GEZİ PARKI OKUYORUM

Mustafa Küçük

Demokrasi kavgası! Beş yüz yıldır sürüp gelen bu kavga durulmak bir yana dünyayı kasıp kavurmaya devam etmektedir. İslam ülkeleri bunun için işgal edildi. Ümmet bu kavram üzerinden dağıtıldı. Bu küfür düşüncesi Müslüman’ı kendi ülkesinde ırgat ve parya yaptı.

Bugün bazı muhafazakar partiler ümmeti bu gayri meşru düşünce ile kalkındırma iddiasıyla yola çıkmışlardır. Ümmeti de bu iddialarına ortak etmek için türlü oyun ve entrikalar sergilemektedirler. Onlara göre bunca günah ve haramlar, söz ve eylemler güya ümmetin selameti için ümmetin amentüsüne rağmen ümmet için!

Gerçek şu ki bu kavga Müslüman’ın kavgası değildir. Rejim İslami değil ki Müslüman iktidarın yanında yer alsın. Protestocuların başbakanın şahsında İslam’a saldırmaları oyun içinde oyundur. Burada duygusallığa yer yoktur. Herkes yerini iyi bellemeli. Portatif mobil Müslümanlık olamaz. Müslüman bu demokrasi kavgasında üçüncü bir taraftır. O sırf İslam’a davet eder. Acil maslahatlar uğruna mücadelesini laik demokratların mücadelesine katmaz.

Demokratlaştı/ğımız/tırıldığımız oranında nümayişlerimiz, kutlamalarımız, protestolarımız, kavgalarımız, ve hatta cinayetlerimiz bile gayri Müslimlerinkine benzemeye başlamıştır. İşte Gezi Parkı eylemleri ve demokratik rejimin tutumu!

Taksim Gezi Parkı tartışmaları, 2011 yılından beri devam edip durmaktadır. Birdenbire ortaya çıkıp patlak veren bir mesele değildir. Daha önce çevreciler ile hükümet arasında restleşmeye neden olan bir meseledir. Büyük bir olasılıkla taraflar, muhtemel gelişmelere karşı nasıl tavır geliştirecekleri ile ilgili stratejilerini önceden belirlemişlerdir.

Nihayet 27 Mayıs 2013 Pazartesi günü Taksim'deki Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan duvarın 3 metrelik kısmı Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yıkılıp, 4-5 ağacın taşınmak üzere yerinden sökülmesiyle Taksim Dayanışma grubu eyleme başlamıştır. Ardından olup bitenlere hepimiz medya üzerinden şahit olduk.

Eylemlerin şiddete dönüşmesinde ilk katkıyı sağlayan tarafın Emniyet ve Zabıta güçlerinin olduğu neredeyse ortak bir kanaat olarak ifade edilmektedir. Bu da kaçınılmaz bir şekilde hem iktidar ve hem de muktedir olma iddiasında olan hükümeti işaret etmektedir. Bu ilk kıvılcım, bilahare başbakan tarafından yapılan sert söylemle birleşince eylemciler şiddete başvurmak için aradıkları bahaneyi bulmuş oldular.

İslam’a olan kin ve nefretlerini Erdoğan üzerinden kusan gruplar, fırsatı ganimet bilip ortalığı ateşe vermeyi ihmal etmediler. Başbakan da karşı atağa geçerek, şiddeti çağrıştıran bir söylem üzerinden seçmenlerini AKP etrafında kenetlenmeye çağırdı. Hatta bunu dış güçlerin yerli uzantıları üzerinden Türkiye’ye bir müdahale provası ve girişimi olarak değerlendirmesi, AKP’li olmayan milliyetçi muhafazakar vatandaşlarda da yankı buldu. Dahası eylemcilerin sosyal medya üzerinden servis ettikleri İslam’ı ve Müslümanları hedef alan söylem ve kullandıkları dil, İslam’ı siyasi boyutuyla kavrayıp benimsemiş, mevcut sistem partilerine mesafeli duran köktenci diyebileceğimiz kesimleri bile bir ölçüde savurmuştur. Diğer bir ifadeyle şiddete baş vuran ulusal sol fraksiyonların kullandıkları saldırgan dil, söz ve eylemleri, AKP’nin İslamcılığına temkinli yaklaşan kesimleri duygusal davranmaya sürükleyerek, AKP’ye sahip çıkmaya sevk etmiştir. Dahası yapılan eylemlerle amaçlananın aksine halkın iktidar partisine sahip çıkmasını sağlayacak AKP sonrası muhtemel bir Türkiye’den fragmanlar gösterilmiştir. Eğer eylemlerin iktidar partisi tarafından tırmandırılmadığından emin isek rahatlıkla Gezi Parkı hadisesinin geri teptiğini söyleyebiliriz.

Diğer taraftan stratejik derinlik sahibi Dışişleri Bakanı Davutoğlu; tüm bu olanları, İstanbul’un modern çağdan küreselleşme çağına geçiş süreci yaşadığına yorarak olup bitenlerle övünme ukalalığını gösterebilmiştir. Bir kısım hükümet ricali de Türk demokrasisinin geldiği boyuta dikkat çekerek ve bundan övgü ile söz ederek Davutoğlu’nu yaklaşımında yalnız bırakmamışlardır.

Verdikleri oyları bir tehdit unsuru olarak kullanan ve AKP’nin sırtında bir kambur gibi duran ‘the cemaat’da demokrasi havarisi kesilerek “Demokrasi sadece seçim değildir!” diyip, başbakanı daha sorumlu davranmaya davet etmiş, önceki nasihatlerine yenisini ekleme fırsatını kaçırmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin işlediği her günahta doğrudan veya dolaylı parmağı olan kronik muhalefet partisi CHP’de bu talihsiz eylemin üstüne atlayarak siyasi rant devşirmeye çalışmış ancak eli koynunda kalmıştır. Muhafazakar partilerin tabanından esirgediği desteği, CHP eylemcilerden esirgememiştir. Dahası şiddete başvurmuş olmalarını gözardı ederek siyasal ve moral destek vermekten kaçınmamıştır.

Başından beri herkes kendi dünya görüşü açısından meseleye bakıp değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bu olaya neyin sebep olduğu bağlamında oldukça zıt ve muhtelif pek çok değerlendirmeye şahit olmaktayız. Tıpkı bunun gibi sonuçları açısından da her kesimin kazançlı çıkmak için çaba sarf ettiği gözden kaçmamaktadır.

Zaten Müslüman olan Türkiye halkının hayata dair her meselesini İslam ile düzene koyarak İslami hayatı yeniden başlatma düşüncesi başta gelen önceliğimizdir. Bunu zora sokacak her girişim kabulümüz değildir. Halkı; ecnebi rejimlerden medet uman bir formata sokan, İslam’a olan güvenini yıpratan her girişim getirisi ne olursa olsun bizce merduttur.

Gezi Parkı olaylarında biri hükümet diğeri protestocular olmak üzere her iki tarafın söz, eylem ve tutumlarıyla maddi ve manevi olarak halka zarar verdiği açıktır.

Maddi zararın bertaraf edilmesi nispeten kolaydır. Lakin Müslüman halka demokrasi cenderesinin sığınılacak son kale olduğu yalanının yutturulmak istenmesi büyük bir cürümdür. Geçekleştirilen mitinglerde yapılan konuşmaların satır aralarında halka; “Bu serseri güruhları, ancak demokratik çoğulcu çözümlerle dizginleyebiliriz. İslami çözümle bunların karşısına çıkılmaz.” anlayışı empoze edilmiş, Müslüman halkın demokrasi ile yetinmesi bundan daha fazlasını talep etmemesi, aksi halde kaosa neden olacağı mesajı ulaştırılmak istenmiştir. Halbuki tüm bu kaos, gerilim ve şiddetin kaynağı; kulu Rabb-ül Alemin’in terbiyesinden mahrum bırakan demokratik liberal düşünce ve sağladığı hayat tarzıdır.

Kaldı ki, hükümet de kendisini protesto eden gruplarla demokrasi üzerinde müttefiktir. Ancak biri diğerini anti demokrat olmakla suçlamaktadır. En ileri demokrasinin uygulandığı ülkelerde bile durum endişeyle takip ettiğimiz Gezi Parkı kaosundan farklı değildir.

Gerçek şu ki çapulcu diye addedilen kesime İslam, başka bir düzenin yardımcı unsuru olmayacak şekilde nevi şahsına münhasır bir sistem, özgün bir temel düşünce olarak arı duru bir şekilde sunulmadı. Hep mevcut rejimin payandası, uysal vatandaş yetiştiren bir inanç olarak sunuldu. Mevcut rejimden canı yanan milyonlar böyle bir dine neden ilgi duysun ki? İktidar bu gerilimle oylarını yarım puan arttırmış olabilir. Ancak adalet duygusu gelişmiş toplumsal bilince sahip insanların İslam’dan nefret etmelerine sebep olmak az bir vebal değildir.

Belki esas kahrolası çelişki de burada yatmaktadır. AKP İslam ile yönetmediği halde işlediği cürümlerin halkın zihninde İslam’ın hanesine yazılıyor olması bir talihsizliktir. Aslında AKP İslami bir parti olmadığını, muhafazakar, demokratik bir parti olduğunu defalarca deklare etmiştir. Fakat Menderes döneminden beri maksatlı oluşturulan bu yanlış algı, hala aynı işlevi sürdürmektedir. Sağ demokrat muhafazakar partiler birbirlerinden tevarüs ettikleri bu algı yanılsamasını halkı aldatıp reylerini almanın teminatı olarak görmüşlerdir. Halbuki affedilmeyecek esas din istismarı budur.

Protestocular başlıca amaçlarının topyekun hükümeti başarsızlığa uğratmak olduğunu gizlememişlerdir. Böylece çözüm sürecinin akim bırakılması protestocuların Ergenekon örgütüyle ve Balyoz darbe plancılarıyla olan bağına karşılık gelmektedir. Bu yapılara eski konumunu kazandırmanın bu protestocuların en üst hedefini teşkil ettiği kanısına itiraz edecek kimse yoktur.

Her iki taraf da bir kaşık suda koparılan bu fırtınadan Suriye meselesinde azami istifade etmiştir. Protestocular halka Suriye trajedisini unutturmuş olmanın hazzına varırken, hükümetde Suriye konusunda içine düştüğü çaresizliğin mazeretini elde etmiş bulunmaktadır. Zira başbakanın Reyhanlı’da Tarık Bin Ziyad gibi nutuk çekip ardından işi global sömürgeci kurumlara havale etmesiyle hükümet, kamufle edilemez bir acizliğe mahkum olmuştur. Bu nutuklar Suriyeli demokratları örgütlüyor olmalarını örtmek için atılmış olsada halkta, hükümetin Suriyeli kardeşlerinin derdine derman olacağına dair bir beklenti oluşturmuştur. Fakat Suriyeli mazlum halkın feryatları yeri göğü inletirken, İran ve Hizbullah fiilen zalime destek olurken AKP Hükümeti’nin dünya ile birlikte hareket etme mazeretine sığınması affedilecek bir durum değildir. Ne ki Gezi Parkı çapulcuları AKP’nin imdadına yetişti. Artık kimse hükümetin Suriye konusunda bir şey yapmasını beklememektedir. Kim bilir belki şimdilerde demokratları örgütlemekten de vazgeçmiştir.

Hilafet’in ilgasından bu yana sayısız badireden geçen bu halk bir Gezi Parkı tuzağına da maruz bırakıldı. Halka tuzak kuranları ve söz konusu tuzakları deşifre etmek bu ümmetten bir fert olmanın bir gereğidir.


“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Al’i İmran:54)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz