Kobay, bilimsel araştırmalarda kullanılan bir
deney hayvanı, deney konusu olan (canlı). Yapılan bu tarifi makalenin ilerleyen
bölümlerinde tekrar hatırlamak kaydıyla şimdilik geçelim.
Her ne kadar son günlerde Türkiye gündeminin
zirvesini İmralı müzakereleri oluştursa da, yeni anayasa çalışması da gündemden
uzak bir konu değildir. Zaten AKP Hükümeti’nin anayasa çalışmasını İmralı
müzakerelerinden ayrı konular olarak görmemeliyiz. Kısada olsa değinecek
olursak; bilindiği üzere ABD güdümlü siyâset yapan AKP Hükümeti, yeni anayasa
çalışmalarını direktifler doğrultusunda hızlı bir şekilde sonlandırmak
istemektedir. Bu doğrultuda sağlam adımlar atmak istemektedir. İlaveten anayasanın
istenilen kıvamda yapılabilmesi için önünde duran ya da süreci irite edecek
olan her engeli usulüyle çözmek istemektedir. İşte anayasanın önünde engel
teşkil eden meselelerden bir tanesi belki de en önemlilerden bir tanesi de Kürt
Meselesi ve çözümüdür. Yani AKP Hükümeti anayasanın önünde bir engel olarak
görmek istememektedir “kürt meselesi” ni...
Onun için İmralı müzakereleri başka bir ifadeyle
Kürt Meselesi’nin çözümü, anayasa meselesine paralel hatta girift bir
meseledir. Kürt Meselesi ve İslâmî çözümüne dair çok daha aydınlatıcı bilgileri
bu konuda müstakil bir çalışma yapmış olan Köklü Değişim yazarlarından Süleyman
Uğurlu’nun “Cumhuriyet’in Acı meyvelerinden Kürt Meselesi” adlı
çalışmasında bulabilirsiniz. Bunu hatırlattıktan sonra anayasa konusuna giriş
yapmak istiyorum.
Anayasa nedir? Anayasa denince ne anlamalıyız?
“Bir devletin temel kurumlarının nasıl
işleyeceğini belirleyen, bazı ülkelerde yazılı, bazılarında ise yazısız genel
kabul görmüş kurallar dokümanıdır. Anayasa, bir devletin yönetim biçimini
belirtir. Devletin temel kanunudur. Vatandaşların temel hak ve görevlerini
bildirir.” (http://anayasa.nedir.com)
Kısaca kanunlar manzumesidir anayasa bizim
anlayacağımız dilde... Yani kanunlardan müteşekkil nizam ya beşerîdir ya da
vahiy kaynaklı. Başka bir söylemle anayasa/kanunlar ya akıldan/beşerden neşet
eder ya da vahiyden. Bizim de üzerinde durmaya çalışacağımız nokta tam
burasıdır. Şöyle bir soru yönelterek konuyu açabiliriz. Beşerî
Anayasa’nın çarpıklığı ne ile izah edilebilir? Bu sorunun cevabı şu
sorunun cevabında yatmaktadır. Şöyle ki “kanunları oluşturan iki
kaynaktan yani insan aklı ve vahiyden doğru olan hangisidir?”
İnsanı tarihi süreçte incelediğimizde gerek diğer
insanlarla olan ilişkilerinde olsun gerekse hayata dair karşılaştığı müşküllerde
olsun muhakkak ki bir intizama bağlı olmak durumundadır. Yani hayatına dair
karşılaştığı problemleri belirli bir nizam doğrultusunda çözmelidir. İşte can
alıcı noktada tam burasıdır. Nizamın nereden geldiği meselesi ya da nereden
gelmesi gerektiği... Bu ortaya attığım argüman çok önemli bir argüman. Çünkü
tarih boyunca kimi nizamlar toplumları raydan çıkartmışlardır. Kimi nizamlarda
toplumu kalkınmış kılmış ve o nizam sayesinde geliştirmiştir.
Evet, bu farklılığın temelinde yatan husus nizamın
kaynağıdır. Hangi kaynaktan beslenen nizam saadete, huzura, sükûnete götürür ve
tam aksine hangi nizam toplumları huzursuzluğa, kaosa ve taşkınlığa götürür?
Öncelikle şunu açık bir şekilde ifade etmek isterim
ki insan/beşeri akıl nizamın kaynağı olamaz. Anayasanın da bugün beşer kaynaklı
olmasından ve yapılmasından hareketle bu tezin izahı gerekli olmaktadır.
Beşer aklının kanun koyucu olamayacağının izahı:
Beşerin kanun koyucu olmasını iddia etmek, insan müşküllerini
insan olma vasfı ile çözmesi demektir. Yani insanın içgüdü ve organik
ihtiyaçlarının doyumunu itminan edici bir yönle çözmesi anlamına gelmektedir.
Her âkil adam bilir ki beşer aklının bu büyük müşkülü çözmesi tasavvur bile
edilemez, yani mümkün değildir. İnsan, insan için yasa belirlediğinde ve
çözümler ürettiğinde gerçekte insanın problemlerini insan vasfı ile çözmüyor.
Yani o, insanın içgüdü ve organik ihtiyaçlarının doyumunu belirli bir düzeyde
sistematize etmiyor. Bilakis o, yörelerden bir yörede, zamanlardan bir zaman
diliminde belirli bir süreç içinde insanın karşılaştığı geçici ve sadece dışa
yansıyan bir problemini çözmektedir. Bu durumda bu sistemin tatbiki farklı
yerler ve söz konusu süreç dışında doğru olmayacaktır. Çoğu kez beşer kendi basit
meselelerin çözümünde dahi isabetli kararlar alamamaktadır.
Bunun da ötesinde bilinmesi gereken en önemli
noktalardan bir tanesi de insan aklının kendi bünyesinde tezada ve
farklılaşmaya müsait olduğu gerçeğidir. Bugün çok güzel bulduğunu yarın çirkin
bulabilir. Yine insan aklı çevresinden etkilenmeye elverişlidir. Çevresinin
etkisinde kalıp karar verecektir. Kendisinin beğendiğini çevresindekiler
beğenmeyecektir. Ve bu tenakuz bu şekilde sürüp gidecektir.
Peki ya Allah Subhânehû ve Teâlâ katından
gelen nizam! Öncelikle Ku’ran Azimuşşan bizlere insan müşküllerinin çözümünde haddimizi
bilmek adına şöyle hitap etmiştir Bakara süresi 140. ayette;
“Sizler mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı?”
Muhakkak ki Yüce Allah insanı içgüdü ve organik
ihtiyaçlarını ve tezahürlerinin esrarını yaratandır. Dolayısıyla insana dair müşkülleri
en iyi bilen ve insana mutabık çözen ancak Allah’tır. Zaten bizlere hitaben
şöyle buyuruyor Azimuşşan olan Allah:
“Andolsun! İnsanı biz
yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini de biz biliriz. Biz ona şah
damarından daha yakınız.” (kaf 16)
“Hiç O, yaratan bilmez
mi? Ki O, latiftir. Her şeyden haberdardır.” (mülk 14)
Arzularının esaretinden
ve çevresinin tesirinden kurtulamayan, eksik, sınırlı, aciz ve de muhtaç
insanla, Hayyul Kayyum olan, her işine vâkıf latîful habîr, hikmet sahibi ve
her şeyi kuşatan Yüce Allah
Subhânehû ve Teâlâ’ nın koyacağı
nizam hiç bir olur mu??
İslâm Akîdesi, Anayasa
ve Şer-î Kânunlar İçin Yegâne Kaynaktır.
Anayasa devletin esasî kanunudur. Başka bir
ifadeyle anayasa bir devlet için kanunlar manzumesidir. Önemli olan bu
kanunların neşet ettiği kaynağın ne olduğudur. Muhakkak ki Allah Subhânehû
ve Teâlâ kanun koyma selâhiyetini İslâm Şeriatı’na vermiştir. Hayata dair ahkâmların,
kanunların düzenlenmesinde yegâne otorite İslâm’ındır. Buna dair sayısız naslar
mevcuttur. Allah Subhânehû ve Teâlâ gönderdikleriyle
yönetilmesini/hükmedilmesini emretmiştir. Keza Allah, kendisinin
indirdiklerinden başkasıyla hükmetmekten sakındırarak devletin kanununu Allah Subhânehû
ve Teâlâ’nın indirdikleriyle sınırlandırmıştır. İlgili ayet-i kerîmede
şöyle buyurmuştur:
“Onların aralarında
Allah'ın indirdikleri ile hükmet haktan sana gelenin haricinde onların
hevalarına (arzularına uyma).” (Maide 48)
Sallallahu Aleyhi ve
Sellem ise muttefekun aleyh olan hadiste şöyle buyurmuştur:
“Kim bizim işimize
(dinimize) uygun olmayan bir şeyle gelirse o red olunmuştur.” (Müttefikun
aleyh)
Ayrıca kulların filleri
hakkında gelen Şâri’nin hitabı ile mukayyet olmak zorunludur. O halde kulların
fiilleri Allah Subhânehû ve Teâlâ tarafından tanzim edilmelidir. Keza ister
Allah Subhânehû ve Teâlâ ile olan ilişkileri ister kendisi ile olan
ilişkileri isterse başkaları ile olan ilişkileri olsun İslâm Şeriatı, insanın
tüm fiilleri ve ilişkilerine müteallik olarak gelmiştir. O halde insanın kendi
ilişkilerini tanzim etmesi için İslâm’da kanun yapmasına da yer yoktur. Zira o,
şer’i hükümlerle mukayyettir. Bununla ilgili deliller ise mâlumdur.
Ahir kelam,
Genelde insanlık
tarihinde, özelde ise Türkiye’de oluşturulan anayasalara, kanunlar manzumesine baktığımızda
beşer kaynaklı olduklarını görürüz. Bir parti anayasa yapar diğeri iktidara
geldimi başka bir anayasa yapar... Yap-boz tahtasından farksızdır bugün beşer
kaynaklı kanunların muhatabı Müslüman Türk halkı...
Bugün kanun koyucu
kadrolar, sürekli kanunları düzeltmekte ve değiştirmektedir. Netice olarak
insanlık, kanun koyucular açısından üzerinde deneme yapılan bir kobaydan
farksızdır. Bizler ise kobay olmak İS-TE-Mİ-YO-RUZ!! Tam aksine fıtratımıza
uygun yaşamak istiyoruz. Ki bunu da sağlayacak olan ancak İslâm Akidesi’nden
neşet eden İslâmî bir anayasadır. Allah Subhânehû ve Teâlâ Mâide süresi
50. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Kesin bilgiyle inanan
bir topluluk için hükmü Allah'tan daha güzel olan kimdir?”
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış