Tarih'i 'tekerrür' diye tarif
ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü
ederdi?(M.Akif
Ersoy)
İslam ümmetini yozlaştırma ve
sömürgeleştirme projesi olan demokratlaştırma süreci, maalesef tüm hızıyla
devam etmektedir.
Bu süreç bizi, Fukuyama’ya; “Batı
değerleri İslami değerlere sonsuza dek sürecek bir üstünlük sağlamıştır.”
dedirtecek bir duruma getirmiştir.
Bizi öz yurdumuzda parya yapan bu
kâbus dolu sürece şöyle bir göz atalım:
1789 Fransız Devrimi'nin
etkisiyle yayılan özgürlükçü düşünceler ve milliyetçilik akımı, her ülke gibi
Osmanlı Hilafet Devleti’ni de etkiledi. 19. yüzyılda, Balkanlar'da bağımsızlık
talebiyle ayaklanmalar baş gösterince Balkanlar'da ve Ortadoğu’da çıkar
çatışmaları içindeki Avrupa devletleri ve Çarlık Rusya bu hareketleri desteklemekten
geri durmadılar. Dahası Osmanlı sınırları içindeki gayrimüslim halkların
durumlarının düzeltilmesi gerekçesiyle, reformlar yapma yönünde Osmanlı Hilafet
Devleti üzerinde yoğun bir baskı kurdular. Bu baskının yansıması; 1839’da
Tanzimat Fermanı ile 1856’daki Islahat Fermanı’nın ilan edilmesi şeklinde oldu.
Amaçları Osmanlı Hilafet
Devleti’ni tamamen ortadan kaldırmak olan dış güçlerin baskılarını durdurmaktı.
Baskıları bertaraf etmek maksadıyla, 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi ilan
eden Halife II. Abdülhamit, aynı zamanda Meşrutiyeti ilan etmiş oluyordu.
1877-1878 Osmanlı Rus savaşı nedeniyle bu süreci sonlandıran Halife II.
Abdülhamit, 29 yıl askıda bıraktığı Kanun-i Esasi’yi dış mihrakların fikir
ajanlığını yapan İttihat ve Terakki’nin yoğun baskıları dolayısıyla 24 Temmuz
1908'de yeniden ilân etti. 5 Kasım 1922'de Osmanlı Devleti'nin tasfiyesini
beraberinde getiren bu talihsiz süreç İslam Ümmeti’nin tarihinde, bizi bu
günlere getiren kırılma anına karşılık gelmektedir.
Gayri meşru sürdürülen işgaller,
3 Mart 1924’te Hilafet’in ilgasıyla sürdürülebilir bir karaktere bürünmeye
koyuldu. Böylece başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri’nin İslam
coğrafyasındaki siyasi, kültürel ve ekonomik istilaları kalıcı olma imkânını
elde etti. İslam coğrafyasının çoğu bölgelerinde, adına Kurtuluş Savaşı denen
hadiseler yaşanmış olsa da, bu istila, şu veya bu şekilde hala devam
etmektedir. İktidarların el değiştirmesi konjonktürel olup, sadece halk
üzerinde kurulan baskının dozunu ayarlamak için başvurulan bir yöntemden öte
bir mana ifade etmemektedir.
Gerçek şu ki; bugün Türkiye’de
meydana gelen ve bütün İslam coğrafyasının geleceğini ipotek altına almaya
namzet gelişmeleri anlamak, Menderes ile başlayan süreci deşifre etmeye
bağlıdır. CHP’nin Türkiye üzerinde kurduğu hegemonya, halkta büyük bir infial
uyandırınca, Laik Demokratik Cumhuriyet’in sahipleri tarafından İstiklal
Mahkemeleriyle ve kanla bastırılmıştır. Halk yeni rejimi bünyesine yabancı
görmüş ve şiddetli bir reaksiyon göstermiş, rejim sahipleri de devrimin
yerleşmesi için katliam dâhil, her türlü gayri meşru yola başvurmaktan geri
durmamışlardır.
Diğer taraftan Menderes ile
başlayan süreç; Laikliği, Demokrasiyi ve Cumhuriyeti topluma benimsetme hamlesi
olmuştur. Bu, küfür kavramlarını, İslam Ümmeti’nin öz malıymış gibi gösterme
hamlesinin, rejim sahiplerinin büyük planlarının bir parçası olduğunun fark
edilmemiş olması, İslam Ümmeti adına sürüp gelen büyük bir talihsizlik
olmuştur. Zira Demokrat Parti’nin - kullandığı üslup bir yana- temelde CHP ile
hiçbir farkı yoktu. DP’de din ile devleti birbirinden ayıran bir anlayış
üzerine kurulu bir parti idi. Şu kadar ki; CHP rejimi jakoben bir üslupla
uygularken, DP yumuşak bir üslup kullanarak, aynı rejimi halka benimseterek
uygulama yoluna gitmiştir. Aslında bu, rejim sahiplerinin kendi
alternatiflerini yine kendilerinin ürettiği kadim bir İngiliz oyunu idi.
Nitekim İngilizler, bir ülkeyi işgal ettiklerinde, uşaklarından birini yönetime
getirmekle kalmayıp, uşaklarından birini de ana muhalefete lider yapmakla ün
kazanmışlardır. İngiliz siyaset gizeminin sırrı buradan gelmektedir.
Sonuç olarak, Laik Demokratik
rejimi Türkiye halkının başına musallat eden CHP’den kaçan halk, DP ağlarına
takılmıştır.
Bir sömürgeleştirme projesi olan
halkı demokratlaştırma sürecinin ikinci ayağını, kuşkusuz Adalet Partisi teşkil
etmektedir. Bu parti çeyrek asır boyunca, ümmetin mesaisini gayri İslami
hedefler uğruna heba ederken, Müslüman halkın demokratik yaşam tarzına ülfet
peyda etmesini sağlamıştır.
Gelişen süreç içerisinde CHP ve
darbeler, halka karşı bir tehdit unsuru olarak kullanılırken, halk II. Menderes
diye anılan Özal etrafında toplatılarak, yeni bir demokratlaştırma aşamasına
geçilmiştir. Zira demokrasi bir hayat tarzı, bir yaşam felsefesi, bir hayata
bakış açısı idi ve sindire sindire millete mal edilmeliydi. Nitekim onlar da
öyle yapıyorlardı. Ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorlardı. Halk, CHP’nin
jakoben uygulamaları ile usluca demokratlaştırma seçeneğiyle karşı karşıya
bırakılmıştır. Üçüncü bir seçeneği denemeye kalkışan ümmet evlatları, bütün
propaganda araç ve üslupları kullanılarak, marjinal ilan edilerek, ağır cezalar
verilerek toplumdan tecrit edilmiştir.
Telekomünikasyon ve iletişim
alanında meydana gelen devrim boyutundaki gelişmeler dünyayı büyük bir köy
haline getirirken, İslam’ın mesajı da evrensel ölçekte bir yankı buldu. Böylece
İslam coğrafyası üzerinde kurulan mahalli rejimler için kara günler kapıya
dayanmıştı. Bunu fark eden rejim sahipleri ihtilafa düştüler. Bir kesim despot
uygulamalara geri dönmeye teşebbüs ederken, diğer bir kesim bunun bir intihar
olacağı uyarısında bulunup, bu dalganın daha fazla demokrasi vadiyle, daha
geniş boyutta bir esneme hamlesiyle atlatılabileceği öngörüsünde bulunup
harekete geçtiler. Neticede bulunmaz Hint kumaşı AKP ve yağız atlı süvari
Erdoğan keşfedildi. Gelsin peşinden çıraklık, kalfalık ve işte ustalık
dönemleri!
Rejim sahiplerinin adına gurur
verici! Her şey ilk günkü gibi. Revaçta tarihi, ebedi ve ezeli düşmanımız
Batı’nın kavramları! Avrupa’ya tam entegrasyon, liberal ekonomi, özelleştirme
ve yabancı sermayenin önünü açan tahkim yasası vs. Her derdin tek ve yegane
çaresi demokrasi, demokrasi, yine demokrasi ve daha fazla demokrasi…
Sokaklar Sodom, Gomore, halk
eğitimden geçmiş cahil, diplomalı işsiz, aç ve sefil asgari ücretli, dininden
uzaklaştırlmış Müslüman, münkeri hoş gören mü’min, laisizmin işgali altında
cami, faize bulaşmış esnaf, kartondan evlilikler, gayri meşru ilişkiler diz
boyu, aile huzursuz, Avrupa tarzı cinayetler, intiharlar ve intiharlar…
Unutmayalım ki, şu demokrasi
putuyla hesaplaşmadığımız sürece bize izzet ve şeref yok. Haydi, gelin bu
uğursuz sürece bir dur diyelim. Dur diyelim de tarih tekerrür etmesin. Bu çağın
Hübelü, Uzzası ve Menatı olan laikliği, demokrasiyi ve cumhuriyeti elimizin
tersiyle bir tarafa atıp Allah Subhanehu
Ve Teâlâ’nın bize inzal buyurduğu ve Rasul SallAllahu Aleyhi Ve Sellem’in tatbik ettiği, ardından Raşid
halifelerin adım adım izinden giderek uyguladıkları Hilafet nizamını ikame
edelim. Hilafet’i ikame edelim ki; Batı’nın siyasi, iktisadi ve kültürel
hegemonyasından kurtularak bir rahmet iklimine yelken açalım.
Doksan yıllık Demokrasi
tecrübemizin bizi getirdiği sonuç ortadadır. Halen 3. Erdoğan Hükümeti olarak
61. Hükümet bizi laik demokratik yasalarla idare etmektedir. Evet! doksan yılda
üç darbe ve bir o kadar da darbe teşebbüsü ve muhtıra yaşanmışken, 60 Hükümet
kurulmuş ve dağılmıştır. Her kurulan hükümetin ömrü ortalama bir buçuk yıl
sürmüştür. Ne istikrar ama değil mi? Dahası ben kendimi bildim bileli hep söylenen
şu: “Aman ha dikkat edin! Kritik bir süreçten geçiyoruz!” Evet! İslam
Ümmeti’nin, İslam dışı rejimlerle yönetilmeye başlandığı günden beri, kritik
süreçlerin ardı arkası kesilmemiştir. Müslüman halklar, hem dünya izzetinden
hem de ahiret saadetinden mahrum bir hale duçar olmuşlardır.
Bugün Türkiye ölçeğinde Ulusal
Laik Demokratik Cumhuriyet’in bizi sürüklediği kanlı bir kardeş kavgası davası
ile meşgulüz. Bu davayı çözme çabası içerisinde olan siyasi irade, bugün bile
meselenin temeline inme cesaretini gösterememektedir. Müslüman kardeş halkları
birbirine düşman yapan amentülerle yola çıkarak, sorunu çözeceklerini iddia
etmektedirler. İslam dinini de yedeğine alarak, halka doğru iz üzerinde
oldukları görüntüsünü vermek için, arada sırada İslam kardeşliğinden dem
vurmaktadırlar. Hâlbuki daha fazla demokrasi ile bu sorunu çözme azminde
olduklarını yüksek sesle ilan etmişlerdir. Kaldı ki daha fazla demokrasi demek
daha fazla küfür, daha fazla fesada uğramak demektir.
Eğer bu kardeş kavgasını bitirmek
konusunda samimi iseler, neden zaten Müslüman olan Türk ve Kürt halkının asla
reddetmeyeceği İslami çözümden söz etmemektedirler. Yoksa ABD ve Avrupa gibi
büyük küfür devletleri ve onların kurduğu BM ve NATO gibi evrensel şer
kurumlarının, buna engel çıkaracaklarını mı düşünmektedirler? Eğer böylesi
hayati bir meselede bağımsız hareket etmekten aciz iseler, bunu millete itiraf
etmek durumundadırlar. Boş yere halkı umutlandırmamalıdırlar. Zira bu halk,
hayal kırıklığına uğramaktan bitap düşmüştür.
Şimdi sıra geldi Laik Demokratik
Cumhuriyet’in 61. hükümeti olan 3. Erdoğan hükümetinin işlemekle meşgul olduğu
ve izi yıllarca silinemeyecek bir siyasi cinayetten söz etmeye. Elin gâvurunun
zorla bize yaşattığı bir asra yaklaşan demokrasi deneyimimizden, Allah aşkına ne
hayır gördük ki, bu melun rejimi Müslüman Suriyeli kardeşlerimizin başına
musallat etmeye çalışıyoruz. Evet! Ey İslam ümmeti! Sizi uyanık olmaya davet
ediyoruz! Belki sevdiğiniz, belki reyinizi verdiğiniz ve belki de sempatizanı
olduğunuz Erdoğan ve AKP Hükümeti, dünya ile birlikte hareket etme mazeretine
sığınarak, Suriye halkına demokrasiyi pazarlamaktadır. Zira kâfir Batı, bu
kadar ağır bedel ödeyen Müslüman Suriye halkı için, İslam ile yönetilmeyi çok
görmektedir. Kaldı ki; halk sadece kan içici Esed’den kurtulmak için hayatını
feda etmiyor. Aynı zamanda bir daha dönmemek üzere küfür rejiminden de
kurtulmak için, Allah yolunda seve seve canını feda etmektedir. Şimdi Türkiye
gibi kardeş bir ülke, bu konuda ona yardımcı olmak yerine, Suriye’de Batı müsveddesi
laik demokratik bir rejimin kurulmasına önayak olursa ve biz de buna seyirci
kalırsak, Allah’a vereceğimiz hesabın altından nasıl kalkacağız? Haydi, şimdi
hep beraber siyasi iradeyi bu cürmü işlemekten men etmek için bütün meşru
yolları deneyelim. Kim bilir belki de bu amelimiz mahşer günü bize şefaatçi
olur!
Allah Subhanehu Ve Teâlâ’nın şu sözüne kulak verelim:
“De
ki: Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü’minler de
göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna
döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber
verecektir.” (Tevbe 105)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış