Kâfirlerin İslâm
beldelerindeki fikrî istilası sonucu İslâm ahlakı tahrip edildi. Yüzeysel
bakıldığında sevecen görünen, fakat içerisinde ıstırap barındıran, gençliği
yozlaştırmaktan, enerjisini fayda vermeyen işlere yönlendirip heder etmekten
başka amacı olmayan hürriyet, demokrasi ve başka şatafatlı söylemlerle Batılılar
ahlaki çöküntüyü hat safhaya ulaştırdılar. Bu nedenle gidişata dur demek adına
emr-i bi’l maruf ve nehyi ani’l münker her bir Müslüman’ın üzerine farzdır.
Herkes kendi çalışmasına, görevine ve gücüne göre ümmetin yeniden dirilişi
için, onu eskiden olduğu gibi dünyaya liderlik yapmak üzere kalkındırmak için
katkıda bulunmak zorundadır. Bu konuda en önemli görev öğretmenlere
düşmektedir. Zira öğretmen Peygamberin davetinin mirasçısıdır. Gelecek neslin
kılavuzu ve mimarıdır. Hem bizim hayatımıza hem evlatlarımızın hayatına,
düşünce ve davranışına ve hatta ilgi alanlarına ve hayallerine büyük etkisi
olandır. Öğretmen o büyük emaneti üstlenendir ki şayet Allah Subhanehû ve
Teâlâ'yı razı edecek şekilde taşırsa kendine aydınlık olacak, aksi takdirde
kendini cehennem ateşine götürecektir. Ne izzetli bir mesaj ve ne yüce bir
görev! İlk öğretmen Peygamberimiz SallAllahu
Aleyhi ve Sellem değil miydi? Allah Subhanehû ve Teâlâ buyuruyor ki:
كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ
يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ
"Nitekim kendi
içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı
ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Rasul gönderdik."[1]
İmam Gazali
öğretmenlik mesleğine büyük değer vermiş ve şöyle demiştir: "Öğrenip
amel eden ve öğrendiklerini öğreten bir kimse, gökler âleminde hayırla yâd
edilir." İslâm düşmanları işte bu rolü çeşitli ve şirret yollarla
hedef aldılar. Zira bu rolün önemini ve gelecek nesillerin şahsiyetini
geliştirmede ve İslâmi akidelerine dayanarak karar vermedeki etkisini
biliyorlardı. Bu yoldaki çabalarla nesiller başıboş bırakıldı, bozuldu ve
belirli bir şahsiyetten yoksun bırakıldı. Artık ümmetin evlatları tarihlerinden
haz etmez, ümmetin başarısızlığından, zayıf düşmüşlüğünden ve aşağılanmasından İslâm'ı
sorumlu tutar oldular.
Ey öğretmen! Neden
öğretmen olduğunu kendine hiç sordun mu? Hayatın için neden bu yolu seçtin?
Bunun cevabını dürüstçe ve açıkça bilmen, senin karakterini ve bu yoldaki
davranışını ve yaklaşımını yansıtmaktadır. Etrafımıza bakınca kaç çeşit
öğretmen olduğunu görüyoruz:
Öğretmenliği tek iş
imkânı olarak gören öğretmen… Aslında o, öğretmen olmayı ne arzulamış ne de
öğretmenlik onun ilgisini çekmiştir. Onun için bu sadece bir meslek ve ekmek
parasını kazanmanın yoludur. İmkânı olsa daha fazla veya benzer getirileri olan
fakat öğretmenliğin beraberinde getirdiği güçlükleri olmayan bir mesleği tercih
ederdi. Bir de ikinci tip öğretmen var ki, o da sürekli hayatından şikâyetçi,
bahtına küsmüş, öğretmenliğin yükünden, yoruculuğundan, düşük maaştan dert
yanar, ağlayıp sızlar, yaşıtlarının eğitimden başka bir alanda çalışmakla daha
şanslı olduğundan bahseder. Üçüncü tipe gelince onun tek amacı bir an evvel
müfredatı tamamlayıp öğretmekten kurtulmaktır. Öğrettiğini gerçek hayatla ve
akide, din ve ahlakla ilintilemez, öğrencilerinin konuyu anlamasına önem vermez,
öğrencilerinin bunları idrak edip davranış hâline getirmesini umursamaz,
sınıfın dört duvarının ardında olup bitenlere veya gördüğü yozlaşmaya aldırış
etmez. Hatta öğrencilerinin karşısında bunları kınamaz bile. Aslında
talebelerinin, toplumunun ve ümmetinin gerçeklerinden tamamen kopuktur... Dördüncü,
beşinci ve altıncı olumsuz manzaralar eğitim hayatımızı tıka basa doldurmuş ve
toplumun çeşitli kurumlarında kötü ve derin etkisini bırakmıştır. Böylesi bir
gerçeklik ve ümitsizlik içindekilerden nasıl mükemmellik, üreticilik ve
ciddiyet bekleyebiliriz ki?!
Bir de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in hadisinde
övgüyle bahsettiği öğretmenin niteliklerine bakalım:
إنَّ اللهَ ومَلائِكَتَهُ وَأَهْلَ السَّمَواتِ
والأرْضِ حَتَّى النَّمْلَةَ في حِجْرِهَا وَحَتَّى الحُوتَ لَيُصَلُّونَ على
مُعَلِمِي النَّاسِ الخَيْرَ
"Allah Teâlâ hazretleri,
melekleri, semavat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya
kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur."[2]
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in tarif ettiği
gibi, neredeyse peygamberlerin davasına denk bir davayı elinde tutan öğretmenin
nitelikleri nedir? İbn Mes’ud RadiyAllahu
Anh 'dan rivayetle:
لا حَسَدَ إلاَّ في اثنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاه
اللهُ مَالاً فسَلَّطَهُ عَلى هَلَكتِهِ في الحَقَّ ورَجُلٌ آتَاهُ اللهُ
الحِكْمَةَ فَهُوَ يَقضِي بِها ويُعَلِمُّها
“Yalnız şu iki
kimseye gıpta edilir. Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp
tüketen kimse; Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu
başkalarına da öğreten kimse.”
Bu niteliklerin
ilki takva ve Allah Subhanehû ve Teâlâ'ya karşı samimiyettir. Öğretmen
ilim öğrenmeye ve ustalıkla öğretmeye Allah rızası ve ahiret için niyet
etmelidir. Sırf maaş ve üstlerinden övgü, şöhret ve terfi almak ve buna benzer
nedenlerle öğretmen olmamalıdır. Ebu Hureyre RadiyAllahu Anh şöyle dedi: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
لا حَسَدَ إلاَّ في اثنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاه
اللهُ مَالاً فسَلَّطَهُ عَلى هَلَكتِهِ في الحَقَّ ورَجُلٌ آتَاهُ اللهُ
الحِكْمَةَ فَهُوَ يَقضِي بِها ويُعَلِمُّها
"Allah’ın
rızasını elde etmek için öğrenilmesi gereken bir ilmi, dünyevi bir menfaati
elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu dahi alamaz.”
Öğretmen öğretirken
talebelerine ümmetin ve İslâm'ın hayrı için gereken terbiyeyi de vermek
zorundadır. İmam en-Nevevi diyor ki: "... öğretmenin niyeti, yukarıda
da bahsedildiği gibi, Allah rızası için öğretmek olmalıdır, yoksa dünyevi
hedeflere ulaşmanın bir aracı olarak değil. Öğretmen daima eğitimin en önemli
ibadetlerden birisi olduğunu hatırında tutmalıdır. Bu büyük ve cömert fazileti
ve onun hayrını yitirme korkusuyla, niyetini düzeltmeye iten motivasyon ve
zorluklarına ve hoş olmayan yönlerine karşı koruyan azim bu olmalıdır."
Samimiyetin ve takvanın olmadığı yerde, riya, atalet ve ihmal devreye girer. Bu
da kültürü zayıf, imanı sathi ve ümmetin meselelerinden habersiz ve ümmetin
canlanmasına bir vesile olmak yerine engel oluşturan bir gençlik olur. Bir
öğretmenin, Allah'a karşı samimi olup olmamasına bakılmadan, ay sonunda maaş
alıyor olması, eğitimin kalbine hançer vuran bir konsepttir. Burada samimiyet
nerede kalıyor? Allah ve takva nerede kalıyor?
Elbette öğretmen
öğrettiği konuda usta olmalı ve bilgisini talebelerine aktarmak için akıllı
öğretim metotları kullanmalıdır.
Öğretmenin en
önemli nitelikleri arasında; sabır, tahammül ve hoşgörü yer almaktadır. Kılavuz
olan öğretmen "La ilahe illAllah Muhammed Rasulullah" ilkesine
sadık bir nesil yetiştirmek istiyorsa, sabırlı, hoşgörülü olmalıdır ki bu
görevi hakkıyla yerine getirebilsin. Sabrın ve tahammül özelliklerinin Allah Subhanehû
ve Teâlâ katında büyük ecri vardır:
وَاللَّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
"Allah
sabredenleri sever."[3]
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem insanlara en
zor durumlarda bile sabırlı olmayı emrederdi. Hoşgörü ve tahammül hem gerekli
hem önemlidir. Onun için öğretmen daima bunun karşılığının Allah Subhanehû
ve Teâlâ'da saklı olduğunu ve bu gençlerin kendisine emanet edildiğini
hatırlamalıdır. Bilmelidir ki her öğrencinin farklı yeteneği, her insanın
farklı mizacı, farklı özel ihtiyaçları, ilgi alanları ve farklı sorunları ve
endişeleri vardır. O hem öğretmen, hem rehber hem de anne, babadır. Onun için
öğrencilerine kalbini açmalıdır, onlara karşı yumuşak huylu ve merhametli
olmalıdır. Onları eğitmeye çabalarken şefkat ve sebat göstermelidir, fikirleri
onların kabiliyetlerine, ihtiyaçlarına, mizaç ve zihinlerine göre anlatmalıdır.
Bazıları ilk anlatmada kelimeleri ve dersleri kavrarken, bazıları tekrara ve
daha fazla açıklamaya ve detaylandırmaya muhtaçtır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdu:
إِنَّ اللهَ لَمْ يَبْعَثْنِيْ مُعْنِتاً وَلاَ
مُتَعَنِّتًا وَلَكِنْ بَعَثَنِيْ مُعَلِّمًا مُيَسِّرًا
"Allah beni
zorlaştırıcı ve şaşırtıcı olarak değil, aksine öğretici ve kolaylaştırıcı
olarak gönderdi."
Fakat bazı
öğretmenler görüyoruz ki -Allah onlara hidayet etsin- onlarda sabır ve şefkat
bulunmuyor. Talebe öğretmeni kızdırdığında veya bir şeyi anlamadığında veya bir
soru sorduğunda, öğretmen sabırlı ve hoşgörülü olmak yerine hiddetlenip
öfkeleniyor. Kimi zaman bazı öğrencilerin davranışları veya sözleri zarar
verici olabilir. O zamanda bile öğretmenin sabırlı olup karşılığını (ödülünü)
Allah'tan bekleyip; öfkelerini, sorularını ve bazen can sıkıcı hallerini içine
atması gerekir. Muaviye ibn Hakem RadiyAllahu
Anh namaz için cemaate katıldığında, namazda konuşulmayacağını bilmiyordu.
Sahabeden birisi hapşırınca Muaviye RadiyAllahu
Anh yüksek sesle ona “Yerhamukellah” diye dua etti. Sahabeden bazıları ona
sessiz olması için işaret etti, fakat o anlamadığı için konuşmaya devam etti.
Namaz bittikten sonra, Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem onu yanına çağırdı. O da korkarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e yaklaştı.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem
ise ona nezaketle ve yumuşak bir şekilde şöyle dedi:
إِنَّ هَذِهِ الصَّلَاةَ لَا يَصْلُحُ فِيهَا
شَيْءٌ مِنْ كَلَامِ النَّاسِ، إِنَّمَا هُوَ التَّسْبِيحُ وَالتَّكْبِيرُ
وَقِرَاءَةُ الْقُرْآنِ
"Şüphesiz ki
bu namaza insanların sözlerinden hiçbiri yakışmaz ve uygun düşmez. Namaz ancak
tesbih, tekbirdir ve Kur'an okumaktır."
Muaviye RadiyAllahu Anh Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in bu hâlini
anlatırken şöyle diyor: "Anam, babam O’na feda olsun, ne önce, ne de
sonra O’ndan daha güzel eğiten ve öğreten bir muallim görmüş değilim."
Örneğimiz, öğretmenimiz olan Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem'in bu sabrı ve nezaketi, ifade ettiği tüm sözleri,
davranışları ve eylemleri, hepsi bizim için eğitimdir.
Öğretmenin
sergilemesi gereken nitelikler ise dürüstlük ve verdiği söze sadık kalmaktır.
Zira Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle sesleniyor:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ
تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
"Ey iman
edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?"[4]
Bir öğretmen
talebelerine bir söz vermişse, onu yerine getirmek zorundadır veya karşılarında
dürüst kalabilmek için özür dilemelidir. Aynı zamanda mütevazı olmak
zorundadır. İbn Abdel Berr Cami' Beyan el-İlm ve Fadluhu adlı eserinde
rivayetle, Ömer bin Hattab RadiyAllahu
Anh Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem'den şöyle rivayet etti: "İlmi isteyiniz ilimle beraber
sekineti (vakarı) ve hilmi de isteyiniz. Öğrettiğiniz ve kendisinden ilim
öğrendiğiniz kimselere yumuşak davranınız. Sakın âlimlerin katılarından
olmayınız ki cehaletiniz ilminize galebe çalmasın." Öğretmen bir
öğretici ve aynı zamanda bir terbiyecidir. Onun için öğretmenin bazı akademik
hususları öğrencilerinden öğrenmesi de şaşırtıcı değildir. Yaptığı hatadan geri
dönmek veya bilmediği veya emin olmadığı hususlarda öğrencilerine, "Ben
bilmiyorum" ve "Allah bilir" demelidir. Bu onu öğrencilerinin
gözünde yüceltir ve ondan tevazuu öğrenmelerini sağlayıp ilim sahibi
olmadıkları konuda görüş beyan etmemeyi öğretir.
Biliyoruz ki, İslâm
adalet ve denge dinidir. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ
وَالْإِحْسَانِ
"Muhakkak ki
Allah, adaleti ve iyiliği emreder."[5]
İslâm'da sınıf
sistemi yoktur. Zengine servetinden dolayı hürmet edilmez, fakir de
yoksulluğundan dolayı aşağılanmaz. Öğrenciler bir sürü gibidir ve onlardan
öncelikle sorumlu olan Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem'in belirttiği gibi öğretmenleridir:
كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤول عَنْ
رَعِيَّتِهِ
"Her biriniz
çobansınız ve elinizin altındakinden sorumlusunuz."
Öğrencilerin her biri eşittir. Hiçbirisine
ebeveynlerine veya soylarına veya zenginliklerine göre özel muamele edilmez.
Muamelede adalet ilk âlimlerimizin her birinde olan ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in tavsiye
ettiği veya aksinden men ettiği gibi ellerinin altındakilere naklettiği bir
şeydir. Mücahit bin Cabr, büyük Tabiin ve Abdullah bin Abbas'ın talebesi -Allah
onlardan razı olsun- demiştir ki: "Gençler arasında adaletsiz olan
öğretmen kıyamet günü zalimlerle haşrolacaktır." İbn Sahnun Sibyan’da
şöyle diyor: "Eğitim verirken asil ve asil olmayan arasında eşit
davranmalıdır, aksi takdirde haindir." Bugün gördüklerimiz ise bunun
tam aksinedir. Bazı öğrencilere ayrıcalıklı davranmak, öğretmenlerin bazı
velisi üstün konumda ve güce veya zenginliğe sahip olan öğrencilerin hatalarını
ve bozuk davranışlarını görmezden gelmesi, başkalarının hakkı olan hakları
onlara vermesi gibi. İslâm'da halifeler öğretmenlerin kendi evlatlarına diğer
çocuklardan farklı davranmamasına azami özen gösterirdi. Mesela Harun Er-Reşid;
oğlunun hocası El-Kasa'i'ye oğlu ile alakalı şu tavsiyeleri içeren bir mektup
göndermiştir: "... uygunsuz bir şekilde gülmesine mani ol. Ona Beni
Haşimlerin büyüklerine karşı saygılı olmayı ve bulunduğu meclise giren
liderlerin değerini bilmeyi öğret. Onu mümkün olduğunca hoşgörü ve yakınlıkla
düzelt, itaatsizlik yaptığında da katı ve sert ol."
Ciddi ve samimi
olan öğretmenin görevi ve rolü sınıfta bitmez. Onun en önemli rolü, doğru sözlü
ve sözüne sadık olmasıyla öğrencileri ve toplum üzerindeki tesir gücüdür. İlim
sahibi ve ilmini öğreten hocalarımızın ve âlimlerimizin geçmişine bir bakalım;
düstur, ilim, eylem, metot ve davet. Öğretmenler içinde sebat ve sabırla
fitnelere karşı sımsıkı ideolojiye tutunmanın en güzel örneklerinden birisi İmam
Ahmed'dir. İşkence gördü, zindanlara atıldı, dövüldü ve aşağılandı fakat
sarsılmadan gördüğü bozukluklara hayatı pahasına karşı durup hakikat üzerinde
sebat etmiştir. Âlimlerden, hocalardan ve davet taşıyıcılarından böylesi
dersleri her zaman ve mekânda buluyoruz. Bir başka örnek ise Ümmü Derda
es-Suğra'dır. Abdülmelik bin Mervan onu kadın akrabalarına ders vermek için
görevlendirmişti. Bir gün o Mervan’ı hizmetçilerden birisine, verilen görevi
yavaş yerine getirdiği için beddua ederken duydu ve ona şöyle dedi: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle
dediğini duydum:
لَا يَكُونُ اللَّعَّانُونَ شُفَعَاءَ وَلَا
شُهَدَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
"Laneti çok
yapanlar kıyamet günü şefaatçi olamazlar, şehit de olamazlar."[6]
Bunu söylerken,
hakkı söylemekten ötürü kimseden korkmadan söyledi. Karşısındakinin halife
olması onu hakkı söylemekten alıkoymadı. Bazı âlim ve hocaların yaptığı gibi,
olay karşısında uzak durmadı veya bu benim meselem değil demedi.
Bir kenarda durup seyirci kalmadı. Bugün bazı
öğretmenler eğitim siyaseti ve müfredat değişikliğinin Batılılaştırılması
karşısında, sistemi ve müfredatı değiştiremeseler bile, razı olmadıklarını
ifade etmeleri de böyledir. Fakat evlatlarımıza enjekte edilen bu zehirleri
beğenmemek veya kınamak onları bu zehrin zararını azaltmak için, sistemin
bozukluğunu ifşa edip gençlerimize doğru fikirleri vermek sorumluluğundan
kurtarmıyor. Bilhassa kendi İslâmi hükümlerimizden mahrum edildiğimiz;
çocuklarımızın İslâmi akidesini yıkıp yerine yozlaşmış laik hürriyetleri, demokrasiyi
ve diğer kapitalist mefhumları benliklerine yerleştirmeyi hedefleyen bu
kapitalist düzen ve onun fikirleri altında öğretmenlerimize büyük görevler
düşüyor. Bu yozlaşmayı ifşa etmek, yanlışlığını ve tehlikesini açıklamak ve bu
fikirlere karşı mücadele etmek, Müslümanların rehberleri olan öğretmenlerimizin
vazifesidir. Abdullah bin Mesud RadiyAllahu
Anh 'ın dediği gibi "İlim haşyettir/Allah'tan korkmaktır." Öğretmenler
İslâm'ın doğru düşünme metodunu ve Allah Subhanehû ve Teâlâ’yı razı
etmeyen hiçbir şeyden razı olmamayı, hakkı söylemeyi, söylerken de taviz
vermemeyi veya ikiyüzlülük yapmamayı öğretmeliler çocuklarımıza. Öğretmen korku
ve korkaklığı değil, rızkın sadece Allah Subhanehû ve Teâlâ'nın elinde
olduğunu, hakkı söylerken sadece Allah'tan korkulacağını öğretmelidir.
Ne yazık ki eğitimi
ve öğretmenleri kontrol eden mevcut yozlaşmış rejimler her gün daha fazla Batı
medeniyetini ve onun fikirlerini ülkü edinmiş, ilişkilerin esasını menfaat ve
çıkar olarak kabul etmiş, bu eğitim müfredatına ve siyasetine yürekten bağlı
laik fikirli öğretmenler atamak için çabalıyor. Bazı öğretmenler bu fikirleri sanki
bu bağlılıkları karşısında madalya alacaklarmış gibi öğrencilerin dimağlarına
yerleştirmek için var güçleriyle ve tüm imkânlarıyla mücadele ediyor ve bu işin
tehlikelerini ve âlemlerin Rabbi olan Allah Subhanehû ve Teâlâ'nın
cezasını unutuyorlar. Bu yozlaşmayı ifşa etmek bir yana, bazı öğretmenler bu
zehirli müfredatı ve fikirleri öğreterek teşvik ediyorlar... Üzerlerine görev
olduğu gibi hakkı beyan etmiyorlar.
Öğretmenin en
önemli rollerinden birisi kendisini rol model olarak gören öğrencilerinin
şahsiyetlerini inşa etmektir... Bundan dolayı öğretmen öğrencilerine güzel
örnek olmak zorundadır. Güzel örnek, öğrencinin şahsiyetini geliştirmede en
etkili araçtır. O içiyle (özüyle) ve dışıyla, karakteriyle, edebiyle,
nezaketiyle etkileyici olan bir rol modeldir. İmam Malik'in annesi kendisine,
hocasından ilim öğrenmeden önce ilk olarak edep talep etmesini tavsiye
etmiştir. Zira edep bir öğrencinin kendisiyle, Rabbiyle ve insanlarla olan
ilişkisi için elzemdir... İmam Malik ilim öğrenmeye karar verdiğini annesine
bildirince, annesi de ona en iyi elbiseleri giydirmiş, başına sarığını
bağlamaya yardım etmiş ve demiş ki: “Hadi şimdi git ve yaz (ilim talep et).”
İmam Malik RadiyAllahu Anh annesini
anlatırken, "Annem sarığımı bağlamaya yardım ederdi ve derdi ki: Git
Rabi'a'dan ilim öğrenmeden önce edep öğren." Bazı öğretmenler var ki
öğrencilerine sigaranın zararlarından bahseder, bir yandan da elinde sigarasını
tutar veya biri öğrencilerine dürüst, dakik ve sözüne sadık olmaları için ısrar
eder, fakat kendisi yalan söyler veya derse geç kalır veya sözünde durmaz veya
cesur olup hakkı söylemeyi gerektiren bir anda sessiz kalır, korkak ve ikiyüzlü
oluverir. Tek bir ameliyle öğrettiği onlarca doğruyu yok eder.
Demek ki öğretmen,
ilim ve bilginin anahtarını elinde tutan haznedar değil, bir rol model ve
örnektir. Rol model, talebeyi ya güzelleştirir ya da yozlaştırır. Şayet bu
rehber dürüst, güvenilir, cömert, cesur, güzel ahlakta fazilet sahibi ise
talebe de dürüst, güvenilir, edepli, cömert, cesur ve iffetli olacaktır. Rehber
bir yalancı, hain, korkak, iyi yüzlü ve alçak karakterli ise talebe de bu
niteliklerle ve değerlerle yetişecektir. Hakikaten de öğretmenin sorumluluğu ve
rolü çok ciddidir. Öyleyse her öğretmen, acaba kaç kişiyi iyileştirmiş, kaç
kişiyi de bozmuş diye şöyle bir gözünün önünden geçirsin! İnsanlar üzerindeki
etkisi ne kadar olumlu veya ne kadar olumsuz olmuş! Örnek şahıslar tarafından
verilen eğitim; her türlü soyut teoriden çok daha etkili sonuç verir ve çok daha
güçlü bir argümandır. Fakat söz ile amel birbirine zıt olursa sonuç ne olur?!
Kur'an-ı Kerim İsrailoğulları’nı bundan dolayı ikaz etmiştir:
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ
وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Sizler kitabı
(Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) hâlde, insanlara iyiliği emredip
kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”[7]
Bundan yola çıkarak
öğretmenin rolünün ve konumunun son derece önemli olduğu sonucuna varıyoruz...
Öğretmen kendini ümmetten ve toplumdan soyutlamamalıdır, bilakis etkileyen
olmalıdır. Önceden belirttiğimiz gibi o bir işçi, bir âlim, bir müçtehit, bir
hafızdır; iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak
hakkı beyan eder. Bir âlimin ve öğretmenin ne kadar güçlü bir tesiri olduğunu
göstermek için burada âlime ve öğretmen bir kadından bahsetmek istiyorum. Bu
âlime kadına yöneticiler dahi saygı gösterir ondan çekinirlerdi. Onun adı
Nefise bint Hasan RadiyAllahu Anhâ idi
ve iki büyük müçtehit üzerinde çok büyük tesir bırakmıştır.
Bu iki müçtehit
İmam Şafii ve İmam Ahmed bin Hanbel'dir. Nefise bint Hasan RadiyAllahu Anhâ Mısır'da yaşıyordu. Günün birinde valinin adamları
halktan birini tutuklayıp işkence etmek için götürürken Nefise RadiyAllahu Anhâ'nın evinin önünden
geçmişler. Adamcağız Nefise RadiyAllahu
Anhâ'dan yardım etmesi için bağırmaya başlamış. O da onun kurtulması için
şöyle bir dua yapmış: "Allah zalimlerin gözlerini kör etsin de seni
göremesinler." Adamcağızı alıp valinin karşısına getirdiklerinde,
Nefise RadiyAllahu Anhâ'nın evinin
önünden geçerken olanları anlatmışlar. O da şöyle karşılık vermiş: "Eyvah,
ben yoksa bu kadar mı zalimim? Ya Rabbi tövbe ediyorum ve Sen'den af
diliyorum." Vali adamı serbest bırakmış, kendi parasından da fakir ve
muhtaç olanlara hayır yapmış.
Bu vali Ahmet ibn
Tulun'dur. Denilir ki, bir gün yine insanlara zulmettiğinde insanlar koşup
Nefise RadiyAllahu Anhâ'ya şikâyet
etmişler. O da bir mektup hazırlamış ve ertesi gün valinin geçeceği sırada
yolunu beklemiş. Tam yanından geçerken kendisine seslenmiş: "Ey Ahmed
ibn Tulun!” Onu görünce vali tanımış, atından inip yanına gitmiş. Mektubu
eline alıp okumaya başlamış: "Sana yetki verildi ve sen insanları esir
ettin. Sana statü verildi, sense zulmettin. Sana güç verildi ama sen haddini
aştın. Sana mülk verildi ama sen (hak etmeyenlere) harcadın. Biliyorsun ki
şafağın okları hedefini şaşmaz. Özellikle kendilerine zulmettiğin, aç
bıraktığın ve yoksulluktan dolayı çıplak bıraktığın bedenlerin kalbindeki oklar
(yani mazlumların gece ettiği dualar). Mazlumların yok olup da zalimin kaldığı
asla görülmemiştir. Ne istiyorsan yap. Biz şikâyetimizi Allah'a yapıyoruz.
Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir!" El-Kurmani; "İbn
Tulun bundan sonra ömrünün sonuna kadar değişti." diyor. İnsanlar
üzerindeki zulmü kaldırdı... İşte herkesin bilmesi gereken de budur. Hilâfet’in
yıkılmasıyla birlikte İslâm itibarını yitirdi, bizler birçok şeyi yitirdik ve
öğretmen de etkisini, rolünü ve itibarını yitirdi ve Hilâfet’i ve İslâm'ı
eskiden olduğu gibi güçlü ve azametli olarak geri getirmediğimiz müddetçe,
bunların hiçbirisini tekrar elde edemeyeceğiz. Bunu gerçekleştirmek ise Allah
için zor değildir.
Hz. Ali RadiyAllahu Anh'ın Cemil ibn Ziyad
en-Nakha'ya tavsiyesi ile bitirmek istiyorum. Şöyle anlatıyor: "Ali bin
Ebi Talib RadiyAllahu Anh elimden tutarak beni Cubban'a doğru götürdü. Nihayet
çöle vardığımızda yere oturdu, derin bir nefes aldı ve dedi ki: Ey Cemil bin
Ziyad. Kalpler birer kutu gibidir. En iyileri ise bilinçli olanlarıdır. Onun
için sana öğreteceklerimi iyi öğren. İnsanlar üç sınıftır: Allah'tan korkan ve
itaat eden (rabbani) âlimler; kendi hayatını kurtaracak kadar bilgin olanlar;
bir de vahşiler ki onlar duydukları her sesin peşinden koşar, her esen
rüzgârdan öğrenir ama ilmin nurundan nasiplenmez ve sağlam bir köşeye
sığınmazlar. İlim paradan üstündür. İlim seni korur sense parayı. İlim ameli
artırır ama para kullandıkça azalır. İlim hükmedendir, para ise hükmedilendir.
Ve para yok olduğunda paranın yaptıkları da kaybolur. Âlimin aşkı ise
ibadettir. Parayı istifleyenler hayattayken ölüdürler. Fakat âlimler ahir güne
kadar kalıcıdırlar. Şekilleri yok olur ama onların sevdiği şeyler kalplerde
varlığını sürdürür."
Allah’ım! Bizleri İslâm'la,
İslâm'ı da bizimle muzaffer kıl!
[1]
Bakara Suresi 151
[2]
Tirmizi
[3]
Ali İmran Suresi 146
[4]
Saff Suresi 2
[5]
Nahl Suresi 90
[6]
Müslim, Ebu Derda’dan rivayetle
[7]
Bakara Suresi 44
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış