Hayat sosyal bir vakıa, insan ise fıtratı
gereği sosyal bir varlıktır. İnsanın
varlığında mündemiç maddi ve manevi bütün potansiyeller sosyal hayat içinde
ortaya çıkar. Bunun için de sağlıklı, erdemli bir toplumun inşa edilmiş olması
gerekmektedir.
Yaratılış amacına uygun sağlıklı
bir toplumun inşası ve sağlıklı bir şekilde işlemesi İslam’ın egemenliği ile
doğrudan ilişkilidir. Diğer bir ifade ile İslam’ın hayata egemen olmasıyla
ancak sağlıklı bir toplum inşa edilebilir. İşte gerek İslami bir hayatın inşasında
ve gerekse sağlıklı işlemesinde ulemanın kilit bir görev ve sorumluluğu vardır.
Zira hayatı ve hayata inmiş olan İslam’ı en iyi idrak edecek durumda olanlar
âlimlerdir. İslami bir hayatın inşasının ve sağlıklı işlemesinin yegâne yolu
olan İslam’a davet ve marufu emredip münkerden nehyetme farziyetinin başlıca
muhatabı da yine âlimlerdir.
Nitekim ilk emri اقْرَأْ بِاسْمِ
رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ “Yaratan
Rabbinin adıyla oku.”[1] olan İslam ulemaya hayati bir
konum biçmiştir. Kerim olan kitapta:
إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء
“…Kulları içinden ancak âlimler,
Allah'tan gereğince korkar…”[2] diye buyrularak ulema
onurlandırılmıştır.
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler
bir olur mu ?”[3] denilerek de görev ve sorumluluk
bazında bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı ilam edilmiştir. Bir hadisi
şerifte إِنَّ الْعُلَمَاءَ
وَرَثَةُالأَنْبِيَاءِ “Âlimler
nebilerin varisleridir.”[4] diye buyrularak âlimler değer ve
sorumluluğun zirvesine yerleştirilmişlerdir.
Ulemanın kendi zamanındaki
yönetimle ilişkisine gelince: Gerçek şu ki, yönetimin vakıası ulemanın
yönetimle gireceği ilişkinin keyfiyetini belirleyecektir. Bu bağlamda âlim
kişinin karşı karşıya kalabileceği temelde iki farklı yönetim vakıası vardır.
1) İslami
Yönetim
2) Gayri
İslami Yönetim
Âlimin İslam nizamı ile yöneten
Emir El-Mü’minin / Halife ve yönetimin diğer unsurlarıyla girişeceği ilişki
temelde müspet bir ilişkidir. Böyle bir vakıa ile karşı karşıya kalan bir
âlimin başlıca iki görevi vardır. Birincisi: Marufta Halifeye itaatle birlikte
onu desteklemek ve ona yardımcı olmak. İkincisi: İslam ile yönetmekten
uzaklaştığında onu muhasebe etmektir.
İslam ile yönettiği sürece ona
karşı çıkmamak ve halkı ona itaat etmeye yönlendirmek, Kitap ve Sünnet, icm’a
ve kıyas ile ve hatta sahih İslam mezheplerinin şer’i delil olarak kabul
ettikleri sair delillerden bir delil ile amel ettiği sürece ona itaat etmek
durumundadır. Zira Allah Celle Celâlehû:
أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ
“Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve
sizden olan ulu'l-emre / idarecilere de itaat edin...” diye buyurmuştur.
Söz konusu icraatlar âlimin fıkhi
içtihatlarına uymaması veya hoşuna gitmemesi onu itaatten alıkoyamaz. Nitekim
Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem:
مَنْ كَرِهَ مِنْ اَمِيرِهِ شَيْئاً
فَلْيَصْبِرْ فَإنَّهُ مَنْ خَرَجَ مِنَ السُّلْطَانِ شِبْراً مَاتَ ميتةً
جَاهِلِيَّةً
“Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin!
Çünkü cemaatten bir karış ayrılan cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”[5]
وَإِنْ وَأُخِذَ مَالُكَ فَاسْمَعْ وَأَطِعْ
“Malını zorla alsa da emirin sözünü
dinle ve ona itaat et!”[6] diye buyurarak Halifeye veya
yönetimin sair unsurlarına isyan etmeyi men ederken yargı mercilerinde hakkını
aramaya yönlendirmektedir. Nitekim günümüz seküler yönetimlerinde de durum
aynıdır. Siyasi başkaldırı ve isyan kabul edilmezken devletin yargı
mercilerinde hakkını aramak erdem sayılmıştır. Yöneticiye itaatte yöneticinin
etnik kökeninin baz alınması tamamen reddedilerek:
اسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَإِنْ اسْتُعْمِلَ عَلَيْكُمْ عَبْدٌ حَبَشِيٌّ
كَأَنَّ رَأْسَهُ زَبِيبَةٌ
“Emiriniz başı siyah Habeşli bir
köle de olsa O’na itaat edin!”[7] diye buyrulmuştur.
Bununla birlikte Halifeye itaat
mutlak manada bir itaat değildir. Halifenin İslam’la yönetmeye devam etmesiyle
kayıtlıdır. Zira Halife la yüs’el yani kendisinden hesap sorulmayan bir konumda
değildir. O da her Müslüman gibi İslam ile kayıtlıdır. Bir Müslüman olarak
gündelik hayatında ve kişisel tasarruflarında İslam’a uygun hareket etmek
durumundadır. Tıpkı bunun gibi yönetme işinde de İslam ile mukayyettir.
İslam’ın dışına çıkmama gibi bir sorumluluğu vardır. Zira Müslümanlar
kendilerini İslam ile yönetsin diye biat etmişlerdir. İcraatlarında İslam’ın
dışına çıktığı vaki olursa ulemanın onu uyarması ve onu bundan vazgeçmeye
zorlaması başta gelen görevleridir. Nitekim
Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem:
أَفْضَلَ الْجِهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ
“Cihadın en faziletlisi, zalim
sultan karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.”[8] buyurmuştur. Vazgeçmediği taktirde
hukuki yola başvurulur. Bu aşamada mezalim mahkemesine gidilir. Hukuken
azledilmesi sağlanır. Halife mezalim mahkemesinin kararına karşı geldiğinde
ümmetin bundan haberdar edilmesi yine ulemanın sorumluluğundadır. Böylece ümmet
eliyle Halifenin kuvvet kullanılarak azledilmesi yoluna gidilir. İşte bütün bu
süreci ümmet ile birlikte başlatacak ve aşama aşama yönetecek olan başlıca
ümmetin bağrından çıkan âlimlerdir.
Hulasa İslam nizamı ile yöneten
yönetici ve yönetimle olan ilişkisinde ulemanın tavrında itaat ve muhasebe at
başı bir seyir izler. Marufta itaat, münkerde uyarma ve muhasebe etmek esastır.
Gelelim gayri İslami yönetime karşı
ulemanın girişeceği ilişkiye:
İslam ülkesi sayılmayan devletlerde
hüküm süren yönetimleri bu makalemizin dışında tutarak konuyu sınırlandırmakta
fayda mülahaza ediyorum. İslam ülkelerinde hüküm süren yönetimleri
incelediğimizde bunların hiçbirinin İslam nizamı ile yönetmediği sonucuna
varırız. Zira bu ülkelerin hiçbirinde yönetim nizamları cihanşümul bir Hilafet
olmadığı gibi, dış siyasetleri de İ’lai Kelimetullah üzerine kurulu değildir.
Bu yönetimlerin tümü İslam’a rağmen birbirinden bağımsız ve fakat siyasi,
kültürel, iktisadi olarak büyük küfür devletlerine bağımlıdırlar. Birçoğunda
eğitim politikası ve medeni hukuk Batı kaynaklıdır. Birçoğunda liberal
kapitalist bir ekonomi hâkimdir. İşte bütün bu gerçekler onlarca İslam
ülkesinden hiçbirinin İslam ile yönetilmediğini bize söylemektedir. Bu acı
gerçeklerden sonra varacağımız nihai nokta şudur: Yeryüzünde İslam nizamı ile
yönetilen ve yöneticisinin bütün dünya Müslümanlarının Halifesi olduğunu ilan
eden herhangi bir İslam ülkesi yoktur.
İşte bu nedenle ulemanın İslam dışı
yönetim ve yöneticilerle şer’i çerçevede girişeceği ilişkiyi yegâne İslam yönetim
nizamı olan Hilafetin ilga olmuş olduğu ve henüz ikame edilmediği gerçeğinin
gölgesinde irdeleyeceğim.
Herkesten daha çok böyle bir
gerçeğin farkında olan İslam âlimi, yaşadığı ülkede hüküm süren yönetimle
ilişkisini, bir an önce nübüvvet metodu üzere Hilafeti ikame etme stratejisi
üzerine kurmak durumundadır. Ülkenin bir zamanlar Hilafet sancağı altında olmuş
olması, halkın büyük bir çoğunluğunun ve yöneticinin Müslüman olması ve
bireysel manada İslami kurallara göre yaşıyor olmaları, yönetimin İslam dışı
olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yüzden âlim; bütün okuma, plan, davet ve
çalışmalarını olabilecek en kısa zamanda Hilafeti ikame etme temelinde yapar.
Üç günden fazla Hilafetsiz yaşamanın caiz olmadığını en iyi o bilir. Hilafetin bütün farzların tacı olduğunun,
Hilafetin ilgasıyla Allah’ın şeriatının yürürlükten kalktığının, kurulmasıyla
Allah’ın şeriatının yürürlüğe gireceğinin en iyi o farkındadır. Çünkü İslam
ahkâmı İslam Devleti eliyle tatbik edilebilir. Zira birey, cemaat ve örgütlerin
İslam ahkâmını uygulamaya hakları yoktur.
İşte Müslüman âlimin İslam
ülkelerinde hüküm süren İslam dışı yönetim ve yöneticilerle kuracağı ilişkiyi
yukarıya aldığımız gerçekler belirleyecektir. O halkı İslam’ın yegâne
uygulayıcısı olan Hilafeti yeniden kurmaya çağırırken doğal olarak mevcut
yönetimi karşısında bulacaktır. Allah’ın emri doğrultusunda İslam düşüncesine
ve İslami çözümlere davet için fikri ve siyasi faaliyetler yürütürken, mevcut
yönetimin istihbarat ve güvenlik güçleri onu her türlü rahatsız edeceklerdir.
Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletini ikame etmeye davet ederken
mevcut yönetici ve avenesi ona her türlü engeli çıkaracaktır. Gayri İslami
yönetimlerin ülkeyi sömürgeleştirdiğini, ümmetin doğal ve beşeri kaynaklarını
büyük küfür güçlerinin talan etmesi için yasalar ve kanunlar vazettiğini
söylerken rejim karşıtı ilan edilerek yargılanacaktır. Hedefine ulaşmak için
örgütlü, fikri, kültürel ve siyasi bir faaliyet yürütecek olsa terörist
muamelesi görmesi işten bile değildir. Kaba kuvvet, güç ve şiddet kullanmayı
şer’i delilleriyle ortaya koyarak reddetmiş olması ve fiilen de buna tevessül
etmemiş olması bir şey değiştirmez. Mevcut gayri İslami yönetim nazarında terör
listesine alınmaktan kurtulamaz.
İşte bir İslam âlimi ve İslam dışı
bir yönetimin kendi doğal mecrasında yürüyen ilişkisi!.. Tarihin şehadetiyle bu
ilişki hep böyle yürümüş ve İslam’ın zaferiyle noktalanmıştır. Zira hak ve
batılın uzlaşması eşyanın tabiatına aykırıdır.
Ancak bu iki taraftan birinin kendi
doğal mecrasını terk etmesiyle ilişkinin boyut değiştirebilir. Bu bağlamda
kurulu devletin kendi varlığını sürdürme refleksi ve ondan beslenen yerli ve
küresel sermayedarların / kapitalistlerin doğal mecrasını değiştirdiği pek vaki
olmamıştır. Ne var ki; kendini ve amentüsünü ciddiye almayan, Müslüman âlim
sıfatını hak etmeyen nice âlim müsveddelerinin bu ilişkiyi Allah’ın rızasına
aykırı bir şekilde yürüttüğü çokça vakidir. Bunlar Allah Celle Celâlehû ve Resulü tarafından uyarılmışlardır.
Öncelikle İslam dışı bir sistemle
hükmeden yöneticilerin Allah’ın kitabında:
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ
الْكَافِرُونَ
“Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”[9]
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.”[10]
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ
الْفَاسِقُونَ
“Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.”[11]
diye buyrularak kâfirlik, zalimlik ve fasıklıkla nitelendirilmiş olması
ulemanın göz ardı edemeyeceği ağır bir kınama ve reddiyedir. İslam âlimi böyle
bir yönetimle içli dışlı bir ilişkiye giremez. Böyle bir yönetimin içinde yer
alamaz. Nitekim böyle bir yönetici en hafif tabiriyle zalim ve fasıktır. İslam
ile yönetmeyi istediği halde buna güç yetirmediği için geçici olarak İslam dışı
hükümlerle yönettiği vaki ise kâfir olmaktan kurtulabilir. Ancak bu halde bile
zalim ve fasık olmaktan kurtulamaz. Kendisinden hoşnut olmayı hak etmez.
Nasihate ve İslam ile yönetmeye davet edilme konumundadır. Nitekim zulüm İslam
dışı hükümlerin tabiatında vardır. İslam dışı bir nizamla hükmeden yönetici her
halükarda zalimdir ve günahkâr bir fasıktır. Kaldı ki Allah Celle Celâlehû:
وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ
وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء
“Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa
size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur…”[12] diye buyurarak son noktayı
koymuştur.
Zalimin zulmüne yardımcı olunamaz,
devam ve bekası için dua edilemez. Çünkü bekasında zulmünün daimi olmasını
istemek söz konusudur. Hadis-i Şerifte:
“Zalimin bekası için dua eden kimse
Allah’ın mülkünde O’na asi olunmasını istemiştir.”[13] diye buyrulmuştur.
Diğer bir ifadeyle İslam ulemasının
İslam dışı cahiliye hükümleriyle hükmeden yöneticilerle girişeceği ilişki;
İslam’a davet ve emri bil maruf ve nehyi anil münker temelinde kurulacak bir
ilişkidir. Dahası bu farziyetin örgütlü bir yapı tarafından yerine getirilmesi
emredilmiştir. Zira gayri İslami yönetim devlet aygıtını kullanarak halkı
cahiliye hükümleriyle fesada sürüklerken, bireysel olarak harcanacak bir
mesainin kayda değer bir etkisi olmayacaktır. Nitekim ayeti kerimede şöyle
buyrulmaktadır:
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği
emredip kötülükten men’eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir.”[14]
Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ümmetin İslam dışı hükümlerle
yönetileceği bu günleri haber vererek şöyle buyurmuştur:
“Onları inkâr edip onlarla mücadele
eden kurtulur. Onlardan uzaklaşan selâmet bulur veya selâmete yaklaşır.
Dünyalıklarında onların arasına katılıp, onlarla düşüp kalkanlar da onlardandır.”[15]
Diğer taraftan Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem sözlü
uyarmanın ehemmiyetini takdir ederek şöyle buyurmuştur:
الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى
إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ
“Şehitlerin efendisi Hamza'dır. Sonra
da, zalim yöneticiye gelerek ona iyiliği emredip kötülükten alıkoyması üzerine
sultanın katlettiği kişidir.”[16]
İslam uleması; Hilafetin ilga
edildiği bir düzlemde İslam dışı rejimlerle yöneterek zulmeden yöneticilere
karşı girişeceği mücadelede Hilafet Nizamını yeniden ikame etmek için çalışarak
ancak netice elde edebilir. Başka değil!.. Bu konuda takip edeceği metot ise
Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
Mekke’de İslam’a davetle başlattığı ve Medine’de İslam Devleti’yle
taçlandırarak zaferle sonuçlandırdığı metottur. Nitekim bu metot analiz
edildiğinde baştan sona fikri ve siyasi bir mücadeleden ibaret olduğu
görülecektir.
Gerçek şu ki İslam uleması gayri
İslami yönetimlerin içinde yer alarak ümmetin yerel ve evrensel sorunlarını
halledemez. Bu yüzden tıpkı Resul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem gibi müstakil bir duruş sergileyerek organizeli, fikri ve
siyasi bir çalışmayı yürüterek sonuç alabilir. Nitekim günümüz dünyasında
içinde şiddet olmayan örgütlü fikri ve siyasi çalışmalar makbul ve erdemli
faaliyetler olarak addedilmişlerdir.
İşte İslam ulemasının İslam ülkelerinde
kurulu gayri İslami yönetim ve yöneticileri ve yaptıkları zulmü bertaraf
etmelerinin yegâne yolu Resul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in takip ettiği bu davet yoludur.
Mevcut gayri İslami yönetimlerle
dirsek teması halinde rejim içinde kalarak ümmetin sorunlarına çözüm arayan
âlimlerin varlığı ve bunların sayıca çok olmaları ümmeti oyalamaktan başka bir
işe yaramamaktadır.
Kaldı ki Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’ın izinden giderek Raşidi Hilafet
Devleti’ni yeniden kurmak için örgütsel fikri ve siyasi bir çalışmayı yürütecek
ulemaya ne kadar da muhtacız.
وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا
وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“Salih amel işleyerek insanları
Allah'a davet eden ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü
kim olabilir?”[17]
[1]
Alak Suresi 1
[2]
Fatır Suresi 28
[3]
Zumer Suresi 9
[4]
Tirmizî
[5]
Buhari
[6]
Muslim
[7]
Buhari
[8]
Tirmizî, Fiten 13
[9]
Maide Suresi 44
[10]
Maide Suresi 45
[11]
Maide Suresi 47
[12]
Hud Suresi 113
[13]
Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433
[14]
Al-i İmran Suresi 104
[15]
Camiu’s Sağir, c.1, hds:452
[16]
İbn Mâce, Fiten 20
[17]
Fussilet Suresi 33
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış