Demokrasi kavgası! Beş yüz yıldır
sürüp gelen bu kavga durulmak bir yana dünyayı kasıp kavurmaya devam
etmektedir. İslam ülkeleri bunun için işgal edildi. Ümmet bu kavram üzerinden
dağıtıldı. Bu küfür düşüncesi Müslüman’ı kendi ülkesinde ırgat ve parya yaptı.
Bugün bazı muhafazakar partiler
ümmeti bu gayri meşru düşünce ile kalkındırma iddiasıyla yola çıkmışlardır.
Ümmeti de bu iddialarına ortak etmek için türlü oyun ve entrikalar
sergilemektedirler. Onlara göre bunca günah ve haramlar, söz ve eylemler güya
ümmetin selameti için ümmetin amentüsüne rağmen ümmet için!
Gerçek şu ki bu kavga Müslüman’ın
kavgası değildir. Rejim İslami değil ki Müslüman iktidarın yanında yer alsın.
Protestocuların başbakanın şahsında İslam’a saldırmaları oyun içinde oyundur.
Burada duygusallığa yer yoktur. Herkes yerini iyi bellemeli. Portatif mobil
Müslümanlık olamaz. Müslüman bu demokrasi kavgasında üçüncü bir taraftır. O
sırf İslam’a davet eder. Acil maslahatlar uğruna mücadelesini laik
demokratların mücadelesine katmaz.
Demokratlaştı/ğımız/tırıldığımız
oranında nümayişlerimiz, kutlamalarımız, protestolarımız, kavgalarımız, ve
hatta cinayetlerimiz bile gayri Müslimlerinkine benzemeye başlamıştır. İşte
Gezi Parkı eylemleri ve demokratik rejimin tutumu!
Taksim Gezi Parkı tartışmaları,
2011 yılından beri devam edip durmaktadır. Birdenbire ortaya çıkıp patlak veren
bir mesele değildir. Daha önce çevreciler ile hükümet arasında restleşmeye
neden olan bir meseledir. Büyük bir olasılıkla taraflar, muhtemel gelişmelere
karşı nasıl tavır geliştirecekleri ile ilgili stratejilerini önceden
belirlemişlerdir.
Nihayet 27 Mayıs 2013 Pazartesi
günü Taksim'deki Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan duvarın 3 metrelik
kısmı Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yıkılıp, 4-5 ağacın taşınmak üzere
yerinden sökülmesiyle Taksim Dayanışma grubu eyleme başlamıştır. Ardından olup
bitenlere hepimiz medya üzerinden şahit olduk.
Eylemlerin şiddete dönüşmesinde
ilk katkıyı sağlayan tarafın Emniyet ve Zabıta güçlerinin olduğu neredeyse
ortak bir kanaat olarak ifade edilmektedir. Bu da kaçınılmaz bir şekilde hem
iktidar ve hem de muktedir olma iddiasında olan hükümeti işaret etmektedir. Bu
ilk kıvılcım, bilahare başbakan tarafından yapılan sert söylemle birleşince
eylemciler şiddete başvurmak için aradıkları bahaneyi bulmuş oldular.
İslam’a olan kin ve nefretlerini
Erdoğan üzerinden kusan gruplar, fırsatı ganimet bilip ortalığı ateşe vermeyi
ihmal etmediler. Başbakan da karşı atağa geçerek, şiddeti çağrıştıran bir
söylem üzerinden seçmenlerini AKP etrafında kenetlenmeye çağırdı. Hatta bunu
dış güçlerin yerli uzantıları üzerinden Türkiye’ye bir müdahale provası ve
girişimi olarak değerlendirmesi, AKP’li olmayan milliyetçi muhafazakar
vatandaşlarda da yankı buldu. Dahası eylemcilerin sosyal medya üzerinden servis
ettikleri İslam’ı ve Müslümanları hedef alan söylem ve kullandıkları dil,
İslam’ı siyasi boyutuyla kavrayıp benimsemiş, mevcut sistem partilerine
mesafeli duran köktenci diyebileceğimiz kesimleri bile bir ölçüde savurmuştur.
Diğer bir ifadeyle şiddete baş vuran ulusal sol fraksiyonların kullandıkları
saldırgan dil, söz ve eylemleri, AKP’nin İslamcılığına temkinli yaklaşan
kesimleri duygusal davranmaya sürükleyerek, AKP’ye sahip çıkmaya sevk etmiştir.
Dahası yapılan eylemlerle amaçlananın aksine halkın iktidar partisine sahip
çıkmasını sağlayacak AKP sonrası muhtemel bir Türkiye’den fragmanlar
gösterilmiştir. Eğer eylemlerin iktidar partisi tarafından
tırmandırılmadığından emin isek rahatlıkla Gezi Parkı hadisesinin geri
teptiğini söyleyebiliriz.
Diğer taraftan stratejik derinlik
sahibi Dışişleri Bakanı Davutoğlu; tüm bu olanları, İstanbul’un modern çağdan
küreselleşme çağına geçiş süreci yaşadığına yorarak olup bitenlerle övünme
ukalalığını gösterebilmiştir. Bir kısım hükümet ricali de Türk demokrasisinin
geldiği boyuta dikkat çekerek ve bundan övgü ile söz ederek Davutoğlu’nu
yaklaşımında yalnız bırakmamışlardır.
Verdikleri oyları bir tehdit
unsuru olarak kullanan ve AKP’nin sırtında bir kambur gibi duran ‘the cemaat’da
demokrasi havarisi kesilerek “Demokrasi sadece seçim değildir!” diyip,
başbakanı daha sorumlu davranmaya davet etmiş, önceki nasihatlerine yenisini
ekleme fırsatını kaçırmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin işlediği
her günahta doğrudan veya dolaylı parmağı olan kronik muhalefet partisi CHP’de
bu talihsiz eylemin üstüne atlayarak siyasi rant devşirmeye çalışmış ancak eli
koynunda kalmıştır. Muhafazakar partilerin tabanından esirgediği desteği, CHP
eylemcilerden esirgememiştir. Dahası şiddete başvurmuş olmalarını gözardı
ederek siyasal ve moral destek vermekten kaçınmamıştır.
Başından beri herkes kendi dünya
görüşü açısından meseleye bakıp değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bu olaya
neyin sebep olduğu bağlamında oldukça zıt ve muhtelif pek çok değerlendirmeye
şahit olmaktayız. Tıpkı bunun gibi sonuçları açısından da her kesimin kazançlı
çıkmak için çaba sarf ettiği gözden kaçmamaktadır.
Zaten Müslüman olan Türkiye
halkının hayata dair her meselesini İslam ile düzene koyarak İslami hayatı
yeniden başlatma düşüncesi başta gelen önceliğimizdir. Bunu zora sokacak her
girişim kabulümüz değildir. Halkı; ecnebi rejimlerden medet uman bir formata
sokan, İslam’a olan güvenini yıpratan her girişim getirisi ne olursa olsun
bizce merduttur.
Gezi Parkı olaylarında biri
hükümet diğeri protestocular olmak üzere her iki tarafın söz, eylem ve
tutumlarıyla maddi ve manevi olarak halka zarar verdiği açıktır.
Maddi zararın bertaraf edilmesi
nispeten kolaydır. Lakin Müslüman halka demokrasi cenderesinin sığınılacak son
kale olduğu yalanının yutturulmak istenmesi büyük bir cürümdür. Geçekleştirilen
mitinglerde yapılan konuşmaların satır aralarında halka; “Bu serseri güruhları,
ancak demokratik çoğulcu çözümlerle dizginleyebiliriz. İslami çözümle bunların
karşısına çıkılmaz.” anlayışı empoze edilmiş, Müslüman halkın demokrasi ile
yetinmesi bundan daha fazlasını talep etmemesi, aksi halde kaosa neden olacağı
mesajı ulaştırılmak istenmiştir. Halbuki tüm bu kaos, gerilim ve şiddetin
kaynağı; kulu Rabb-ül Alemin’in terbiyesinden mahrum bırakan demokratik liberal
düşünce ve sağladığı hayat tarzıdır.
Kaldı ki, hükümet de kendisini
protesto eden gruplarla demokrasi üzerinde müttefiktir. Ancak biri diğerini
anti demokrat olmakla suçlamaktadır. En ileri demokrasinin uygulandığı
ülkelerde bile durum endişeyle takip ettiğimiz Gezi Parkı kaosundan farklı
değildir.
Gerçek şu ki çapulcu diye
addedilen kesime İslam, başka bir düzenin yardımcı unsuru olmayacak şekilde
nevi şahsına münhasır bir sistem, özgün bir temel düşünce olarak arı duru bir
şekilde sunulmadı. Hep mevcut rejimin payandası, uysal vatandaş yetiştiren bir
inanç olarak sunuldu. Mevcut rejimden canı yanan milyonlar böyle bir dine neden
ilgi duysun ki? İktidar bu gerilimle oylarını yarım puan arttırmış olabilir.
Ancak adalet duygusu gelişmiş toplumsal bilince sahip insanların İslam’dan
nefret etmelerine sebep olmak az bir vebal değildir.
Belki esas kahrolası çelişki de
burada yatmaktadır. AKP İslam ile yönetmediği halde işlediği cürümlerin halkın
zihninde İslam’ın hanesine yazılıyor olması bir talihsizliktir. Aslında AKP
İslami bir parti olmadığını, muhafazakar, demokratik bir parti olduğunu
defalarca deklare etmiştir. Fakat Menderes döneminden beri maksatlı oluşturulan
bu yanlış algı, hala aynı işlevi sürdürmektedir. Sağ demokrat muhafazakar
partiler birbirlerinden tevarüs ettikleri bu algı yanılsamasını halkı aldatıp
reylerini almanın teminatı olarak görmüşlerdir. Halbuki affedilmeyecek esas din
istismarı budur.
Protestocular başlıca amaçlarının
topyekun hükümeti başarsızlığa uğratmak olduğunu gizlememişlerdir. Böylece
çözüm sürecinin akim bırakılması protestocuların Ergenekon örgütüyle ve Balyoz
darbe plancılarıyla olan bağına karşılık gelmektedir. Bu yapılara eski konumunu
kazandırmanın bu protestocuların en üst hedefini teşkil ettiği kanısına itiraz
edecek kimse yoktur.
Her iki taraf da bir kaşık suda
koparılan bu fırtınadan Suriye meselesinde azami istifade etmiştir.
Protestocular halka Suriye trajedisini unutturmuş olmanın hazzına varırken,
hükümetde Suriye konusunda içine düştüğü çaresizliğin mazeretini elde etmiş
bulunmaktadır. Zira başbakanın Reyhanlı’da Tarık Bin Ziyad gibi nutuk çekip
ardından işi global sömürgeci kurumlara havale etmesiyle hükümet, kamufle
edilemez bir acizliğe mahkum olmuştur. Bu nutuklar Suriyeli demokratları
örgütlüyor olmalarını örtmek için atılmış olsada halkta, hükümetin Suriyeli
kardeşlerinin derdine derman olacağına dair bir beklenti oluşturmuştur. Fakat
Suriyeli mazlum halkın feryatları yeri göğü inletirken, İran ve Hizbullah
fiilen zalime destek olurken AKP Hükümeti’nin dünya ile birlikte hareket etme
mazeretine sığınması affedilecek bir durum değildir. Ne ki Gezi Parkı
çapulcuları AKP’nin imdadına yetişti. Artık kimse hükümetin Suriye konusunda
bir şey yapmasını beklememektedir. Kim bilir belki şimdilerde demokratları
örgütlemekten de vazgeçmiştir.
Hilafet’in ilgasından bu yana
sayısız badireden geçen bu halk bir Gezi Parkı tuzağına da maruz bırakıldı.
Halka tuzak kuranları ve söz konusu tuzakları deşifre etmek bu ümmetten bir
fert olmanın bir gereğidir.
“Onlar tuzak kurdular. Allah da
tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Al’i İmran:54)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış