ÜNİVERSİTELERDE NELER OLUYOR?

Emrah Akay

Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal tarihinde üniversiteler boşluğu doldurulamaz bir yere sahiptir. Kimi zaman darbelere önayak olmuş, kimi zaman ideolojik çatışmaların merkez üssü haline gelmiş, kimi zaman da hükümetlere ecel terleri döktürmüştür. İlim irfan yuvaları olması için açılmış üniversiteler derin yapılanmaların, istihbarat birimlerinin pineklediği yuvalar olmuştur. Özellikle üniversite öğrencilerinin siyasal ve toplumsal meselelere duyarlı ve katılımcı oldukları yıllarda fikri seviyenin ve buna bağlı olarak da ideolojik fraksiyonların güçlenmesi doğal oldu. Bu sebeple güçlü hükümetler üniversiteleri kontrol edebilen hükümetler, güçlü STK’lar da üniversitelere daha çok nüfuz edebilen kuruluşlar haline gelmiştir. Özetle stratejik kurumlarda önemli yerler edinmek için, topluma yön veren etiket sahibi fikir önderleri için, siyaseti yönlendiren güçlü muhalefetler için üniversiteler ayrıca önem arz eden kritik yerlerdir.

Bu etkiyi kırmak isteyen güç ehlinin 28 Şubat’ta üniversitelerin kafalarına geçirdiği balyozlardan sonra tüm etkinliğini, güçlü muhalefetini ve politikliğini bir anda kaybeden üniversite gençliği en son yaşanan ‘Gezi Parkı’ hadisesiyle “küllerinden tekrar mı doğuyor?” sorusunu gündeme getirdi. Meydanları dolduran politik öğrencilerin ne istediğini bilmeksizin gösterdiği muhalif tavır kısa bir süre için de olsa AKP hükümetini endişelendirdi. Hâlbuki Başbakan Erdoğan’ın iktidara geldiği günden beri en çok üzerinde uğraştığı ve gerçekleştirmek istediği hedefi, toplumun sivri kesimlerini budayarak apolitik hale getirmekti. Olayların üzerine bu denli ısrarla gitmesi ve şiddetli karşılıklar vermesi bu âsi tavrı, toplumun diğer kesimlerine sirayet etmeden kesmesi içindi. Nitekim bir kaç öğrencinin ölümü ile neticelenen bu karşı koyma tam sükûnete erdi derken yine üniversite içlerinde yaşanan çatlak seslere şahit olduk. Gezi Parkı eylemlerine benzer durumların yaşandığı Ankara’daki Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), kampüsün içinden yol geçmesi ile ilgili yapılan projeyi bahane ederek, hükümet aleyhinde propagandalar yürüttü ve bu TBMM konusu oldu. Sonra konu türbana çevrildi, öğrenciler arasında devam eden kavgalar büyüdü ve diğer üniversitelere sıçradı. İstanbul Teknik Üniversitesi ve en son Marmara Üniversitesi’nde hükümet yanlısı öğrencilerle sol görüşlü öğrenciler arasında geçmişteki haraketli yılları hatırlatan kavgalar oldu ve kamuoyunda yankı uyandırmasına izin verilmeden örtbas edildi. Aslında irili ufaklı fikri veya fiili sürtüşmelerin büyümesine izin vermeyen AKP hükümeti yeniden ideolojik fraksiyonların gazını alma yolunda devam ediyor.

Günümüz öğrenci eğilimleri ve üniversitedeki genel atmosferler dikkate alındığında Türkiye genelindeki üniversite hareketliliği maalesef iki farklı tarafın gelgitlerine sahne olmaktadır. Bir tarafta sayısal çoğunluğa sahip olmamasına rağmen etkili bir aykırılık taşıyan sol eğilimli öğrenciler, diğer taraftan statüko için biçilmiş kaftan olan, sayısal çoğunluğu taşıyan fakat statik bir halde bekleyeduran sağ eğilimli öğrenciler. Burada belirtilen sağ ve sol kavramları salt bir şekilde toplumun ağzında dolaşan ve genel kabul taşıyan kavramlar olmamakla birlikte taşıdıkları misyon itibariyle dönüşüme uğrayan esnek kavramlardır. Örneğin sol eğilimli öğrenciler derken kastedilen idealist düşünen, sosyal değişimi hızlandırmak, muhalefeti ve toplumsal çelişkiyi ayakta tutmak için çalışan öğrencilerdir. En azından kendilerini böyle ifade etmek istemektedirler. Bu temayülü taşıyan öğrenci hareketini aktif kılan yegane unsur gerçekleştirmeyi düşündükleri hedeflerin ütopik olmasıdır. Aynı zamanda fikirlerinde entellektüelleşme arzusu, savundukları ideolojinin herkesçe değil de, dâhi kimselerce kabul edildiği düşüncesi, kemiyeti az olsa bile bu eğilimin bugün üniversitelerde aktif bir rol oynaması için yeterlidir. Yine bilinmektedir ki böylesi eğilimli gençleri tetikleyen, destekleyen ve fikri temellerini oluşturan harici unsurlar, halkçı örgütlenmelerle başarılı olamamışlar, toplumun desteğini alamamışlardır. Bu sebeple var güçleriyle üniversitelere yoğunlaşmış, buralardan taraftar toplama yolunu seçmişlerdir. Gezi Parkı’nda da ODTÜ’de de bu taraftarları sayesinde gündeme gelmeye çalışmışlardır. Hatta bu uğurda ölüme sürüklenen Ethem Sarısülük ve Ahmet Atakan isimleri herkesçe bilinmektedir.

Buna karşılık diğer taraftan büyük bir çoğunluğu oluşturmasına rağmen sadece görev verildiğinde meydanları dolduran sağ eğilimli üniversite gençliği de oldukça karmaşık bir yapıya sahip. İçlerinde ülkücü diye tabir edilen ama şimdilerde sessizliğe gömülmüş gençlerin yanı sıra Yeni İslamcı (!) ya da Neo İslamcı tabirini hak eden gençler de bulunmaktadır. Bu kesim başbakanın da söylemiyle “Muhafazakâr Demokrat” sıfatını almaya hak kazanmış özgürlüğü ve daha çok demokrasiyi önceleyen eğilimdir. Gülen cemaatinin de üniversitedeki etkisiyle direniş gücü kırılan böylesi gençlerin en önemli dayanakları mezuniyete giden yolda karşısına çıkacak maddi engelleri ortadan kaldırma düşüncesidir. Örneğin bu yolda yurtlar, öğrenci evleri, burs alma gibi belli başlı faydalar bu eğilimdeki gençlerin hareketlerini belirler. Sol eğilimdeki idealist düşünce burada yerini pragmatizme bırakır. İslamcı olmasına rağmen getirilen bu eleştirinin en haklı yanı hiç şüphesiz ki, diğer ideolojiler karşısında İslam’ın aslının imha edilip, karşı tarafı razı etme adına kullanılan araç haline getirilmesidir. Alternatif olarak sunulan fikirlerin İslam akidesinden değil de kapitalist akideden fışkıran demokratik-özgürlükçü fikirler olmasıdır. Evet, eleştiri getirmedeki asıl maksat budur. Hatta her türlü fikri istişareden, tartışma ortamından uzaklaşan Müslüman gençlerin sahayı düşmanlarına terk etmesidir. Yine bu eleştirinin sebebi bu Müslüman gençlerin takip ettikleri salih kimseleri terk ederek günümüzün popülist kahramanlarını takip etmeye başlamasıdır. Devam eden süreçte bu Müslüman gençlikten 28 Şubat öncesi adına hiç bir emare kalmamıştır. Okuduğu kitaplardan attığı sloganlara kadar büyük bir dönüşüme maruz kalan yeni nesil öğrenci gençliği ne yazık ki artık sadece sosyal paylaşım sitelerinde ve sanal ortamlarda kahramanlık yapar hale geldiler.

Bir yandan yorum yapamayan, eleştirel düşünemeyen ve analiz-sentez kabiliyetini geliştiremeyen bir üniversite öğrenciliği söz konusuyken, diğer yandan da fikri, ideolojik zafiyetler içinde debelenip duran bir gençlik de söz konusudur. Yani hem eğitsel-kültürel hem de fikirsel-üretken bir eksiklik üniversitelerin hali pürmelalini gözler önüne seriyor. 81 ilde 81’den fazla üniversite bulunması, üniversiteye giriş kontenjanlarının arttırılması ve bu konuda atılan her adım kemiyet açısından ele alınabilir. Ülkenin okuma oranını görünürde yükselten bu tablo neticeleri itibariyle somut bir kalkınma arz etmiyor.

Hükümetin son dönemlerde üniversiteler ile ilgili altına imza attığı her değişiklikte siyasal konjonktürün etkisi görülüyor. Gerek seçim yatırımı olarak gerekse de kontrol mekanizmalarını güçlendirme adına birçok yasal düzenleme yapılıyor. Öğrenci evlerine polis baskınları düzenleyerek kızlı-erkekli kalmanın yasaklanması haberlerinin bıraktığı etki henüz gündemdeyken dershanelerin kapatılması yahut özel okul haline getirilmesi projesinin hızlandırılması ile bir kez daha gündem üniversiteler üzerine döndü. Öğrenci evleri baskını meselesine bakıldığında özel olarak iki farklı düşünce savunulabilir. Birincisi hala tam olarak temizlenmeyen gezi parkı eylemlerine karışmış, suça bulaşmış yahut hükümet aleyhinde bir dizi eylem içerisinde bulunmuş öğrencileri tespit etmek, takip altına almak, gerekirse gözaltına almak. İkinci görüş ise bu tip evlerden başlayarak takip meselesine ileriki safhalarda diğer öğrenci evlerini de katarak derinleştirmek. Bu meselenin ahlaki bir mesele olmadığı ise zinanın yahut sokak ortasında türlü ahlaksızlıklar sergilemenin serbest olarak devam etmesinden anlaşılabilir. Hayatın her alanında kızlı erkekli işlenen onlarca günaha ses çıkarılmaması bu tespiti güçlendirmektedir. Hal böyle iken gerek ilk bakışta söylenen izleme düşüncesi, gerekse de ikinci ihtimalde belirtilen diğer cemaat, STK ve örgütsel öğrenci evlerini kontrol ederek hükümet aleyhinde bir propagandanın önünü kesmek. Sonuçta devletin üniversite ayağının yere sağlam basmasını sağlamak. Bunun gibi dershanelerin kapatılması meselesinde de 12 yıllık kesintisiz eğitim ile hedeflenen sonuçlara ulaşma gayesi yatmaktadır. Zira devletin tek elden, tek bir kimliğe büründürmek istediği öğrenci gruplarını farklı yapıların, toplulukların etkisinden, maruz bıraktığı fikri dönüşümlerden kurtarmak, onların ağlarından çıkartarak kendi yöntemleriyle kendi mefhumlarını kazandırmak.

Evet, görüldüğü gibi her fırsatta işini garantiye alan AKP hükümeti üniversiteler üzerinde en büyük hâkimiyeti kendisinin elde edeceği fırsatlar kollamaktadır. Bunun için öğrenciler arasındaki kolektif şuuru bozmak, onları ülke problemlerinden uzakta tutmak ve yapılan işlerde üniversite gençliğini etkinleştirmek.

Hülasa İslami davet taşıyan veya herhangi bir sebeple kamuoyunu etkilemeye çalışan bir grubun üniversite ile ilgili projeler geliştirmesi elzemdir. Bu projeleri kısa vadede üniversite atmosferini solumak, orta vadede bu atmosferi belirlemek, uzun vadede ise üniversitelerin tamamında bu projenin konuşulmasını, taşınan davetin zihinleri meşgul eden bir davet haline gelmesini sağlamak şeklinde sınıflandırabiliriz.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz