“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği
emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız…” (Âli
İmran 110)
“Ve işte böylece sizi vasat (seçkin) bir ümmet kıldık ki,
siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Rasul de
sizin üzerinize şahit olsun…” (Bakara
143)
Yüce
Rabbimiz biz inananları ve İslam’a teslim olanları en hayırlı ümmet olarak,
vasat, seçkin yani olması gereken en ideal konumda vasfettiği halde, bizler
ümmet olarak bu gün bu vasıflardan ne kadar uzaklaştığımızı görmekteyiz.
Son yüz
yıldır İslam Ümmeti, maruz kaldığı sarsıcı olaylar karşısında
ümmet bilincinden uzaklaşmış ve diğer ümmetlerin egemenliği ve etkisi
altına girerek paramparça olmuştur. Vahşi hayvanların bir yiyeceğe saldırdığı
gibi kâfirler, İslam ümmetine saldırmaya devam etmektedir. İslam Ümmeti’nin
parçalanmışlığı ve ümmet bilincinden uzaklaşmasının, İslamî Devlet’in parçalanması sonucu olduğu gerçeğini
göz ardı ederek bir ümmet bilincinden ya da ümmetin birliğinden bahsedilemez.
Aralarına
çizilen suni sınırlar içinde hapsedilmiş, başlarına atanmış uşak yöneticiler
aracılığı ile her türlü zulme maruz bırakılan İslam Ümmeti’nin, son yüzyılda
yaşadıkları herkesçe malumdur. Özellikle son on beş yılda İslam beldeleri olan
Afganistan’da, Irak’ta, Pakistan’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Bosna’da, Doğu
Türkistan’da ve hali hazırda Suriye ve Mısır’da yaşananları görmeyen ve
bilmeyen yoktur. Yaşanan bunca katliamlara karşın İslam Ümmeti’ne mensup
insanların büyük bir kısmı, ümmet bilincinden uzaklaştırıldığı için sessiz
kalmıştır. İslamî hassasiyete sahip ve Müslüman kardeşinin derdi ile
dertlenmesi gerektiğini düşünen Müslümanların yapabildikleri en çok şey
meydanlara dökülmektir. Gerek söz ve gerekse yazı ile kâfirlere ve zalimlere
lanet okunmakta, mazlumlara dua edilmektedir. Bunun bir adım ötesi mazlum
Müslümanlara maddi yardımlarda bulunmaktır.
Yapılan bu
eylemleri küçümseyip eleştirdiğim anlaşılmasın. Bilakis küfre ve zulme karşı
haykırmak ve İslam Ümmeti’nin mazlumlarına duada bulunup, yanlarında olduğunu
göstermek gerekli ve önemlidir. Ancak on yıllardır yaptığımız ve yapmaya devam
ettiğimiz bu ameller, yapılan katliamları sonlandırmadı, yaşanan acıları
dindirmedi. Hep bir yerlerde Müslümanlar, gerek bizzat kâfir devletlerin eliyle
ve gerekse onların uşakları olan zalim yöneticiler eli ile katledilmekte,
iffetleri kirletilmekte ve her türlü mukaddesatları çiğnenmektedir. Bunlar her
gerçekleştiğinde bizler, kâfiri ve zalimi meydanlarda lanetler, tekbirler
getiririz. Eylemimiz bittiğinde, görevimizi yerine getirmiş bir tatminlikle
kendi hayatlarımıza döneriz. Ama kâfirler ve zalimler yaptıklarına son
vermezler. Hata devam eden süreç içinde, bir beldedeki istilası ve zulmü devam
ederken buna yeni beldeleri ekleyerek zulmüne devam ederler. Önceki yerler
bizlerde bir bağışıklık oluşturur, bizler ise eylemlerimizi, lanetlerimizi ve
tekbirlerimizi bu sefer yeni yerler için yenileyip dururuz.
Filistin,
Cezayir, Keşmir, Çeçenistan, Afganistan ve Irak’ta ve daha birçok İslamî
beldede yapılan zulümlere, tabiri caizse bağışıklık kazandık. Buralar sürekli
akan yaralarımız oldu ve biz bu yaralarımızla yaşamaya alışır olduk. İslam
Ümmeti’nin büyük bir kısmı halen Suriye’de yaşananları dillendirmedi bile. Ve
hali hazırda lanetleyişimiz Mısır firavunu ve arkasındaki kâfirler için
yükseliyor meydanlarda.
Bütün bu
yaşanan zulümlerin asıl sebebini bilmeden ve bu zulümlerin kendisi ile
biteceği, yerine adaletin tesis edileceği çözümleri ve projeleri ortaya
koymadıkça hep bir yerlerde Müslümanlar ölecek ve bizde aynı şeyleri tekrar
edip duracağız.
Bu bağlamda,
Rabbimiz bizi tek ümmet kılmışken, ümmetimizi üstün ve güzel özellikleri ile
vasıflarken, ne oldu da bizler Rabbimizin nitelendirdiği özelliklerden yoksun
kaldık? Ümmet olmak ne demek, ümmet bilincine sahip olmak ve tekrar vasat ümmet
olmak nasıl mümkün olur? sorularına, ilahi vahye bakarak cevap aramaya
çalışıyorum. Geldiğimiz son süreç itibari ile “ümmet” kavramını bir kez daha
irdelemek ve İslam kardeşliğini somutlaştıran ümmet bilincinin nasıl sağlanacağını
hatırlamak gayesini güdeceğim inşa Allah.
İslam,
insanların İslam’a göre konumlarını belirlediği gibi, Müslümanların da
konumlarını belli kavramlarla ifade etmiştir. Hayatımızın her alanına dair
tanımlama ve çözüm getiren İslam, toplumsal yaşantımızı tanımlamada, toplu
olarak Müslümanların durumunu belirleyen bir takım sıfatlar ile “Ümmet”
kavramını kullanmıştır.
“Ümmet” kavramını gramer yönü
ile ya da Kur’an’da geçtiği bütün ayetlerdeki anlamları ile detaylı bir şekilde
ele almak amacında değilim. Bizde bir fikir oluşturması için genel hatları ile “ümmet”
kavramını ele almanın yeterli olacağı kanaatindeyim.
“Ümmet” kelimesi, Arapçada “Ümm” kökünden gelir. Ümm; “anne,
nine” anlamına gelir. Ümmül kitap
denildiğinde kitabın anası kastedilir. Çoğulu “ümem”dir. “İmam”
kelimesinin kökü de aynıdır. Önde giden, liderdir. Ümmetin lideri imamdır.
Diğer bir ifade ile imam; birleştiren ve bütünleştirendir.
Istılah olarak “ümmet”: Aynı dine ya da yaşam tarzına/ideolojiye veya ilkeler
bütününe inanan ve bu din/ilkeler etrafında birleşen insanlardır. Burada tetkik
etmeye çalışacağım ayetlerin oluşturduğu mefhumların toplamından bu tanımı
çıkartabiliriz.
“Ümmet” kavramı Kur’an-ı Kerim’de 51 yerde tekil,
13 yerde çoğul olmak üzere toplam 64 yerde geçer. Anılışı itibari ile “ümmet”
kelimesi oruç, hac, namaz gibi farzların anılışından daha fazladır.
“Ümmet” kavramı, Kur’an’da
birkaç farklı anlamda kullanılmasına rağmen, daha çok bütünlük, birliktelik,
herhangi bir özelliği nedeni ile bir araya gelmiş topluluk manasında
kullanılmıştır. Ümmet sözcüğünün Kur’an’da kullanımına baktığımızda şu
anlamları ile öne çıktığını görmekteyiz.
Enam süresi
38. ayetinde, ümmet sözcüğü, yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökte uçan kuşlar
için de kullanılmıştır. Kur’an, bu canlıların da biz insanlar gibi birer ümmet
olduklarına dikkat çekmektedir. Bu tanımlamayla söz konusu hayvanlar ve
kuşların da insan toplumları gibi belirli kurallara sahip belli bir grupsal
yaşam tarzı olan yaratıklar olduğuna işaret edilmiştir.
Ümmet
sözcüğü, Hud Sûresi 8. ayette ve Yusuf Sûresi 45. ayette uzunca bir süre,
müddet anlamında kullanılmıştır. Şüphesiz burada “belli bir zaman dilimi” anlamında kullanılan ümmet sözcüğü, onun
ıstılah anlamına çok uzak değildir. Zira sosyal bir kavram olarak, “ümmet”
ya aynı din, ya aynı zaman, ya da aynı mekânın bir araya getirdiği
cemaati/topluluğu ifade etmektedir. Kısacası ümmet kelimesi, kopukluğu olmayan
bir bütünlük ve birliktelik anlamında kullanılmıştır. Cinlerin de tıpkı
insanlar gibi bir ümmet (topluluk) sıfatıyla anıldığını Kur’an’dan okumaktayız.
Ümmet
sözcüğü Zuhruf Sûresi’nin 22 ve 23. ayetlerinde müşriklerin ifadelerinde, yani
üzerinde bulundukları şirk hayatını savunmak için kullandıkları “biz atalarımızı onun üzerinde bulduk”
sözlerinde kastedilen önceki dinler anlamında kullanılmıştır. Gerek Mekke
müşrikleri gerekse önceki diğer kavimlerin ileri gelenleri, daima “biz
atalarımızı bir inanç (ümmet) üzerinde bulduk” diye gelmişlerdir. İşte
ümmet sözcüğü bu ayetlerde atalardan devralınan inanç ve tapınma geleneği,
dinsel törenler anlamındadır. Ki bu da, asırlarca yaşanan bir süreçte olmuş,
toplumun hemen tamamı tarafından benimsenmiş dinsel tapınmaları işaret
etmektedir ve toplum faktörüyle yakından alakalıdır.
Araf Sûresi
166. ayette İsrailoğulları’nın Allah tarafından 12 boya (ümmete) ayrıldığı belirtilirken
Musa Aleyhi’s-Selam’ın Medyen suyuna vardığında kuyunun başında
hayvanlarını sulamak için burada bulunan bir grup insandan (ümmetten)
bahsedilmektedir. Yani belli bir amaç uğruna şu veya bu şekilde bir
birliktelik oluşturan insan gruplarının ümmet diye tabir edildiğini
görmekteyiz.
Âli İmran Sûresi
104. ayetinde:
“İçinizden hayra çağıran, marufu emreden,
münkerden nehy eden, bir ümmet (topluluk) bulunsun…” buyrulmaktadır. Bu ayette ifade edilen “ümmet”
kelimesi belli bir misyonu olan siyasi bir topluluktan bahsetmektedir. Görevi,
hayra yani İslam’a çağıran iyiliği emreden, kötülükten men eden olan bu “ümmet”,
bir davayı, bir ideolojiyi üstlenen, bu ideolojiyi taşıyan ve onu hayat
sahnesine var etmeye çalışan bir kitledir.
Bir sonraki
ayette bildirildiği üzere kendilerine açık deliller geldikten
sonra parça parça olan ve ihtilaf edenler gibi olmamakla emr olunan bir
ümmetten bahsedilmektedir. Benzer anlamda Yunus Sûresi 19. Ayette
“İnsanlar, aslında bir tek ümmet idiler, sonra
ihtilafa düşüp ayrı ayrı oldular…” buyurulmaktadır. Bu ayetlerden “Ümmet”
kelimesinin “ihtilaf” kelimesi ile zıt anlamlı olduğunu görebiliyoruz. “Ümmet”
kelimesi, birlik, bütünlük, homojen, daha az çekişmeli bir toplumsal yapıyı
anlatmakta iken, “ihtilaf”; ayrılığı, çatışmayı, farklılaşmayı ifade
etmektedir.
Âli İmran Sûresi
110. ayette ise, Allah tarafından aynı görevlendirme devam etmektedir:
“Siz
insanlık için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz (topluluksunuz), marufu emreder
münker’den nehy edersiniz, Allah’a iman edersiniz…” Aynı ayet içinde ehli
kitabın da bu şekilde olması halinde kendileri için iyi olacağı belirtildikten
sonra aslında, onların da hepsinin aynı olmadığı, içlerinden bir grubun
Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ümmetinden istenen vasıflara haiz
olduğu belirtilmektedir.
İslam
Ümmeti, Bakara Sûresi 143. ayette vasat ümmet ve şahit ümmet olarak
tanımlanmıştır:
“Ve işte böylece sizi
vasat (seçkin) bir ümmet kıldık ki,
siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Rasul de
sizin üzerinize şahit olsun …” Bu
ayette de Rabbimiz, İslam’a inananları bir bütün olarak tanımlamakla birlikte,
Müslümanların sahip oldukları dinleri gereğince bu bütünlük, dengeli ve üstün
bir bütünlüktür.
Bu ayetlerde geçtiği gibi gerçek
anlamda hayırlı ve seçkin bir ümmet olmanın belirleyici vasfı; İslam’a davet
etmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, hak ile adaleti gerçekleştirmek,
insanlığa şahit olmak, önder olmaktır. Elmalılı Hamdi Yazır, ümmet kavramını bu
bağlamda ele almış ve şöyle yorumlamıştır:
“Ümmet, imam kökünden alınmış bir çoğul isimdir ki çeşitli
insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir. Yani bir
imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup düzenli bir şekilde faaliyet
gösteren ve bu şekilde çeşitli insan grupları üzerine hâkim olan bir
topluluktur. Diğer bir tabirle ümmet, imameti Kübra sahibi cemaattir.
Cemaatlere göre ümmet, hâkim bir milletin fertlerinden meydana gelmiş olan bir
sosyal gruptur. Bu şekilde hayra davet ve iyiliği emir, kötülüğü de men edecek
bir topluluk ve imamet (önderlik) teşkili, Müslümanların imandan sonra ilk dini
farizalardır. Bu farizayı yerine getirebilen Müslümanlardır ki (laike
humu'l-muflihun) ayeti gereğince kurtuluşa ererler. Yoksa “ancak Müslümanlar
olarak ölün!” ayetinin manası müşkil ve imkânsız olur.”
Yukarıdaki ayetlerden ve yapılan
yorumlardan da anlaşılacağı gibi, ümmet denince aklımıza geliveren mana çoğu
zaman gerçek ümmeti belirleyen vasıflardan uzaktır. Kur’an’a göre İslamî ümmet,
bir topluluk, bir bütünlük anlamının ötesindedir. Ümmet, grup dinamiğine sahip
belli inançları, gayesi ve önderi (imamı, halifesi) olan inanmışlardan oluşan
bir topluluktur. Hiç bir din ve hiç bir Nebi veya Rasul, kendisine sadece
inanılmasını istememiştir. Kaldı ki insanlığın son çaresi ve en mütekâmil din
olan İslam, ümmeti sadece İslam akidesine inanan insanlar topluluğu olarak
tanımlamamıştır. Ümmet bilinci elçiye ve kitaba inanmakla tamamlanmaz, asıl o
noktadan sonra ümmet olma ve bilincine erişme imkânı doğar. Ümmet, inandığı
şeyin bilinciyle ve yeryüzünde sahip olduğu konum ve sorumluluğun idrakince
hareket eder. Ümmet, şahit olma misyonu ile gerektiğinde İbrahim Aleyhi’s-Selam
gibi tek başına da kalsa bu bilinci kaybetmeden yoluna devam edebilen
inanmışlar ordusudur.
Allah Subhanehu
ve Teâlâ’nın Kur’an’da ve Rasulü’nün Sünneti ile tanımlayıp nitelendirdiği
İslam Ümmeti budur. İslam Ümmeti, Rasulü’nün şahitliğinde, Allah’ı tek ilah
olarak bilen, sadece O’na kulluk eden, sadece O’na sığınan toplumdur. İslam Ümmeti,
tevhide sarılıp, şirkin her türlüsüne ve her tonuna karşı çıkan, fitne unsuru
her olgu ile mücadele eden toplumdur. İslam Ümmeti, yeryüzünde ilahlığa soyunan
bütün tağutlara karşı duran, kendi heva ve hevesini din edinen beşer
toplumlarını, şirkin öldürücü yüzüne karşı uyaran, yeryüzünde adaletin hâkim
olmasını temin eden ve insanların taştan, betondan, metalden yahut da cismani
olmayan sair metalardan, zevklerden ilahlar edinmelerine karşı onları uyaran
bir toplumdur. İslam Ümmeti, elindeki vahyin nuru ve rahmeti ile diğer
ümmetleri, bulunmuş oldukları dehlizlerden çıkartacak ümmettir. Kısacası İslam Ümmeti;
vasat ve şahit ümmet olup vahyin ölçülerinden şaşmayan, Allah'ın terbiyesiyle
terbiyelenmiş bir ümmettir.
Bütün
bu özellikleri ile ümmet, siyasi erk ile ayrılmaz bir bütünlük içerisindedir.
Ümmet, kendisinde bulunan özellikleri, varlık sahasında somutlaştırmak için, belirli bir toprak üzerinde yerleşmiş,
yaptırım gücüne sahip, üstün bir iktidar tarafından bir nizam ile yönetilen,
bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasi kuruluş olarak tanımlanabilen
“devlet” aygıtına muhtaçtır. Yaptırım erki olan devletten yoksun bir
ümmetten bahsedilemez. Söz konusu bu ümmet, İslam Ümmeti ise, yukarıda ayetler
ışığında anlamaya çalıştığımız özellikleri ile devletsiz bir şekilde misyonunu
tam anlamı ile yerine getirmesi mümkün değildir.
Devamı sonraki sayıda…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış