Geçtiğimiz
haftalarda milyonlarca hacı adayı Allah Azze ve Celle’nin çağrısına
icabet ederek kutsal topraklarda hac vazifesini ifa etti. Dillerde ve
gönüllerde “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk.” Bu söz sloganik bir nida olmaktan öte
vakıada ağırlığı olan/olması gereken bir sözdür. Daha da ötesi bir teminattır
“Lebbeyk Allahumme Lebbeyk...” Zaten hacılarımız da Allah Azze ve Celle’nin
emrine/çağrısına icabet etmek için düştüler yollara ve katlandılar onca
zahmete… Lakin benim bu makalede masaya yatırmak istediği konu “Lebbeyk
Allahumme Lebbeyk”in sadece hac ibadetiyle sınırlandırılması gereken bir söylem
değil, ya da hac ibadeti sırasında geçerliliği olan bir söz/teminat değil,
hayatın her alanını kapsayan ve her zaman için geçerli bir teminat olması gerektiğidir.
Bugün maalesef bu sözün sadece hac ibadeti sırasında söylenen bir söz olduğunu
görmekteyiz. Gündelik hayatımızda bu sözün pek de bir ağırlığının olmadığını
kolayca söyleyebilirim. Belki de birçoğunuz bu kanıya nereden vardığımı merak
ediyor olabilirsiniz ama “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” sözünün sadece hac
ibadetiyle sınırlı olduğunu, bilakis hayatımızın geri kalan kısmında pek de
etkin olmadığını saptamak çok zor değil. Bizler “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk”
derken aslında bir şeyin teminatını veriyoruz ki o da Allah’a itaattir.
Bir kimse emret Allah’ım emret söyleminde bulunursa Allah Azze ve Celle’nin
emirlerine koşulsuz itaat edeceğinin teminatını vermektedir aslında… Sen nasıl
istersen ben ona göre amel edeceğim Ya Rabbi demenin başka bir şekilde
söylemidir Lebbeyk… Yine aynı şekilde, benim gönlümde nasıl ve ne şekilde
geçerse geçsin geçerli olan senin buyruklarındır Ya Rabbi demenin diğer bir
adıdır Lebbeyk…
Ama
dediğim gibi, pratikte bu böyle midir? Bunu saptamak çok zor değil. Basit bir
örnek verelim; Kişi Allah’ın çağrısına icabet etmek kastıyla haccın yolunu
tutarken yine aynı kişinin hac masrafları için banka kredisi çektiğine şahit
olabiliyoruz. İşte tam anlatmak istediğim de budur. Hac yolculuğunda/hac
sırasında “lebbeyk”e yer verilirken acaba hayatın diğer kalan kısımlarında
niçin yer verilmiyor? Allah’ın hac ibadeti çağrısına “lebbeyk” ile icabet
ederken, faizle alakalı Allah’ın çağrısına icabet etmemek, “lebbeyk”i devre
dışı bırakmak ne ile izah edilebilir? Allah Azze ve Celle’nin namaz çağrısına
lebbeyk derken, kendileriyle dostluk kurmamız haram kılınan Allah düşmanlarıyla
dostluk kurarak Allah’ın bu emrine karşı gelmek ne ile açıklanabilir? Yani anlatmaya
çalıştığım şu; hayatın belli kesimlerinde Allah’ın emirlerine icabet ederken,
O’nun taleplerini/çağrılarını yerine getirirken, hayatın diğer alanlarında
Allah’ın taleplerine yer vermiyoruz. Kısaca
bazılarına lebbeyk derken bazılarına ise demiyoruz ve bu durum aslında bizim
Allah’a olan teslimiyetimizde problemlerimizin olduğuna işaret etmektedir.
Bu yazdıklarıma
siz kardeşlerim de ya bizzat şahit olmuşsunuzdur ya da sizlere anlatılmıştır.
Allah’ın emirlerinin bazılarına hayatımızda yer verirken bazılarını hiç
umursamadığımızı anlatan bir anekdotumu paylaşmak istiyorum. Konya’da bir zatı
muhterem ki hocadır kendisi. Zamanında tanışmıştık kendisiyle. Bir defasında
alışveriş merkezinde karşılaştığımızda biraz hasbihal ettik. Hasbihalin konusu
ise hayatımızda İslâm’a yer vermekti. Uzun uzun konuştuktan ve nasihatleştikten
sonra aldığı bir ürünü ödemek için kasaya yanaştı. Tabii ki kredi kartı
kullanımının yaygın olduğu günümüzde “zatı muhteremin” kredi kartıyla
alışveriş/ödeme yapacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti. Çünkü az önce
Allah’ın helallerini haramlarını konuşmuştuk. Kasaya ödemek için yanaştığında
cebinden kredi kartını çıkardı ve kasiyere uzattı. Kasiyer de sol eliyle kartı
almak için uzandığında, hoca kasiyerin eline bir hışımla şiddetli bir şekilde
vurdu. Ve ekledi; her halimizin sünneti seniyyeye uygun olması icab eder,
dolaysıyla sol elimizi değil sağ elimizi kullansak daha iyi olur, dedi. Ben o
anda tamamen “of” oldum. Bana az önce Allah’ın emirlerine itaatle
alakalı nasihatler eden, ödemeyi sol eliyle yapmamak gerektiğini söyleyecek
kadar güya hassas düşünen birisinin alenen Allah’a ve Rasulü’ne savaş açmış
olmasını kaldıramadım. Kendi kendime nasıl olur bu dedim? Sol elle ödeme
yapmak, sol eli kullanmak haram değildir. Hal böyleyken yani haram olmayan bir
konuda sağ eli kullanmanın daha hayırlı olacağı düşüncesiyle buna itiraz eden
bir kimse nasıl olur da hakkında delaleti ve subuti kati naslar olan faiz
hükmüne muhalif hareket edebilir? Zamanında banka binasının yere yansıyan
gölgesine bedenimize haram bulaşır anlayışından hareketle üzerine basmazken,
nasıl oldu da her türlüsünü haram kıldığı faizi alışveriş gibi görür olduk?
Yani nasıl olur da bazı konularda lebbeyk derken, itaat hassasiyeti gösterirken
bazı konularda sanki muhatabı değilmişçesine sırtlarımızı döner olduk?
Garip
karşılayacağınızı tahmin ettiğim bir örnek vereyim sizlere… Bundan birkaç sene
önce Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'de devlete bağlı banka,
"Kıble Kart" adını verdiği kredi kartı çıkartarak aslında bir ilki
gerçekleştirmiş oldu. Bu kredi kartı üzerinde yerleştirilen pusula aracılığıyla
kıblenin tespit edilebilmesi amaçlanmıştır ve maalesef Türkiye’de bazı bankalar
da bu konuda tanıtımlarını şimdiden yaptılar. Çok sürmez Türkiye’de de bu kart
yaygınlık kazanır. Düşünebiliyor musunuz? İnsanlara kolaylık olsun diye
kullanımı haram olan bir kartın üzerine kıbleyi gösteren bir pusula
yerleştirmişler. Bu nasıl bir anlayıştır yahu… Acaba yönelsinler/kolay
bulunabilsin diye yardımcı olduğunuz kıblenin sahibi Allah Azze ve Celle
kullandığınız kart hakkında ne demiş hiç sordunuz mu? Kıbleye
dönerek ibadet emri veren Allah Azze ve Celle’nin bu talebini
kolaylaştırmak adına yapılan bu işin Allah’ın gadaplandığı faiz/kredi kart üzerindeki
pusuladan yapılıyor olması ne ile izah edilebilir? Bir taraftan kıbleyi
bulmalarını kolaylaştıracaksın ve bunu kati surette haram olan faiz kartı
üzerinden yapacaksın? Yöneldiğimiz kıblenin sahibi bunu haram kılmıştır.
Sormazlar mı insana yöneldiğin kıblen bu konuda ne diyor diye? Sen hem yönel
hem de sırt çevir. Ne kadar tutarsız değil mi?
Bu
minvalde kurban ibadetiyle alakalı da bir örnek vermek isterim ki konu daha iyi
anlaşılsın. Lebbeyk tenakuzlarımız anlaşılsın… Kurban ibadeti malum olduğu
üzere mali bir ibadettir. Dolaysıyla imkânı olanlara vaciptir (Hanefi mezhebine
göre). Kurban, kelime anlamı olarak; ‘kendisiyle
Allah’a yakınlaşılan şey’ demek olup “kurb” kelimesinden yani yakın
olmaktan gelir ki kestiğimiz kurbanlarımızla Allah’a yakınlaşmayı murad ederiz.
Kestiğimiz kurbanlarımızla zımnen şöyle haykırırız: “Ya Rabbi sana
teslimiyetimin ispatı mahiyetinde bu kurbanı senin için kesiyorum.” Peki ya
Allah’ın rızasını kazanalım derken, Allah’a yakınlaşalım derken uzaklaşıyorsak?
Farkında olarak ya da olmayarak. Nasıl mı?
Örneğin Allah’a yakınlaşmak kastıyla, sırf Allah’ı razı etmek muradıyla
kurban kesmeyi amaçlarken, banka kredisiyle kurbanlık alarak, Allah’a yaklaşma
vesilesi olan kurbanına faiz/haram bulaştırılıyor ve dolaysıyla Allah’ın
rızasından fersah fersah uzaklaşılıyor. Sorarım haram işleyerek Allah nasıl
razı edilebilir ki? Allah’tan uzaklaştıracak ameller sergilerken yakınlaşmayı murad
etmek ne kadar makuldür? Müslümanlar olarak bu gerçeğin farkında olalım. Hani
klişeleşmiş bir söz vardır ya “Haram yolla Allah razı edilmez.” Maksat Allah’ı
razı etmek iken biz O’nun rızasından haramlarla iştigal ederek uzaklaşıyoruz.
Yani Allah’ın memnuniyeti O’nu gadaplandırmaktan geçmez. O’nun emirlerine
muhalefet ederek Allah memnun edilmez. Mademki kestiğimiz kurbanlarla Allah’a
yaklaşmayı murad ediyoruz öyleyse bu Allah’ın arzuladığı ve razı olduğu bir
şekilde olmalıdır. Helalinden olmalıdır. Yine aynı noktaya geldik aslında…
Allah’ın emirlerinden herhangi birisine lebbeyk derken bir diğerine ise hiç
oralı bile olmuyoruz. Kurban ibadetine lebbeyk derken, haram yolla bile olsa
alınabilirliğine ses çıkartmıyoruz. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Bu
örnek asrısaadetten ve olayın kahramanı müşriklerin elebaşlarından olan Velid
bin Muğire. Bilindiği üzere müşriklerin nazarında da Kâbe’nin fazlaca bir
değeri vardı. Hatta Kâbe’nin içerisinde putları vardı ve onların ibadet
ettikleri yerdi Kâbe. Zamanı geldiğinde Kâbe tadilattan geçerdi. Yine bir
inşaat zamanı Daru’n Nedve’de alınan kara gereği halktan Kâbe’nin onarımı ve
inşaatı için para toplanacaktı. İşte ibn Hişam’ın siretinde geçtiği üzere Velid
bin Muğire şu konuşmayı yapmıştır:
“Ey Kureyş topluluğu! Beyt'in
onarımı için herkes imkânı dâhilinde bağışta bulunsun. Fakat bağışlar faiz,
kumar, fuhuş ve zorbalıkla elde edilen gelirlerden olmasın. Bu tür kötü haram kazançlar
Beyt'in onarım masrafına bulaştırılmasın! Bağışlarınızı hanımlarınızın
mehirlerinden ve babalarınızdan kalan miraslardan yapın. Çünkü sizin
kazançlarınız şaibelidir.” (ibn hişam)
Şimdi
nasıl olur da biz Allah’ı razı etmek için yaptığımız amellere haram
kazançlarımızı dâhil edebiliriz? Nasıl olur da kurbanlarımızı haramla
süsleyerek Allah’a ulaşmasını isteyebiliriz?
Öyle ya,
yakınlaşmak muradıyla kestiğimiz kurbanlarımızı helallerle değil de haramlarla
süslersek Allah razı gelmez. Allah’a ulaşmaz. Allah’a yakınlaşmak yerine uzak
kalmış oluruz. Şüphesiz ki bu istenen değildir.
Bu konu ayrıca
bana bugün demokratik (haram) yolla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan (öyle
olduğu hüsnü zannımdan hareketle) demokratları, yöneticileri, idarecileri
hatırlattı. Türkiye’nin Cumhurbaşkanlarından ve Başbakanlarından hac farizasını
yerine getirmek kastıyla Kâbe’ye gidenler oldu.
Başbakanlığı döneminde Erdoğan, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
Başbakanlığı döneminde Turgut Özal hac ziyaretini gerçekleştirmek için mübarek
topraklara giderken, darbeyle müsemma olan Kenan Evren bile zamanında umre
ziyaretinde bulunmuştur. Onlar da diğer hacılar gibi “Lebbeyk” dediler. Aslında
onların “Lebbeyk” haykırışlarına hayatlarında yapageldikleri uygulamaların çok
da uyum arz etmediğini görüyoruz. Onlar nazarında ‘lebbeyk’in hayat sahnesinde
ağırlığı olan değil de sadece sloganik bir çağrı olduğunu anlıyoruz aslında.
Şöyle ki; onların savunduğu, var güçleriyle bekasını sağlamaya çalıştıkları demokrasinin
vakıası lebbeyk anlayışıyla taban tabana tezatlık teşkil etmektedir. Öyle değil
mi? Demokrasi değil midir egemenliği Allah’tan alıp halka/beşere veren?
Demokrasi değil midir Allah’ın hükümlerini hayat arenasından söküp alan ve
camilere hapseden? Demokrasi değil midir insanları Allah’a kulluk yerine
özgürlüklere kul yapan? Kısacası demokrasi değil midir Allah’ın mülkünde
Allah’a söz hakkı tanımayan?
Demokrasinin
vakıası buyken yani Allah’ın rızasıyla özdeşleşen hiçbir yanı yokken “lebbeyk”
diye haykıran demokratların aynı zamanda demokrasinin havariliğini yapıyor
olmaları gerek Allah katında gerekse makul düşünen bir insan katında ne kadar
tutarlı olabilir ki? Bir taraftan “Emret Allah’ım emret, buyruk senindir
Allah’ım.” diye haykıracaksın sonrasında hayat sahasına gelindiğinde “Senin
bu alana karışmanı istemiyorum Allah’ım.” Diyeceksin (hafazanallah/Allah
bizi korusun). Bir taraftan lebbeyk diyeceksin diğer taraftan haramların
ülkende yapılmasına müsaade edeceksin.
Hâlbuki
Ey Yöneticiler! Siz hiç Rasulullah’ın “lebbeyk” anlayışına bakmadınız mı? Siz
hiç Rasulullah’ın bazı konularda lebbeyk derken bazı konularda da şeytanı
sevindirdiğini gördünüz mü? Ya da siz hiç Rasulullah’ın namaz ibadetine lebbeyk
derken, Allah’ın düşmanlarıyla işbirliği yaptığını okudunuz mu? Ya da
Rasulullah’ın ve ashabının tebaalarının kanlarını birkaç menfaat uğrunda
sattıklarını hiç duydunuz mu? Ben hac ibadetini, oruç ibadetini, zekât
ibadetini hakkıyla yerine getiririm lakin yönetimde de beşeri ortak koşarım
dediğini hiç duydunuz mu?
Kâbe’de
Rabbine ibadet etmekle meşgul iken tüm baskılara rağmen reel politik
safsatalarına aldırmadan lebbeyk anlayışının gereği nasıl bir kıyam
gerçekleştirdiğine bakalım. Umulur ki bize ibret olur.
“Hz.
Peygamber çıkageldi. Rüknün karşısına gelince, Kâbe’yi tavafa başladı. Onların
yanından geçerken Peygamber’e bazı işaretler yaptılar (eziyet ettiler.) Hz.
Peygamber’in bundan alındığını yüzünden anladım. İkinci geçişinde de aynı şeyi
yaptılar. Hz. Peygamber hiç bir şey söylemedi. Üçüncü defa aynı şeyi
yaptıklarında Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
أَتَسْمَعُونَ يَا مَعْشَرَ قُرَيْشٍ ؟ أَمَا وَالَّذِي نَفْسُ
مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَقَدْ جِئْتُكُمْ بِالذَّبْحِ
Ey Kureyş topluluğu beni duyuyor
musunuz? Muhammed’in nefsini elinde tutan zata yemin ederim ki, ben size
boğazlanmak pahasına geldim.” (Ahmed)
Yine
Rasulullah’tan lebbeyk anlayışının hayatın bazı alanlarına değil de, hayatın
tüm alanlarına yayıldığını anlatan bir rivayet paylaşmak istiyorum. Hangi
şartlarda olursa olsun Allah’ın dininden ve davasından vazgeçilmemesi
gerektiğini anlatan bir rivayet… Allah’a itaatin nişanesi olan “Lebbeyk
Allahumme Lebbeyk”in can bulduğu bir örnek. Rasulullah şöyle buyurdu:
والله مَا أَنَا بِأَقْدَرَ أَنْ أَدَعَ بُعِثْتُ بِهِ مِنْ أَنْ يُشْعِلَ
أَحَدُكُمْ مِنْ هَذِهِ الشَّمْسِ شُعْلَةً مِنْ نَارٍ
“Allah’a yemin ederim, vazifemi/davamı
kendisiyle gönderildiğim davamı terk etmem birinizin şu güneşten bir parça ateş
getirmesinden daha zordur.” (Buhari)
Duyamazsınız,
okuyamazsınız ve görmezsiniz. Çünkü Rasulullah’ın Lebbeyk anlayışı hayatın her
alanını kapsayan bir anlayıştı. Bir taraftan Allah’ı sevindirip diğer taraftan
şeytana asla fırsat vermemiştir.
Mademki
lebbeyk Allah’a itaatin teminatıdır, bunu her alanda göstermek lazım.
Lebbeyk
Allahumme lebbeyk.
Lâ şerike
leke lebbeyk.
İnnel
hamde ve’n ni’mete leke ve’l mülk.
Lâ şerike lek.
“Emret
Allah’ım; başım, gözüm üstüne!
Hiçbir ortağı
olmayan Allah’ım emir senindir!
Şükür,
nimet ve hâkimiyetin hepsi senin, sadece senin!
Senin
hiçbir ortağın yok…”
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış