-Bağdat’ın doğusundaki Sadr, Hüseyniye ve Kemaliye,
güneydoğusundaki El-Emin semtleri ile Bağdat’ın merkezindeki Kerrade ve
Bağdat’ın güneyindeki Seydiye semtlerinde bomba yüklü 9 araçla düzenlenen
saldırılarda en az 27 kişi hayatını kaybetti. (17 Şubat 2013)
-Irak’ın Bağdat ve
Babil şehirlerinde meydana gelen patlamalarda toplam 33 kişi hayatını kaybetti.
(8 Şubat
2013)
-Irak’ın kuzeyindeki
Kerkük kentinde Emniyet Müdürlüğü’nü hedef alan eş zamanlı çifte saldırıda en
az 30 kişi öldü, 70 kişi de yaralandı. (3 Şubat 2013)
Son yüzyıldır İslam Ümmetinin hiçbir parçası,
insanın içini parçalayan bu tür haberlerden müstağni olmadı.
M.637 yılında İslam topraklarına katılan ve
Medine’den sonra İslam Devleti’ne ikinci başkent olma şerefine nail olan
Kufe’nin de yer aldığı bu bölge, 1258 yılında Moğol istilasına uğramış ve tam
iki yüz yıl onların istilası altında kalma gibi bir şansızlığı yaşamıştır.
Safevilerin egemen olduğu dönemde (1498-1508) Şiilik-Sünnilik mücadelesinin
belirginleştiği bölge, bilahare Osmanlı Devleti ve İranlı hanedanlarının
mücadelesine sahne olmuş, nihayet 1639’da Osmanlı Devleti galip gelerek,
bölgeyi 1917 yılına kadar kendi egemenliğinde tutmuştur.
Zamanında Musul, Bağdat ve Basra, Osmanlı
Hilafet Devleti’ne bağlı birer vilayet iken, I.Dünya savaşı sonrasında
İngiltere’nin, Fırat ve Dicle havzasını kontrol etmek üzere Irak diye addettiği
bir devletçiğe dönüştürdükleri bu topraklar, 1970’lerden sonra Amerika’nın
yoğunlaştığı bir alan haline geldi. Zira Orta Doğu’da işgal ettiği stratejik
konumuyla ve dünyanın üçüncü petrol rezervine sahip olmakla bölge, dünya
devleti olma iddiasında olan hiçbir sömürgeci gücün vazgeçemeyeceği bir
coğrafyayı temsil etmektedir. ABD, İngiltere’nin güdümünde hareket etmeyi
sürdüren Saddam Hüseyin’i, Ocak 1991’de I. Körfez ve Mart 2003’te II. Körfez
savaşlarıyla devirerek Irak’ta sözü geçen yegane güç konumuna geldi. İşte İslam
ümmetinin pek çok hatıra ve mukkadesatının, yeraltı-yerüstü zenginlik
kaynaklarının bulunduğu bu beldeler, bu şekilde istikrarsızlığın adresi haline
getirilirken, Arabıyla, Acemiyle, Kürdüyle, Türkmeniyle, Sünnisi ve Şiasıyla,
hatta Gayrimüslimiyle bölge halkının kanı heder, malı talan ve namusu pay-ı mal
olmuştur.
Acıkınca putlarını yiyen putperestleri
aratmayan ABD, yoğun ve uzun bir ambargo döneminden sonra yakıp-yıkarak 2003’te
işgal ettiği Irak’ta formalite icabı da olsa 2010’da yapılan seçime rağmen
yönetimi Şii lider El Maliki’ye bıraktı. Bir yandan nükleer silaha sahip olma
çabasından dolayı İran’a şer ekseni demekten çekinmeyen ABD, zaten istikrardan
yoksun olan bölgede nelere yol açabileceğini bile bile Irak’ı İran’ın etki
alanına terk etmiştir. Nuri El Maliki de beklendiği üzere Sünnileri yönetimden
tasfiye edecek ve Bölgesel Kürt Yönetimini’ni hizaya getirecek girişimlerde
bulunmaktan çekinmemiştir. Dicle Hareket Komutanlığı bünyesindeki askerler ile
BKY’ye bağlı peşmergeler arasındaki savaş kıvılcımları şimdilik ara vermiş olsa
da, her an bunu başlatacak onlarca neden her gün tekrarlanıp durmaktadır. Diğer
taraftan Anbar, Felluce, Samara, Bakuba, Tiktit, Kerkük, Musul ve Bağdat’ın
farklı yerlerindeki protestolar bir halk ayaklanmasının provasını
andırmaktadır.
Nuri el Maliki yönetiminin can çekişen Esad
rejimini desteklemesi ve yürüttüğü Şia eksenli politikaların ürettiği zülüm karşısında
Kürtlerin ve Sünni Arapların Suriye’de meydana gelen olaylarla daha yakından
ilgilenmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Kaldı ki; Uyanan Sünni
dünyanın kendi geleceği üzerinde belirleyici olma yönünde yoğunlaşan çabaları,
yıllardır başta ABD olmak üzere Orta Doğu’ya müdahil sömürgeci güçlerin
stratejik araştırma kurumlarının dikkatini çekmiş bulunmaktadır. Bu yüzden
başta ABD olmak üzere Batı alemi, tıpkı İsrail meselesinde olduğu gibi, bir
denge unsuru olarak Şii dünyayı koruyup kollamayı kendi çıkarlarının bir gereği
olarak görmektedir. Sünni dünyada halkların laik, despot, işbirlikçi
rejimleriyle yol ayırımına geldiği stratejik bir zamanda, Saddam’ı devirmeyi
pahalıya mal eden ABD’nin Irak’ı fanatik bir Şii’ye tevdi etmesinin başka bir
açıklaması olamaz. Amerika’nın Irak’ı doğal bir eyaleti gibi görmesi bir yana,
İran onu ikinci bir Şii devlet olarak dış politikasının bir ileri karakolu,
“İsrail’e karşı mukavemet hattı” diye addettiği Şii hilalin bir halkası olarak
görmektedir. Nede olsa dün İsrail, bugün Şia örneğinde olduğu gibi mağduriyet
politikası siyaset arenasında tavan yapmış durumda. “Politika dediğin böyle
olur” dedirtecek cinsten; hem saldırgan ve hem de mağdur! Öyle ki bu mağduriyet
politikası, aslında birer vampir olan büyük küfür devletlerinin ve onlarla iş
tutanların saldırganlığını örtmek konusunda iyi iş görmektedir.
Irak’a müdahil olma
çabası içinde olan Türkiye ise Türkmen kartının bugünden sonra pek de işe
yaramayacağını anlamış olmalı ki, en zayıf tarafı olan Kürt sorununu
hallederek, Kürtler üzerinden bölgeye oynamak çabası içerisinde görünmektedir.
Nitekim böyle bir zamanın gelip çatacağı kaygısı ve öngörüsüne dayalı bir
politika izlemiş olan Türkiye, Barzani ve Talabani ile yakın markaj ilişkilerini
sürdürmüştür. Bugün ulusal çıkarları gereği Kürt siyasi hareketleriyle bir masa
etrafında toplanma arifesine gelinmiş olmasını kısmen de olsa bu öngörüsüne
borçludur. Zira Irak’taki mezhep eksenli politikaya olur veren ABD’nin bölgede
bölünmüşlüğü derinleştirme çabası kimseye gizli kalmamıştır.
Gerçek şu ki münafıkça
sürdürülen bu mağduriyet politikası köktenci Sünni dünyaya karşı tedavüle
sokulmuştur. Bugün Suriye’de bunun örneğini görmekteyiz. Esad sonrası
Suriye’den emin olmadıkları için her gün onlarca çocuk, kadın ve yaşlının
hunharca katledilmesine göz yumulmaktadır. İşte tam da bu yüzden Biladu’ş-Şam
ile Bağdat, Musul ve Basra arasındaki yakınlık, sadece coğrafi bir yakınlık
değildir. İsteyen istediği kadar reel politik ezberlerine gömülsün. İsteyen
ABD, Avrupa, İran, Irak veya Bölgesel Kürt Yönetimi faktörü desin. Etnik ve
mezhepsel mozaikten dem vursun. Gerçek şu ki; bu bölgeyi de Biladu’ş-Şam gibi
kurtaracak olan, ezber bozan gerçek İslami hamleler olacaktır. Bu gün bu ümmet
bu hamleyi yapacak güç, deneyim ve kararlılığa sahiptir. Irak’ta kasten
oluşturulan istikrarsızlık ortamında, güven ve ekmeğe muhtaç milyonlarca
değişik ırk ve dine mensup insanların kurtuluşu da, Biladu’ş-Şam’dan yükselen
Hilafet naralarıyla kurulacak Raşidi Hilafet Devleti sayesinde olacaktır.
Ali Hamaney, Ahmedi
Necad, Nuri El Maliki ve Nasrallah mezhepsel kaygılarla zülme destek
oladursunlar, Hilafet Devleti’nin ajandasında Şiilere kötülük yapmak yoktur,
olamaz. O gün Şiilere bir kötülük yapılmayacaktır. Onlar Sünni kardeşleri ile
eşit olacaklardır. Karşılıklı yapılan hatalara bir sünger çekilecektir. Orta
Doğu’da yaşayan her halk gibi, derbeder Kürt halkının Arap, Türk ve Fars
kardeşleriyle birlikte kurulacak Hilafet Devleti’nin asli unsuru ve sahibi
olarak, geçmişte olduğu gibi izzet ve şerefle İslam’a daveti kuşanacakları
günler yakındır. Eğer gerçekten söz konusu olan Kürt halkının özgürlüğü ve
onuru ise, bunu en fazla asli unsuru olacağı Hilafet Devlet’inde bulacağına
kuşku yoktur. Lakin başka hesaplar varsa, onların tutmayacağı bilinmelidir.
Nitekim Hilafetin ikamesiyle, büyük küfür devletlerinin Müslüman halkları
kullanmaları, kıyamete kadar son bulacaktır. Gayrimüslim azınlığa da
dokunulmayacaktır. Onlar da Hilafet Devleti’nin onurlu tebası olarak dinlerine
göre yaşamlarına devam edeceklerdir.
وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ
مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
Zalimler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini
bileceklerdir.
(Şuara 227)
الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ
النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَانًا وَقَالُوا
حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Öyle kişilerdir onlar ki halk, kendilerine, bütün insanlar,
aleyhinizde birleşti, korkun onlardan dedi de bu söz, onların inancını arttırdı
ve Allah yeter bize, ne de güzel vekildir o dediler. (Al-i İmran 173)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış