İSLÂM'DA ÖĞRETMEN NASIL OLMALI?

Abdulmelik Kılıç

Kâfirlerin İslâm beldelerindeki fikrî istilası sonucu İslâm ahlakı tahrip edildi. Yüzeysel bakıldığında sevecen görünen, fakat içerisinde ıstırap barındıran, gençliği yozlaştırmaktan, enerjisini fayda vermeyen işlere yönlendirip heder etmekten başka amacı olmayan hürriyet, demokrasi ve başka şatafatlı söylemlerle Batılılar ahlaki çöküntüyü hat safhaya ulaştırdılar. Bu nedenle gidişata dur demek adına emr-i bi’l maruf ve nehyi ani’l münker her bir Müslüman’ın üzerine farzdır. Herkes kendi çalışmasına, görevine ve gücüne göre ümmetin yeniden dirilişi için, onu eskiden olduğu gibi dünyaya liderlik yapmak üzere kalkındırmak için katkıda bulunmak zorundadır. Bu konuda en önemli görev öğretmenlere düşmektedir. Zira öğretmen Peygamberin davetinin mirasçısıdır. Gelecek neslin kılavuzu ve mimarıdır. Hem bizim hayatımıza hem evlatlarımızın hayatına, düşünce ve davranışına ve hatta ilgi alanlarına ve hayallerine büyük etkisi olandır. Öğretmen o büyük emaneti üstlenendir ki şayet Allah Subhanehû ve Teâlâ'yı razı edecek şekilde taşırsa kendine aydınlık olacak, aksi takdirde kendini cehennem ateşine götürecektir. Ne izzetli bir mesaj ve ne yüce bir görev! İlk öğretmen Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem değil miydi? Allah Subhanehû ve Teâlâ buyuruyor ki:

كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ

"Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Rasul gönderdik."[1]

İmam Gazali öğretmenlik mesleğine büyük değer vermiş ve şöyle demiştir: "Öğrenip amel eden ve öğrendiklerini öğreten bir kimse, gökler âleminde hayırla yâd edilir." İslâm düşmanları işte bu rolü çeşitli ve şirret yollarla hedef aldılar. Zira bu rolün önemini ve gelecek nesillerin şahsiyetini geliştirmede ve İslâmi akidelerine dayanarak karar vermedeki etkisini biliyorlardı. Bu yoldaki çabalarla nesiller başıboş bırakıldı, bozuldu ve belirli bir şahsiyetten yoksun bırakıldı. Artık ümmetin evlatları tarihlerinden haz etmez, ümmetin başarısızlığından, zayıf düşmüşlüğünden ve aşağılanmasından İslâm'ı sorumlu tutar oldular.

Ey öğretmen! Neden öğretmen olduğunu kendine hiç sordun mu? Hayatın için neden bu yolu seçtin? Bunun cevabını dürüstçe ve açıkça bilmen, senin karakterini ve bu yoldaki davranışını ve yaklaşımını yansıtmaktadır. Etrafımıza bakınca kaç çeşit öğretmen olduğunu görüyoruz:

Öğretmenliği tek iş imkânı olarak gören öğretmen… Aslında o, öğretmen olmayı ne arzulamış ne de öğretmenlik onun ilgisini çekmiştir. Onun için bu sadece bir meslek ve ekmek parasını kazanmanın yoludur. İmkânı olsa daha fazla veya benzer getirileri olan fakat öğretmenliğin beraberinde getirdiği güçlükleri olmayan bir mesleği tercih ederdi. Bir de ikinci tip öğretmen var ki, o da sürekli hayatından şikâyetçi, bahtına küsmüş, öğretmenliğin yükünden, yoruculuğundan, düşük maaştan dert yanar, ağlayıp sızlar, yaşıtlarının eğitimden başka bir alanda çalışmakla daha şanslı olduğundan bahseder. Üçüncü tipe gelince onun tek amacı bir an evvel müfredatı tamamlayıp öğretmekten kurtulmaktır. Öğrettiğini gerçek hayatla ve akide, din ve ahlakla ilintilemez, öğrencilerinin konuyu anlamasına önem vermez, öğrencilerinin bunları idrak edip davranış hâline getirmesini umursamaz, sınıfın dört duvarının ardında olup bitenlere veya gördüğü yozlaşmaya aldırış etmez. Hatta öğrencilerinin karşısında bunları kınamaz bile. Aslında talebelerinin, toplumunun ve ümmetinin gerçeklerinden tamamen kopuktur... Dördüncü, beşinci ve altıncı olumsuz manzaralar eğitim hayatımızı tıka basa doldurmuş ve toplumun çeşitli kurumlarında kötü ve derin etkisini bırakmıştır. Böylesi bir gerçeklik ve ümitsizlik içindekilerden nasıl mükemmellik, üreticilik ve ciddiyet bekleyebiliriz ki?!

Bir de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in hadisinde övgüyle bahsettiği öğretmenin niteliklerine bakalım:

إنَّ اللهَ ومَلائِكَتَهُ وَأَهْلَ السَّمَواتِ والأرْضِ حَتَّى النَّمْلَةَ في حِجْرِهَا وَحَتَّى الحُوتَ لَيُصَلُّونَ على مُعَلِمِي النَّاسِ الخَيْرَ

"Allah Teâlâ hazretleri, melekleri, semavat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur."[2]

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in tarif ettiği gibi, neredeyse peygamberlerin davasına denk bir davayı elinde tutan öğretmenin nitelikleri nedir? İbn Mes’ud RadiyAllahu Anh 'dan rivayetle:

لا حَسَدَ إلاَّ في اثنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاه اللهُ مَالاً فسَلَّطَهُ عَلى هَلَكتِهِ في الحَقَّ ورَجُلٌ آتَاهُ اللهُ الحِكْمَةَ فَهُوَ يَقضِي بِها ويُعَلِمُّها

“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir. Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.”

Bu niteliklerin ilki takva ve Allah Subhanehû ve Teâlâ'ya karşı samimiyettir. Öğretmen ilim öğrenmeye ve ustalıkla öğretmeye Allah rızası ve ahiret için niyet etmelidir. Sırf maaş ve üstlerinden övgü, şöhret ve terfi almak ve buna benzer nedenlerle öğretmen olmamalıdır. Ebu Hureyre RadiyAllahu Anh şöyle dedi: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

لا حَسَدَ إلاَّ في اثنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاه اللهُ مَالاً فسَلَّطَهُ عَلى هَلَكتِهِ في الحَقَّ ورَجُلٌ آتَاهُ اللهُ الحِكْمَةَ فَهُوَ يَقضِي بِها ويُعَلِمُّها

"Allah’ın rızasını elde etmek için öğrenilmesi gereken bir ilmi, dünyevi bir menfaati elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu dahi alamaz.”

Öğretmen öğretirken talebelerine ümmetin ve İslâm'ın hayrı için gereken terbiyeyi de vermek zorundadır. İmam en-Nevevi diyor ki: "... öğretmenin niyeti, yukarıda da bahsedildiği gibi, Allah rızası için öğretmek olmalıdır, yoksa dünyevi hedeflere ulaşmanın bir aracı olarak değil. Öğretmen daima eğitimin en önemli ibadetlerden birisi olduğunu hatırında tutmalıdır. Bu büyük ve cömert fazileti ve onun hayrını yitirme korkusuyla, niyetini düzeltmeye iten motivasyon ve zorluklarına ve hoş olmayan yönlerine karşı koruyan azim bu olmalıdır." Samimiyetin ve takvanın olmadığı yerde, riya, atalet ve ihmal devreye girer. Bu da kültürü zayıf, imanı sathi ve ümmetin meselelerinden habersiz ve ümmetin canlanmasına bir vesile olmak yerine engel oluşturan bir gençlik olur. Bir öğretmenin, Allah'a karşı samimi olup olmamasına bakılmadan, ay sonunda maaş alıyor olması, eğitimin kalbine hançer vuran bir konsepttir. Burada samimiyet nerede kalıyor? Allah ve takva nerede kalıyor?

Elbette öğretmen öğrettiği konuda usta olmalı ve bilgisini talebelerine aktarmak için akıllı öğretim metotları kullanmalıdır.

Öğretmenin en önemli nitelikleri arasında; sabır, tahammül ve hoşgörü yer almaktadır. Kılavuz olan öğretmen "La ilahe illAllah Muhammed Rasulullah" ilkesine sadık bir nesil yetiştirmek istiyorsa, sabırlı, hoşgörülü olmalıdır ki bu görevi hakkıyla yerine getirebilsin. Sabrın ve tahammül özelliklerinin Allah Subhanehû ve Teâlâ katında büyük ecri vardır:

وَاللَّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ

"Allah sabredenleri sever."[3]

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem insanlara en zor durumlarda bile sabırlı olmayı emrederdi. Hoşgörü ve tahammül hem gerekli hem önemlidir. Onun için öğretmen daima bunun karşılığının Allah Subhanehû ve Teâlâ'da saklı olduğunu ve bu gençlerin kendisine emanet edildiğini hatırlamalıdır. Bilmelidir ki her öğrencinin farklı yeteneği, her insanın farklı mizacı, farklı özel ihtiyaçları, ilgi alanları ve farklı sorunları ve endişeleri vardır. O hem öğretmen, hem rehber hem de anne, babadır. Onun için öğrencilerine kalbini açmalıdır, onlara karşı yumuşak huylu ve merhametli olmalıdır. Onları eğitmeye çabalarken şefkat ve sebat göstermelidir, fikirleri onların kabiliyetlerine, ihtiyaçlarına, mizaç ve zihinlerine göre anlatmalıdır. Bazıları ilk anlatmada kelimeleri ve dersleri kavrarken, bazıları tekrara ve daha fazla açıklamaya ve detaylandırmaya muhtaçtır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ اللهَ لَمْ يَبْعَثْنِيْ مُعْنِتاً وَلاَ مُتَعَنِّتًا وَلَكِنْ بَعَثَنِيْ مُعَلِّمًا مُيَسِّرًا

"Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı olarak değil, aksine öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi."

Fakat bazı öğretmenler görüyoruz ki -Allah onlara hidayet etsin- onlarda sabır ve şefkat bulunmuyor. Talebe öğretmeni kızdırdığında veya bir şeyi anlamadığında veya bir soru sorduğunda, öğretmen sabırlı ve hoşgörülü olmak yerine hiddetlenip öfkeleniyor. Kimi zaman bazı öğrencilerin davranışları veya sözleri zarar verici olabilir. O zamanda bile öğretmenin sabırlı olup karşılığını (ödülünü) Allah'tan bekleyip; öfkelerini, sorularını ve bazen can sıkıcı hallerini içine atması gerekir. Muaviye ibn Hakem RadiyAllahu Anh namaz için cemaate katıldığında, namazda konuşulmayacağını bilmiyordu. Sahabeden birisi hapşırınca Muaviye RadiyAllahu Anh yüksek sesle ona “Yerhamukellah” diye dua etti. Sahabeden bazıları ona sessiz olması için işaret etti, fakat o anlamadığı için konuşmaya devam etti. Namaz bittikten sonra, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onu yanına çağırdı. O da korkarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e yaklaştı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise ona nezaketle ve yumuşak bir şekilde şöyle dedi:

إِنَّ هَذِهِ الصَّلَاةَ لَا يَصْلُحُ فِيهَا شَيْءٌ مِنْ كَلَامِ النَّاسِ، إِنَّمَا هُوَ التَّسْبِيحُ وَالتَّكْبِيرُ وَقِرَاءَةُ الْقُرْآنِ

"Şüphesiz ki bu namaza insanların sözlerinden hiçbiri yakışmaz ve uygun düşmez. Namaz ancak tesbih, tekbirdir ve Kur'an okumaktır."

Muaviye RadiyAllahu Anh Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in bu hâlini anlatırken şöyle diyor: "Anam, babam O’na feda olsun, ne önce, ne de sonra O’ndan daha güzel eğiten ve öğreten bir muallim görmüş değilim." Örneğimiz, öğretmenimiz olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in bu sabrı ve nezaketi, ifade ettiği tüm sözleri, davranışları ve eylemleri, hepsi bizim için eğitimdir.

Öğretmenin sergilemesi gereken nitelikler ise dürüstlük ve verdiği söze sadık kalmaktır. Zira Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle sesleniyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ

"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?"[4]

Bir öğretmen talebelerine bir söz vermişse, onu yerine getirmek zorundadır veya karşılarında dürüst kalabilmek için özür dilemelidir. Aynı zamanda mütevazı olmak zorundadır. İbn Abdel Berr Cami' Beyan el-İlm ve Fadluhu adlı eserinde rivayetle, Ömer bin Hattab RadiyAllahu Anh Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'den şöyle rivayet etti: "İlmi isteyiniz ilimle beraber sekineti (vakarı) ve hilmi de isteyiniz. Öğrettiğiniz ve kendisinden ilim öğrendiğiniz kimselere yumuşak davranınız. Sakın âlimlerin katılarından olmayınız ki cehaletiniz ilminize galebe çalmasın." Öğretmen bir öğretici ve aynı zamanda bir terbiyecidir. Onun için öğretmenin bazı akademik hususları öğrencilerinden öğrenmesi de şaşırtıcı değildir. Yaptığı hatadan geri dönmek veya bilmediği veya emin olmadığı hususlarda öğrencilerine, "Ben bilmiyorum" ve "Allah bilir" demelidir. Bu onu öğrencilerinin gözünde yüceltir ve ondan tevazuu öğrenmelerini sağlayıp ilim sahibi olmadıkları konuda görüş beyan etmemeyi öğretir.

Biliyoruz ki, İslâm adalet ve denge dinidir. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ

"Muhakkak ki Allah, adaleti ve iyiliği emreder."[5]

İslâm'da sınıf sistemi yoktur. Zengine servetinden dolayı hürmet edilmez, fakir de yoksulluğundan dolayı aşağılanmaz. Öğrenciler bir sürü gibidir ve onlardan öncelikle sorumlu olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in belirttiği gibi öğretmenleridir:

كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤول عَنْ رَعِيَّتِهِ

"Her biriniz çobansınız ve elinizin altındakinden sorumlusunuz."

 Öğrencilerin her biri eşittir. Hiçbirisine ebeveynlerine veya soylarına veya zenginliklerine göre özel muamele edilmez. Muamelede adalet ilk âlimlerimizin her birinde olan ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in tavsiye ettiği veya aksinden men ettiği gibi ellerinin altındakilere naklettiği bir şeydir. Mücahit bin Cabr, büyük Tabiin ve Abdullah bin Abbas'ın talebesi -Allah onlardan razı olsun- demiştir ki: "Gençler arasında adaletsiz olan öğretmen kıyamet günü zalimlerle haşrolacaktır." İbn Sahnun Sibyan’da şöyle diyor: "Eğitim verirken asil ve asil olmayan arasında eşit davranmalıdır, aksi takdirde haindir." Bugün gördüklerimiz ise bunun tam aksinedir. Bazı öğrencilere ayrıcalıklı davranmak, öğretmenlerin bazı velisi üstün konumda ve güce veya zenginliğe sahip olan öğrencilerin hatalarını ve bozuk davranışlarını görmezden gelmesi, başkalarının hakkı olan hakları onlara vermesi gibi. İslâm'da halifeler öğretmenlerin kendi evlatlarına diğer çocuklardan farklı davranmamasına azami özen gösterirdi. Mesela Harun Er-Reşid; oğlunun hocası El-Kasa'i'ye oğlu ile alakalı şu tavsiyeleri içeren bir mektup göndermiştir: "... uygunsuz bir şekilde gülmesine mani ol. Ona Beni Haşimlerin büyüklerine karşı saygılı olmayı ve bulunduğu meclise giren liderlerin değerini bilmeyi öğret. Onu mümkün olduğunca hoşgörü ve yakınlıkla düzelt, itaatsizlik yaptığında da katı ve sert ol."

Ciddi ve samimi olan öğretmenin görevi ve rolü sınıfta bitmez. Onun en önemli rolü, doğru sözlü ve sözüne sadık olmasıyla öğrencileri ve toplum üzerindeki tesir gücüdür. İlim sahibi ve ilmini öğreten hocalarımızın ve âlimlerimizin geçmişine bir bakalım; düstur, ilim, eylem, metot ve davet. Öğretmenler içinde sebat ve sabırla fitnelere karşı sımsıkı ideolojiye tutunmanın en güzel örneklerinden birisi İmam Ahmed'dir. İşkence gördü, zindanlara atıldı, dövüldü ve aşağılandı fakat sarsılmadan gördüğü bozukluklara hayatı pahasına karşı durup hakikat üzerinde sebat etmiştir. Âlimlerden, hocalardan ve davet taşıyıcılarından böylesi dersleri her zaman ve mekânda buluyoruz. Bir başka örnek ise Ümmü Derda es-Suğra'dır. Abdülmelik bin Mervan onu kadın akrabalarına ders vermek için görevlendirmişti. Bir gün o Mervan’ı hizmetçilerden birisine, verilen görevi yavaş yerine getirdiği için beddua ederken duydu ve ona şöyle dedi: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediğini duydum:

لَا يَكُونُ اللَّعَّانُونَ شُفَعَاءَ وَلَا شُهَدَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

"Laneti çok yapanlar kıyamet günü şefaatçi olamazlar, şehit de olamazlar."[6]

Bunu söylerken, hakkı söylemekten ötürü kimseden korkmadan söyledi. Karşısındakinin halife olması onu hakkı söylemekten alıkoymadı. Bazı âlim ve hocaların yaptığı gibi, olay karşısında uzak durmadı veya bu benim meselem değil demedi.

 Bir kenarda durup seyirci kalmadı. Bugün bazı öğretmenler eğitim siyaseti ve müfredat değişikliğinin Batılılaştırılması karşısında, sistemi ve müfredatı değiştiremeseler bile, razı olmadıklarını ifade etmeleri de böyledir. Fakat evlatlarımıza enjekte edilen bu zehirleri beğenmemek veya kınamak onları bu zehrin zararını azaltmak için, sistemin bozukluğunu ifşa edip gençlerimize doğru fikirleri vermek sorumluluğundan kurtarmıyor. Bilhassa kendi İslâmi hükümlerimizden mahrum edildiğimiz; çocuklarımızın İslâmi akidesini yıkıp yerine yozlaşmış laik hürriyetleri, demokrasiyi ve diğer kapitalist mefhumları benliklerine yerleştirmeyi hedefleyen bu kapitalist düzen ve onun fikirleri altında öğretmenlerimize büyük görevler düşüyor. Bu yozlaşmayı ifşa etmek, yanlışlığını ve tehlikesini açıklamak ve bu fikirlere karşı mücadele etmek, Müslümanların rehberleri olan öğretmenlerimizin vazifesidir. Abdullah bin Mesud RadiyAllahu Anh 'ın dediği gibi "İlim haşyettir/Allah'tan korkmaktır." Öğretmenler İslâm'ın doğru düşünme metodunu ve Allah Subhanehû ve Teâlâ’yı razı etmeyen hiçbir şeyden razı olmamayı, hakkı söylemeyi, söylerken de taviz vermemeyi veya ikiyüzlülük yapmamayı öğretmeliler çocuklarımıza. Öğretmen korku ve korkaklığı değil, rızkın sadece Allah Subhanehû ve Teâlâ'nın elinde olduğunu, hakkı söylerken sadece Allah'tan korkulacağını öğretmelidir.

Ne yazık ki eğitimi ve öğretmenleri kontrol eden mevcut yozlaşmış rejimler her gün daha fazla Batı medeniyetini ve onun fikirlerini ülkü edinmiş, ilişkilerin esasını menfaat ve çıkar olarak kabul etmiş, bu eğitim müfredatına ve siyasetine yürekten bağlı laik fikirli öğretmenler atamak için çabalıyor. Bazı öğretmenler bu fikirleri sanki bu bağlılıkları karşısında madalya alacaklarmış gibi öğrencilerin dimağlarına yerleştirmek için var güçleriyle ve tüm imkânlarıyla mücadele ediyor ve bu işin tehlikelerini ve âlemlerin Rabbi olan Allah Subhanehû ve Teâlâ'nın cezasını unutuyorlar. Bu yozlaşmayı ifşa etmek bir yana, bazı öğretmenler bu zehirli müfredatı ve fikirleri öğreterek teşvik ediyorlar... Üzerlerine görev olduğu gibi hakkı beyan etmiyorlar.

Öğretmenin en önemli rollerinden birisi kendisini rol model olarak gören öğrencilerinin şahsiyetlerini inşa etmektir... Bundan dolayı öğretmen öğrencilerine güzel örnek olmak zorundadır. Güzel örnek, öğrencinin şahsiyetini geliştirmede en etkili araçtır. O içiyle (özüyle) ve dışıyla, karakteriyle, edebiyle, nezaketiyle etkileyici olan bir rol modeldir. İmam Malik'in annesi kendisine, hocasından ilim öğrenmeden önce ilk olarak edep talep etmesini tavsiye etmiştir. Zira edep bir öğrencinin kendisiyle, Rabbiyle ve insanlarla olan ilişkisi için elzemdir... İmam Malik ilim öğrenmeye karar verdiğini annesine bildirince, annesi de ona en iyi elbiseleri giydirmiş, başına sarığını bağlamaya yardım etmiş ve demiş ki: “Hadi şimdi git ve yaz (ilim talep et).” İmam Malik RadiyAllahu Anh annesini anlatırken, "Annem sarığımı bağlamaya yardım ederdi ve derdi ki: Git Rabi'a'dan ilim öğrenmeden önce edep öğren." Bazı öğretmenler var ki öğrencilerine sigaranın zararlarından bahseder, bir yandan da elinde sigarasını tutar veya biri öğrencilerine dürüst, dakik ve sözüne sadık olmaları için ısrar eder, fakat kendisi yalan söyler veya derse geç kalır veya sözünde durmaz veya cesur olup hakkı söylemeyi gerektiren bir anda sessiz kalır, korkak ve ikiyüzlü oluverir. Tek bir ameliyle öğrettiği onlarca doğruyu yok eder.

Demek ki öğretmen, ilim ve bilginin anahtarını elinde tutan haznedar değil, bir rol model ve örnektir. Rol model, talebeyi ya güzelleştirir ya da yozlaştırır. Şayet bu rehber dürüst, güvenilir, cömert, cesur, güzel ahlakta fazilet sahibi ise talebe de dürüst, güvenilir, edepli, cömert, cesur ve iffetli olacaktır. Rehber bir yalancı, hain, korkak, iyi yüzlü ve alçak karakterli ise talebe de bu niteliklerle ve değerlerle yetişecektir. Hakikaten de öğretmenin sorumluluğu ve rolü çok ciddidir. Öyleyse her öğretmen, acaba kaç kişiyi iyileştirmiş, kaç kişiyi de bozmuş diye şöyle bir gözünün önünden geçirsin! İnsanlar üzerindeki etkisi ne kadar olumlu veya ne kadar olumsuz olmuş! Örnek şahıslar tarafından verilen eğitim; her türlü soyut teoriden çok daha etkili sonuç verir ve çok daha güçlü bir argümandır. Fakat söz ile amel birbirine zıt olursa sonuç ne olur?! Kur'an-ı Kerim İsrailoğulları’nı bundan dolayı ikaz etmiştir:

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

“Sizler kitabı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) hâlde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”[7]

Bundan yola çıkarak öğretmenin rolünün ve konumunun son derece önemli olduğu sonucuna varıyoruz... Öğretmen kendini ümmetten ve toplumdan soyutlamamalıdır, bilakis etkileyen olmalıdır. Önceden belirttiğimiz gibi o bir işçi, bir âlim, bir müçtehit, bir hafızdır;  iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak hakkı beyan eder. Bir âlimin ve öğretmenin ne kadar güçlü bir tesiri olduğunu göstermek için burada âlime ve öğretmen bir kadından bahsetmek istiyorum. Bu âlime kadına yöneticiler dahi saygı gösterir ondan çekinirlerdi. Onun adı Nefise bint Hasan RadiyAllahu Anhâ idi ve iki büyük müçtehit üzerinde çok büyük tesir bırakmıştır. 

Bu iki müçtehit İmam Şafii ve İmam Ahmed bin Hanbel'dir. Nefise bint Hasan RadiyAllahu Anhâ Mısır'da yaşıyordu. Günün birinde valinin adamları halktan birini tutuklayıp işkence etmek için götürürken Nefise RadiyAllahu Anhâ'nın evinin önünden geçmişler. Adamcağız Nefise RadiyAllahu Anhâ'dan yardım etmesi için bağırmaya başlamış. O da onun kurtulması için şöyle bir dua yapmış: "Allah zalimlerin gözlerini kör etsin de seni göremesinler." Adamcağızı alıp valinin karşısına getirdiklerinde, Nefise RadiyAllahu Anhâ'nın evinin önünden geçerken olanları anlatmışlar. O da şöyle karşılık vermiş: "Eyvah, ben yoksa bu kadar mı zalimim? Ya Rabbi tövbe ediyorum ve Sen'den af diliyorum." Vali adamı serbest bırakmış, kendi parasından da fakir ve muhtaç olanlara hayır yapmış.

Bu vali Ahmet ibn Tulun'dur. Denilir ki, bir gün yine insanlara zulmettiğinde insanlar koşup Nefise RadiyAllahu Anhâ'ya şikâyet etmişler. O da bir mektup hazırlamış ve ertesi gün valinin geçeceği sırada yolunu beklemiş. Tam yanından geçerken kendisine seslenmiş: "Ey Ahmed ibn Tulun!” Onu görünce vali tanımış, atından inip yanına gitmiş. Mektubu eline alıp okumaya başlamış: "Sana yetki verildi ve sen insanları esir ettin. Sana statü verildi, sense zulmettin. Sana güç verildi ama sen haddini aştın. Sana mülk verildi ama sen (hak etmeyenlere) harcadın. Biliyorsun ki şafağın okları hedefini şaşmaz. Özellikle kendilerine zulmettiğin, aç bıraktığın ve yoksulluktan dolayı çıplak bıraktığın bedenlerin kalbindeki oklar (yani mazlumların gece ettiği dualar). Mazlumların yok olup da zalimin kaldığı asla görülmemiştir. Ne istiyorsan yap. Biz şikâyetimizi Allah'a yapıyoruz. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir!" El-Kurmani; "İbn Tulun bundan sonra ömrünün sonuna kadar değişti." diyor. İnsanlar üzerindeki zulmü kaldırdı... İşte herkesin bilmesi gereken de budur. Hilâfet’in yıkılmasıyla birlikte İslâm itibarını yitirdi, bizler birçok şeyi yitirdik ve öğretmen de etkisini, rolünü ve itibarını yitirdi ve Hilâfet’i ve İslâm'ı eskiden olduğu gibi güçlü ve azametli olarak geri getirmediğimiz müddetçe, bunların hiçbirisini tekrar elde edemeyeceğiz. Bunu gerçekleştirmek ise Allah için zor değildir.

Hz. Ali RadiyAllahu Anh'ın Cemil ibn Ziyad en-Nakha'ya tavsiyesi ile bitirmek istiyorum. Şöyle anlatıyor: "Ali bin Ebi Talib RadiyAllahu Anh elimden tutarak beni Cubban'a doğru götürdü. Nihayet çöle vardığımızda yere oturdu, derin bir nefes aldı ve dedi ki: Ey Cemil bin Ziyad. Kalpler birer kutu gibidir. En iyileri ise bilinçli olanlarıdır. Onun için sana öğreteceklerimi iyi öğren. İnsanlar üç sınıftır: Allah'tan korkan ve itaat eden (rabbani) âlimler; kendi hayatını kurtaracak kadar bilgin olanlar; bir de vahşiler ki onlar duydukları her sesin peşinden koşar, her esen rüzgârdan öğrenir ama ilmin nurundan nasiplenmez ve sağlam bir köşeye sığınmazlar. İlim paradan üstündür. İlim seni korur sense parayı. İlim ameli artırır ama para kullandıkça azalır. İlim hükmedendir, para ise hükmedilendir. Ve para yok olduğunda paranın yaptıkları da kaybolur. Âlimin aşkı ise ibadettir. Parayı istifleyenler hayattayken ölüdürler. Fakat âlimler ahir güne kadar kalıcıdırlar. Şekilleri yok olur ama onların sevdiği şeyler kalplerde varlığını sürdürür."

Allah’ım! Bizleri İslâm'la, İslâm'ı da bizimle muzaffer kıl!



[1] Bakara Suresi 151

[2] Tirmizi

[3] Ali İmran Suresi 146

[4] Saff Suresi 2

[5] Nahl Suresi 90

[6] Müslim, Ebu Derda’dan rivayetle

[7] Bakara Suresi 44


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz