“LEBBEYK ALLAHUMME LEBBEYK” ALLAH’A İTAATİN TEMİNATIDIR

Abdullah İmamoğlu

Geçtiğimiz haftalarda milyonlarca hacı adayı Allah Azze ve Celle’nin çağrısına icabet ederek kutsal topraklarda hac vazifesini ifa etti. Dillerde ve gönüllerde “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk.” Bu söz sloganik bir nida olmaktan öte vakıada ağırlığı olan/olması gereken bir sözdür. Daha da ötesi bir teminattır “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk...” Zaten hacılarımız da Allah Azze ve Celle’nin emrine/çağrısına icabet etmek için düştüler yollara ve katlandılar onca zahmete… Lakin benim bu makalede masaya yatırmak istediği konu “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk”in sadece hac ibadetiyle sınırlandırılması gereken bir söylem değil, ya da hac ibadeti sırasında geçerliliği olan bir söz/teminat değil, hayatın her alanını kapsayan ve her zaman için geçerli bir teminat olması gerektiğidir. Bugün maalesef bu sözün sadece hac ibadeti sırasında söylenen bir söz olduğunu görmekteyiz. Gündelik hayatımızda bu sözün pek de bir ağırlığının olmadığını kolayca söyleyebilirim. Belki de birçoğunuz bu kanıya nereden vardığımı merak ediyor olabilirsiniz ama “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” sözünün sadece hac ibadetiyle sınırlı olduğunu, bilakis hayatımızın geri kalan kısmında pek de etkin olmadığını saptamak çok zor değil. Bizler “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” derken aslında bir şeyin teminatını veriyoruz ki o da Allah’a itaattir. Bir kimse emret Allah’ım emret söyleminde bulunursa Allah Azze ve Celle’nin emirlerine koşulsuz itaat edeceğinin teminatını vermektedir aslında… Sen nasıl istersen ben ona göre amel edeceğim Ya Rabbi demenin başka bir şekilde söylemidir Lebbeyk… Yine aynı şekilde, benim gönlümde nasıl ve ne şekilde geçerse geçsin geçerli olan senin buyruklarındır Ya Rabbi demenin diğer bir adıdır Lebbeyk…

Ama dediğim gibi, pratikte bu böyle midir? Bunu saptamak çok zor değil. Basit bir örnek verelim; Kişi Allah’ın çağrısına icabet etmek kastıyla haccın yolunu tutarken yine aynı kişinin hac masrafları için banka kredisi çektiğine şahit olabiliyoruz. İşte tam anlatmak istediğim de budur. Hac yolculuğunda/hac sırasında “lebbeyk”e yer verilirken acaba hayatın diğer kalan kısımlarında niçin yer verilmiyor? Allah’ın hac ibadeti çağrısına “lebbeyk” ile icabet ederken, faizle alakalı Allah’ın çağrısına icabet etmemek, “lebbeyk”i devre dışı bırakmak ne ile izah edilebilir? Allah Azze ve Celle’nin namaz çağrısına lebbeyk derken, kendileriyle dostluk kurmamız haram kılınan Allah düşmanlarıyla dostluk kurarak Allah’ın bu emrine karşı gelmek ne ile açıklanabilir? Yani anlatmaya çalıştığım şu; hayatın belli kesimlerinde Allah’ın emirlerine icabet ederken, O’nun taleplerini/çağrılarını yerine getirirken, hayatın diğer alanlarında Allah’ın taleplerine yer vermiyoruz.  Kısaca bazılarına lebbeyk derken bazılarına ise demiyoruz ve bu durum aslında bizim Allah’a olan teslimiyetimizde problemlerimizin olduğuna işaret etmektedir.

Bu yazdıklarıma siz kardeşlerim de ya bizzat şahit olmuşsunuzdur ya da sizlere anlatılmıştır. Allah’ın emirlerinin bazılarına hayatımızda yer verirken bazılarını hiç umursamadığımızı anlatan bir anekdotumu paylaşmak istiyorum. Konya’da bir zatı muhterem ki hocadır kendisi. Zamanında tanışmıştık kendisiyle. Bir defasında alışveriş merkezinde karşılaştığımızda biraz hasbihal ettik. Hasbihalin konusu ise hayatımızda İslâm’a yer vermekti. Uzun uzun konuştuktan ve nasihatleştikten sonra aldığı bir ürünü ödemek için kasaya yanaştı. Tabii ki kredi kartı kullanımının yaygın olduğu günümüzde “zatı muhteremin” kredi kartıyla alışveriş/ödeme yapacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti. Çünkü az önce Allah’ın helallerini haramlarını konuşmuştuk. Kasaya ödemek için yanaştığında cebinden kredi kartını çıkardı ve kasiyere uzattı. Kasiyer de sol eliyle kartı almak için uzandığında, hoca kasiyerin eline bir hışımla şiddetli bir şekilde vurdu. Ve ekledi; her halimizin sünneti seniyyeye uygun olması icab eder, dolaysıyla sol elimizi değil sağ elimizi kullansak daha iyi olur, dedi. Ben o anda tamamen “of” oldum. Bana az önce Allah’ın emirlerine itaatle alakalı nasihatler eden, ödemeyi sol eliyle yapmamak gerektiğini söyleyecek kadar güya hassas düşünen birisinin alenen Allah’a ve Rasulü’ne savaş açmış olmasını kaldıramadım. Kendi kendime nasıl olur bu dedim? Sol elle ödeme yapmak, sol eli kullanmak haram değildir. Hal böyleyken yani haram olmayan bir konuda sağ eli kullanmanın daha hayırlı olacağı düşüncesiyle buna itiraz eden bir kimse nasıl olur da hakkında delaleti ve subuti kati naslar olan faiz hükmüne muhalif hareket edebilir? Zamanında banka binasının yere yansıyan gölgesine bedenimize haram bulaşır anlayışından hareketle üzerine basmazken, nasıl oldu da her türlüsünü haram kıldığı faizi alışveriş gibi görür olduk? Yani nasıl olur da bazı konularda lebbeyk derken, itaat hassasiyeti gösterirken bazı konularda sanki muhatabı değilmişçesine sırtlarımızı döner olduk?

Garip karşılayacağınızı tahmin ettiğim bir örnek vereyim sizlere… Bundan birkaç sene önce Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'de devlete bağlı banka, "Kıble Kart" adını verdiği kredi kartı çıkartarak aslında bir ilki gerçekleştirmiş oldu. Bu kredi kartı üzerinde yerleştirilen pusula aracılığıyla kıblenin tespit edilebilmesi amaçlanmıştır ve maalesef Türkiye’de bazı bankalar da bu konuda tanıtımlarını şimdiden yaptılar. Çok sürmez Türkiye’de de bu kart yaygınlık kazanır. Düşünebiliyor musunuz? İnsanlara kolaylık olsun diye kullanımı haram olan bir kartın üzerine kıbleyi gösteren bir pusula yerleştirmişler. Bu nasıl bir anlayıştır yahu… Acaba yönelsinler/kolay bulunabilsin diye yardımcı olduğunuz kıblenin sahibi Allah Azze ve Celle kullandığınız kart hakkında ne demiş hiç sordunuz mu? Kıbleye dönerek ibadet emri veren Allah Azze ve Celle’nin bu talebini kolaylaştırmak adına yapılan bu işin Allah’ın gadaplandığı faiz/kredi kart üzerindeki pusuladan yapılıyor olması ne ile izah edilebilir? Bir taraftan kıbleyi bulmalarını kolaylaştıracaksın ve bunu kati surette haram olan faiz kartı üzerinden yapacaksın? Yöneldiğimiz kıblenin sahibi bunu haram kılmıştır. Sormazlar mı insana yöneldiğin kıblen bu konuda ne diyor diye? Sen hem yönel hem de sırt çevir. Ne kadar tutarsız değil mi?

Bu minvalde kurban ibadetiyle alakalı da bir örnek vermek isterim ki konu daha iyi anlaşılsın. Lebbeyk tenakuzlarımız anlaşılsın… Kurban ibadeti malum olduğu üzere mali bir ibadettir. Dolaysıyla imkânı olanlara vaciptir (Hanefi mezhebine göre).  Kurban, kelime anlamı olarak; ‘kendisiyle Allah’a yakınlaşılan şey’ demek olup “kurb” kelimesinden yani yakın olmaktan gelir ki kestiğimiz kurbanlarımızla Allah’a yakınlaşmayı murad ederiz. Kestiğimiz kurbanlarımızla zımnen şöyle haykırırız: “Ya Rabbi sana teslimiyetimin ispatı mahiyetinde bu kurbanı senin için kesiyorum.” Peki ya Allah’ın rızasını kazanalım derken, Allah’a yakınlaşalım derken uzaklaşıyorsak? Farkında olarak ya da olmayarak. Nasıl mı?  Örneğin Allah’a yakınlaşmak kastıyla, sırf Allah’ı razı etmek muradıyla kurban kesmeyi amaçlarken, banka kredisiyle kurbanlık alarak, Allah’a yaklaşma vesilesi olan kurbanına faiz/haram bulaştırılıyor ve dolaysıyla Allah’ın rızasından fersah fersah uzaklaşılıyor. Sorarım haram işleyerek Allah nasıl razı edilebilir ki? Allah’tan uzaklaştıracak ameller sergilerken yakınlaşmayı murad etmek ne kadar makuldür? Müslümanlar olarak bu gerçeğin farkında olalım. Hani klişeleşmiş bir söz vardır ya “Haram yolla Allah razı edilmez.” Maksat Allah’ı razı etmek iken biz O’nun rızasından haramlarla iştigal ederek uzaklaşıyoruz. Yani Allah’ın memnuniyeti O’nu gadaplandırmaktan geçmez. O’nun emirlerine muhalefet ederek Allah memnun edilmez. Mademki kestiğimiz kurbanlarla Allah’a yaklaşmayı murad ediyoruz öyleyse bu Allah’ın arzuladığı ve razı olduğu bir şekilde olmalıdır. Helalinden olmalıdır. Yine aynı noktaya geldik aslında… Allah’ın emirlerinden herhangi birisine lebbeyk derken bir diğerine ise hiç oralı bile olmuyoruz. Kurban ibadetine lebbeyk derken, haram yolla bile olsa alınabilirliğine ses çıkartmıyoruz. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Bu örnek asrısaadetten ve olayın kahramanı müşriklerin elebaşlarından olan Velid bin Muğire. Bilindiği üzere müşriklerin nazarında da Kâbe’nin fazlaca bir değeri vardı. Hatta Kâbe’nin içerisinde putları vardı ve onların ibadet ettikleri yerdi Kâbe. Zamanı geldiğinde Kâbe tadilattan geçerdi. Yine bir inşaat zamanı Daru’n Nedve’de alınan kara gereği halktan Kâbe’nin onarımı ve inşaatı için para toplanacaktı. İşte ibn Hişam’ın siretinde geçtiği üzere Velid bin Muğire şu konuşmayı yapmıştır:

“Ey Kureyş topluluğu! Beyt'in onarımı için herkes imkânı dâhilinde bağışta bulunsun. Fakat bağışlar faiz, kumar, fuhuş ve zorbalıkla elde edilen gelirlerden olmasın. Bu tür kötü haram kazançlar Beyt'in onarım masrafına bulaştırılmasın! Bağışlarınızı hanımlarınızın mehirlerinden ve babalarınızdan kalan miraslardan yapın. Çünkü sizin kazançlarınız şaibelidir.” (ibn hişam)

Şimdi nasıl olur da biz Allah’ı razı etmek için yaptığımız amellere haram kazançlarımızı dâhil edebiliriz? Nasıl olur da kurbanlarımızı haramla süsleyerek Allah’a ulaşmasını isteyebiliriz?

Öyle ya, yakınlaşmak muradıyla kestiğimiz kurbanlarımızı helallerle değil de haramlarla süslersek Allah razı gelmez. Allah’a ulaşmaz. Allah’a yakınlaşmak yerine uzak kalmış oluruz. Şüphesiz ki bu istenen değildir.

Bu konu ayrıca bana bugün demokratik (haram) yolla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan (öyle olduğu hüsnü zannımdan hareketle) demokratları, yöneticileri, idarecileri hatırlattı. Türkiye’nin Cumhurbaşkanlarından ve Başbakanlarından hac farizasını yerine getirmek kastıyla Kâbe’ye gidenler oldu.  Başbakanlığı döneminde Erdoğan, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakanlığı döneminde Turgut Özal hac ziyaretini gerçekleştirmek için mübarek topraklara giderken, darbeyle müsemma olan Kenan Evren bile zamanında umre ziyaretinde bulunmuştur. Onlar da diğer hacılar gibi “Lebbeyk” dediler. Aslında onların “Lebbeyk” haykırışlarına hayatlarında yapageldikleri uygulamaların çok da uyum arz etmediğini görüyoruz. Onlar nazarında ‘lebbeyk’in hayat sahnesinde ağırlığı olan değil de sadece sloganik bir çağrı olduğunu anlıyoruz aslında. Şöyle ki; onların savunduğu, var güçleriyle bekasını sağlamaya çalıştıkları demokrasinin vakıası lebbeyk anlayışıyla taban tabana tezatlık teşkil etmektedir. Öyle değil mi? Demokrasi değil midir egemenliği Allah’tan alıp halka/beşere veren? Demokrasi değil midir Allah’ın hükümlerini hayat arenasından söküp alan ve camilere hapseden? Demokrasi değil midir insanları Allah’a kulluk yerine özgürlüklere kul yapan? Kısacası demokrasi değil midir Allah’ın mülkünde Allah’a söz hakkı tanımayan?

Demokrasinin vakıası buyken yani Allah’ın rızasıyla özdeşleşen hiçbir yanı yokken “lebbeyk” diye haykıran demokratların aynı zamanda demokrasinin havariliğini yapıyor olmaları gerek Allah katında gerekse makul düşünen bir insan katında ne kadar tutarlı olabilir ki? Bir taraftan “Emret Allah’ım emret, buyruk senindir Allah’ım.” diye haykıracaksın sonrasında hayat sahasına gelindiğinde “Senin bu alana karışmanı istemiyorum Allah’ım.” Diyeceksin (hafazanallah/Allah bizi korusun). Bir taraftan lebbeyk diyeceksin diğer taraftan haramların ülkende yapılmasına müsaade edeceksin. 

Hâlbuki Ey Yöneticiler! Siz hiç Rasulullah’ın “lebbeyk” anlayışına bakmadınız mı? Siz hiç Rasulullah’ın bazı konularda lebbeyk derken bazı konularda da şeytanı sevindirdiğini gördünüz mü? Ya da siz hiç Rasulullah’ın namaz ibadetine lebbeyk derken, Allah’ın düşmanlarıyla işbirliği yaptığını okudunuz mu? Ya da Rasulullah’ın ve ashabının tebaalarının kanlarını birkaç menfaat uğrunda sattıklarını hiç duydunuz mu? Ben hac ibadetini, oruç ibadetini, zekât ibadetini hakkıyla yerine getiririm lakin yönetimde de beşeri ortak koşarım dediğini hiç duydunuz mu?

Kâbe’de Rabbine ibadet etmekle meşgul iken tüm baskılara rağmen reel politik safsatalarına aldırmadan lebbeyk anlayışının gereği nasıl bir kıyam gerçekleştirdiğine bakalım. Umulur ki bize ibret olur.

“Hz. Peygamber çıkageldi. Rüknün karşısına gelince, Kâbe’yi tavafa başladı. Onların yanından geçerken Peygamber’e bazı işaretler yaptılar (eziyet ettiler.) Hz. Peygamber’in bundan alındığını yüzünden anladım. İkinci geçişinde de aynı şeyi yaptılar. Hz. Peygamber hiç bir şey söylemedi. Üçüncü defa aynı şeyi yaptıklarında Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

أَتَسْمَعُونَ يَا مَعْشَرَ قُرَيْشٍ ؟ أَمَا وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَقَدْ جِئْتُكُمْ بِالذَّبْحِ

Ey Kureyş topluluğu beni duyuyor musunuz? Muhammed’in nefsini elinde tutan zata yemin ederim ki, ben size boğazlanmak pahasına geldim.” (Ahmed)

Yine Rasulullah’tan lebbeyk anlayışının hayatın bazı alanlarına değil de, hayatın tüm alanlarına yayıldığını anlatan bir rivayet paylaşmak istiyorum. Hangi şartlarda olursa olsun Allah’ın dininden ve davasından vazgeçilmemesi gerektiğini anlatan bir rivayet… Allah’a itaatin nişanesi olan “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk”in can bulduğu bir örnek. Rasulullah şöyle buyurdu:

والله مَا أَنَا بِأَقْدَرَ أَنْ أَدَعَ بُعِثْتُ بِهِ مِنْ أَنْ يُشْعِلَ أَحَدُكُمْ مِنْ هَذِهِ الشَّمْسِ شُعْلَةً مِنْ نَارٍ 

 “Allah’a yemin ederim, vazifemi/davamı kendisiyle gönderildiğim davamı terk etmem birinizin şu güneşten bir parça ateş getirmesinden daha zordur.” (Buhari)

 

Duyamazsınız, okuyamazsınız ve görmezsiniz. Çünkü Rasulullah’ın Lebbeyk anlayışı hayatın her alanını kapsayan bir anlayıştı. Bir taraftan Allah’ı sevindirip diğer taraftan şeytana asla fırsat vermemiştir.

Mademki lebbeyk Allah’a itaatin teminatıdır, bunu her alanda göstermek lazım.

Lebbeyk Allahumme lebbeyk.

Lâ şerike leke lebbeyk.

İnnel hamde ve’n ni’mete leke ve’l mülk.

 Lâ şerike lek.

“Emret Allah’ım; başım, gözüm üstüne!

Hiçbir ortağı olmayan Allah’ım emir senindir!

Şükür, nimet ve hâkimiyetin hepsi senin, sadece senin!

Senin hiçbir ortağın yok…”

 

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz