Kapitalist ideoloji hiçbir zaman, milliyetçilik fikrini yok
etmeye çalışmamış; bilakis onu tanımış ve devletler arasındaki sınırları da kabul
etmiştir. Bu nedenle
kapitalist devletler, 1815 yılındaki Viyana Antlaşması da dâhil olmak üzere uluslararası anlaşmalar ile tanımlanmış sınırlar içinde ayrı devletlerdeki
halkların bağımsızlığını kabul etmektedirler.
Kapitalist devletler, ulusal ve milliyetçilik niteliğini kabul ettiler ve kapitalist ideolojiye
dayanarak bu niteliği korudular. Hepsi
kapitalizm fikrine dayandığı hâlde ve onu başkalarına taşımalarına rağmen milli ve ulusal egemenlik adına, sömürgeci çıkarlar uğruna birbirleri ile savaştılar. Kapitalist ideolojinin doğuşundan beri devletler arasında sürekli kanlı savaşlar olmuştur.
Avrupa Birliği de ulus devletlerin vakıasını zayıflatır gibi görünse de ulus
devleti ortadan kaldırmamış ve ulusal varlıklar arasında daha yakın bir işbirliği oluşturmuştur. Yine de Avrupa Birliği ulus devletlerin varlığını ortadan kaldıracak tek bir devlete
dönüşmekten çok uzaktır.
Neredeyse bünyesini yok edecek çok şiddetli kriz dönemleri ile karşı karşıya kalmış hatta bünyesindeki bir kaç devlet
parçalanmak ile yüz yüze gelmiştir. Belçika, İspanya, İngiltere ve İtalya gibi pek çok ülke ayrılık naraları
ile çalkalanmaktadır.
Kapitalist devletlerin benimsediği federal yönetim sistemi de bölünme ve parçalanmayı kolaylaştıran yardımcı etkenlerden biridir.
Özellikle de farklı milletlerden oluşan devletler her zaman bu tehlike ile karşı karşıyadır. Federal Amerika bile ayrılık ve bölünmeye yardımcı
olacak aynı faktörleri bünyesinde taşımaktadır. Bu durum 1860 yılında nüksetmiş, Kuzey ve Güney eyaletleri arasında beş yıl süren bir savaş olmuştur.
Kapitalizm fikrini benimseyenlere göre, ulus devleti ortadan
kaldırmak mümkün değildir. Kapitalist
ideoloji, halk ve milletleri tek bir potada eritmek konusunda başarısız olmuş hatta aynı devlette yaşayan farklı milletleri bile eritememiştir. Farklı milletleri bir potada
eritememe vakıası yüzünden kapitalizm fikrini benimseyenlere göre, ulus devleti
ortadan kaldırmak ile ilgili söz etmek, realiteden uzak hayali bir düşüncedir.
Her devletteki büyük sermayedarlar, o devletteki halklardan bir
parçadır. Ulus devleti desteklemek ve güçlendirmek için çalışırlar. Daha doğrusu ulus devleti doğrudan veya dolaylı olarak yönetirler. Bu
nedenle devlet kademelerinde çöreklenmiş pek çok kimsenin ya kapitalistlerden olduklarını ya onlar ile
bir ilişkilerinin olduğunu ya da büyük şirketlerin yönetimlerinde çalıştıklarını görüyoruz.
Bununla birlikte ulus devletleri aşıp evrensel otoriteye dönüştüğü iddia edilen örgütlere gelince, işin aslı böyle değildir. İddia edilenin aksine bu yapılar ulus devletlerin hizmetine,
özellikle de Amerika adına çalışan kuruluşlardır. Bunlardan
birkaçını değerlendirmeye tabi
tuttuğumuzda şunları görürüz:
1- Bilderberg kulübü, 29.5.1954 yılında
Hollanda'nın Osterbeek köyündeki Bilderberg otelinde kuruldu. İşte adını da buradan almaktadır. David
Rockefeller gibi bazı Amerikan kapitalistleri tarafından tesis edilmiştir. Amerika'nın Batı Avrupa'yı destekleme
politikasını destekleyen bazı Avrupalıların da onlara katıldığı görülmektedir. Bu kulübün ilk başkanı olarak atanan Hollanda Prensi
Bernhard, bunlar arasındadır. Kulübün yönetim kurulunda, Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Odası Başkanı John S. Coleman da vardı. Bu yapının
kuruluş amaçları arasında,
Marshall plan nedeniyle Avrupa'da ABD'ye karşı yükselen belirgin düşmanlık duygularını tedavi etmek olduğu belirtilmiştir. Nitekim İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa'ya yapılan yardımlar istismar edilerek
Marshall planı, Avrupa üzerine Washington'un hegemonya ve egemenliğini dayatmıştı. Komünistler ve ayrıca De de Gaulle’cüler de bu duyguların
tahrik edilmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Kulübün kuruluş amacı arasında, “ABD'ye yönelik belirgin düşmanlık olgusunu azaltmak için bir plan
benimsemek, Amerika ile Avrupa arasındaki bağları güçlendirmek, Doğu Bloku ve Komünizm karşısında Batı Bloku’na güç kazandırmak, Batı
hadaratını ve kapitalist ekonomik modeli korumak” olduğunu zikredilmiştir.
Kulübün toplantılarına medyacılar, fikir babaları, krallar, sağ muhafazakâr ve demokratik sol
politikacılar dâhil olmak üzere Batılı birçok lider katılıyordu. Kuruluşundan bugüne kadar yılda bir kez toplanan
bu kulüp, Amerikan yapımı, Amerikan amaçları, Amerikan yaklaşım ve yönelimi olan bir kulüptür. Ancak
filmlerden etkilenerek hayal dünyası genişleyip o kulübü dünyayı yöneten gizli bir dünya hükümeti gibi
betimleyenler de olmuştur. Nitekim bu
konuyla ilgili yazılan kitaplar pek çoktur ve bu kitapların satışı milyonları bulmuştur. Ancak siyasi düşünürler ve siyasi uyanıklığa sahip olanlar, bu kulübün özünü,
söylemlerini yazıya döken bazı Fransızlar gibi çok iyi bilirler: "Etkin
ve yetkin kişilerden
oluşan
Bilderberg kulübü, çıkarlarına teşvik etmek için NATO tarafından kullanılan sadece etkili bir
baskı aracıdır. ABD'nin nüfuzunu yaymak için çalışır."
15-18 Mayıs 2003 yılında Fransa Versay Sarayında düzenlenen bir
toplantıda bu kulüp üzerindeki Amerikan güç ve etkisi iyice gün yüzüne çıkmıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, bu toplantıya katıldığında Fransızlar ile Amerikalılar arasında
toplantıda anlaşmazlıklar olmuş; Amerikalılar Chirac’ı protesto etmişti. Çünkü o Irak saldırısına karşı çıkmıştı. Oğul Bush döneminde,
savunma bakanı Donald Rumsfeld, yardımcısı Paul Wolfowitz, savunma politikası
komitesi üyesi Richard Perle, eski Amerikan dışişleri bakanı Henry
Kissinger gibi Amerikan yönetim kadrosunun katıldığı konferansta ona hakaret edilmeye çalışıldı. Amerikan dışişleri bakanı Colin Powell ise ülkesinin politikasına destek
toplamak için Avrupa turuna çıkmıştı. Irak'ta Bechtel ve Haley Burton gibi Amerikan şirketleri tarafından imzalanan büyük sözleşmeler hakkında tartışma iyice alevlenmiş; Avrupalı bir üye o iki şirketi suçlayarak "Hangi Avrupalı şirketler böyle ballı ve yağlı sözleşmeleri alacaklar?" diye sorgulamıştır. Ayrıca Avrupa ordusunun kuruluşu konusunda da tartışma yaşanmıştı. Amerikalılar buna
itiraz miş, Avrupalılar ile
Amerikalılar arasında böyle bir ordunun kuruluşuna gerek olup olmadığı mevzusunda yoğun tartışma meydana gelmişti. Sonunda Amerika bu ordunun kuruluş fikrini suya düşürerek öneriyi boşa çıkarmıştır.
Buradan anlaşılıyor ki Bilderberg kulübü, Avrupa üzerindeki egemenlik
politikasını savunmak ve Amerikan projelerini pazarlamak için Amerika'nın
kullandığı araçlardan
biridir. Amerika, kendi politikasının onların politikası ile çatışmadığını, aksine hem onların hem de genel olarak Batı’nın yararına
olduğu ile ilgili konuda
Avrupalıları ikna etmeye çalışıyor ve aynı zamanda da o politikalar, birinci derecede
Amerikan çıkarı ve projeleri için planlanıyordu.
2- Trilateral Komisyonu, 1973 yılında
Amerikalı aydınlar, politikacılar ve akademisyenler grubu ile birlikte David
Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski tarafından kuruldu. Kurulduğu zaman kulüpte üç bölgeden ABD, Batı
Avrupa ve Japonya'dan liderler yer aldı. Amaçları "Dünyanın geri kalan
bölgelerinde ekonomik, siyasi ve egemenlik çıkarlarına hizmet edecek şekilde bu ülkeler arasındaki işbirliğini güçlendirmek, bu devletler arasında ortaya çıkan olağanüstü sorunlara çözümler geliştirmek, aralarında deneyim ve bakış açısı alışverişinde bulunmak, Doğu ve Batı arasındaki ilişkilerin gelişimini izlemek" gibi
hususlar yer alır. Avrupa ve yanı sıra Japonya üzerindeki Amerikan hegemonyasını
güvence altına almak için bu kulübün Amerikalılar tarafından kurulduğu anlaşılmaktadır.
3- Aralarında Rockefeller, Rothschild ya da
Bloomberg gibi ailelerin de sahip oldukları Batılı özel dev ticari ve finansal
kurumlar ise, ülkelerinin politikası çerçevesinde ve onlar ile koordinasyon
içinde kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışırlar. Neredeyse o politikanın hiç bir parçasında ondan
ayrılmazlar. Rockefeller'in Bilderberg ve Trilateral Komisyon kulüplerin
kurulmasındaki faaliyetinin, ABD'nin Avrupa, Japonya ve diğer devletler üzerindeki hegemonyasına
hizmet etmek için olduğu düşünülmektedir. Bu kurumlar, devletin
kendilerini koruduğunun, arkalarında
olduğunun, çıkarlarını
gerçekleştirme teminatı
verdiğinin ve çok büyük
rantlar sağladığının tamamen farkındadırlar.
Kapitalist devletler, şirketlerin yurt dışından kâr ve para getirmek için önemli bir rol oynadıklarına
inanmaktadır. Projeler ortaya koyan ve yurt içindeki işgücünü istihdam eden de yine bu şirketlerdir. Devlet, şirketleri yarı resmî hükümet kurumları
olarak kabul etmektedir. Kendi yerine vatandaşlara hizmet etmek için önemli bir rol oynadıklarını ve ülke
yararına çalıştıklarını düşünmektedir. Onları yurt dışında sömürgecilik hedeflerine ulaşmada bir araç olarak görürler. Bilindiği üzere İngiltere, Doğu Hindistan Şirketi üzerinden Hindistan'a girdi ve sonra doğrudan sömürmeye başladı. Amerikan özel dev finans kurumları
ve şirketleri de
Amerikan devleti lehine aktif rol oynarlar.
Örneğin, Amerikan finans
kurumu Goldman Sachs, Amerika yararına Avrupa Birliğine karşı belli bir rol oynamıştır. 2001 yılında Euro bölgesine girmesi için Yunanistan'ın
ekonomik durumunda sahtekârlık yapmış; bununla amacı, zayıflatmak ve çökertmek yoluyla bu bölgede
finansal ve ekonomik sorunlar meydana getirmekti. New York Times'ın bildirdiği habere göre "2001 yılında
Goldman Sachs Bankası tarafından yürütülen 15 milyar dolar tutarındaki anlaşma, Yunanistan'ın milyarlarca dolar
borcunu Avrupa Birliği Sayıştay'ından gizlemesine yardımcı oldu."[1] Bu paranın kredi değil, ticari bir anlaşma olduğu göz önüne alındığında, bu anlaşma, borç düzeyinin milli gelir düzeyini ya
da GSYH’yı aşmadığını ve enflasyonun da Avrupa tarafından
kabul edilebilir seviyeyi geçmediğini gösterdi. Amerika'nın amacı, Avrupa Birliğini zayıflatmak, parçalamak ve Euroya
darbe indirmek ki böylece dolar ile rekabet edemesin. Amerika bunu, Avrupalılar
ve ekonomileri ve tüm dünya üzerindeki Amerikan hegemonyasının devamını sağlamak için yapmaktadır. Bunun üzerine şirketler ve Amerikan özel dev finans
kurumları, ülke yararına ve Amerika devleti ile koordinasyon içinde belirli bir
rol oynamaktadırlar. Almanya bundan duyduğu endişelerini dile getirmiş, 2010 yılında Yunanistan'da mali kriz
patlak verip bölgenin uyumu, Euro ve Almanya üzerinde yansımaları olunca
Yunanistan'ı yalancılık ve sahtekârlık ile suçlamıştı.
4- Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve
Dünya Ticaret Örgütü, uluslararası kurumlar olarak kurulmuş iseler de evrensel bir hükümet gibi
davranarak, devletlere kendi iradesini dayatan bağımsız bir kurum olamamışlardır. Aksine onlarda söz ve etki sahibi Amerika'dır. Amerika
diğer ülkelere,
politikalarını dayatmak için onları istismar ediyor. Amerika, bu uluslararası
kurumlara özelleştirme yasalarını,
küreselleşme ve yanı sıra diğer ülkelere piyasa ekonomi politikasını
empoze etti ve bu kurumlar aracılığıyla dolarını dünyaya dayatmaktadır. Doları petrol, gaz, altın,
diğer madenler ve
emtia fiyatlarının takdir edildiği bir para birimi hâline getirmek istemektedir ki bunu büyük
ölçüde başarabilmiştir. Dünyanın kontrolünü eline geçirmek
amacıyla döviz işlemleri için doları
dünya parası yaptı. Böylece dolar, dünyada geçerli para oldu. Birçok devletin
para birimi dolara bağlandı ve dolar, pek
çok ülkenin parasal rezervi hâline getirildi. Bunlar, Amerikan devletinin
dünyayı kontrol etme yöntemlerinden bir kaçıdır. Bu nedenle dünyayı yöneten ve
ulus devleti ortadan kaldıran evrensel bir hükümetten bahsetmek, fantezidir. İşin doğrusu büyük devletler, özellikle de dünya siyasetinin birinci
devleti dünyayı kontrol eder ve yönetir.
Kapitalist devletler ve sermaye ilişkisini kavrayabildiğimizde taşlar yerine oturacaktır. Bu bağlamda şunları söylemek
mümkündür:
a- Kapitalist devletler, sermaye sahipleri
tarafından yönetilir. Her kapitalist devlette, sermayedarlar devleti ortadan
kaldırmaksızın kendi çıkarlarına hizmet etmeleri için yöneticileri seçerler.
Sermayedarlar, kendi çıkarlarını korusun ve kârlarını artırmak için dünyanın
geri kalan devletlerini kontrol etsin diye kendi devletlerini korumaya alırlar.
Devletleri ne kadar güçlü olursa, ticaretleri de o kadar büyük olur ve kârları
da o kadar muazzam olur. Ama bir şirket ya da finansal kurum, bir devlet olamaz; çünkü amacı, kâr
elde etmektir. İnsanlar da onu devlet
kabul etmezler. Şirketler devlet
organlarını oluşturamaz, yürütemez,
insanların işlerini güdemezler.
Kapitalist devletler, özelleştirme politikalarına başladıklarında elektrik, telefon, şehirlerarası raylı sistemler ve otoyollar gibi halka hizmet
eden ve halkın yararına çalışan devlet kurumlarını şirketlere sattılar. Bu tür hizmetleri satın alan bu şirketlerin, yürütme mekanizmasına yani
devlete ihtiyaçları vardır. İnsanlar tarafından borçlar ödenmediğinde ya da bazıları ödemeyi
reddettiklerinde, şirketler emniyete
ve devletin yargısına başvururlar. İnsanlar, şirket kurumlarına saldırdıklarında veya "Wall Street'i
işgal
et" kampanyasında olduğu gibi onları protesto ettiklerinde,
kendilerini koruması için devlete sığınırlar. İşlerini
yapabilmeleri ve projelerini yürütebilmeleri için mevzuata ihtiyaçları vardır.
Amerika'da, ardından da Avrupa'da finansal kriz patlak verdiğinde, şirketler ve finansal kurumlar, vergiler yoluyla halktan
toplanan paraları sözde para pompalamak adı altında değersiz ya da düşük hisselerini satın alarak kendilerini
kurtarması için devlete başvurdular. Bu nedenle şirketler ve finans kurumları, teorik olarak kuvvetler ayrılığını benimseyen kapitalist devletlerde ne
yürütme ne yasama ne de yargı yetkilerine sahip değildirler. Şirketler sadece kendilerini korumak, yurtiçinde ve yurtdışında projelerini gerçekleştirmek, haklarını elde etmek, rant sağlamak ve krizler olduğunda kurtarılmak için bu makamlara etki
etmeye çalışırlar.
b- Bütün kurumların çalışmaları, ait oldukları ulus devletlere
hizmet etmek amacından dışarı çıkmaz. Ahlaki
veya insani olarak alçakça bir iş olsa bile herhangi bir işi yapmaktan bu anlamda kaçınmazlar. ABD’deki casusluk
skandalının ortaya çıkardıkları bunu kanıtlar. Amerika, diğer ülkeleri özellikle de müttefiki Avrupa
ülkelerini, yöneticileri, elçilikleri, şirketleri ve vatandaşları istihbarat servisine ait özel
elektronik cihazlar kullanarak dinledi. Google ve Yahoo gibi elektronik web
sitelerini kontrol eden şirketlerin de bunda
payı vardır. Bu skandal, kapitalist devletler arasında ulusal egemenlik
üzerinde çatışma gerçeğini ortaya koymaktadır. Amerika,
Londra'daki bir basın toplantısında dışişleri bakanı John
Kerry'nin ağzından yapılanları
itiraf etti. Kerry, "Ulusal Güvenlik Ajansı’nın, bazı durumlarda kabul
edilebilir sınırları aştığını."[2]
söyledi. Sonra "Bu dinleme işlemlerinin, terörist saldırıları önlediğini." iddia etti. Oysa Alman Şansölyesi Merkel gibi Avrupalı liderleri dinledikleri bilinmektedir.
On yıl boyunca onun cep telefonunu dinlemişler. Amerika’nın tüm bunları ulusal egemenliği ve dünyadaki çıkarlarını korumak,
Amerikan hegemonyasından kurtulmak isteyen Avrupa ülkelerinin bütün hareketini
izlemek, kendisi ile rekabet edecek
uluslararası bir konuma sahip herhangi bir gücün ortaya çıkmasını ya da bu
hegemonyanın tehlikeye düşmesini önlemek için
yaptığı gün ışığı kadar açıktır.
Tüm Amerikan şirketleri, ulus devlete, Amerikan kültürüne ve değerlerine hizmet vermektedir. Üç yıl önce Çin ile ABD şirketi Google arasında anlaşmazlık patlak verdiğinde, bu açıkça gün yüzüne çıkmıştır. Çin haber ajansı Xinhua 23.3.2010
yılında "Ne yazık ki Google sadece Çin'de ticari faaliyetlerini genişletmek için çalışmıyor, aksine Amerikan kültürüne, değerlerine ve fikirlerine teşvik etmek için çalışıyor." dedi. Hatta Amerika, kapitalist ideolojiyi paylaştığı Avrupa'da bile kendine özgü fikirlerini, kültür ve değerlerini pazarlamaktadır. Bundan amacı,
Avrupa'da Amerikan hegemonyasını güvence altına almak için Amerikalıya ve
Amerikan devletine saygı ve takdir toplamaktır.
Buradan açığa çıkıyor ki kapitalist ideolojiye dayalı ulus devletlerin
varlığını ortadan
kaldıran evrensel otoriteye sahip sözde gizli yapıların varlığından bahsedemeyiz. Bilderberg kulübü ve
Trilateral Komisyon, dünya üzerinde ülkelerinin hegemonyasının sürekliliğini sağlamak amacıyla Amerikalılar tarafından kurulmuş kulüplerdir. Finansal, elektronik ve
gayrimenkul, askerî ve diğer büyük sanayiye
dayalı şirketler, büyük iş adamları, kambiyocular ve borsalardaki
spekülatörler gibi Amerika'daki tüm büyük şirketler, ülke yararına çalışırlar. Aynı zamanda yurtiçindeki ve dışındaki mali kazançlarını korumak, artırmak
ve genişletmek için
ülkelerindeki yetkilileri etki altına almak için uğraşırlar.
Bu yapılar diğer devletlere karşı kendi ülkelerinin politikasına hizmet etmek ve bu ülkeler
üzerindeki nüfuzunu güvence altına almak için yurtdışında önemli bir rol oynarlar. Bunun yanı
sıra Amerika, her ülkede askerî üsler kurarak ve her ülke ile stratejik
ittifaklar oluşturarak askerî
hegemonyasının devam etmesi için gayret gösterir. Politikasını uygulamak için
NATO'yu kullanır ve kendi önderliğinde onu güçlendirmek için çabalar. Avrupa Amerika’nın liderliği altından çıkıp gitmesin diye bir Avrupa
ordusunun kurulmasını engelledi. Amerika, müttefikleri bile olsa hareketlerini
izlemek için başkalarına karşı casusluk yapar; doların küresel para
birimi kalmasını sağlayarak ekonomik ve
finansal hegemonyasının devam etmesine yönelik çalışma yapar; Dünya Bankası, Uluslararası Para
Fonu ve Dünya Ticaret Örgütü gibi küresel finansal ve ticari kuruluşlar üzerindeki hâkimiyetinin süreklilik
arz etmesi için çaba sarf eder. Birleşmiş Milletler,
özellikle de Güvenlik Konseyi üzerinde hâkimiyet kurarak siyasi hegemonyasının
devam etmesi için çaba sarf eder. Ajanlar kazanarak ve başka ülkelerdeki yönetim sistemlerini kendisine
bağlayarak o devletler
üzerinde kontrolünün sürmesi için uğraşır.
Tüm bunlar, Amerikan devletini, ulusal özelliğini ve dünyada birinci devlet olarak
küresel merkezini koruma odaklıdır. Bu nedenle nüfuz bölgelerinde ve
sömürgecilikte yerlerine geçmek için İngiltere ve Fransa gibi kardeş sömürgeci kapitalist devletler ile çatışmaya girmiştir. Bu konuda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. Tek başına efendi olarak kalmak, dünyada ilk ve son sözü söyleyen
olmak, Batı dünyası ve kapitalist düşünce sahiplerine önderlik etmek ve korumak amacıyla o
devletleri uluslararası konumdan alaşağı etmek için çalışmış; başka bir fikir taşıyıp da onu kendi fikri yerine koymaya
çalışan ya da o fikre
dayalı ne kadar küçük olursa olsun herhangi bir devlet kurmak isteyen herkese de
savaş açmıştır.
Bu yüzden Hilâfet Devleti kurmak çağrısına asla tahammül edemez. Amerika'daki
araştırma merkezleri,
strateji enstitüleri ilk günden itibaren
ve Hilâfet’in kuruluşu öncesinde onu
kurma çalışmalarını hatta bu
konudaki tüm fikirleri boşa çıkarmak için araştırmalar ve planlar hazırlamaktadırlar.
Ancak bunlar er ya da geç Hilâfet’in Amerikan hegemonyasına
kısmi zarar veren mevcut kapitalist devletler gibi olmadığını fark edeceklerdir. Amerika, Allah'ın
izniyle Hilâfet ile karşılaştığı gün hüsrana uğrayacaktır.
وَاللَّهُ
غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ "Allah,
işinde
galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler."[3]
[1]
[el Cezire Belgesel ve Wall Street, 14.2.2010 Avrupa'daki Mali Kriz]
[2]
01.11.2013 BBC
[3]
Yusuf Suresi 21
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış