ÜMMET BİLİNCİ VE ÜMMET-DEVLET İLİŞKİSİ –1-

Aydın Usalp


“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız…” (Âli İmran 110)


“Ve işte böylece sizi vasat (seçkin) bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Rasul de sizin üzerinize şahit olsun…” (Bakara 143)

Yüce Rabbimiz biz inananları ve İslam’a teslim olanları en hayırlı ümmet olarak, vasat, seçkin yani olması gereken en ideal konumda vasfettiği halde, bizler ümmet olarak bu gün bu vasıflardan ne kadar uzaklaştığımızı görmekteyiz.

Son yüz yıldır İslam Ümmeti, maruz kaldığı sarsıcı olaylar karşısında ümmet bilincinden uzaklaşmış ve diğer ümmetlerin egemenliği ve etkisi altına girerek paramparça olmuştur. Vahşi hayvanların bir yiyeceğe saldırdığı gibi kâfirler, İslam ümmetine saldırmaya devam etmektedir. İslam Ümmeti’nin parçalanmışlığı ve ümmet bilincinden uzaklaşmasının, İslamî Devlet’in parçalanması sonucu olduğu gerçeğini göz ardı ederek bir ümmet bilincinden ya da ümmetin birliğinden bahsedilemez.

Aralarına çizilen suni sınırlar içinde hapsedilmiş, başlarına atanmış uşak yöneticiler aracılığı ile her türlü zulme maruz bırakılan İslam Ümmeti’nin, son yüzyılda yaşadıkları herkesçe malumdur. Özellikle son on beş yılda İslam beldeleri olan Afganistan’da, Irak’ta, Pakistan’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Bosna’da, Doğu Türkistan’da ve hali hazırda Suriye ve Mısır’da yaşananları görmeyen ve bilmeyen yoktur. Yaşanan bunca katliamlara karşın İslam Ümmeti’ne mensup insanların büyük bir kısmı, ümmet bilincinden uzaklaştırıldığı için sessiz kalmıştır. İslamî hassasiyete sahip ve Müslüman kardeşinin derdi ile dertlenmesi gerektiğini düşünen Müslümanların yapabildikleri en çok şey meydanlara dökülmektir. Gerek söz ve gerekse yazı ile kâfirlere ve zalimlere lanet okunmakta, mazlumlara dua edilmektedir. Bunun bir adım ötesi mazlum Müslümanlara maddi yardımlarda bulunmaktır.

Yapılan bu eylemleri küçümseyip eleştirdiğim anlaşılmasın. Bilakis küfre ve zulme karşı haykırmak ve İslam Ümmeti’nin mazlumlarına duada bulunup, yanlarında olduğunu göstermek gerekli ve önemlidir. Ancak on yıllardır yaptığımız ve yapmaya devam ettiğimiz bu ameller, yapılan katliamları sonlandırmadı, yaşanan acıları dindirmedi. Hep bir yerlerde Müslümanlar, gerek bizzat kâfir devletlerin eliyle ve gerekse onların uşakları olan zalim yöneticiler eli ile katledilmekte, iffetleri kirletilmekte ve her türlü mukaddesatları çiğnenmektedir. Bunlar her gerçekleştiğinde bizler, kâfiri ve zalimi meydanlarda lanetler, tekbirler getiririz. Eylemimiz bittiğinde, görevimizi yerine getirmiş bir tatminlikle kendi hayatlarımıza döneriz. Ama kâfirler ve zalimler yaptıklarına son vermezler. Hata devam eden süreç içinde, bir beldedeki istilası ve zulmü devam ederken buna yeni beldeleri ekleyerek zulmüne devam ederler. Önceki yerler bizlerde bir bağışıklık oluşturur, bizler ise eylemlerimizi, lanetlerimizi ve tekbirlerimizi bu sefer yeni yerler için yenileyip dururuz.

Filistin, Cezayir, Keşmir, Çeçenistan, Afganistan ve Irak’ta ve daha birçok İslamî beldede yapılan zulümlere, tabiri caizse bağışıklık kazandık. Buralar sürekli akan yaralarımız oldu ve biz bu yaralarımızla yaşamaya alışır olduk. İslam Ümmeti’nin büyük bir kısmı halen Suriye’de yaşananları dillendirmedi bile. Ve hali hazırda lanetleyişimiz Mısır firavunu ve arkasındaki kâfirler için yükseliyor meydanlarda.

Bütün bu yaşanan zulümlerin asıl sebebini bilmeden ve bu zulümlerin kendisi ile biteceği, yerine adaletin tesis edileceği çözümleri ve projeleri ortaya koymadıkça hep bir yerlerde Müslümanlar ölecek ve bizde aynı şeyleri tekrar edip duracağız.

Bu bağlamda, Rabbimiz bizi tek ümmet kılmışken, ümmetimizi üstün ve güzel özellikleri ile vasıflarken, ne oldu da bizler Rabbimizin nitelendirdiği özelliklerden yoksun kaldık? Ümmet olmak ne demek, ümmet bilincine sahip olmak ve tekrar vasat ümmet olmak nasıl mümkün olur? sorularına, ilahi vahye bakarak cevap aramaya çalışıyorum. Geldiğimiz son süreç itibari ile “ümmet” kavramını bir kez daha irdelemek ve İslam kardeşliğini somutlaştıran ümmet bilincinin nasıl sağlanacağını hatırlamak gayesini güdeceğim inşa Allah.

İslam, insanların İslam’a göre konumlarını belirlediği gibi, Müslümanların da konumlarını belli kavramlarla ifade etmiştir. Hayatımızın her alanına dair tanımlama ve çözüm getiren İslam, toplumsal yaşantımızı tanımlamada, toplu olarak Müslümanların durumunu belirleyen bir takım sıfatlar ile “Ümmet” kavramını kullanmıştır.

“Ümmet” kavramını gramer yönü ile ya da Kur’an’da geçtiği bütün ayetlerdeki anlamları ile detaylı bir şekilde ele almak amacında değilim. Bizde bir fikir oluşturması için genel hatları ile “ümmet” kavramını ele almanın yeterli olacağı kanaatindeyim.

“Ümmet” kelimesi, Arapçada “Ümm” kökünden gelir. Ümm; “anne, nine” anlamına gelir. Ümmül kitap denildiğinde kitabın anası kastedilir. Çoğulu “ümem”dir. “İmam” kelimesinin kökü de aynıdır. Önde giden, liderdir. Ümmetin lideri imamdır. Diğer bir ifade ile imam; birleştiren ve bütünleştirendir.

Istılah olarak ümmet: Aynı dine ya da yaşam tarzına/ideolojiye veya ilkeler bütününe inanan ve bu din/ilkeler etrafında birleşen insanlardır. Burada tetkik etmeye çalışacağım ayetlerin oluşturduğu mefhumların toplamından bu tanımı çıkartabiliriz.

 “Ümmet” kavramı Kur’an-ı Kerim’de 51 yerde tekil, 13 yerde çoğul olmak üzere toplam 64 yerde geçer. Anılışı itibari ile “ümmet” kelimesi oruç, hac, namaz gibi farzların anılışından daha fazladır.

“Ümmet” kavramı, Kur’an’da birkaç farklı anlamda kullanılmasına rağmen, daha çok bütünlük, birliktelik, herhangi bir özelliği nedeni ile bir araya gelmiş topluluk manasında kullanılmıştır. Ümmet sözcüğünün Kur’an’da kullanımına baktığımızda şu anlamları ile öne çıktığını görmekteyiz.

Enam süresi 38. ayetinde, ümmet sözcüğü, yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökte uçan kuşlar için de kullanılmıştır. Kur’an, bu canlıların da biz insanlar gibi birer ümmet olduklarına dikkat çekmektedir. Bu tanımlamayla söz konusu hayvanlar ve kuşların da insan toplumları gibi belirli kurallara sahip belli bir grupsal yaşam tarzı olan yaratıklar olduğuna işaret edilmiştir.

Ümmet sözcüğü, Hud Sûresi 8. ayette ve Yusuf Sûresi 45. ayette uzunca bir süre, müddet anlamında kullanılmıştır. Şüphesiz burada “belli bir zaman dilimi” anlamında kullanılan ümmet sözcüğü, onun ıstılah anlamına çok uzak değildir. Zira sosyal bir kavram olarak, “ümmet” ya aynı din, ya aynı zaman, ya da aynı mekânın bir araya getirdiği cemaati/topluluğu ifade etmektedir. Kısacası ümmet kelimesi, kopukluğu olmayan bir bütünlük ve birliktelik anlamında kullanılmıştır. Cinlerin de tıpkı insanlar gibi bir ümmet (topluluk) sıfatıyla anıldığını Kur’an’dan okumaktayız.

Ümmet sözcüğü Zuhruf Sûresi’nin 22 ve 23. ayetlerinde müşriklerin ifadelerinde, yani üzerinde bulundukları şirk hayatını savunmak için kullandıkları “biz atalarımızı onun üzerinde bulduk” sözlerinde kastedilen önceki dinler anlamında kullanılmıştır. Gerek Mekke müşrikleri gerekse önceki diğer kavimlerin ileri gelenleri, daima “biz atalarımızı bir inanç (ümmet) üzerinde bulduk” diye gelmişlerdir. İşte ümmet sözcüğü bu ayetlerde atalardan devralınan inanç ve tapınma geleneği, dinsel törenler anlamındadır. Ki bu da, asırlarca yaşanan bir süreçte olmuş, toplumun hemen tamamı tarafından benimsenmiş dinsel tapınmaları işaret etmektedir ve toplum faktörüyle yakından alakalıdır.

Araf Sûresi 166. ayette İsrailoğulları’nın Allah tarafından 12 boya (ümmete) ayrıldığı belirtilirken Musa Aleyhi’s-Selam’ın Medyen suyuna vardığında kuyunun başında hayvanlarını sulamak için burada bulunan bir grup insandan (ümmetten) bahsedilmektedir. Yani belli bir amaç uğruna şu veya bu şekilde bir birliktelik oluşturan insan gruplarının ümmet diye tabir edildiğini görmekteyiz.

Âli İmran Sûresi 104. ayetinde:

 

“İçinizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden nehy eden, bir ümmet (topluluk) bulunsun…” buyrulmaktadır. Bu ayette ifade edilen “ümmet” kelimesi belli bir misyonu olan siyasi bir topluluktan bahsetmektedir. Görevi, hayra yani İslam’a çağıran iyiliği emreden, kötülükten men eden olan bu “ümmet”, bir davayı, bir ideolojiyi üstlenen, bu ideolojiyi taşıyan ve onu hayat sahnesine var etmeye çalışan bir kitledir.

Bir sonraki ayette bildirildiği üzere kendilerine açık deliller geldikten sonra parça parça olan ve ihtilaf edenler gibi olmamakla emr olunan bir ümmetten bahsedilmektedir. Benzer anlamda Yunus Sûresi 19. Ayette


“İnsanlar, aslında bir tek ümmet idiler, sonra ihtilafa düşüp ayrı ayrı oldular…” buyurulmaktadır. Bu ayetlerden “Ümmet” kelimesinin “ihtilaf” kelimesi ile zıt anlamlı olduğunu görebiliyoruz. “Ümmet” kelimesi, birlik, bütünlük, homojen, daha az çekişmeli bir toplumsal yapıyı anlatmakta iken, “ihtilaf”; ayrılığı, çatışmayı, farklılaşmayı ifade etmektedir.

Âli İmran Sûresi 110. ayette ise, Allah tarafından aynı görevlendirme devam etmektedir:


 “Siz insanlık için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz (topluluksunuz), marufu emreder münker’den nehy edersiniz, Allah’a iman edersiniz…” Aynı ayet içinde ehli kitabın da bu şekilde olması halinde kendileri için iyi olacağı belirtildikten sonra aslında, onların da hepsinin aynı olmadığı, içlerinden bir grubun Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ümmetinden istenen vasıflara haiz olduğu belirtilmektedir.

İslam Ümmeti, Bakara Sûresi 143. ayette vasat ümmet ve şahit ümmet olarak tanımlanmıştır:


 “Ve işte böylece sizi vasat (seçkin) bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Rasul de sizin üzerinize şahit olsun …” Bu ayette de Rabbimiz, İslam’a inananları bir bütün olarak tanımlamakla birlikte, Müslümanların sahip oldukları dinleri gereğince bu bütünlük, dengeli ve üstün bir bütünlüktür.

Bu ayetlerde geçtiği gibi gerçek anlamda hayırlı ve seçkin bir ümmet olmanın belirleyici vasfı; İslam’a davet etmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, hak ile adaleti gerçekleştirmek, insanlığa şahit olmak, önder olmaktır. Elmalılı Hamdi Yazır, ümmet kavramını bu bağlamda ele almış ve şöyle yorumlamıştır:

“Ümmet, imam kökünden alınmış bir çoğul isimdir ki çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir. Yani bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bu şekilde çeşitli insan grupları üzerine hâkim olan bir topluluktur. Diğer bir tabirle ümmet, imameti Kübra sahibi cemaattir. Cemaatlere göre ümmet, hâkim bir milletin fertlerinden meydana gelmiş olan bir sosyal gruptur. Bu şekilde hayra davet ve iyiliği emir, kötülüğü de men edecek bir topluluk ve imamet (önderlik) teşkili, Müslümanların imandan sonra ilk dini farizalardır. Bu farizayı yerine getirebilen Müslümanlardır ki (laike humu'l-muflihun) ayeti gereğince kurtuluşa ererler. Yoksa “ancak Müslümanlar olarak ölün!” ayetinin manası müşkil ve imkânsız olur.”

Yukarıdaki ayetlerden ve yapılan yorumlardan da anlaşılacağı gibi, ümmet denince aklımıza geliveren mana çoğu zaman gerçek ümmeti belirleyen vasıflardan uzaktır. Kur’an’a göre İslamî ümmet, bir topluluk, bir bütünlük anlamının ötesindedir. Ümmet, grup dinamiğine sahip belli inançları, gayesi ve önderi (imamı, halifesi) olan inanmışlardan oluşan bir topluluktur. Hiç bir din ve hiç bir Nebi veya Rasul, kendisine sadece inanılmasını istememiştir. Kaldı ki insanlığın son çaresi ve en mütekâmil din olan İslam, ümmeti sadece İslam akidesine inanan insanlar topluluğu olarak tanımlamamıştır. Ümmet bilinci elçiye ve kitaba inanmakla tamamlanmaz, asıl o noktadan sonra ümmet olma ve bilincine erişme imkânı doğar. Ümmet, inandığı şeyin bilinciyle ve yeryüzünde sahip olduğu konum ve sorumluluğun idrakince hareket eder. Ümmet, şahit olma misyonu ile gerektiğinde İbrahim Aleyhi’s-Selam gibi tek başına da kalsa bu bilinci kaybetmeden yoluna devam edebilen inanmışlar ordusudur.

Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın Kur’an’da ve Rasulü’nün Sünneti ile tanımlayıp nitelendirdiği İslam Ümmeti budur. İslam Ümmeti, Rasulü’nün şahitliğinde, Allah’ı tek ilah olarak bilen, sadece O’na kulluk eden, sadece O’na sığınan toplumdur. İslam Ümmeti, tevhide sarılıp, şirkin her türlüsüne ve her tonuna karşı çıkan, fitne unsuru her olgu ile mücadele eden toplumdur. İslam Ümmeti, yeryüzünde ilahlığa soyunan bütün tağutlara karşı duran, kendi heva ve hevesini din edinen beşer toplumlarını, şirkin öldürücü yüzüne karşı uyaran, yeryüzünde adaletin hâkim olmasını temin eden ve insanların taştan, betondan, metalden yahut da cismani olmayan sair metalardan, zevklerden ilahlar edinmelerine karşı onları uyaran bir toplumdur. İslam Ümmeti, elindeki vahyin nuru ve rahmeti ile diğer ümmetleri, bulunmuş oldukları dehlizlerden çıkartacak ümmettir. Kısacası İslam Ümmeti; vasat ve şahit ümmet olup vahyin ölçülerinden şaşmayan, Allah'ın terbiyesiyle terbiyelenmiş bir ümmettir.

Bütün bu özellikleri ile ümmet, siyasi erk ile ayrılmaz bir bütünlük içerisindedir. Ümmet, kendisinde bulunan özellikleri, varlık sahasında somutlaştırmak için, belirli bir toprak üzerinde yerleşmiş, yaptırım gücüne sahip, üstün bir iktidar tarafından bir nizam ile yönetilen, bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasi kuruluş olarak tanımlanabilen “devlet” aygıtına muhtaçtır. Yaptırım erki olan devletten yoksun bir ümmetten bahsedilemez. Söz konusu bu ümmet, İslam Ümmeti ise, yukarıda ayetler ışığında anlamaya çalıştığımız özellikleri ile devletsiz bir şekilde misyonunu tam anlamı ile yerine getirmesi mümkün değildir.

 

Devamı sonraki sayıda…


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz