KOBAY OLMAK İSTEMİYORUZ!!!

Abdullah İmamoğlu

Kobay, bilimsel araştırmalarda kullanılan bir deney hayvanı, deney konusu olan (canlı). Yapılan bu tarifi makalenin ilerleyen bölümlerinde tekrar hatırlamak kaydıyla şimdilik geçelim.

Her ne kadar son günlerde Türkiye gündeminin zirvesini İmralı müzakereleri oluştursa da, yeni anayasa çalışması da gündemden uzak bir konu değildir. Zaten AKP Hükümeti’nin anayasa çalışmasını İmralı müzakerelerinden ayrı konular olarak görmemeliyiz. Kısada olsa değinecek olursak; bilindiği üzere ABD güdümlü siyâset yapan AKP Hükümeti, yeni anayasa çalışmalarını direktifler doğrultusunda hızlı bir şekilde sonlandırmak istemektedir. Bu doğrultuda sağlam adımlar atmak istemektedir. İlaveten anayasanın istenilen kıvamda yapılabilmesi için önünde duran ya da süreci irite edecek olan her engeli usulüyle çözmek istemektedir. İşte anayasanın önünde engel teşkil eden meselelerden bir tanesi belki de en önemlilerden bir tanesi de Kürt Meselesi ve çözümüdür. Yani AKP Hükümeti anayasanın önünde bir engel olarak görmek istememektedir “kürt meselesi” ni...

Onun için İmralı müzakereleri başka bir ifadeyle Kürt Meselesi’nin çözümü, anayasa meselesine paralel hatta girift bir meseledir. Kürt Meselesi ve İslâmî çözümüne dair çok daha aydınlatıcı bilgileri bu konuda müstakil bir çalışma yapmış olan Köklü Değişim yazarlarından Süleyman Uğurlu’nun “Cumhuriyet’in Acı meyvelerinden Kürt Meselesi” adlı çalışmasında bulabilirsiniz. Bunu hatırlattıktan sonra anayasa konusuna giriş yapmak istiyorum.

Anayasa nedir? Anayasa denince ne anlamalıyız?

Bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen, bazı ülkelerde yazılı, bazılarında ise yazısız genel kabul görmüş kurallar dokümanıdır. Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirtir. Devletin temel kanunudur. Vatandaşların temel hak ve görevlerini bildirir.” (http://anayasa.nedir.com)

Kısaca kanunlar manzumesidir anayasa bizim anlayacağımız dilde... Yani kanunlardan müteşekkil nizam ya beşerîdir ya da vahiy kaynaklı. Başka bir söylemle anayasa/kanunlar ya akıldan/beşerden neşet eder ya da vahiyden. Bizim de üzerinde durmaya çalışacağımız nokta tam burasıdır. Şöyle bir soru yönelterek konuyu açabiliriz. Beşerî Anayasa’nın çarpıklığı ne ile izah edilebilir? Bu sorunun cevabı şu sorunun cevabında yatmaktadır. Şöyle ki “kanunları oluşturan iki kaynaktan yani insan aklı ve vahiyden doğru olan hangisidir?”

İnsanı tarihi süreçte incelediğimizde gerek diğer insanlarla olan ilişkilerinde olsun gerekse hayata dair karşılaştığı müşküllerde olsun muhakkak ki bir intizama bağlı olmak durumundadır. Yani hayatına dair karşılaştığı problemleri belirli bir nizam doğrultusunda çözmelidir. İşte can alıcı noktada tam burasıdır. Nizamın nereden geldiği meselesi ya da nereden gelmesi gerektiği... Bu ortaya attığım argüman çok önemli bir argüman. Çünkü tarih boyunca kimi nizamlar toplumları raydan çıkartmışlardır. Kimi nizamlarda toplumu kalkınmış kılmış ve o nizam sayesinde geliştirmiştir.

Evet, bu farklılığın temelinde yatan husus nizamın kaynağıdır. Hangi kaynaktan beslenen nizam saadete, huzura, sükûnete götürür ve tam aksine hangi nizam toplumları huzursuzluğa, kaosa ve taşkınlığa götürür?

Öncelikle şunu açık bir şekilde ifade etmek isterim ki insan/beşeri akıl nizamın kaynağı olamaz. Anayasanın da bugün beşer kaynaklı olmasından ve yapılmasından hareketle bu tezin izahı gerekli olmaktadır.

Beşer aklının kanun koyucu olamayacağının izahı:

Beşerin kanun koyucu olmasını iddia etmek, insan müşküllerini insan olma vasfı ile çözmesi demektir. Yani insanın içgüdü ve organik ihtiyaçlarının doyumunu itminan edici bir yönle çözmesi anlamına gelmektedir. Her âkil adam bilir ki beşer aklının bu büyük müşkülü çözmesi tasavvur bile edilemez, yani mümkün değildir. İnsan, insan için yasa belirlediğinde ve çözümler ürettiğinde gerçekte insanın problemlerini insan vasfı ile çözmüyor. Yani o, insanın içgüdü ve organik ihtiyaçlarının doyumunu belirli bir düzeyde sistematize etmiyor. Bilakis o, yörelerden bir yörede, zamanlardan bir zaman diliminde belirli bir süreç içinde insanın karşılaştığı geçici ve sadece dışa yansıyan bir problemini çözmektedir. Bu durumda bu sistemin tatbiki farklı yerler ve söz konusu süreç dışında doğru olmayacaktır. Çoğu kez beşer kendi basit meselelerin çözümünde dahi isabetli kararlar alamamaktadır.

Bunun da ötesinde bilinmesi gereken en önemli noktalardan bir tanesi de insan aklının kendi bünyesinde tezada ve farklılaşmaya müsait olduğu gerçeğidir. Bugün çok güzel bulduğunu yarın çirkin bulabilir. Yine insan aklı çevresinden etkilenmeye elverişlidir. Çevresinin etkisinde kalıp karar verecektir. Kendisinin beğendiğini çevresindekiler beğenmeyecektir. Ve bu tenakuz bu şekilde sürüp gidecektir.

Peki ya Allah Subhânehû ve Teâlâ katından gelen nizam! Öncelikle Ku’ran Azimuşşan bizlere insan müşküllerinin çözümünde haddimizi bilmek adına şöyle hitap etmiştir Bakara süresi 140. ayette;


“Sizler mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı?”

Muhakkak ki Yüce Allah insanı içgüdü ve organik ihtiyaçlarını ve tezahürlerinin esrarını yaratandır. Dolayısıyla insana dair müşkülleri en iyi bilen ve insana mutabık çözen ancak Allah’tır. Zaten bizlere hitaben şöyle buyuruyor Azimuşşan olan Allah:


“Andolsun! İnsanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini de biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (kaf 16)


“Hiç O, yaratan bilmez mi? Ki O, latiftir. Her şeyden haberdardır.” (mülk 14)

Arzularının esaretinden ve çevresinin tesirinden kurtulamayan, eksik, sınırlı, aciz ve de muhtaç insanla, Hayyul Kayyum olan, her işine vâkıf latîful habîr, hikmet sahibi ve her şeyi kuşatan Yüce Allah Subhânehû ve Teâlâ’ nın koyacağı nizam hiç bir olur mu??

İslâm Akîdesi, Anayasa ve Şer-î Kânunlar İçin Yegâne Kaynaktır.

 Anayasa devletin esasî kanunudur. Başka bir ifadeyle anayasa bir devlet için kanunlar manzumesidir. Önemli olan bu kanunların neşet ettiği kaynağın ne olduğudur. Muhakkak ki Allah Subhânehû ve Teâlâ kanun koyma selâhiyetini İslâm Şeriatı’na vermiştir. Hayata dair ahkâmların, kanunların düzenlenmesinde yegâne otorite İslâm’ındır. Buna dair sayısız naslar mevcuttur. Allah Subhânehû ve Teâlâ gönderdikleriyle yönetilmesini/hükmedilmesini emretmiştir. Keza Allah, kendisinin indirdiklerinden başkasıyla hükmetmekten sakındırarak devletin kanununu Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın indirdikleriyle sınırlandırmıştır. İlgili ayet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:


“Onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet haktan sana gelenin haricinde onların hevalarına (arzularına uyma).” (Maide 48)

Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise muttefekun aleyh olan hadiste şöyle buyurmuştur:


“Kim bizim işimize (dinimize) uygun olmayan bir şeyle gelirse o red olunmuştur.” (Müttefikun aleyh)

Ayrıca kulların filleri hakkında gelen Şâri’nin hitabı ile mukayyet olmak zorunludur. O halde kulların fiilleri Allah Subhânehû ve Teâlâ tarafından tanzim edilmelidir. Keza ister Allah Subhânehû ve Teâlâ ile olan ilişkileri ister kendisi ile olan ilişkileri isterse başkaları ile olan ilişkileri olsun İslâm Şeriatı, insanın tüm fiilleri ve ilişkilerine müteallik olarak gelmiştir. O halde insanın kendi ilişkilerini tanzim etmesi için İslâm’da kanun yapmasına da yer yoktur. Zira o, şer’i hükümlerle mukayyettir. Bununla ilgili deliller ise mâlumdur.

Ahir kelam,

Genelde insanlık tarihinde, özelde ise Türkiye’de oluşturulan anayasalara, kanunlar manzumesine baktığımızda beşer kaynaklı olduklarını görürüz. Bir parti anayasa yapar diğeri iktidara geldimi başka bir anayasa yapar... Yap-boz tahtasından farksızdır bugün beşer kaynaklı kanunların muhatabı Müslüman Türk halkı...

Bugün kanun koyucu kadrolar, sürekli kanunları düzeltmekte ve değiştirmektedir. Netice olarak insanlık, kanun koyucular açısından üzerinde deneme yapılan bir kobaydan farksızdır. Bizler ise kobay olmak İS-TE-Mİ-YO-RUZ!! Tam aksine fıtratımıza uygun yaşamak istiyoruz. Ki bunu da sağlayacak olan ancak İslâm Akidesi’nden neşet eden İslâmî bir anayasadır. Allah Subhânehû ve Teâlâ Mâide süresi 50. ayetinde şöyle buyuruyor:


“Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü Allah'tan daha güzel olan kimdir?”


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz