduğu müddetçe çalışmak durumundadır. Yaşlandığında ya da fiziki imkânları
nedeniyle çalışamayacak duruma geldiğinde ise onun bakımını en yakınları
üstlenmek zorundadır. Yakınlarının olmaması durumunda ise bakımı devlet
tarafından yapılır.
17- İslâm her türlüsü
ile kumarı ve şans oyunlarını yasaklar. İnsanların çalışmadan boş oturmak ya da
şans oyunları üzerinden varlık sahibi olmalarına izin vermez. İster faizle,
ister kumarla, ister şans oyunlarıyla, ister alkol gibi uyuşturucu malların
ticaretiyle olsun hangi şekliyle olursa olsun haram yoldan elde edilen kazancı
meşru görmez ve buna el koyar.
Yukarıda ana
başlıklarıyla İslâm iktisat nizamı içerisinde üretim faaliyetleri kapsamında
yer alan işlerle ilgili yapısal düzenlemeler bunlardır. Günümüz koşullarında da
herkes tarafından bilindiği üzere üretimle ilgili tüm sektörlerde üretim ve
ticaret üzerinde etkili olan en önemli maliyet kalemleri şunlardan meydana
gelmektedir:
a- Ham madde, ara mal
gibi mal alımı giderleri
b- Faiz giderleri
c- İşçilik giderleri
d- Sigorta, vergi,
resim ve harçlar.
e- İşletme giderleri
Üretimle ilgili
maliyet kalemlerinin üretim üzerinde etkili olduğunda şüphe yoktur. Rekabetin hâkim
olduğu dünyada insanlar aradıkları ürünü daha ucuza almak isterler. Bu nedenle
üretim maliyetlerinin düşürülmesi üretimin artırılmasının önemli bir unsurdur.
Örneğin ülkemizde devlet tarafından alınan doğrudan veya dolaylı vergiler
birtakım durumlara göre değişiklik göstermekle birlikte ortalama %50
civarındadır. Üretim maliyetlerine vergiye ilave olarak sigorta ve faiz giderlerini
de ilave ettiğinizde bu maliyet %70’li rakamlara kadar çıkabilir. Üretim
maliyetlerinin artması rekabet gücünün buna bağlı olarak da üretim
kapasitesinin düşmesi anlamına gelir.
Ayrıca günümüz
koşullarında petrol, kömür, altın, bakır gibi çok farklı alanlarda özel
mülkiyete izin verilmesi nedeniyle bu türden ham maddelerin fiyatlarında
tekelleşme meydana gelmekte bunlar da üretilen malların maliyetleri üzerinde
etki meydana getirmektedir.
Herhangi bir
toplumda bireylere çalışmaları ve üretmeleri için uygun ortamlar temin edildiği
zaman insanlar bütün güçleriyle üretme faaliyetine girişirler. Devletin yapması
gereken şey ise üretim faaliyetlerinin canlı olmasını sağlayan yapısal
düzenlemeleri doğru bir şekilde uygulamaktır.
Örneğin otomotiv
sektöründe faaliyet gösteren fabrikaları ele alalım. Belli kapasitede üretim
yapabilecek büyüklükte bir otomobil fabrikası kurmak isteyen kimse parasal
gücünün yeterli olması hâlinde tek başına, yeterli olmaması hâlinde kendisine
emek ve sermaye ortakları bulmak suretiyle fabrika kurup üretime başlayabilir.
İslâm ahkâmına göre üretici vergi, faiz ve sigorta giderleri gibi maliyet
kalemleriyle karşılaşmayacağı için ürünü kapitalist ülkelerdeki maliyet
kalemlerinin çok daha altında bir maliyetle üretme imkânına ve buna bağlı
olarak da dış piyasalardaki rekabet şansını, üretim kapasitesini artırma
imkânına sahip olacaktır.
Yine İslâm ahkâmına
göre bireylerin ellerinde bulunan nakitlerle günümüzde olduğu gibi faiz geliri
elde etmeleri haram olduğu için parasını ya ihtiyaçları için harcayacak, ya bir
başkasıyla ortak ticarette değerlendirecek veya faizsiz olarak borç verecek
veya Allah için tasadduk edecektir. Dolayısıyla birey hangi şekliyle olursa
olsun elinde bulanan parayı yastık altı yapmayıp ekonomik faaliyetlere dönüştüreceği
için doğal olarak da üretime katkı sağlamış olacaktır.
Yani kişi parasıyla
ortaklık yaptığı zaman doğrudan doğruya kendisi üretim faaliyetinde bulunmuş
olur. Üzerine giyeceği elbiseden, bineceği arabaya varıncaya kadar değişik
alanlarda alışveriş yapması hâlinde ise yine dolaylı yoldan üretime katkı
sağlamış olur. Bir başkasına borç ya da sadaka verdiğinde de parayı ekonomiye
kazandırmış olacağı için üretime de katkı sağlamış olur.
Günümüzde paranın
dolaşım hızı dediğimiz olay İslâm ekonomi sisteminde en üst seviyede olduğu
için insanlar para harcarken yarın endişesini taşımazlar. Para belli kesimin
yani bankacıların elinde birikmediği için de son derece dengeli bir şekilde
iktisadi hayatta canlı bir şekilde kullanımda olur. Diğer yandan paranın
kendisi -kâğıt para şeklinde olsa dahi- altın olduğu için değer kaybı veya
enflasyon denilen şey de söz konusu olmaz.
Yukarıya kadar çok
kısa bir şekilde özetlemeye çalıştığımız hususlar İslâm iktisat sisteminde
üretim meselesi ile ilgili olarak ortaya konulan yapısal düzenlemeler
hakkındadır.
Üretim artışının
sağlanmasının teknik boyutuna gelince:
Şüphesiz ki üretim,
Allah Azze ve Celle tarafından insanın emrine amade kılınmış olan
kâinatta var olan her şeyin ya olduğu gibi ya da farklı şekillere, özelliklere,
niteliklere dönüştürülmesi suretiyle bir şeyler ortaya koymaktır. Buna göre
insan sahip olduğu tarlasına ektiği ekinden ürün almak ister. Ancak birim
alandan daha fazla ve daha kaliteli ürün elde edebilmesi için tarımsal
faaliyetlerle alakalı yapılması gerekenleri yapmak zorundadır. Bu nedenle,
tarlasını, sürmesi, tohumu zamanında ekmesi, gübrelemesi, sulaması, budama
yapması, aşılaması ya da sera altı üretim yapması gibi tarımsal üretimin
artışına katkı sağlayacak çok değişik yöntemleri ve teknikleri kullanması
gerekir. Bu nedenledir ki özellikle günümüz koşullarında genetik teknolojisi
alanında baş döndürücü çalışmalar yapılmakta ve birim alandan geçmişe oranla
kat kat fazla ürün alınması için çalışmalar ortaya konulmaktadır.
Aynı şekilde makine
sanayisi alanında da üretimi artırmanın çok değişik teknikleri üzerinde
çalışmalar ortaya konulmakta, hızlı ve kaliteli üretim bantları kurulmaktadır.
Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde tekno-kentler kurulmuş, AR-Ge çalışmalarına
devasa bütçeler ayrılmıştır. Öyle ki günümüzde sadece AR-Ge bütçesi Türkiye
bütçesinden daha büyük şirketlerin var olduğunu duyuyoruz. Hayatın her
alanında; tıpta, kimya sanayisinde, fizikte, uzay bilimlerinde, tarım alanında
vs. baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktadır.
Dolayısıyla günümüz
insanının ortaya koymuş olduğu tüm bu faaliyetler hayatın her alanında üretim
artışını gerçekleştirme çabalarını göstermektedir. Yani bu şu anlama
gelmektedir: İnsan hayatını düzenleyen kanunlar ve kaideler fıtratına uygun
olur ve gerektiği şekilde de hayatta tatbik edildiği zaman yaratılışı gereği
insan mutlaka üretecektir. Üretmek, yeni yeni ürünler ortaya koymak insanın
fıtratında var olan bir husustur. Ancak bunun doğru bir şekilde disipline
edilmesi gerekir. Çünkü Allah Azze ve Celle kâinatı üretime elverişli
özelliklerde yaratmıştır. İnsanı ise kâinatta var olan her şeyi kullanmak
suretiyle zamana bağlı olarak değişen, gelişen ve çeşitlenen ihtiyaçlarını,
isteklerini karşılama özellikleriyle yaratmıştır. Bunun yanında yeryüzünü onun
emrine verip burada gezip dolaşmasını kendisi için kullanabileceği şeyleri
bulmasını, üretip geliştirmesini, çeşitlendirip çoğaltmasını emretmiş ve şöyle
buyurmuştur:
هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ ذَلُولًا
فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِن رِّزْقِهِ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ
“Yeryüzünü, size
boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği
rızıktan yiyin; sonunda dönüş O'nadır.”[7]
Evet, Allah eşyayı
tümüyle insanlar için mubah kılmış, daha sonra bunların bir kısmını ise
yasaklamıştır. İnsan için mubah olanlar çerçevesinde onu serbestçe
kullanmasına, geliştirmesine ve farklı şekillere dönüştürmesine izin vermiştir.
Dolayısıyla teknik anlamda üretim artışını sağlayacak olan yöntemlerin,
tekniklerin geliştirilip bulunmasını insana bırakmıştır. Günümüzde ise bunların
tümünü yakinen müşahede etmekteyiz. Dolayısıyla İslâm günümüz şartlarında
dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun mal ve hizmetlerde üretim ve verimlilik
aratışını sağlayacak teknik ve teknolojilerini alınmasına -helaller ve haramlar
çerçevesinde- kesinlikle izin vermektedir.
Diğer taraftan
İslâm Devleti’nde de gerek devlet tarafından ve gerekse özel sektör tarafından
teknik anlamda üretim artışına katkı sağlayacak araştırma kuruluşlarını mutlak
surette inşa edilecektir. Üniversitelerde bu konularla ilgili son derece ciddi
araştırmaların yapılması için parasal olarak her türlü fedakârlık ortaya
konulacaktır. İslâm ümmetinin elinde olmayan teknolojilerin, üretim
tekniklerinin öğrenilmesi için gerekmesi hâlinde yurt dışına eğitim amaçlı
öğrenciler gönderilecektir. Çünkü İslâm şeriatı, İslâm ümmetinin her yönden
dünyanın diğer milletlerinden üstün ve ileride olmalarını emretmektedir.
Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’ye hicret ettikten sonra kılıç
yapımını öğrenmeleri için Sahabeleri Yemen’e göndermiştir. Bunun için bizim
burada tarımda üretim artışının nasıl sağlanacağına ait teknik konuları yazıp
dökmemiz mümkün değildir. Bu hususlarda araştırma ve inceleme yapmakla ilgili
bilim adamları ve araştırma kuruluşları bunları yapmakla yükümlüdürler. Ancak
biz burada tarımda üretim artışının en temel unsuru olan toprağın işletilmesine
ait arazi ahkâmından çok az bir kısmını zikretmekle meselenin bir miktar
anlaşılabilmesine katkıda bulunmak istedik. Aksi takdirde sayfalar hatta
ciltler dolusu kitap yazmak gerekir.
Sonuç olarak:
Medine’de İslâm Devleti’nin kurulmasından Osmanlı Hilâfet Devleti’nin
yıkılışına kadar geçen sürede İslâm Devleti’nde İslâm hükümleri tatbik edildi.
Yaklaşık on üç asır boyunca İslâm ümmeti tarımsal üretimde olduğu gibi hayatın
her alanında son derece iyi ilerlemeler kaydetmiştir. Tıpta, matematikte ve
diğer sanat alanlarında tarihe imzalarını atmışlardır. Dolayısıyla İslâm ümmeti
geçmişte değişik yönleriyle bunun örneklerini sergilemişlerdir. Allah’ın
izniyle yakın gelecekte kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti’nde de bunu daha
yakinen göreceğimizi umut ediyorum. Çünkü bu çözümler beşer aklından değil âlemlerin
yaratıcısı, her şeyi bilen Allah Azze ve Celle’den gelen çözümlerdir.
أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ
الْخَبِيرُ
“Hiç yaratan
bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”[8]
[1]
Enbiya Sûresi: 12
[2]
Rûm Sûresi: 46
[3]
Bakara Sûresi: 29
[4]
Casiye Sûresi: 13
[5]
Enbiya Sûresi: 80
[6]
Hadid Sûresi: 25
[7]
Mülk Sûresi: 15
[8]
Mülk Sûresi: 14
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış