Davutoğlu hükümete geldiğinde
“Yapısal Reform”, “Yeni Türkiye Ekonomisi” ve “Gelişen Ekonomi ve Türkiye” gibi
başlıklar ile kendilerini topluma ispat etmek adına çeşitli toplantılarda paketler
açıklanmıştı. Ekonomik vaatler dolu olan bu paketler erken seçim kararıyla
hayata geçmeden rafta kalmıştı. Cari açık, enflasyon, faiz, kur ve büyümedeki
ciddi sıkıntılar her geçen gün derinleşmekte idi. Tabii bu sıkıntılar sadece
bugünlük bir mevzu ve Türkiye ile sınırlı bir konu da değil. Ümmetimizin tümü
neredeyse iki yüz yıldır ekonomik sıkıntılar ile boğuşmaktadır. 1838 yılında yapılan
Osmanlı-İngiliz Serbest Ticaret Anlaşması neticesinde küresel emperyalist
devletlere tanınan tek taraflı vergi indirimleri ve gümrük muafiyetleri yani
kapitülasyonlar ile küresel kapitalizme kapılarımız açılmıştı. İhracatımız düşmüş,
ithalatımız ise hızla yükselmişti. Batı’nın sanayisi karşısında Anadolu’nun
bilek gücü dayanamadı ve maalesef gerek içeride gerek dışarıda tüm
pazarlarımızı Batıya teslim eder olduk. Nihayetinde o günden bugüne Batı’nın
gelişmiş sanayisi karşısında ümmetimiz içinde herhangi bir kıpırdama olmamış
biz hala ümmet olarak sanayiyi Batı’dan ithal ediyoruz.
Tabii ki o dönem Osmanlı’nın çöküşünün
temel sebebi ekonomi değildi. Bu çöküşün temeli şüphesiz İslam’a olan
bağlılıktaki ve İslam’ı tatbik etmedeki zafiyetlerdi.
Bugün yine aynı sorun ile karşı
karşıyayız. Hatta o gün her ne kadar kötü tatbik edilmiş olsa da en azından
ümmetin İslam’a dayanan bir devleti vardı ve iyi bir yönetim ile tekrar dünyayı
İslam’ın adaleti ile yönetmeye namzetti.
Peki ya bugün! Ümmet olarak bu
çöküntü ve düşük seviyenin nasıl bir izahı olabilir Allah aşkına? Aklımızı Batıya
kiralamış, tefekkür edemiyor, yeni bir fikir üretemiyor, olduğumuz yerden bir
karış bile ilerleyemiyor, Batı’nın değerleriyle yatıp kalkıyoruz. Faydamıza
bile olsa o fikri almıyor, uzak oluyor ve hatta ellerimizle o bakışı veya fikri
kendimizden uzaklaştırıyor ve üstünü örtüyoruz. Maalesef bu ümmetin son
yüzyılının tek gerçeği.
Tabii ki bu gerçek sadece hukuk,
içtimai, siyasi alanlarda işlemiyor. Aynı şekilde ekonomi cephesinde de böylesi
bir akıl tutulması yaşanmakla birlikte, yararımıza olan fikri reformlar yapmıyor
aksine iyiden iyiye var olan kapitalist çıkmazlara entegre oluyoruz. Zaten
ekonominin temel sorunu işte buradan kaynaklanıyor. Ümmet ve yöneticilerinin
İslam’a dönüp rabbimizin değerleriyle yönetecek fikre yönelmemesi. Eğer
kapitalist sömürüden sıyrılıp İslam iktisadına yönelmiş olunursa müthiş bir
kalkınma izlenmiş olunacak. Ancak dediğim gibi kapitalist sömürünün bir ülkesiyiz
ve yaşadığımız düzen bir sömürü düzenidir.
Mesela asgari ücret nereden
geliyor? Bu sorun kapitalizmin barbar ve vahşi sömürüsünün bir ürünü değil mi? Hükümet
sözde reform yapıp asgari ücreti 1300 TL yapıyor. Hâlbuki hükümetin en sağlam
destekçisi olan sendika bile açlık sınırının 1427 TL olduğunu geçtiğimiz
günlerde açıklamıştı. Eğer hükümet
asgari ücreti yani yaşamak için en alt ücreti esas alıyorsa asgari ücreti 1427
TL yapması gerekmez mi? İşte bu sömürü düzeni böylesi yapmacık ve göz boyayan,
sahte ve yalancı bir düzendir. Kendi sözünü ve kanunlarını bile anında
yutabilir. Tabii ki hükümet reel kapitalizme bakar, onun derdi halkın aç,
açıkta kaldığı değildir. Onlar kendilerinin arkasında duran sermayedarların
ağzından çıkacak iki kelimelik talimata bakarlar. Yok, eğer hükümet halkın
refahına bakıyor ise yapacağı ilk iş bu sömürü düzenini alaşağı etmektir. Zira
kapitalizm tüm aksamlarıyla sömürüye giden yola göre dizayn edilmiştir. Bu
anlamda Türkiye de kapitalist bir ülkedir. Dolayısıyla sorunlar öyle suni
reformlarla giderilecek bir şey değildir. Aslında hükmedicilerin pek de öyle
sorunları kökten veya bir nebze gidermek gibi bir kaygıları yok.
Şimdi “Reform Paketini” iki temel
konu üzerinden ele almaya çalışacağım.
- Tüketici bakımından reform ne
anlama geliyor?
Tüketici dediğimiz kesim: İktisadi
mal ve hizmetleri belirli bir bedel karşılığında satın alarak kullanan kişidir.
Bu anlamda yeni açıklanan ekonomi eylem paketine baktığımızda asgari ücretlisinden,
muhtarına, emeklisinden, çiftçi, öğrenci ve polisine kadar neredeyse tüm
kesimlerin maaşlarına zam yapılacağı 2016 Eylem Planı çerçevesinde açıklandı.
Türkiye yaklaşık iki yıldır ekonomik açıdan çok ciddi badireler atlattı. Gezi
parkı olayları, 17-25 Aralık olayları, jeopolitik riskler ve ABD merkez bankası
FED’in parasal genişlemeyi bitirip faizini yükseltme beklentileri Türkiye
ekonomisi üzerinde olumsuz birçok etkiye sebep oldu. İhracat 2007 yılında
yıllık bazda % 15 oranında artış sağlarken, 2014’e geldiğimizde ise yıllık
bazda % 2’ye düştü. Dolar cinsinden döviz kuru 2013’de 1,80’den 3,10’a kadar
yükseldi. Euro cinsinden döviz kuru 2,20’den 3,50 seviyelerine yükseldi.
İşsizlik 2012 yılında % 8,4 oranlarındayken, 2014 yılında ise % 10,3
seviyelerine yükseliyor. Büyüme 2013 yılında 4,2 seviyelerinde artış
gösterirken, 2014 yılında ise 2,9 seviyelerinde artış gerçekleşiyor. Enflasyon
2012 yılında 6,16 artarken, 2014 yılında ise 8,17 seviyelerine yükseliyor. Bu
noktada enflasyon kalemlerinin tüketicinin yıllık rutin olarak harcadığı grubuna
bakıldığında ise yani, sebze, gıda, giyim, kira, elektrik, doğalgaz vb. harcama
kalemleri yıllık % 13,30 civarında artış göstermektedir. Dolaysıyla olumsuz
yönde seyreden ekonomik veriler halkın bizzat kendisini etkilemektedir. Bu
anlamda tüm olumsuz yönde ilerleyen ekonomi kapitalizmin kaçınılmaz bir gerçeği
olarak halkı etkiler. Halkın cebindeki para, veriler ışığında yıllık 13,30
değer kaybetmektedir. Yani eşyanın değeri yükselirken paranın değeri ise yıllık
13,30 civarında değer kaybediyor.
İşte tam bu noktada genel anlamda
asgari ücretin artışına bakalım. Tüketicinin zaruri olarak rutin kullandığı
eşya para karşısında yıllık 13,30 değer kazanırken acaba bu zor enflasyon karşısında
işçinin aldığı maaşa ne kadar zam yapılmaktadır? Yani Aldığı maaş enflasyona
kurban mı gidiyor, yoksa enflasyonun üstünde bir ücret mi alıyor? 2006 yılından
bu yana Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine baktığımızda asgari
ücret yıllık ortalama % 9,40 artış yapıyor. İşçi kesimi 2006 yılında yıllık bazda
aldığı para % 13,30 değersizleşirken, aldığı para ise yıllık % 9,30 artış
göstermektedir. Yani aldığı maaş ve artışı yıllık enflasyona 3,9 oranında yenik
düşmektedir. Şöyle ki; Herhangi birinin 2006 yılını baz alarak 1000 TL maaş
aldığını ve bu maaşa yıllık zam ise 94 TL yapıldığını düşünelim. 2014 yılına
kadar aldığı maaş 1,812 TL olur. Bu kişinin 2006 yılında 1000 TL aldığı maaşın
yıllık 133 TL değer kaybettiğini düşündüğümüzde ise 2014 yılına kadar bu maaş –
64 TL’ye kadar değer kaybeder. Bu maaşa zam yapılır halini esas aldığımızda
yani 1812 TL’yi esas aldığımızda ise bu kişinin enflasyon karşısında parasının
değeri 748 TL’ye kadar düşer. Bu anlamda işçinin 2006 yılında aldığı gerçek
rakamlarını bulup 2014 yılına kadar enflasyona nasıl yenik düştüğünü de varın
siz kendiniz bulmaya çalışın. Zira bu rakamda da görülecek ki asgari ücret 1300
TL değil bu sömürü kurallarına göre bir insanın en az geçim seviyesi 1500 TL’yi
geçer. Tabii ki bu rakamlar bir sömürü aracı olan asgari ücretin vakıasını
ortaya koymaktadır. Yoksa aslında işçinin hak ettiği ise daha fazla bir
ücrettir. Biz sadece burada Kapitalist anlayışın ikiyüzlülüğünü rakamlarla ifşa
etmek istedik.
Bunlar Türkiye’nin kaçınılmaz
gerçeği. Yani bir yandan enflasyon altında işçi ezilirken, işçinin maaşına
yapılan zam yine de işçiyi bu ağır enflasyondan kurtarmıyor. Devlet işçinin bu
mağduriyetini görmezden gelip aksine bunu bir fırsata çeviriyor. Dolayısıyla
devletin tüketici kesime yapacağı tüm zamlar aslında halkın refah seviyesine
ulaşması için değildir. Aksine devletin burada gözettiği gaye bambaşkadır.
Türkiye ekonomisi çok sıkıntılı bir
süreçten geçmektedir. Ekonomi her geçen gün küçülüyor, yeni bir ivme, ilerleme
sağlanmıyor. İhracat rakamları gittikçe düşerken dışa bağımlı büyüme de
daralıyor. Bu anlamda hükümet tarafından içerideki piyasayı canlandırmak adına
halkçı bir reform yapıldığı görülse de aslında hükümetin hedefi iç piyasayı
canlandırarak tüketimi daha da hızlandırmak ve böylece ekonomik büyümeyi
yükseltmektir. Bu anlamda bankalara borçlanma seviyeleri almış başını gidiyor.
BDDK verilerine göre 50 milyona yakın kişi 73 kredi kartı kullanmaktadır. Yani
Türkiye’nin yarısı bankalara borçludur. Bundan sonra da bankalara borçlanma
geçtiğimiz yıllara göre daralacaktır. Zira Türkiye’de borçlanma iştahı
yeterince doymuştur. Ayrıca çeşitli ekonomik sıkıntılardan dolayı faiz oranları
% 10,50 oranlarına kadar yükselmiş durumda. Yani borçlanma maliyetleri
yükselince bankalara borçlanma oranları da düşmüş olur. Dolayısıyla önümüzdeki
süreçte bankalara borçlanarak tüketim gittikçe daralmış olacaktır. Bu
daralmadan dolayı tüketim azaldıkça iç büyüme oranları da daralmış olur.
Hükümet bu noktayı gördüğünden ve dışa dayalı büyüme düştüğünden iç piyasayı
canlandırmak için açıklanan 2016 Eylem Planı’nda daha çok tüketimi
hızlandırılacak adımlar atılmıştır. Bankalara aşırı borçlanma ve dışsal
kırılganlıklar hükümeti iç tüketimi canlandıracak adımlar atmaya zorlamıştır.
Ancak mesele sadece bununla bitmiyor. Bir de kamu maliyesine gelecek olan bu
yükün yani açığın nasıl kapatılacağı meselesi vardır. Türkiye’de bütçenin % 85
oranı dolaylı ve dolaysız vergilerden oluşmaktadır. Diğer kısmı ise
özelleştirme ve yıl içinde çeşitli transfer ödemeler ile oluşmaktadır. 2016 Eylem
Paketi gereğince oluşacak en ufak kamu maliyesindeki, yani bütçedeki açığın
yine vergilendirme araçlarından alınacağı muhakkak. Bu sebeple olan yine halka
olmuş olacak. Bu kapitalist düzenin kaçınılmaz bir gerçeğidir.
- Küçük, orta ve büyük
üreticiler, işletmeciler, sanayiciler için ne anlama geliyor?
Şüphesiz bu paket ağırlıklı olarak
tüketim tarafı hakkında yapılan bir açılım.
Pakette işverene katkı sağlayacak ciddi adımlar atılmış değil. Bir takım
ufak açılımlar var. Fakat bunlar Türkiye’deki işverenlerin beklentilerini
karşılayacak açılımlar değil. Yukarıda da belirttiğim gibi Türkiye ekonomisinin
kronik sorunları varolmakla birlikte bu sorunların çözümü ancak fikri bir
değişim ile olur. Zira açıklanan eylem paketlerinde hiçbir zaman Türk
sanayicisinin ve işletmelerinin temel sorunları çözülmüş değildir.
Üretim yapabilmek için istikrar
olmazsa olmazlardandır. Üretim yapabilmek için, ekonominin ufuklarını açmak,
kendini yenileyecek ve yeni icatlar ortaya koymak şarttır. Üretim yapabilmek
için, yeni iş ve pazar alanları açmak, bu pazarların isteğini doyurmak bir
gerekliliktir. Bu saydıklarımın hiçbirinde maalesef şirketler adım atamıyor.
Her bir adımın çok geçmeden önü kesiliyor ve çok ciddi zararlara uğratılıyor.
İçerde faiz, istikrarsız bir toplum, aşırı oynak döviz kurları ve yükselen
enflasyon işvereni kötü etkilemektedir. Dışarda ise olabildiğince kırılgan
yürüyen politik riskler ve yine oynak döviz kurları şirketlere maliyeti ağır
faturalar çıkartmaktadır. Buralardaki sorunların temeli şüphesiz kapitalist
düzenin kendisinden kaynaklanmaktadır. Faiz gibi bir girdap her geçen gün
şirketlerin sermayelerini eritiyor. Türkiye ideolojik bir devlet olmadığından
ve taklîdi bir fikre sahip olduğundan dolayı şirketlerin dövize dayalı
borçlanma seviyesi yüksek olmakla birlikte ithalata dayalı ihracat
yapıldığından döviz kurlarındaki en ufak bir oynaklık şirketlere ciddi zararlar
vermektedir.
Aşırı faiz ve döviz kurları
oynaklıkları bir yana devletin şirketleri sanayi ve teknolojiye yönlendirmemesi
ise başka bir girdap. Evet, Türkiye ekonomisi şuan inşaat üzere bir büyüme
gerçekleştirmektedir. Dışarıya ihraç ettiği ise tahıl ve gıda, tekstil ve hazır
giyim ürünleridir. Katma değeri yüksek sanayiye yönelmediği gibi bu anlamda tam
bir akıl tutulması yaşamaktadır. Dışarıya sattığı ürünler her devletin
üretebileceği ürünlerdir. Fakat sanayiye yönelip sanayi ürünü üretmesi işveren
açısından kârlı olduğu gibi hem alternatif pazarlar bulunması hem de istihdam
açısından çok önemli katkılar sağlar. Ancak devlet bu anlamda hiçbir şekilde
ciddi adım atmamaktadır. Hükümetin sanayiye yönelmesi ağır bir maliyet
istediğinden bu hükümet de bir önceki hükümetler gibi günü kurtarma derdinde olup,
bu ağır yükün altına halkının, işverenin ve işçisinin faydasına olmasına rağmen
girmez. Zira hükümetler GSMH’yı daha çok ve en kolay yoldan artırmanın
derdindeler ki kendilerini kuru rakamlar üzerinden ifade edebilsinler.
Şüphesiz tüm bunlar bizlere
gösteriyor ki kapitalist bir devlet olmasından ötürü Türkiye fikrini
değiştirmedikçe asla ekonomik ivme ve sanayi açısından ilerleme sağlayamaz.
Yeni iş alanları, ekonomiye yenilikçi ve ilerlemeci ufuklar açmak, faizin
tümünden kurtarmak ve şirketlerine faizsiz teşvikler vermek, döviz kurları oynaklığı
karşısında şirketini korumak bu haliyle Türkiye’nin yapacağı bir iş değildir.
Bunu ancak ideolojik bir bakış ve fikre sahip olan İslami Devlet yapar.
Nihayetinde açıklanan eylem planı
devletin gününü kurtarma çabasından başka bir şeyi ifade etmemektedir. Ne
halkın sıkıntılarını, ne de işveren kesimin sorunlarını çözecek bir paket veya
reform değildir. Bu olsa olsa ancak bir oyalama ve göz boyama taktiğidir.
Yıllardır ümmetin başındaki tüm yöneticiler gibi Türkiye’deki yöneticiler de
açıkladıkları tüm reformlarında halkı ve şirketleri iyiden iyi sömürü düzenine
entegre etmek ve bulunan konumdan bir tık bile ileri götürmemektedir. Hal böyle
olunca sömürüde daha derinleşme ve küresel kapitalizme iştahlı pazar alanları
olma serüvenimiz olduğu gibi hızla sürmektedir.
Bizler ümmet olarak küresel
kapitalizmden kurtulmadıkça bu hal üzere asla üretemez, gelişemez ve yeni
ufuklara ulaşamayız. Şüphesiz küresel kapitalizmden kurtulmanın, onların sanayi
ve teknolojisine alternatif sanayi ve teknoloji üretmenin, onların para
birimlerinden kurtulmanın yolu ancak İslami bir dönüşüm ile gerçekleşir. İşte o
zaman ümmet güçlü enerji kaynakları ile güçlü para birimi ve sanayisiyle dünya
devletlerinin en üstünü konumunda bulunmakla birlikte tebaasıyla barışık güçlü
bir devlet olur. Bu nedenle açıklanan ekonomik eylem planı sadece sömürüye
götüren yumuşak bir yol mahiyetindedir. Eğer hükümet halkın refah bir seviyeye
ulaşmasını istiyorsa ekonomik açıdan yapacağı en büyük reform kapitalizmi
ümmetin coğrafyasından söküp atmaktır. Kimse kendisini boşuna kandırmasın.
İlerlemenin, üstün ve büyük devlet olmanın tek yolu İslami Hilafet Devletini
kurmakla olur.
Yorumlar