Arakanlı
Müslümanların Burma’da maruz kaldığı zulmün başlangıç tarihi yeni değildir.
Özellikle 1948’de sözde bağımsızlığın ilan edildiği ülkede, Müslümanlar baskı
ve zulüm altında yaşam savaşı vermektedirler. Burma’nın (Myanmar) nüfusu 50
milyon küsura ulaşmış olup bu rakamın yaklaşık %20’si Müslümanlardan
oluşmaktadır ki bunlar da başkent Rangoon’da, Mandalay şehrinde ve Arakan
bölgesinde yoğunlaşmışlardır. 2014 yılında yapılan ama iki yıl sonra açıklanan,
Müslümanların dâhil edilmediği nüfus sayım sonuçlarına göre, Burma’nın yüzde
89,8’ini Budistler, 6,3’ünü Hristiyanlar, 0,5’ini Hindular, 0,8’ini Animistler,
0,3’ünü de diğer gruplar oluşturuyor. Resmî açıklamalarda Müslüman nüfus oranı
yüzde 2,3 olarak, olduğundan çok daha az gösterilmiştir.
Bazı tarihî kaynaklar,
1867 yılında Batı Burma’da Müslüman sayısını 58.255 olarak belirtilmiş olup, bu
sayı 1911’de 178.647’ye yükselmiştir. Ülkedeki etnik gruplardan en önemlileri;
Burmalılar, Karenler, Şanlar, Şinler, Kaşınlar ve Kayahlardır. Bunlardan başka
Bangladeş, Hindistan ve Çin’den gelen göçmenler de vardır. Burma’nın yüzölçümü
676.577 km2 olup Arakan eyaletinin yüzölçümü ise, 36.778 km²’dir.
Yeraltı
Zenginlikleri
Son yıllarda Arakan
bölgesinde bulunan rezerv değeri yüksek doğalgaz ve petrolün yanı sıra, kalay,
çinko, kurşun, tungsten, altın, gümüş, bakır ve yemiştaşı gibi maden kaynakları
vardır. Madenler bol olmasına rağmen işlenememektedir. Çin ve ona rakip ABD,
çıkarılabilen değerli taşların yanı sıra, bölgedeki doğalgaz ve petrolü
Bangladeş üzerinden kendi pazarlarına aktarmayı hedefliyorlar. Hatta ABD, yakın
zamanda donanmasının önemli bir bölümünü bu bölgede konuşlandırmak suretiyle,
bölge üzerinde benzer hedefleri olan Çin ve Hindistan’ı kontrol altına almayı
amaçlamaktadır.
İslâm’ın Bölgeye
Girişi
Tarihçiler,
İslâm’ın bu ülkeye yüzyıllar boyunca dünyanın en büyük devleti olan İslâmi
Hilâfet Devleti’nin Halife Harun Raşid döneminde yani M. 788 yılında girdiğini
ve İslâm’ın azametini, sıhhatini ve adaletini gördüklerinde de onun Burma’nın
dört bir tarafına yayıldığını söylemektedirler. Nitekim Müslümanlar, üç buçuk
asırdan fazla (M. 1430 ile 1784 yılları arasında) Arakan bölgesine hâkim
olmuşlar, bu tarihten sonra kâfirler bölge üzerine üşüşmüşler ve Budistler
burayı işgal etmişlerdir. Bölgede fitne ve fesadı yaymışlar, özellikle âlimler
ve bilim adamları olmak üzere Müslümanları katledip servetlerini
yağmalamışlardır. Hatta mescit ve medrese gibi İslâmi yapılar da onların bu
saldırılarından nasibini almıştır. Tüm bunları İslâm’a ve Müslümanlara olan
kinlerinden ve cehaletleri olan Budizm taassupçuluğundan dolayı yapmışlardır.
Bölgede İngiltere
ile Fransa arasındaki rekabetin yanı sıra sömürgeci bir paylaşım söz konusudur.
İngilizler, 1824 yılında Burma’yı işgal ederek, Fransızlar ise komşu Laos’u
işgal ederek sömürgelerini dayatmışlardır. Burma, Japonya’nın İkinci Dünya
Savaşı’ndaki hezimetine kadar İngiltere ile Japonya arasındaki çatışma
hatlarından biri olmuştur.
Arakanlı
Müslümanlara yönelik 1938’de gerçekleştirilen katliamda binlerce Müslüman
öldürülmüş, 500.000’den fazla Müslüman bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
Budistler, 1942 yılında Müslümanlara yeniden saldırarak köydeki kadınlara
tecavüz ettikten sonra onları vahşice öldürmüş, erkek ve çocukları kılıç ve
mızraklarla katletmişlerdir. Saldırıda yaklaşık 150.000 Müslüman katledilmiş
olup bunların yanı sıra yüz binlercesi de ülke dışına sürgün edilmişlerdir.
İngiltere, 1948 yılında Burma’ya şekli bir bağımsızlık sağlamıştır. 1962
yılında General Ne Win’in liderliğinde askerî bir darbe gerçekleştirerek,
“Devlet Hukuku ve Nizamı Yenileme Konseyi” adı altında askerî konsey tesis
edilmiştir.
Askerî darbenin
ardından Müslümanların, Budist askerî yönetimi tarafından zulümlere maruz
kalmasının yanı sıra bu yönetim, 300.000’den fazla Müslümanı da Bangladeş’e
sürgün etmiştir. Ayrıca yarım milyon Müslüman da 1978 yılında ülke dışına
kovulmuş, yaşlı, kadın ve çocuk olmak üzere onlardan 40 binden fazlası
kendilerine dayatılan ağır şartlar nedeniyle ölmüşlerdir. Burma, 1989 yılında
“İngiliz-Burma” olan adını “Myanmar” olarak değiştirmiştir. Dolayısıyla ortada
bu ikinci adı tanıyan ülkeler olduğu gibi onu tanımayıp birinci ismi kullanan
ülkeler de bulunmaktadır. İhtilalci General, 1988 yılına kadar ülkeye doğrudan
hükmetmiş, Konsey 1997 yılına kadar kalmış ve Ne Win’in ülke üzerindeki
hâkimiyeti de devam etmiştir. İngilizler bazı zaman doğrudan, bazı zaman da
Hindistan yoluyla onları desteklemiştir.
Nitekim 2010
yılında seçimler yapılmış ve seçimlerde sandalyelerin yaklaşık %80’ini alan bir
asker partisi olan Dayanışma ve Birliği Geliştirme Partisi kazanmıştır. Böylece
Askerî Konsey çözülmüş, yönetimi de başta emekli General Tein Sein olmak üzere
emekli generallerden ibaret olan sivillere teslim etmiştir. Fakat anayasa
gereğince, parlamentodaki sandalyelerin dörtte birinin seçilmiş değil, atanmış
askerlerden olması gerekmektedir. Sonuç olarak; doğrudan askerî giyimli
generallerin hâkim olmasının yanı sıra şu anda sivil giyimli emekli
generallerin hâkim olduğu Burma rejimi, hala İngiliz yanlısıdır.
Planlı biçimde soykırıma
ve katliama maruz kalan Arakanlı Müslümanlar, pek çok temel insan hakkından
mahrumdurlar. Haziran 2012’de Taungop kasabasında otobüsle seyahat eden 10
Müslümanın Budistlerce linç edilmesi üzerine başlayan şiddet olayları tüm
Arakan’a yayılmış durumda. Yüzlerce Müslüman bu saldırıyı protesto etmek için
Maungdav şehrindeki Merkez Camii’nde toplanmış, bu hareketi kendi varlıklarına
tehdit olarak kabul eden Budistler ve Burma polisi, burada Müslümanlara
saldırmış ve çıkan çatışmada çok sayıda kişi yaralanmış ve şehit edilmiştir.
Tüm bu yaşananlara
rağmen, zulüm ve baskı altında yaşayan Arakanlı Müslümanlar, Burma hükümeti
tarafından “terörist” ilan edildi. Arakanlı Müslümanların evleri yakıldı,
yıkıldı, köylerini terk etmeye zorlandılar. Hatta bölgede sokağa çıkma yasağı
sürerken güvenlik güçleri ve Budist gruplar köy köy dolaşıp Müslümanların
evlerini ateşe vermekte, yanan evlerden çıkanlara sokağa çıkma yasağını ihlal
ettikleri gerekçesiyle güvenlik güçleri tarafından ateş açılmaktadır. Çok
sayıda Arakanlı’nın evlerinde diri diri yakıldığı olaylarda cesetler
kamyonlarla taşındı. Zulüm dalgasından kaçanların anlattıkları ise katliamın
vahametini ve derecesini apaçık ortaya koyuyordu: “Gözü kapalı erkekler,
aile bireylerinin gözü önünde katlediliyor. Küçük çocuklar, hatta yeni doğan
bebekler bile tekmelenip ya da kesilip göle atılıyor.” La havle ve la
kuvvete illa Billah!
Arakan’da 8-19
Haziran 2016 tarihleri arasında 60 Müslüman kadın, katil Burma askerleri ile
pala, kılıç ve silahlı Budist çeteler tarafından tecavüze uğradı. Köylülerden
biri olayı şöyle anlatıyor: “Köylere giren güvenlik ekipleri, köyün
erkeklerini bir meydanda toplayarak onlarla gelecekteki durumları hakkında bir
toplantı yapacaklarını söylediler. Evlerden çıkıp köyün dışında bir alanda
toplanan erkekler, orada bir grup tarafından oyalanırken diğer bir grup polis
ve Budist çeteler köye girerek onlarca kadına tecavüz ettiler.”
Bugün Arakan’da
çatışmalar sebebiyle yerlerinden olan binlerce çocuk, genç, yaşlı kadın ve
erkek, zor yaşam koşulları altında hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Yaklaşık 7
bin 600 kadın ve genç kız şiddet ve cinsel istismar tehdidi altında yaşıyor.
Rohingya, Maungdaw ve Buthidaung vilayetlerinde kadınlar, genç kızlar ve
çocukların sağlıktan temel eğitime, sosyal hayatta olması gereken birçok
hakları planlı bir şekilde yok edilmektedir. Bölgede Müslümanlara Burma Hükümet
tarafından kimlik kartı bile verilmiyor. Açık alanlar, pirinç tarlaları
katledilen Arakanlı Müslümanların cesetleriyle dolu. Kaçarken yakalayamadıklarını
helikopterlerden açtıkları ateşle öldürüyorlar. Arakanlı kadın ve çocukların
dayanılmaz acıları, akla hayale gelmeyecek şekilde devam ediyor. Arakanlı
Müslümanlara insani yardım götüren bir görevli yaşanan vahşeti, “Yöneticiler
utanmalı, ordularınız ne işe yarıyor? Askerleriniz ve tanklarınız ne işe
yarıyor? Kız kardeşleriniz tecavüze uğruyor, sizde hayâ kalmadı mı?”
diyerek gözyaşları eşliğinde anlatıyordu.
Bangladeş, Malezya,
Endonezya gibi Burma’ya komşu ülkeler dâhil, İslâm dünyasını temsil eden ülke
yöneticileri ölüm sessizliğine bürünmeye devam ediyor. Kısaca; zulmün her
türlüsüne şahit olan Arakanlı Müslümanların yaşadıklarına dünya sessiz… Peki,
bu ateşi kim söndürecek? Yaşanan bunca zulmü kim durduracak? İşgal altındaki
bölgelerin ivedi ihtiyacı, şüphesiz ki yiyecek değil, kendilerini kâfirlerin
silah ve bombalarından kurtaracak ordular ve orduları harekete geçirecek
liderler!
Arakan
Müslümanlarının çaresizliği ve sefaleti bize İslâm dünyası için “kalkan” olan
ve 1924 yılında yıkılan Osmanlı Hilâfet Devleti sonrası Müslümanların kanının
nasıl da ucuz olduğunu göstermiştir. Üzerimize dayatılan melun laik rejimlerin
ulus-devlet modelleri, Müslümanları dar bölgelere hapsetmiş, dolayısıyla
kanların akıtıldığı, hurumatların çiğnendiği diğer beldelerde olduğu gibi
Arakan’ın bu sefil durumu karşısında da gözler kör, kulaklar sağır kesilmiştir.
Tekrar görülmüştür ki, Halife Harun Raşid’in döneminden bu yana üç buçuk
asırdan fazladır gölgelendikleri Hilâfet geri gelmedikçe Burma’daki
Müslümanların güvenliğini kimse geri getiremeyecektir...
Şimdi zulümlerin
yaşandığı bir başka beldeye, Doğu Türkistan’a geçelim…
Doğu Türkistan…
Başı dik gözü yaşlı Müslümanların diyarı!
1949 yılında Çin
işgaline uğrayan Doğu Türkistan, 68 yıllık esaretin en zor ve sancılı günlerini
yaşıyor. Tam bir polis devleti baskısını yaşayan Uygur halkı birçok yasağın
peşi sıra gündelik hayatları içerisinde sürekli gözetleniyor. 2 senedir devam
eden olağanüstü sert uygulamalar ve “Bir Kuşak Bir Yol” (İpek Yolu) projesi
kapsamında alınan güvenlik önlemleri ile Doğu Türkistan adeta bir polis devleti
denetiminden geçiyor. Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Müslümanları gündelik
hayatları içerisinde şehrin en ücra köşesine dahi yerleştirilmiş kameralarla
izleniyor. Mahalleler arası kontrollü geçiş noktaları, barikatlar, araç ve
kişilerin güvenlik taramalarından geçirilmesi ile denetim ve gözetim had
safhaya ulaşmış durumda.
Türkistan
coğrafyası uzun yıllar Rusya, İngiltere ve Çin’in bölgedeki hâkimiyet
mücadelesine sahne olmuştur. Son yarım asırlık dönemde mücadeleye ABD de
katıldı. Doğu Türkistan ise bir taraftan Rusya diğer taraftan Çin’in kıskacı
arasında sıkışarak hayat mücadelesi vermeye çalışmaktadır. Doğu Türkistan’ın
yüzölçümü 1.828.418 km2’dir. Tibet,
İç Moğolistan ve Mançurya gibi Kızıl Çin müstemlekeleri dâhil, bütün Çin
topraklarının beşte birini teşkil etmektedir. Resmî rakamlara göre Doğu
Türkistan’ın nüfusu 7.064.826’dır. Verilen resmî rakamlara şüphe ile
bakılmaktadır. Bazı araştırmalara göre,
Çin’deki Müslümanların toplam sayısı 115 milyon olup Doğu Türkistan’daki
Müslümanların sayısı 10 milyona yaklaşmıştır. Fakat bölgeden gelen haberlerde
Doğu Türkistan’da 40 milyona yakın Müslüman’ın yaşadığı bilgisi verilmektedir.
Bu nüfusun %80’i Uygurlar, %10’u Kazak, Tacik, Özbek, Tatar ve %5’i Han Hui
yani Çinli Müslümanlardan müteşekkildir.
Çin yönetimi, bir
taraftan Han milliyetine mensup Çinlileri Doğu Türkistan topraklarına
yerleştirirken, diğer taraftan Müslümanların nüfus oranını düşürmek amacı ile
Müslüman ailelerde çocuk sayısını sınırlandırma, ebeveyni zorla kısırlaştırma,
zorunlu kürtaj ve doğum kontrolü metotlarına başvurmaktadır. Sonradan getirilen
Çinli göçmenler verimli bölgelere yerleştirilmekte ve bu bölgelere her türlü
hizmet götürülmektedir. Başkent Urumçi’den Karamay’a kadar olan topraklarda beş
milyondan fazla Çinli göçmen yaşamakta ve Doğu Türkistan’daki fabrikaların
%95’i bu topraklarda bulunmaktadır. Oysa Müslüman Uygurların yaşadığı tarihi
Kaşgar, Hoten, Artuş, Aksu, Turfan, Kumul, Altay, Çöcek vilayetlerine hiçbir
hizmet götürülmemekte, buralarda hiçbir üretim yapılmamaktadır. Çin, Doğu
Türkistan’da yaşayan Müslüman nüfusu uluslararası kamuoyuna olduğundan kat kat
az göstermekte olup aynı zamanda onların yoksul ve cahil kalması için
çalışmaktadır.
Çin ile bölgede yaşayan
Doğu Türkistanlı Müslümanlar arasındaki çatışma yeni değildir. Doğu Türkistan
halkının 1863’te merkezi Kaşgar olan bir devlet kurmayı başarmaları, Halife
Abdülaziz’den istedikleri yardımı almaları ve yine en büyük desteği de Halife
II. Abdulhamid’den görmelerine rağmen kurulan bu devlet çok uzun ömürlü olmamış
ve yıkılmıştır. Bu tarihten sonra ise Doğu Türkistan halkı, Çin katliamlarına
sıkça maruz kalmıştır.
Mao Zedong
liderliğindeki komünist yönetim, 1949 yılında Doğu Türkistan’ı işgal etti. İşgalden
bu yana başlayan çatışmalarda bir milyondan fazla Uygur Müslümanı katledildi.
Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı lağvedilerek Çin Cumhuriyeti’ne ilhak edildi.
Müslümanlar, Çin’in iç bölgelerine sürgün edildiler. Ancak hırçın ve güçlü
Uygur Müslümanları asla Çinlilere boyun eğmediler. 1933 ve 1944 yıllarında
Çin’e karşı kıyama kalkan Uygurlar, 2009 yılında olduğu gibi bölgede Çin
işgaline karşı birçok intifada gerçekleştirdiler.
Çin tarafından
Uygurlu Müslümanlara yönelik sergilenen şiddetli düşmanlığın başlıca nedeni
İslâm’dır. Çin’in İslâm’a kin kusmasının odak noktasını ise camiler
oluşturmaktadır. 1949 yılında neredeyse 25 bin camiyi yerle bir eden Çin
yönetimi, bu geniş bölgede geriye sadece yaklaşık 500 cami bırakmıştır. Bugün
Çin, komünist “ekonomi” anlayışından bir nebze olsun uzaklaşsa da, özellikle
gençlerdeki dindarlık tezahürlerinin peşine düşmekten vazgeçmemektedir. Tezahür
avcılığı Çin’in bu bölgede uyguladığı tek gerçek politikadır.
Çin’in en batı
noktasını oluşturan bu topraklar, Soğuk Savaş Dönemi’nde Çin tarafından, Sovyet
tehdidine karşı tampon bölge olarak kullanılmıştır. Bu yönüyle Çin’in söz
konusu topraklar için atacağı her türlü adım, hem kendisinin hem de bölge
ülkelerinin güvenliğini ve istikrarını doğrudan ilgilendirmektedir. Zengin
petrol yataklarına sahip ve son dönemlerde Çin-Rusya enerji yakınlaşmasının
kesiştiği bölge olması hasebiyle bölgenin önemi daha da artmıştır. Dolayısıyla
Çin’in Doğu Türkistan’a olan ilgisini sırf jeo-stratejik kaygılarla açıklamak
mümkün değildir.
Yeraltı
Zenginlikleri
Sincan Uygur Özerk
Bölgesi, özellikle doğal kaynaklar yönünden zengin bir bölgedir. “21.
Yüzyıl’ın Kuveyti” olarak da anılan Doğu Türkistan, petrol, doğalgaz,
uranyum, kömür, altın ve gümüş madenlerinin bolluğu ile dikkat çekmektedir ve bu
yönü ile Çin’in en önemli hammadde kaynaklarından biridir. Jeologların şu ana
kadar yaptıkları araştırmalar sonucu 300 milyon ton petrol ve 220 milyar
metreküp doğalgaz kapasitesi olan 13 yatak ortaya çıkarılmıştır. Zengin
doğalgaz, kömür ve bakır yatakları da bu bölgeyi Çin ekonomisi için vazgeçilmez
kılmaktadır. Çin topraklarında çıkarılan 148 çeşit madenin 118 çeşidi Doğu
Türkistan topraklarında yer almaktadır. Bu da Çin’in toplam maden ocaklarının
%85’ini oluşturur. Çin’in toplam kömür rezervinin yarısını oluşturan Doğu
Türkistan kömür madenlerinin rezervi 2 trilyon ton olarak hesaplanmaktadır.
Doğu Türkistan’daki bakır madenleri, Çin’in gözünde Doğu Türkistan’ı daha da
değerli hale getirmektedir.
Tüm bu madenlerin
yanı sıra Doğu Türkistan’ın Çin’in en büyük pamuk üretim merkezlerinden biri
olması bölgenin Çin için taşıdığı önemin bir diğer nedenidir. Çin tekstilinin
hammaddesini oluşturan pamuk üretimini Müslüman Uygur halkına emanet etmek
istemeyen Çin yönetimi, Doğu Türkistan’ı denetim altında tutabilmek için
sürekli yeni stratejiler geliştirmektedir. Çin işgal yönetiminin amacı, Doğu
Türkistan’ın gelişmesini sağlamak değil, Çin ekonomisinin temel taşlarından
biri olan bu bölgeyi tam anlamı ile Pekin’e bağlı hale getirmektir.
Çin, sömürgeci
anlayışı gereği petrol kaynakları nedeniyle bölgeyi Müslüman Uygurlardan
boşaltıp Han soyundan ırkçı Çinlilerin bölgeye yerleşmesine ön ayak oldu.
Özellikle Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı güney bölgesi ile Han soyundan
ırkçı Çinlilerin az ya da hiç olmadığı kırsal bölgeler, aşırı yoksulluktan
mustariptir.
“Terörle Mücadele”
Bahane Edilerek Şiddet Uygulanıyor
Buna rağmen
özellikle kırsal alandaki Doğu Türkistan Müslümanlarının İslâmi yaşam talepleri
canlanmaya devam etmektedir. Bölgede zaman zaman huzursuzluklar baş göstermiş;
patlamalar, devlet karşıtı şiddet eylemleri ve Çin’den bağımsızlık eğilimi
nedeniyle ortaya çıkan istikrarsızlık, Doğu Türkistan’ı ayrıcalıklı bölge
haline getirmiştir. Buna göre Çin devletinin yumuşak karnı, dışarısı değil
içerisi olmuştur. Buna karşılık Çin yönetimi, Uygurlu Müslümanların
yaşamlarının ayrıntılarını yakından izlemektedir. Kaba kuvvetle bölgeye
dayatılan karanlıklarda işlenen idam ve tutuklamaların medya tarafından
yayınlanması yasaktır. İşkence, katliam ve tecavüzler gözlerden uzak
tutulmaktadır. Zulüm yüzünden Çin’den kaçıp yurtdışında Uygurlu Müslümanların
sesi haline gelen şahsiyetler cezalandırılmakta, sözde “terör” bahanesiyle
özellikle Orta Asya, Mısır ve Pakistan’daki uluslararası güvenlik kurumları
yoluyla birçok Uygurlu Müslüman tutuklanmaktadır. Yine Türkiye’nin Rusya ve Çin
ile yaptığı güvenlik anlaşmaları neticesinde Türkiye’ye sığınan birçok
Türkistanlı muhacir tutuklanarak Özbekistan, Kırgızistan veya Çin’e iade
edilmekte, yıllarca kalacakları cezaevlerine ya da ölüme gönderilmektedir.
İslâm’a Karşı
Düşmanlık Had Safhada
Tüm bunlar,
Türkistanlı Müslümanların kalbinde capcanlı, dipdiri olan İslâm’a olan kinin
bir tezahürüdür. İşte bu dirilik, Çin zorbalarının kalbine korku salmıştır. Çin
Din İşleri İdaresi Genel Müdürü WangXuan, Çin İslâm Birliği Ulusal
Konferansı’nda yaptığı konuşmada; “Aşırılık ideolojisi, şuan ‘iç bölgelere’
doğru sızmaktadır” derken, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ise Çin
Müslümanlarına yasadışı dinî sızmalara karşı direniş çağrısında bulundu ve Çin
polis ve askerleri, bu bölgeye zalimce baskınlar düzenledi.
Bölgede binlerce
cami inşa eden Müslümanların gayreti ve İslâmi fikirlerin yayılması karşısında
Çin Devleti, yeniden “Kültür Devrimi” başlattı. İslâmi semboller yasağını iyice
sertleştirdi. Müslümanlara karşı yeni sindirme kampanyası hazırlıklarını
arttırdı. Bu sindirme kampanyasında kullanılan ve kullanılacak olan bazı
uygulamalar şunlardır:
A- Pasaportları
iptal etmek: Çinli
yetkililer, ülkenin batısındaki Müslüman ağırlıklı Sincan Uygur Özerk
Bölgesi’ndeki tüm vatandaşlardan pasaportlarını polis karakollarına teslim
etmelerini istedi. Böylece pasaportlar, polis kontrolünde olacak. Bundan sonra
seyahat etmek isteyen vatandaşlar, seyahat izni almak zorunda kalacaklar.
B- Müslümanların
ibadetlerine baskı uygulamak: Çinli yetkililer, Müslüman Sincan Uygur
Özerk Bölgesi’nde yaşayan kamu çalışanları ile öğrencilerin oruç tutmalarını
yasaklayan bir karar yayınladılar. Ayrıca restoranlara kapılarını açık tutma
zorunluluğu getirildi. Bu, 2015 yılından beri hükümet tarafından uygulanagelen
bir icraattır. Yine 2015 yılında Çinli yetkililer, Sincan Uygur Özerk
Bölgesi’nde devlet memurlarına, öğrencilere ve öğretmenlere Ramazan ayında oruç
tutmalarını yasakladı. Restoranlar, Ramazan ayı boyunca normal zamanlarda
olduğu gibi açık kalacaklar.
C- İslâmi sembol
taşıyanları takip edip gözaltına almak: Çin, sakallı erkekleri ve peçeli kadınları
şikâyet edenlere para ödülü verilmesi kararını aldı. 23 Şubat 2017 tarihli Çinli
yerel bir gazetenin aktardığına göre “Çin, ülkenin kuzeybatısında yer alan
Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde sakallı bir genci ya da peçeli bir kadını
şikâyet edenlere bin Yuan (275 Euro) tutarında para ödülü verilmesini
kararlaştırdı.” Yerel günlük Hotan gazetesine göre ise son zamanlarda
siyasi kargaşaya tanık olan Hotan kenti yetkilileri, “terörle mücadele”
ödüllerini fonlamak için 100 milyon Yuan (13,7 milyon Euro) tutarında bir fon
ayırdılar. Ayrıca saldırı planının deşifre edilmesi halinde ya da anarşistleri
darp edenlere, öldürenlere, yaralayanlara veya kontrol altına alanlara 5 milyon
Yuan’a kadar ödül verilebileceğini belirttiler.
Uygur
Müslümanlarına yönelik baskı ve şiddet uygulaması, Çin’in vazgeçmediği bir
politikadır. Bölgeye konuşlandırılan binlerce asker, tank, zırhlı araç ve
helikopterin ardından genel saldırı başlatmak için ‘fitilini ateşlediği’ şiddet
eylemlerini bahane eden Sincan Uygur Komünist Parti Genel Sekreteri Cing Chuan
Chen, “Bu yıl birçok bölgenin tanık olduğu son saldırıların ardından bölgeye
yapılan askerî yığınağın amacının güvenliği sağlamak ve istikrarı korumak
olduğunu” söyledi.
Peki Ya
Müslümanlar!
Araştırma
raporlarına göre, tüm Avrupa’da, Asya’da, İslâm beldelerinde ve özelde Doğu
Türkistan’da İslâm’a karşı düşmanlık had safhadadır. Yaşanan bunca zulme karşı
artık Müslümanların da kendi yaşantılarını sorgulamaları gerekmez mi? Âlimler,
hocalar, kanaat önderleri, toplumun önde gelen liderleri hiç düşünmez mi: Çin
ve Çin’in dışındaki ülkeleri, Müslümanların beldelerini işgal etmeye cüret
ettiren şey nedir? Çin ve Çin’in dışındaki ülkeleri, Müslümanlara zulmetmeye ve
kanlı vahşi saldırılarda bulunmaya cüret ettiren şey nedir? Müslümanları, her
günahkâr zorbanın tepesine çullandığı “en zayıf” nokta kılan şey nedir? İslâm beldelerini,
her tamahkârın bir yağması ve herkesin kolayca sırtına bindiği bir binek kılan
şey denir? Sadece İslâm topraklarında gerçekleşen, yaşlıların, kadınların ve
çocukların akan masum kanlarını; yakınını kaybedenlerin ve yetimlerin
çığlıklarını; fırkacılığı, parçalanmışlığı, dostun(!) ve düşmanın tahakkümünü
seyretmeye iten şey nedir? Sonra Müslümanları fakruzaruret içinde bırakan şey
nedir? Hâlbuki onların beldeleri, birer servet ve enerji beldesidir! Evet, bu
zevat tüm bunları hiç düşünmez, akletmez mi?
Bugün Müslümanlar;
işlerini güden ve nasihatiyle onları kuşatan çobanlarını kaybettiler.
Müslümanlar, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in buyurduğu gibi
kendisiyle “korunulan ve arkasında savaşılan” imâmlarını/halifelerini
kaybettiler.
Bugün Müslümanlar;
İslâm’ın şerefini koruyan ve geçitlerin bekçiliğini yapan râşid halifeyi
kaybettiler. Müslümanlar, çığlık atanların çığlıklarına, mazlumların nidasına
ve ezilmişlerin feryatlarına icabet eden Mutasım’ı kaybettiler!
Bugün Müslümanlar;
1,5 milyarın üzerinde oldukları halde, Allah’ın indirdikleriyle hükmeden ve
Allah yolunda cihat eden bir devletten yoksundurlar. Dahası bugün başlarındaki
yöneticiler, İslâm’ın dışında her şeyle hükmetmekte ve Allah’ın, Rasulü’nün ve
müminlerin düşmanları dışında her şeyle savaşmaktadırlar. Doğu Türkistan’da
yaşananları görüp işittikleri halde, onlara yardım etmek için harekete
geçmemektedirler. Bilakis onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve
akletmezler de. Böylece Müslümanlar, yöneticileri sayesinde sayıca çok fakat
ağırlık olarak hafif olan selin köpüğü gibi oldular. Zira Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in şu kavli, onlar üzerine tecelli etti:
بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ
وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزَعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ
عَدُوِّكُمْ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ
الْوَهْنَ فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْوَهْنُ قَالَ حُبُّ
الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ
“Bilakis siz o
zaman çok olursunuz, velâkin selin köpüğü gibi köpükler (ağırlığında) olursunuz
ki Allah, düşmanlarınızın kalplerinden sizin heybetinizi çıkaracak ve sizin
kalplerinize de Vehn sokacaktır. Birisi dedi ki: Ey Allah’ın Rasulü! Vehn de
nedir? Dedi ki: Hayatı sevmek ve ölümü kerih görmektir.”[1]
Ey Müslümanlar!
Dünyanın dört bir yanında karşılaştığınız şeyler, gidişatınız ve akıbetiniz
hakkında tedebbür ve tefekkür etmeniz için kâfi değil midir? Abdullah İbnu Ömer
RadiyAllahu Anhum anlatıyor:
“Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:
الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ, لَا
يَظْلِمُهُ, وَلَا يُسْلِمُهُ, وَمَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ, كَانَ اللَّهُ
فِي حَاجَتِهِ, وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً, فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ
كُرْبَةً مِنْ كُرُبَاتِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ, وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا, سَتَرَهُ
اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona
zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz, onu düşmana teslim etmez. Kim
kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir
Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu kıyamet gününün
sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslüman’ın (kusurunu) örterse, Allah da
kıyamet günü onun (kusurunu) örter.”
Müslüman Komutan
Kuteybe İbn-u Müslim Behlulî, Türkistan’ı iki parça olarak fethetmiştir: Batısı
olan Orta Asya’nın iki büyük şehri Buhara ve Semerkand’ı, H. 94 senesinde
fethetmiş, ardından bugün Çin’in Şincan olarak isimlendirdiği Doğu Türkistan’ın
o zamanki başkenti olan Kaşgar’a varıncaya kadar doğuya yönelmiştir. H. 95
senesinde buranın fethini tamamlamış, ardından da Çin’in topraklarına ayak
basmaya yemin ederek ordusuyla Çin kapılarına dayanmıştır. Bunun üzerine Çin’i
bir korku ve panik kaplamıştır. Öyle ki Çin Devleti kendisine cizye ödemek ve
yeminini yerine getirmesini sağlamak adına ayak basacağı biraz toprak göndermek
suretiyle müzakere etmek için komutan Müslim’e haber göndermiştir... İşte İslâm
ve Müslümanların izzeti böyleydi! Müslümanlar, Rableriyle izzetli, dinleriyle
güçlü ve İslâm ile Müslümanların şerrini isteyen hiçbir kimsenin dokunmaya,
hatta yaklaşmaya dahi cüret edemeyeceği yüksek bir kale ve engelleyici bir
duvar idiler.
Bugün Doğu
Türkistan, Arakan, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir, Filistin, Suriye, Irak ve
dünyanın pek çok yerinde Müslümanlara zulüm uygulanmakta, işkence, tecavüz ve
katliamlara maruz kalmaktadırlar. Müslümanların nasıl bir zulüm altında olduğu,
annesine şu soruyu soran küçük çocuğun bakış açısında saklıdır aslında:
“Anne küçük
çocukları küçük kurşunla vururlar değil mi? Çünkü küçük kurşunlar canımızı
acıtmaz…”
Ne çok acı, ne çok
zalim var. Ne çok Firavun tıynetli Nemrut kalıntısı var!
Daha üzücü olan ise
dünya genelindeki milyonlarca Müslüman’ın gözü önünde cereyan eden Uygur
Müslümanlarına yönelik Çin vahşeti ve barbarlığına karşı yöneticilerin sessiz,
orduların kışlalarda çakılı durmasıdır. Müslümanlar ise onları sarsacak,
harekete geçirecek hiçbir faaliyet ve etkinlikte bulunmuyor. Bu yüzden gücü
yeten her Müslüman’ın, ümmetin vahdetini sağlayacak olan Hilâfet’i geri
getirmek, halifeyi ortaya çıkarmak için çalışması farzdır. Nitekim Sahih-i
Buharî’de Ebu Hurayra’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ
وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ
“İmam ancak bir
kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” O zaman Çin ve
diğer ülkeler bir Müslüman’ı dahi incitmeye cüret edemeyeceklerdir. Çünkü
yapılana misliyle karşılık verileceğini bilirler.
بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ
الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
“İşte o gün, mü’minler
de Allah’ın zaferiyle ferahlayacaklardır. Allah dilediğine zafer verir. O,
‘Azîz’dir, Rahîm’dir.”[2]
Müslümanlara da
yeniden şiddetli bir hatırlatma yaparak diyorum ki; yüzyıllarca adaletin
temsilciliğini yapmış bu necip halklar, bugün yeniden ümmete baş olmalı, lider
olmalı ve zulme DUR demeli! Siz değilseniz bu ateşi kim söndürecek?
Halkı Müslüman olan
56 devletin yönetimlerine rağmen, Arakan ve Türkistan coğrafyasında yüzyılın
dramı yaşanıyor! Çin ve Burma askerleri Müslümanların evlerini yakmaya,
çocuklarına işkenceler yapmaya ve bacılarımızın iffetini kirletmeye devam
ediyor. Burma hükümeti Arakanlı Müslümanları, Çin de Türkistan’ın yiğit
erlerini “terörist” olarak yaftalamaya çalışıyor. Fakat bizler biliyoruz ki;
bölgedeki gerçek teröristler İngiltere, ABD, Rusya, Çin ve kukla Burma yönetimi
ve işbirlikçi Budist çetelerdir.
Tüm bu yaşananlara
rağmen İslâm coğrafyasında koltuk kapmış yöneticiler çözümü, BM’ye havale
etmekte, uluslararası kurumları devreye sokmakta arıyorlar. Hâlbuki BM, NATO
gibi şer örgütlerinin asıl sahibi Amerika’dır. ABD ve İngiltere ise
Müslümanların düşmanıdır. Ey Müslüman beldelerin yöneticileri ve askerleri!
Daha ne zamana kadar üzerinizdeki sorumluluğu uluslararası örgütlere
atacaksınız? Daha ne zamana kadar zulüm ve işgallere BM aracılığıyla çözüm
arayacaksınız?
Ey Müslümanlar!
Bilin ki bizi sadece Hilâfet birleştirebilir. Zira Arakanlı ve Doğu Türkistanlı
kardeşlerimizin ve sair beldelerdeki Müslüman kardeşlerimizin ırz, şeref, onur
ve zenginliklerini koruyacak, güvenliğini sağlayacak ve dünyanın dört bir
tarafına hayrı yayacak olan sadece Raşidî Hilâfet’tir. Müslümanların tüm
sefaleti için gerçek çözümün mahut Hilâfet liderliği altında birleşme olduğunu
artık anlayalım. Güç olarak Allah bize yeter. O ne güzel vekil, ne güzel Mevla
ve ne güzel yardımcıdır.
وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ
اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
“Şüphesiz Allah,
kendisine yardım edenlere yardım eder. Gerçekten O güçlü ve kuvvetlidir.”[3]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış