أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ
حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Câhiliye devrinin hükmünü mü
istiyorlar? Kesin inanan bir toplum için, hükmü Allah'tan daha güzel olan
kimdir?” (Mâide
Suresi 50)
İnsan,
hayat ve kâinatı öncesi ve sonrasıyla ilişkisini kurarak açıklayan her bütüncül
fikre temel düşünce denir. Gerçek şu ki; her temel düşünce hayata egemen olmak
için vardır. Tıpkı bunun gibi her temel düşünce hayata hâkim olma metodunu
kendi içinde taşır. Bu nedenle “İslam fikir ve metottan ibarettir.”
denilmiştir.
Kapitalizm
ve komünizm gibi beşerî ideolojiler de hayata egemen olma metodunu kendi içinde
taşır. Onları ortaya koyan ideologlar söz konusu ideolojinin nasıl hayata hâkim
olacaklarını da teorik ve pratik olarak göstermişlerdir. Örneğin; Komünizm
hayatı tez-antitez çatışması olarak okuduğundan bu çatışmayı hızlandıracak olan
şiddeti topluma egemen olma metodu olarak benimsemiştir. Kapitalizm ise
özgürlükler üzerinden, tüketime kul ve köle liberal bireylerden oluşan toplumlar
ortaya çıkararak hâkimiyet kurar. Demokrasi temelinde toplumu sömürgeleştirerek
topluma egemen olur. Bu nedenle kapitalizmin siyasi hâkimiyet metodu
demokrasidir.
İslam ise
şiddet ve demokrasiden uzak, davet ve nusret talebi metodu ile toplumsal hayata
egemen bir konuma gelme yolunu izlemiştir. Nitekim Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem davet ve nusret talep ederek Medine’de
İslam Devleti’ni ikame etmiştir.
Son
yüzyıldır, dünyayı gasp edip parselleyen küfrün bin bir çeşidi ittifak halinde
İslam’ın doğru anlaşılmasının önüne bir bent çekmiştir. Yerli işbirlikçilerin
eliyle yürüttükleri fikrî, siyasi, kültürel ve askerî saldırılarla, türlü
komplo ve entrikalarla, algı operasyonlarıyla İslam’ı ve dolayısıyla
Müslümanları ya liberalleştirip demokratlaştırma veya terörize etme planını
uygulamaktadırlar.
Her şeye
rağmen dini Allah’a has kılan bir kesim Müslüman, Resul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in “Ümmetim delalet üzere icma’ etmez!”
mübarek sözünü tasdik edercesine küffarın ve işbirlikçilerinin bu hilesini boşa
çıkardılar. İslam’a davette çağdaş küfür akımlarının kullandıkları metotlara
tenezzül etmediler. Ne Batı değerlerini kutsayan sözüm ona İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi’ne itibar ettiler, ne de özgür düşünceye! Ne Sosyalizme
dönüp baktılar ne de Liberalizme! Ne laisizme pirim verdiler ne de demokrasiye!
Ne vakıayı göz ardı ettiler ve ne de reel politiğe takılıp kaldılar.
Bütün bu
handikaplardan kurtulmalarını sağlayan şüphesiz dini Allah’a has kılmalarıydı.
Her tartışma konusu olan meseleyi Allah ve Resulü’ne götürmeleriydi. Nitekim ne
Kitap’tan yüz çevirdiler ne de Sünnet’ten! Varsa yoksa Allah ve Resulü… Varsa
yoksa Kitap ve Sünnet dediler! İkisini de kuşandılar Sahabece!.. “Allah ve
Resulü daha iyi bilir.” dediler. Her ama her amelin şer’i hükmünü sordular
soruşturdular. 21. asırda Sahabevari yürüdüler İslam’ı egemen kılmak için!
Bu İslami
anlayış ve duruş onları farklı kıldı. Ne demokrat oldular ne de şiddete
başvurdular. Ne sözlerini eğdiler büktüler ne de kaba kuvvet kullandılar. Ne
gerçekten yüz çevirdiler ne de vakıaya teslim oldular. Ne şartları göz ardı
ettiler ne de şartlara teslim oldular. Ne bâtılı hoş gördüler ne de hak ve bâtılı
birbirine karıştırdılar. Kitap’ın tamamına İslam’ın tümüne iman edip tümüne
davet ettiler.
Gerçek şu
ki; küfrün zatında bir güç ve kuvvet yoktur. Kendisinden kaynaklanan bir
kudreti yoktur. Bütün güç, kuvvet ve kudretini hak suretinde görünmekten alır.
Bu yüzden Allah Celle Celâlehû kerim
Kitabı’nda katıksız küfür olan dinsizliği, Allahsızlığı, ateizmi çok da kale
almamıştır. İnsanlık için büyük bir tehlike olarak görmemiştir. Nitekim
dinsizlik ve ateistlik tarih boyunca asla toplumsal bir boyut kazanmamıştır.
Ancak Allah Celle Celâlehû hak
suretinde görünen müşriklik ve münafıklığa yoğun bir şekilde dikkat çekmiş,
Müslümanları ve dahi insanlığı bu iki illete karşı uyarmıştır. Muharref
Yahudilik ve Nasranîliği de kapsayan müşrikliği ve müşriklerin hile ve
desiselerini deşifre etmiştir. Bozuk bir
ruh halini andıran münafıklığın ve şahsiyet yoksunu münafıkların özelliklerini
ve onlardan korunmanın yollarını ümmete göstermiştir.
Zaman
içerisinde bir virüs gibi evrim geçiren küfür Laiklik olarak en karmaşık
şekline ulaştı. Ardından Demokrasi ve Cumhuriyet kavramlarıyla tahkim edildi.
İlahi iradenin insan ve hayat üzerindeki tasarrufa son verip yerine beşer
iradesini ikame eden bu amentü tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün küfür
fikirlerin, münker amellerin ve duyguların yeşerip geliştiği ana rahmi, ana
zemini olmuştur. Kabil Habil’i aynı gerekçe ile öldürmüştü. Nemrut laik
düşünceyi ayakta tutmak için İbrahim Aleyhi’s Selam’ı ateşe
attı. Firavun aynı amentü üzerinden Musa
Aleyhi’s Selam’a saldırdı. Yahudilik
ve Nasranîlik iktidara ve sermayeye hükmeden imparatorların kiraladığı din
adamlarının eliyle tahrif edildi. Resul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in getirdiği İslam nuruna karşı cahiliyeyi savunan
Ebu Cehil ve Ebu Lehebler laik düşünceye sahip insanlardı. Bugün insanlığın
başına bela olan sömürgeci, özgürlükçü, milliyetçi, vatancı, ırkçı düşüncelerin
temelinde yine laik demokratik amentü vardır.
19.
asırda tohumları ekilen bu bâtıl akide,
Karunların/Kapitalistlerin/Sermayedarların Firavunlar, Nemrutlar ve Tiranlarla
iş tutarak palazlanmasıyla evrensel bir egemenlik kurdu. Bugün başta ABD olmak
üzere 5+1 diye anılan ülkelerin ittifak halinde kutsadıkları amentü, Laik
Demokratik Cumhuriyet amentüsüdür. Üzerine titredikleri temel değerler bu
amentünün gölgesinde şekillenen Kopenhag kriterleridir.
Nitekim Charlie
Hebdo hadisesinde dünya liderlerinin verdikleri resim, çizdikleri tablo bu
bâtıl akidenin nasıl korunduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. İslam
âleminin işbirlikçileri dahil dünya liderlerinin bu resmin ön saflarda yer
edinmek için nasıl itişip kakıştıklarını hep birlikte gördük.
Gerçek şu
ki; sömürgeci büyük küfür devletlerin el birliğiyle sahiplendiği laik
demokratik amentünün bayraktarlığını bugün Amerika yapmaktadır. ABD’nin İslam’a karşı yürüttüğü savaşın
temelinde yine Laik ve Demokratik amentünün hâkimiyetini garantiye alma planı
mevcuttur. Pakistan ve Irak işgali, Çeçenistan’ın Rus zulmüne terk edilmesi,
Bosna Hersek’in harabeye çevrilmesi, Filistin’in İsrail terör oluşumunun
işgaline bırakılmasının altında hep laik demokratik amentünün tahkim edilmesi gerçeği
vardır.
Evet!
Bugün Suriye’de 5+1 diye addedilen ve başını ABD’nin çektiği ülkelerin
elbirliğiyle yürüttüğü savaş Laik Demokratik Amentü ve İslam Amentüsünün
savaşıdır. Müslümanları Laisizme ve Demokrasiye boyun eğdirme savaşıdır.
Müslümanları Cahiliye hükmüne ram kılma savaşıdır.
Bugünden
sonra kimse bu halka ya demokrasi ya terör dayatmasını yapamaz! Yol ayırımında
olan Müslüman halklara “laikliğe sarılın” tavsiyesinde bulunamaz! Suriye cihadı
devam ederken çapulculardan oluşan Laik Özgür Suriye Ordusunu palazlayarak
İslam ümmetine liderliğe soyunamaz!
Cenevre-I
ve Cenevre-II toplantılarıyla sahada çarpışan mücahitlerin devrimini çalmaya teşebbüs
etmek kimsenin haddine düşmemiştir. Laik patentli Nusayri rejim yıkılmaya yüz
tutmuşken Eğit-Donat projeleriyle lejyon yetiştirerek mücahitlerin üzerine
salmanın bir karşılığı olmalıdır muhakkak!
İslam’a karşı savaşan bir koalisyonda bulunduğu halde Endonezyalarda “Tek
derdimiz var; İslam, İslam, İslam!” demek de neyin nesi! Komünist Çin ile
ulusal çıkarlar zedelenmesin diye Doğu Türkistan’daki Çin zulmünü göz ardı
etmenin hesabını sormayacak mıdır Allah! Suriye’deki İsrail işbirlikçisi Mahmut
Abbas’ı yedeğine alarak Esat zaliminin başta gelen destekçisi Putin ile el ele
cami açılışını yaparak bu halkın gözünü boyamanın vebalini hangi nefis taşıyabilir?
Şunu
unutmayalım ki; bir fetret dönemi daha sona ermiştir. Laik demokratik amentünün
sahipleri yol ayırımına gelmişlerdir. Hem Müslüman hem laik olunamayacağı
yakıcı gerçeği ile yüzleşmenin zamanı gelmiştir. Hem Müslüman hem demokrat
olmanın imkânsızlığı kapınızı çalmıştır. Bu ümmetin ihlaslı evlatlarının önüne ya
demokrasi ya terör dayatmasını koymadan önce ya İslam ya Laiklik! Ya
Hilafet ya Demokrasi naralarının kulaklarınızı çınlatacağından kuşkunuz olmasın.
Bu ümmet
İslam dışı rejimlerden ve onların izini süren liderlerden bir hayır
gelmeyeceğini yaşayarak öğrenmiştir. Bu günden sonra hiçbir kuvvet bu ümmeti
İslami nasları ve motifleri başka rejimleri ayakta tutmak için kullanan
liderlerin peşinden gitmeye ikna edemeyecektir.
Aksine bu
ümmet; dini Allah’a has kılan ve Râşidî Hilafet Devleti’ni ikame ederek onları
Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
tevhid sancağı altında Kevser Havuzu’nun başında toplayacak olan yiğit
önderlerin peşinden gidecektir.
Zira bir
şeyin essahı varken sahtesine kim itibar eder!
وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ
زَهُوقًا
“Hak geldi, bâtıl yok oldu.
Şüphesiz bâtıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsra Suresi 81)
Yorumlar