ULEMA VE YÖNETİM İLİŞKİSİ

Mustafa Küçük

Hayat sosyal bir vakıa, insan ise fıtratı gereği sosyal bir varlıktır.  İnsanın varlığında mündemiç maddi ve manevi bütün potansiyeller sosyal hayat içinde ortaya çıkar. Bunun için de sağlıklı, erdemli bir toplumun inşa edilmiş olması gerekmektedir.

Yaratılış amacına uygun sağlıklı bir toplumun inşası ve sağlıklı bir şekilde işlemesi İslam’ın egemenliği ile doğrudan ilişkilidir. Diğer bir ifade ile İslam’ın hayata egemen olmasıyla ancak sağlıklı bir toplum inşa edilebilir. İşte gerek İslami bir hayatın inşasında ve gerekse sağlıklı işlemesinde ulemanın kilit bir görev ve sorumluluğu vardır. Zira hayatı ve hayata inmiş olan İslam’ı en iyi idrak edecek durumda olanlar âlimlerdir. İslami bir hayatın inşasının ve sağlıklı işlemesinin yegâne yolu olan İslam’a davet ve marufu emredip münkerden nehyetme farziyetinin başlıca muhatabı da yine âlimlerdir. 

Nitekim ilk emri اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”[1] olan İslam ulemaya hayati bir konum biçmiştir. Kerim olan kitapta:

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء

“…Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan gereğince korkar…”[2] diye buyrularak ulema onurlandırılmıştır.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?”[3] denilerek de görev ve sorumluluk bazında bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı ilam edilmiştir. Bir hadisi şerifte إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُالأَنْبِيَاءِ “Âlimler nebilerin varisleridir.”[4] diye buyrularak âlimler değer ve sorumluluğun zirvesine yerleştirilmişlerdir.

Ulemanın kendi zamanındaki yönetimle ilişkisine gelince: Gerçek şu ki, yönetimin vakıası ulemanın yönetimle gireceği ilişkinin keyfiyetini belirleyecektir. Bu bağlamda âlim kişinin karşı karşıya kalabileceği temelde iki farklı yönetim vakıası vardır.

1)    İslami Yönetim

2)    Gayri İslami Yönetim

Âlimin İslam nizamı ile yöneten Emir El-Mü’minin / Halife ve yönetimin diğer unsurlarıyla girişeceği ilişki temelde müspet bir ilişkidir. Böyle bir vakıa ile karşı karşıya kalan bir âlimin başlıca iki görevi vardır. Birincisi: Marufta Halifeye itaatle birlikte onu desteklemek ve ona yardımcı olmak. İkincisi: İslam ile yönetmekten uzaklaştığında onu muhasebe etmektir.

İslam ile yönettiği sürece ona karşı çıkmamak ve halkı ona itaat etmeye yönlendirmek, Kitap ve Sünnet, icm’a ve kıyas ile ve hatta sahih İslam mezheplerinin şer’i delil olarak kabul ettikleri sair delillerden bir delil ile amel ettiği sürece ona itaat etmek durumundadır. Zira Allah Celle Celâlehû:

أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ

 “Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre / idarecilere de itaat edin...” diye buyurmuştur.

Söz konusu icraatlar âlimin fıkhi içtihatlarına uymaması veya hoşuna gitmemesi onu itaatten alıkoyamaz. Nitekim Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem:

  مَنْ كَرِهَ مِنْ اَمِيرِهِ شَيْئاً فَلْيَصْبِرْ فَإنَّهُ مَنْ خَرَجَ مِنَ السُّلْطَانِ شِبْراً مَاتَ ميتةً جَاهِلِيَّةً 

 “Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü cemaatten bir karış ayrılan cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”[5]

وَإِنْ وَأُخِذَ مَالُكَ فَاسْمَعْ وَأَطِعْ

“Malını zorla alsa da emirin sözünü dinle ve ona itaat et!”[6] diye buyurarak Halifeye veya yönetimin sair unsurlarına isyan etmeyi men ederken yargı mercilerinde hakkını aramaya yönlendirmektedir. Nitekim günümüz seküler yönetimlerinde de durum aynıdır. Siyasi başkaldırı ve isyan kabul edilmezken devletin yargı mercilerinde hakkını aramak erdem sayılmıştır. Yöneticiye itaatte yöneticinin etnik kökeninin baz alınması tamamen reddedilerek:

اسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَإِنْ اسْتُعْمِلَ عَلَيْكُمْ عَبْدٌ حَبَشِيٌّ كَأَنَّ رَأْسَهُ زَبِيبَةٌ

“Emiriniz başı siyah Habeşli bir köle de olsa O’na itaat edin!”[7] diye buyrulmuştur.

Bununla birlikte Halifeye itaat mutlak manada bir itaat değildir. Halifenin İslam’la yönetmeye devam etmesiyle kayıtlıdır. Zira Halife la yüs’el yani kendisinden hesap sorulmayan bir konumda değildir. O da her Müslüman gibi İslam ile kayıtlıdır. Bir Müslüman olarak gündelik hayatında ve kişisel tasarruflarında İslam’a uygun hareket etmek durumundadır. Tıpkı bunun gibi yönetme işinde de İslam ile mukayyettir. İslam’ın dışına çıkmama gibi bir sorumluluğu vardır. Zira Müslümanlar kendilerini İslam ile yönetsin diye biat etmişlerdir. İcraatlarında İslam’ın dışına çıktığı vaki olursa ulemanın onu uyarması ve onu bundan vazgeçmeye zorlaması başta gelen görevleridir. Nitekim Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem:

أَفْضَلَ الْجِهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ 

“Cihadın en faziletlisi, zalim sultan karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.”[8] buyurmuştur. Vazgeçmediği taktirde hukuki yola başvurulur. Bu aşamada mezalim mahkemesine gidilir. Hukuken azledilmesi sağlanır. Halife mezalim mahkemesinin kararına karşı geldiğinde ümmetin bundan haberdar edilmesi yine ulemanın sorumluluğundadır. Böylece ümmet eliyle Halifenin kuvvet kullanılarak azledilmesi yoluna gidilir. İşte bütün bu süreci ümmet ile birlikte başlatacak ve aşama aşama yönetecek olan başlıca ümmetin bağrından çıkan âlimlerdir.

Hulasa İslam nizamı ile yöneten yönetici ve yönetimle olan ilişkisinde ulemanın tavrında itaat ve muhasebe at başı bir seyir izler. Marufta itaat, münkerde uyarma ve muhasebe etmek esastır.

Gelelim gayri İslami yönetime karşı ulemanın girişeceği ilişkiye:

İslam ülkesi sayılmayan devletlerde hüküm süren yönetimleri bu makalemizin dışında tutarak konuyu sınırlandırmakta fayda mülahaza ediyorum. İslam ülkelerinde hüküm süren yönetimleri incelediğimizde bunların hiçbirinin İslam nizamı ile yönetmediği sonucuna varırız. Zira bu ülkelerin hiçbirinde yönetim nizamları cihanşümul bir Hilafet olmadığı gibi, dış siyasetleri de İ’lai Kelimetullah üzerine kurulu değildir. Bu yönetimlerin tümü İslam’a rağmen birbirinden bağımsız ve fakat siyasi, kültürel, iktisadi olarak büyük küfür devletlerine bağımlıdırlar. Birçoğunda eğitim politikası ve medeni hukuk Batı kaynaklıdır. Birçoğunda liberal kapitalist bir ekonomi hâkimdir. İşte bütün bu gerçekler onlarca İslam ülkesinden hiçbirinin İslam ile yönetilmediğini bize söylemektedir. Bu acı gerçeklerden sonra varacağımız nihai nokta şudur: Yeryüzünde İslam nizamı ile yönetilen ve yöneticisinin bütün dünya Müslümanlarının Halifesi olduğunu ilan eden herhangi bir İslam ülkesi yoktur.

İşte bu nedenle ulemanın İslam dışı yönetim ve yöneticilerle şer’i çerçevede girişeceği ilişkiyi yegâne İslam yönetim nizamı olan Hilafetin ilga olmuş olduğu ve henüz ikame edilmediği gerçeğinin gölgesinde irdeleyeceğim.

Herkesten daha çok böyle bir gerçeğin farkında olan İslam âlimi, yaşadığı ülkede hüküm süren yönetimle ilişkisini, bir an önce nübüvvet metodu üzere Hilafeti ikame etme stratejisi üzerine kurmak durumundadır. Ülkenin bir zamanlar Hilafet sancağı altında olmuş olması, halkın büyük bir çoğunluğunun ve yöneticinin Müslüman olması ve bireysel manada İslami kurallara göre yaşıyor olmaları, yönetimin İslam dışı olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yüzden âlim; bütün okuma, plan, davet ve çalışmalarını olabilecek en kısa zamanda Hilafeti ikame etme temelinde yapar. Üç günden fazla Hilafetsiz yaşamanın caiz olmadığını en iyi o bilir.  Hilafetin bütün farzların tacı olduğunun, Hilafetin ilgasıyla Allah’ın şeriatının yürürlükten kalktığının, kurulmasıyla Allah’ın şeriatının yürürlüğe gireceğinin en iyi o farkındadır. Çünkü İslam ahkâmı İslam Devleti eliyle tatbik edilebilir. Zira birey, cemaat ve örgütlerin İslam ahkâmını uygulamaya hakları yoktur.

İşte Müslüman âlimin İslam ülkelerinde hüküm süren İslam dışı yönetim ve yöneticilerle kuracağı ilişkiyi yukarıya aldığımız gerçekler belirleyecektir. O halkı İslam’ın yegâne uygulayıcısı olan Hilafeti yeniden kurmaya çağırırken doğal olarak mevcut yönetimi karşısında bulacaktır. Allah’ın emri doğrultusunda İslam düşüncesine ve İslami çözümlere davet için fikri ve siyasi faaliyetler yürütürken, mevcut yönetimin istihbarat ve güvenlik güçleri onu her türlü rahatsız edeceklerdir. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletini ikame etmeye davet ederken mevcut yönetici ve avenesi ona her türlü engeli çıkaracaktır. Gayri İslami yönetimlerin ülkeyi sömürgeleştirdiğini, ümmetin doğal ve beşeri kaynaklarını büyük küfür güçlerinin talan etmesi için yasalar ve kanunlar vazettiğini söylerken rejim karşıtı ilan edilerek yargılanacaktır. Hedefine ulaşmak için örgütlü, fikri, kültürel ve siyasi bir faaliyet yürütecek olsa terörist muamelesi görmesi işten bile değildir. Kaba kuvvet, güç ve şiddet kullanmayı şer’i delilleriyle ortaya koyarak reddetmiş olması ve fiilen de buna tevessül etmemiş olması bir şey değiştirmez. Mevcut gayri İslami yönetim nazarında terör listesine alınmaktan kurtulamaz. 

İşte bir İslam âlimi ve İslam dışı bir yönetimin kendi doğal mecrasında yürüyen ilişkisi!.. Tarihin şehadetiyle bu ilişki hep böyle yürümüş ve İslam’ın zaferiyle noktalanmıştır. Zira hak ve batılın uzlaşması eşyanın tabiatına aykırıdır.

Ancak bu iki taraftan birinin kendi doğal mecrasını terk etmesiyle ilişkinin boyut değiştirebilir. Bu bağlamda kurulu devletin kendi varlığını sürdürme refleksi ve ondan beslenen yerli ve küresel sermayedarların / kapitalistlerin doğal mecrasını değiştirdiği pek vaki olmamıştır. Ne var ki; kendini ve amentüsünü ciddiye almayan, Müslüman âlim sıfatını hak etmeyen nice âlim müsveddelerinin bu ilişkiyi Allah’ın rızasına aykırı bir şekilde yürüttüğü çokça vakidir. Bunlar Allah Celle Celâlehû ve Resulü tarafından uyarılmışlardır.

Öncelikle İslam dışı bir sistemle hükmeden yöneticilerin Allah’ın kitabında:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

“Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”[9]

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

“Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.”[10]

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.”[11]  diye buyrularak kâfirlik, zalimlik ve fasıklıkla nitelendirilmiş olması ulemanın göz ardı edemeyeceği ağır bir kınama ve reddiyedir. İslam âlimi böyle bir yönetimle içli dışlı bir ilişkiye giremez. Böyle bir yönetimin içinde yer alamaz. Nitekim böyle bir yönetici en hafif tabiriyle zalim ve fasıktır. İslam ile yönetmeyi istediği halde buna güç yetirmediği için geçici olarak İslam dışı hükümlerle yönettiği vaki ise kâfir olmaktan kurtulabilir. Ancak bu halde bile zalim ve fasık olmaktan kurtulamaz. Kendisinden hoşnut olmayı hak etmez. Nasihate ve İslam ile yönetmeye davet edilme konumundadır. Nitekim zulüm İslam dışı hükümlerin tabiatında vardır. İslam dışı bir nizamla hükmeden yönetici her halükarda zalimdir ve günahkâr bir fasıktır. Kaldı ki Allah Celle Celâlehû:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء

“Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur…”[12] diye buyurarak son noktayı koymuştur.

Zalimin zulmüne yardımcı olunamaz, devam ve bekası için dua edilemez. Çünkü bekasında zulmünün daimi olmasını istemek söz konusudur. Hadis-i Şerifte:

“Zalimin bekası için dua eden kimse Allah’ın mülkünde O’na asi olunmasını istemiştir.”[13] diye buyrulmuştur.

Diğer bir ifadeyle İslam ulemasının İslam dışı cahiliye hükümleriyle hükmeden yöneticilerle girişeceği ilişki; İslam’a davet ve emri bil maruf ve nehyi anil münker temelinde kurulacak bir ilişkidir. Dahası bu farziyetin örgütlü bir yapı tarafından yerine getirilmesi emredilmiştir. Zira gayri İslami yönetim devlet aygıtını kullanarak halkı cahiliye hükümleriyle fesada sürüklerken, bireysel olarak harcanacak bir mesainin kayda değer bir etkisi olmayacaktır. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyrulmaktadır: 

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men’eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[14]

Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ümmetin İslam dışı hükümlerle yönetileceği bu günleri haber vererek şöyle buyurmuştur:

“Onları inkâr edip onlarla mücadele eden kurtulur. Onlardan uzaklaşan selâmet bulur veya selâmete yaklaşır. Dünyalıklarında onların arasına katılıp, onlarla düşüp kalkanlar da onlardandır.”[15]

Diğer taraftan Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem sözlü uyarmanın ehemmiyetini takdir ederek şöyle buyurmuştur: 

الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ

“Şehitlerin efendisi Hamza'dır. Sonra da, zalim yöneticiye gelerek ona iyiliği emredip kötülükten alıkoyması üzerine sultanın katlettiği kişidir.”[16]

İslam uleması; Hilafetin ilga edildiği bir düzlemde İslam dışı rejimlerle yöneterek zulmeden yöneticilere karşı girişeceği mücadelede Hilafet Nizamını yeniden ikame etmek için çalışarak ancak netice elde edebilir. Başka değil!.. Bu konuda takip edeceği metot ise Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’de İslam’a davetle başlattığı ve Medine’de İslam Devleti’yle taçlandırarak zaferle sonuçlandırdığı metottur. Nitekim bu metot analiz edildiğinde baştan sona fikri ve siyasi bir mücadeleden ibaret olduğu görülecektir.

Gerçek şu ki İslam uleması gayri İslami yönetimlerin içinde yer alarak ümmetin yerel ve evrensel sorunlarını halledemez. Bu yüzden tıpkı Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem gibi müstakil bir duruş sergileyerek organizeli, fikri ve siyasi bir çalışmayı yürüterek sonuç alabilir. Nitekim günümüz dünyasında içinde şiddet olmayan örgütlü fikri ve siyasi çalışmalar makbul ve erdemli faaliyetler olarak addedilmişlerdir.

İşte İslam ulemasının İslam ülkelerinde kurulu gayri İslami yönetim ve yöneticileri ve yaptıkları zulmü bertaraf etmelerinin yegâne yolu Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in takip ettiği bu davet yoludur. 

Mevcut gayri İslami yönetimlerle dirsek teması halinde rejim içinde kalarak ümmetin sorunlarına çözüm arayan âlimlerin varlığı ve bunların sayıca çok olmaları ümmeti oyalamaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Kaldı ki Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’ın izinden giderek Raşidi Hilafet Devleti’ni yeniden kurmak için örgütsel fikri ve siyasi bir çalışmayı yürütecek ulemaya ne kadar da muhtacız.

وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ

“Salih amel işleyerek insanları Allah'a davet eden ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”[17]



[1] Alak Suresi 1

[2] Fatır Suresi 28

[3] Zumer Suresi 9

[4] Tirmizî

[5] Buhari

[6] Muslim

[7] Buhari

[8] Tirmizî, Fiten 13

[9] Maide Suresi 44

[10] Maide Suresi 45

[11] Maide Suresi 47

[12] Hud Suresi 113

[13] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.433

[14] Al-i İmran Suresi 104

[15] Camiu’s Sağir, c.1, hds:452

[16] İbn Mâce, Fiten 20

[17] Fussilet Suresi 33


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz