İSLÂM'IN ÜRETİMİ ARTIRMA ÇABALARI

M. Hanefi Yağmur

Üretimi, toprağın altında ve üstünde, göklerde, denizlerin altında ve üstünde var olan nesnelerin insan fıtratında var olan ihtiyaçların karşılanmasına uygun bir hâle getirilmesi şeklinde tarif edebiliriz.

İnsan, hayat ve kâinatın mutlak yaratıcısı olan Allah insanı yaratıkların en şereflisi olarak yaratmış, onu akıl nimeti ile donatmıştır. Dünya hayatını insan için bir imtihan dünyası kıldığı gibi aynı zamanda da gökleri ve yerleri insanın emrine boyun eğer bir hâlde yaratmıştır. Bu husus ayetlerde şu şekilde vurgulanmaktadır:

اللَّـهُ الَّذِي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri, lütfedip verdiği rızkı aramanız için denizi buyruğunuz altına veren Allah'tır, belki artık şükredersiniz.”[1]

وَمِنْ آيَاتِهِ أَن يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذِيقَكُم مِّن رَّحْمَتِهِ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi, size rahmetini tattırması, buyruğu ile gemilerin yürümesi, lütfundan rızık istemeniz, O'nun varlığının belgelerindendir. Belki şükredersiniz.”[2]

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا

Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur.”[3]

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ

 “Göklerde ve yerde bulunan şeyleri size boyun eğdirdi, hepsi Allah’tandır.”[4]

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَّكُمْ 

Bir de Davud'a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik.”[5]

وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ

Bir de demiri indirdik. Onda hem çetin bir sertlik, hem de insanlar için birçok menfaatler vardır.”[6]

Kur’an’da yer alan bu ayetler ve daha birçok ayet, yeryüzünün insanın kullanımına, faydalanmasına bırakıldığını ifade etmektedir. Allah’ın insanda yaratmış olduğu içgüdüler ve uzvi ihtiyaçlar kısacası insanda var olan özellikler, insanı, kendi çıkarı için sürekli olarak bir araştırma içinde olmaya, yeni yeni şeyler icat edip üretmeye yöneltmiştir. Yeryüzüne indirildiği günden bu zamana kadar geçen süre içerisinde de insanların çok değişik niteliklerde, türlerde nesneler ürettiğine tarihi belge ve kalıntılarla şahit olmaktayız.

Örneğin insanda var olan açlık ihtiyacı sürekli bir şekilde karnını doyuracağı maddeleri arayıp bulmaya, onları üretmeye, biriktirmeye, saklamaya, çeşitlendirmeye sevk etmiştir. Yine kâinatta insan için yaratılmış olan bitkilerden, hayvanlara varıncaya kadar birçok nesne hakkında isteğini yerine getirebilmek için de kesici ve yanıcı aletler ve nesneler üretme ihtiyacını hissetmiştir. İnsan beka içgüdüsünün gereği olarak barınma, sığınma ve korunma ihtiyacını karşılayacağı ev, kılıç, kalkan gibi şeyleri icat edip üretmiştir. Kendisini soğuktan korumak için hayvan derilerini işlemeyi, yünlerden üzerine giyecek yapmayı ve üretmeyi keşfetmiş ve bu keşifleri hâlen devam etmektedir. Kısacası insanın tabiatındaki bu özellikler onu sürekli bir şekilde üretime yönlendirmiştir.

Üretmek insan fıtratının gereğidir. İnsanda bu özellikler var olduğu müddetçe de insan üretmekten, ürünlerini çeşitlendirmekten ve geliştirmekten geri durmayacaktır. Burada önemli olan birinci husus tüm türleri ve şekilleriyle üretimle alakalı hususların doğru bir şekilde düzenlenmesidir. Çünkü üretimi artırmak, çeşitlendirmek ve geliştirmek insan fıtratının doğal bir sonucudur. Bunun için bu yazımızda biz üretim artışı hususundaki teknik konulardan daha ziyade herhangi bir toplumda üretim dahil olmak üzere iktisadi hayatı düzenleyen, özellikle de üretime doğrudan ya da dolaylı olarak etki eden yapısal düzenlemeleri ana hatlarıyla ortaya koyacağız.

Ancak üretim konusu özellikle kapitalist iktisatçılar tarafından çok fazlasıyla önemsenen bir konu olmuş ve adeta iktisadi düşüncelerinin de temelini oluşturmuştur. Zira onlara göre kâinatta yaşamakta olan insan sayısı ile insanların ihtiyaçlarını karşılayacak olan mallar arasında bir yetersizlik vardır. İnsan sayısındaki artış malların miktarındaki artıştan daha fazladır. Dolayısıyla insan sürekli bir şekilde üretim içerisinde olmalıdır derler ve ekonomi politiklerini de bu esas üzerinden yürütürler.

Dolayısıyla üretim söz konusu olduğu zaman insan iki temel hususla karşılaşmaktadır. Bunlar:

1- Üretimle ilgili birinci ve en önemli husus ekonomik sistem çerçevesinde değerlendirilen ve insanları üretime sevk edecek olan yapısal düzenlemelerdir.

2- Üretimin artırılması ile ilgili teknik boyut. Yani hangi malın daha kaliteli, verimli, faydalı, daha az maliyetli ve daha çok nasıl üretilebileceğine bağlı olarak üretim artışını ilgilendiren teknik bilgiler ve becerilerdir.

Bunlardan birincisi ideolojiyle, hayata bakış açısıyla ilgili olup özeldir. Hayat nizamlarının hayata bakış açılarına göre değişiklik gösterir ve İslâm şeriatı dışından alınması caiz değildir. Örneğin kapitalist sistem “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesine göre üretim artışında sermaye sahiplerini yani kapitalistleri dikkate alır ve sistemini bunlara göre şekillendirir. Üretilen mal ve hizmetlerin dağıtımından tüm insanların adil bir şekilde faydalanmasını dikkate almaz. Dağıtımın fiyat mekanizması yoluyla sağlanacağını iddia eder. Buna göre onlar açısından toplam üretim, toplam refah, milli üretim kapasitesi ve kişi başına düşen milli gelir gibi hususlar önemlidir. Günümüz şartlarında olduğu gibi dünyanın toplam gelirinin nüfusun yüzde birinin elinde olmasını dikkate almazlar. Önemli olan üretim miktarının artırılmasıdır.

İkincisi yani üretim artışının sağlanmasındaki teknik bilgi ve beceriler ise evrensel olup belli bir ideolojiye ve hayata bakış açısına göre farklılık göstermez. Herhangi bir malın üretiminde artışı sağlayan teknoloji herkesten alınabilir ve kullanılabilir.

Buna göre İslâm'ın üretim artışının sağlanması ile ilgili hususları biz bu iki esas açısından ele alacağız. Acaba İslâm iktisat sisteminde üretim artışını sağlayacak mekanizmalar var mıdır? İslâm ekonomisi ile üretim arasında nasıl bir bağlantı vardır? İslâm ekonomik sisteminin günümüzde uygulanması hâlinde tüm insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek üretim artışı ve bunun adil bir şekilde dağıtımı gerçekleştirilebilir mi? İşte tüm bu soruların ve bunlarla ilgili daha başka hususların cevaplarını ortaya koyabilmek için öncelikli olarak İslâm ekonomik sisteminin yapısal özelliklerini ve düzenlemelerini ortaya koyacağız.

Bilindiği üzere üretimde kullanılan ve gerekli olan birtakım hususlar vardır. Bunlar:

a- Üretimde kullanılacak ham madde ve bunun türevi olan diğer maddeler

b- Üretimde kullanılacak olan işgücüne ait düzenlemeler

c- Üretimde kullanılacak olan sermaye ile ilgili düzenlemeler

Kısacası herhangi bir mal ve hizmetin üretiminde -mal ve hizmetlerin türüne ve şekline göre farklılık göstermekle birlikte- madde, işgücü ve sermaye olmazsa olmaz hususlardandır. İşte İslâm üretim meselesinde öncelikle bu hususlarda düzenlemeler ortaya koymuştur. Şimdi biz bu düzenlemeleri çok fazla detaylarına girmeden ana hatlarıyla özetlemeye çalışalım:

1- İslâm, üretime konu olan malların mülkiyeti hakkında düzenleme yaparak mülkiyeti üç ana esas üzerine oturtmuştur. İslâm'a göre üç tür mülkiyet vardır. Bunlar; özel mülkiyet, kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyeti. İslâm, petrol, kömür, bakır, demir, nehirler, denizler, göller, barajlar ve ormanlar vb. alanların özel mülkiyet veya devlet mülkiyeti olmasına izin vermemiş ve bunları kamu mülkiyeti olarak belirlemiştir. Toplumun faydasını dikkate alarak bu türden malların bireyler tarafından mülk edinilip diğer insanlar üzerinde baskı ve sömürü aracı olarak kullanılmasını engellemiştir.

2- İslâm kapitalist ülkelerde olduğu gibi sermaye birikimi ve paranın başkalarına karşı haksız bir şekilde güç olarak kullanılmasına neden olan Anonim Şirketi, borsayı ve faizli bankacılık sistemini haram kılmıştır. Paranın toplum içerisinde çok az sayıda ve sınırlı bir grubun elinde birikmesine engel olacak düzenlemeler getirmiştir. Getirmiş olduğu bu düzenlemeler ile aynı zamanda paranın tedavül hızını artırmıştır.

3- İslâm emek ortaklığının esas olduğu beş tür şirket yapısı belirlemiş ve insanların bu şirket türlerinden herhangi birisiyle emeklerini ve sermayelerini bir araya getirmek suretiyle ortak iş yapmalarına, üretim sağlamalarına imkân tanımıştır.

4- İslâm enflasyon gibi etkilere sürekli açık olan kâğıt para sistemi yerine altın ve gümüşü para standardı olarak belirlemiştir. Dolayısıyla İslâm ekonomisinde altın ve gümüş para olarak kabul edildiği için enflasyonist etkiler söz konusu değildir.

5- İslâm paranın biriktirilmesini haram kılmıştır. Fertler, hacca gitmek, ev almak, çocuklarını evlendirmek gibi ancak meşru ihtiyaçlarını temin etmek için para biriktirebilirler. İslâm'ın meşru kabul ettiği hususlar dışında paranın yastık altında saklanması haram kılınmıştır. Daima paranın ekonomik faaliyetler için kullanılabilir olmasına yönelik düzenlemeler koyulmuştur.

6- İslâm, ziraata elverişli yeni alanlar açmak, ziraî arazileri artırmak ve ölü arazileri canlandırmaya teşvik etmekle tarımsal arazilerdeki verimi artırmaya teşvik eder. Arazi hükümleri kapsamında arazinin üç yıl üst üste işlenmeden atıl bir şekilde bırakılmasını yasaklar. Buna göre herhangi bir kimse elinde bulunan bir araziyi üç yıl üst üste işlemeden boş bırakırsa devlet onun elindeki araziyi ondan alıp başkasına vermek suretiyle işletilmesini ister. Böylelikle de özellikle tarımsal üretim artışına önem vermiştir.

7- İslâm özellikle tarımsal ve hayvansal maddelerin üretiminde dışarıya muhtaç olunmamasına özen gösterir. Bu nedenle özellikle bu iki sektörde üretim aratışını sağlayacak projeleri ve uygulamaları takip ve teşvik eder. Dış piyasaları takip etmek suretiyle buralarda talebi bulunan ürünlerin üretilmesini sağlar ve çiftçileri buna yönlendirir.

8- İslâm her şekliyle sigortayı, çalışan işgücünün kazancından sigorta ve vergi kesintisi yapılmasını ve genel olarak da vergi alınmasını caiz görmez. İslâm şeriatına göre vergi, devletin asli gelir kalemi değildir. İslâm devletinin vergi dışında daha başka gelir kalemleri vardır ve genelde bunlar devlet harcamaları için yeterli olur. Vergi sadece zorunlu olan birtakım hususlar için beytü’l malda para bulunmadığı zaman sadece ihtiyaç miktarı kadar toplanabilen bir gelir kalemidir. Dolayısıyla İslâm ekonomisinde vergi, üretim maliyetleri içinde neredeyse hiçbir surette yer almaz.

9- İslâm, işçi ücretlerinin piyasa koşulları tarafından belirlenmesini şart koşar. İster devlet dairelerinde olsun isterse özel sektörde olsun ücretler kişilerin bilgi, beceri ve liyakatlarına göre bireysel sözleşmeler suretiyle belirlenir. Bu nedenle asgari ücret, sendikalaşma, toplu iş sözleşmeleri, grev ve lokavt gibi hususlara izin vermez. Her bireyin yeteneklerine, bilgi ve becerisine göre ücret almasını öngörür.

10- İslâm; faizi, stokçuluğu, gabni fahişi, sahtekârlığı yasaklar. Her türlüsü ile faizi yasaklamakla faizli borçlanmalara engel olur. Dolayısıyla üretim maliyetlerinin düşürülmesine katkı sağlamak suretiyle üretim maliyetlerinin düşmesine bağlı olarak dış piyasalarda rekabet etme gücünü ve buna bağlı olarak da üretim artışını sağlar.

11- İslâm, ithalat ve ihracat yönüyle dış ticarette vergiye cevaz vermez. Buna göre İslâm, iyi komşuluk, ticari ilişkiler, barış anlaşması gibi kendileriyle yapılan belli anlaşmalar dikkate alınarak diğer devletlerle yapılan ticarette mütekabiliyet esasına göre vergi uygulamasına gider. Yani dış ticaret yaptığımız herhangi bir ülke bizden hangi oranda gümrük vergisi alıyorsa bizler de onların mallarından aynı miktarda gümrük vergisi alırız.

12- İslâm’da devlet, ziraî faaliyette bulunamayan çiftçilere, gerekli ziraat aletlerini, tohumu ve kimyevi maddeleri satın alabilmesi ve böylece de üretim artışının sağlanabilmesi için bağış olarak gerekli miktarda para yardımı yapar. Ticari faaliyetleri ya da bir başka nedenle borçlanmış olan kimselere zekât verilecek kimseler kapsamına girmeleri hâlinde zekât fonundan yardımda bulunur.

13- İslâm ahkâmına göre vergi, sigorta ve faiz caiz olmadığı için vergi, sigorta ve faiz borcu gibi gerekçelerle ticaretle uğraşan kimselerin mal varlıklarına el koymaz. Zor durumda olan üreticiyi, esnafı daha da sıkıntıya sokacak uygulamalara hiçbir surette izin vermez.

14- İslâm bireylerin çalışmadan, tembellik yapmak suretiyle boş oturmalarına izin vermez. Ferde, hem kendisinin hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlamak için helal yollardan çalışıp, kazanmasını emreder.

15- İslâm insanların temel ihtiyaçlarını karşılamayı garanti eder. Yani insanların sağlık, eğitim, yeme içme ve barınma ihtiyaçlarını garantiler. İnsanların her türlü sağlık giderleri devlet tarafından karşılanır. İçinde oturacak evi olmayana, yiyeceği ve giyeceği bulunmayan kimsenin ihtiyacını karşılar. Çalışmak için işi olmayan kimseye iş ayarlar.

16- İslâm’da emeklilik diye bir kavram yoktur. Dolayısıyla kadın ya da erkek fiziki gücü yeterli olduğu müddetçe çalışmak durumundadır. Yaşlandığında ya da fiziki imkânları nedeniyle çalışamayacak duruma geldiğinde ise onun bakımını en yakınları üstlenmek zorundadır. Yakınlarının olmaması durumunda ise bakımı devlet tarafından yapılır.

17- İslâm her türlüsü ile kumarı ve şans oyunlarını yasaklar. İnsanların çalışmadan boş oturmak ya da şans oyunları üzerinden varlık sahibi olmalarına izin vermez. İster faizle, ister kumarla, ister şans oyunlarıyla, ister alkol gibi uyuşturucu malların ticaretiyle olsun hangi şekliyle olursa olsun haram yoldan elde edilen kazancı meşru görmez ve buna el koyar.

Yukarıda ana başlıklarıyla İslâm iktisat nizamı içerisinde üretim faaliyetleri kapsamında yer alan işlerle ilgili yapısal düzenlemeler bunlardır. Günümüz koşullarında da herkes tarafından bilindiği üzere üretimle ilgili tüm sektörlerde üretim ve ticaret üzerinde etkili olan en önemli maliyet kalemleri şunlardan meydana gelmektedir:

a- Ham madde, ara mal gibi mal alımı giderleri

b- Faiz giderleri

c- İşçilik giderleri

d- Sigorta, vergi, resim ve harçlar.

e- İşletme giderleri

Üretimle ilgili maliyet kalemlerinin üretim üzerinde etkili olduğunda şüphe yoktur. Rekabetin hâkim olduğu dünyada insanlar aradıkları ürünü daha ucuza almak isterler. Bu nedenle üretim maliyetlerinin düşürülmesi üretimin artırılmasının önemli bir unsurdur. Örneğin ülkemizde devlet tarafından alınan doğrudan veya dolaylı vergiler birtakım durumlara göre değişiklik göstermekle birlikte ortalama %50 civarındadır. Üretim maliyetlerine vergiye ilave olarak sigorta ve faiz giderlerini de ilave ettiğinizde bu maliyet %70’li rakamlara kadar çıkabilir. Üretim maliyetlerinin artması rekabet gücünün buna bağlı olarak da üretim kapasitesinin düşmesi anlamına gelir.

Ayrıca günümüz koşullarında petrol, kömür, altın, bakır gibi çok farklı alanlarda özel mülkiyete izin verilmesi nedeniyle bu türden ham maddelerin fiyatlarında tekelleşme meydana gelmekte bunlar da üretilen malların maliyetleri üzerinde etki meydana getirmektedir.

Herhangi bir toplumda bireylere çalışmaları ve üretmeleri için uygun ortamlar temin edildiği zaman insanlar bütün güçleriyle üretme faaliyetine girişirler. Devletin yapması gereken şey ise üretim faaliyetlerinin canlı olmasını sağlayan yapısal düzenlemeleri doğru bir şekilde uygulamaktır.

Örneğin otomotiv sektöründe faaliyet gösteren fabrikaları ele alalım. Belli kapasitede üretim yapabilecek büyüklükte bir otomobil fabrikası kurmak isteyen kimse parasal gücünün yeterli olması hâlinde tek başına, yeterli olmaması hâlinde kendisine emek ve sermaye ortakları bulmak suretiyle fabrika kurup üretime başlayabilir. İslâm ahkâmına göre üretici vergi, faiz ve sigorta giderleri gibi maliyet kalemleriyle karşılaşmayacağı için ürünü kapitalist ülkelerdeki maliyet kalemlerinin çok daha altında bir maliyetle üretme imkânına ve buna bağlı olarak da dış piyasalardaki rekabet şansını, üretim kapasitesini artırma imkânına sahip olacaktır.

Yine İslâm ahkâmına göre bireylerin ellerinde bulunan nakitlerle günümüzde olduğu gibi faiz geliri elde etmeleri haram olduğu için parasını ya ihtiyaçları için harcayacak, ya bir başkasıyla ortak ticarette değerlendirecek veya faizsiz olarak borç verecek veya Allah için tasadduk edecektir. Dolayısıyla birey hangi şekliyle olursa olsun elinde bulanan parayı yastık altı yapmayıp ekonomik faaliyetlere dönüştüreceği için doğal olarak da üretime katkı sağlamış olacaktır.

Yani kişi parasıyla ortaklık yaptığı zaman doğrudan doğruya kendisi üretim faaliyetinde bulunmuş olur. Üzerine giyeceği elbiseden, bineceği arabaya varıncaya kadar değişik alanlarda alışveriş yapması hâlinde ise yine dolaylı yoldan üretime katkı sağlamış olur. Bir başkasına borç ya da sadaka verdiğinde de parayı ekonomiye kazandırmış olacağı için üretime de katkı sağlamış olur.

Günümüzde paranın dolaşım hızı dediğimiz olay İslâm ekonomi sisteminde en üst seviyede olduğu için insanlar para harcarken yarın endişesini taşımazlar. Para belli kesimin yani bankacıların elinde birikmediği için de son derece dengeli bir şekilde iktisadi hayatta canlı bir şekilde kullanımda olur. Diğer yandan paranın kendisi -kâğıt para şeklinde olsa dahi- altın olduğu için değer kaybı veya enflasyon denilen şey de söz konusu olmaz.

Yukarıya kadar çok kısa bir şekilde özetlemeye çalıştığımız hususlar İslâm iktisat sisteminde üretim meselesi ile ilgili olarak ortaya konulan yapısal düzenlemeler hakkındadır.

Üretim artışının sağlanmasının teknik boyutuna gelince:

Şüphesiz ki üretim, Allah Azze ve Celle tarafından insanın emrine amade kılınmış olan kâinatta var olan her şeyin ya olduğu gibi ya da farklı şekillere, özelliklere, niteliklere dönüştürülmesi suretiyle bir şeyler ortaya koymaktır. Buna göre insan sahip olduğu tarlasına ektiği ekinden ürün almak ister. Ancak birim alandan daha fazla ve daha kaliteli ürün elde edebilmesi için tarımsal faaliyetlerle alakalı yapılması gerekenleri yapmak zorundadır. Bu nedenle, tarlasını, sürmesi, tohumu zamanında ekmesi, gübrelemesi, sulaması, budama yapması, aşılaması ya da sera altı üretim yapması gibi tarımsal üretimin artışına katkı sağlayacak çok değişik yöntemleri ve teknikleri kullanması gerekir. Bu nedenledir ki özellikle günümüz koşullarında genetik teknolojisi alanında baş döndürücü çalışmalar yapılmakta ve birim alandan geçmişe oranla kat kat fazla ürün alınması için çalışmalar ortaya konulmaktadır.

Aynı şekilde makine sanayisi alanında da üretimi artırmanın çok değişik teknikleri üzerinde çalışmalar ortaya konulmakta, hızlı ve kaliteli üretim bantları kurulmaktadır. Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde tekno-kentler kurulmuş, AR-Ge çalışmalarına devasa bütçeler ayrılmıştır. Öyle ki günümüzde sadece AR-Ge bütçesi Türkiye bütçesinden daha büyük şirketlerin var olduğunu duyuyoruz. Hayatın her alanında; tıpta, kimya sanayisinde, fizikte, uzay bilimlerinde, tarım alanında vs. baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktadır.

Dolayısıyla günümüz insanının ortaya koymuş olduğu tüm bu faaliyetler hayatın her alanında üretim artışını gerçekleştirme çabalarını göstermektedir. Yani bu şu anlama gelmektedir: İnsan hayatını düzenleyen kanunlar ve kaideler fıtratına uygun olur ve gerektiği şekilde de hayatta tatbik edildiği zaman yaratılışı gereği insan mutlaka üretecektir. Üretmek, yeni yeni ürünler ortaya koymak insanın fıtratında var olan bir husustur. Ancak bunun doğru bir şekilde disipline edilmesi gerekir. Çünkü Allah Azze ve Celle kâinatı üretime elverişli özelliklerde yaratmıştır. İnsanı ise kâinatta var olan her şeyi kullanmak suretiyle zamana bağlı olarak değişen, gelişen ve çeşitlenen ihtiyaçlarını, isteklerini karşılama özellikleriyle yaratmıştır. Bunun yanında yeryüzünü onun emrine verip burada gezip dolaşmasını kendisi için kullanabileceği şeyleri bulmasını, üretip geliştirmesini, çeşitlendirip çoğaltmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِن رِّزْقِهِ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ  

Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızıktan yiyin; sonunda dönüş O'nadır.”[7]

Evet, Allah eşyayı tümüyle insanlar için mubah kılmış, daha sonra bunların bir kısmını ise yasaklamıştır. İnsan için mubah olanlar çerçevesinde onu serbestçe kullanmasına, geliştirmesine ve farklı şekillere dönüştürmesine izin vermiştir. Dolayısıyla teknik anlamda üretim artışını sağlayacak olan yöntemlerin, tekniklerin geliştirilip bulunmasını insana bırakmıştır. Günümüzde ise bunların tümünü yakinen müşahede etmekteyiz. Dolayısıyla İslâm günümüz şartlarında dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun mal ve hizmetlerde üretim ve verimlilik aratışını sağlayacak teknik ve teknolojilerini alınmasına -helaller ve haramlar çerçevesinde- kesinlikle izin vermektedir.

Diğer taraftan İslâm Devleti’nde de gerek devlet tarafından ve gerekse özel sektör tarafından teknik anlamda üretim artışına katkı sağlayacak araştırma kuruluşlarını mutlak surette inşa edilecektir. Üniversitelerde bu konularla ilgili son derece ciddi araştırmaların yapılması için parasal olarak her türlü fedakârlık ortaya konulacaktır. İslâm ümmetinin elinde olmayan teknolojilerin, üretim tekniklerinin öğrenilmesi için gerekmesi hâlinde yurt dışına eğitim amaçlı öğrenciler gönderilecektir. Çünkü İslâm şeriatı, İslâm ümmetinin her yönden dünyanın diğer milletlerinden üstün ve ileride olmalarını emretmektedir. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’ye hicret ettikten sonra kılıç yapımını öğrenmeleri için Sahabeleri Yemen’e göndermiştir. Bunun için bizim burada tarımda üretim artışının nasıl sağlanacağına ait teknik konuları yazıp dökmemiz mümkün değildir. Bu hususlarda araştırma ve inceleme yapmakla ilgili bilim adamları ve araştırma kuruluşları bunları yapmakla yükümlüdürler. Ancak biz burada tarımda üretim artışının en temel unsuru olan toprağın işletilmesine ait arazi ahkâmından çok az bir kısmını zikretmekle meselenin bir miktar anlaşılabilmesine katkıda bulunmak istedik. Aksi takdirde sayfalar hatta ciltler dolusu kitap yazmak gerekir.

Sonuç olarak: Medine’de İslâm Devleti’nin kurulmasından Osmanlı Hilâfet Devleti’nin yıkılışına kadar geçen sürede İslâm Devleti’nde İslâm hükümleri tatbik edildi. Yaklaşık on üç asır boyunca İslâm ümmeti tarımsal üretimde olduğu gibi hayatın her alanında son derece iyi ilerlemeler kaydetmiştir. Tıpta, matematikte ve diğer sanat alanlarında tarihe imzalarını atmışlardır. Dolayısıyla İslâm ümmeti geçmişte değişik yönleriyle bunun örneklerini sergilemişlerdir. Allah’ın izniyle yakın gelecekte kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti’nde de bunu daha yakinen göreceğimizi umut ediyorum. Çünkü bu çözümler beşer aklından değil âlemlerin yaratıcısı, her şeyi bilen Allah Azze ve Celle’den gelen çözümlerdir.

أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ

Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.[8]



[1] Enbiya Sûresi: 12

[2] Rûm Sûresi: 46

[3] Bakara Sûresi: 29

[4] Casiye Sûresi: 13

[5] Enbiya Sûresi: 80

[6] Hadid Sûresi: 25

[7] Mülk Sûresi: 15

[8] Mülk Sûresi: 14


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz