Şüphesiz ki insanoğlu
dünya hayatında üzerine yüklenmiş bulunan çeşitli sorumluluklara sahiptir.
Bunların her birini yerine getirirken de edinmesi gereken bazı bilgiler ve
beceriler vardır. Bunlar kişinin sorumluluklarının gerektirdiği işleri
yapabilmesini ya da mükemmelleştirmesini sağlar. Bu bilgi ve becerilerin ise
yapılacak işin cinsinden olması veya o işe yardımcı olacak türden olması kaçınılmazdır.
Allahu Teâlâ insanoğlunu
dünyaya gönderdiğinde ona Halifelik görevini vermekle yeryüzünü imar, iskân ve
ihya etme sorumluluğunu da sırtına yükledi. Bir kısmı yoldan saptıkça da geri
kalanlara onları tekrar hidayete, hayra/hakka davet etme, tebliğ, irşat ve
nasihat etme sorumluluğunu verdi. Bunu yerine getirmenin yolunu/metodunu ise
“Emri b’il ma’ruf nehy’i ani’l münker” olarak öğretti.
“Din nasihattir” biz “kimin
için?” dedik “Allah, Kitabı, Rasulü, Müslümanların önderleri/imamları
ve diğer tüm Müslümanlar için” diye buyurdu.
Bu nasihat sorumluluğu
ferdî/ahlâki amelleri ve ibadetleri kapsadığı gibi, sosyal sorumlulukları ve
devlet yönetimini de kapsar. Buna paralel olarak uluslararası ilişkileri
bilmeyi ve takip etmeyi de gerektirir. Bu bilme ve takip etme işi ise kişisel
merak/tatmin amaçlı olmayıp aile reisinin ailesine karşı sorumluluğu gibi olmalıdır.
Bir yandan ümmeti bilinçlendirme, işlerini gütme, üzerine uygulanan nizamın ve
yöneticilerinin muhasebesi, diğer yandan da üzerinde oynanan oyunların ve uygulanan
planların deşifresi amacına yönelik olmalıdır. Bu görevimizi yerine getirirken
hem vakıaları daha iyi tasavvur edebilmemiz hem de ümmeti/kamuoyunu
aydınlatabilmemiz için zaman zaman başvurmamız gereken bir şey vardır:
Teşbih/Benzetme.
Genellikle bilinmeyen
bir şeyi tasvir etmek için bilinenlere başvurulması şeklinde, bazen de anlatılmak
istenen vakıayı ifade edebilmek için daha anlaşılır bir olaya benzetme yapmak
şeklinde bu metot uygulanır. Kur’an’ı Kerim ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem her iki yöntemi de en
güzel şekilde kullanmıştır. Cennet, Cehennem gibi insanoğlunun bilmediği gaybî
konularda bilineni bilinmeyene benzetme şeklindeki birinci yöntemi kullanırken;
şirk, insanın/mahlûkun acziyeti, bâtılın geçersizliği, rızık gibi konularda
misal gösterme şeklinde teşbih yöntemi kullanılmıştır. Kur’an’ı Kerim’de bu metot
Darb-ı Mesel şeklinde ifadesini bulur.
Kur’an’ı Kerim’de Teşbih
Kur’an’ı Kerim’de teşbih
Cennet ve Cehennemin anlatıldığı hemen hemen tüm ayetlerde teşbihe başvurulur.
Cennet temsili için Cennet meyveleri, sütten, baldan akan ırmaklar, Cehennem
azabının temsili için, Cehennem içkisi, kaynar su ve irin gibi. Bunlar elbet
görmeden, tatmadan anlayamayacağımız şeyler olduğundan Rabbimiz bize
bildiklerimize benzetme yapmak suretiyle Cennete olan arzumuzu tahrik etmek ve
Cehennemin dehşetini bir nebze olsun hissedebilmemiz için verdiği misallerdir.
Muhakkak ki gerçek vakıalarının bu teşbih edilenlerden kat kat daha üstün
olduğundan hiç şüphe yok.
Kur’an’ı Kerim kâinatın
yaratılışıyla ilgili de teşbihe başvurmuştur. Âdem Aleyhi’s Selam’ın yaratılışının çanak-çömlek yapılan kile
benzetilmesi, Havva’nın hafif bir yüklenmesi; ayrıca her insanın dünyaya
gelmeden geçirdiği evrelerin bir çiğnemlik et parçasına ve et giydirilmiş
kemiğe benzetilmesi ne muhteşem teşbih örnekleridir. Yeniden dirilmenin
bitkilerin topraktan bitmesine, dünyanın faniliğinin otların kuruyup yok
olmasına, Allah yolunda infakın bir danenin sürdüğü yedi başağa, her başağın
yüzer dane vermesine, Kelime’i Tevhit’in dalları göğe yükselen bir ağaca, küfür
sözünün ise köklenmiş ve yere tutunamayan bir ağaca benzetilmesi gibi örnekler
Kur’an’da fazlasıyla mevcuttur. Buraya kadar verdiğimiz örnekler daha ziyade
durağan/statik vakıalar için yapılan teşbihler olup bunlardan farklı olarak
hareketli/dinamik vakıalar için yapılan teşbihler de mevcuttur. İnsanoğlunun
acziyetinin farkına vardığı anda Allah’a yönelmesi, ama ayağı sağlamlaşınca
nankörlüğünden dolayı zulme devam etmesi, ayetleri yalanlayıp hevasına uyanın
dilini çıkaran köpeğin solumasına, kâfirlerin Allah’tan başkasına dua etmesinin
suya elini uzatıp ağzına hiç su alamayana, faiz yiyenlerin kabirlerinden şeytan
çarpmış gibi kalkması, gıybet edenin iğrendirici bir şekilde ölmüş kardeşinin
etini yemesi benzetmeleri gibi.
Konunun odak noktasını
değiştirmemek için Kur’an’ı Kerim’de bulunan yüzlerce enfes teşbih örneklerini
keşfetmeyi okuyucuya bırakarak hadislerde teşbihe geçelim;
Hadis-i Şeriflerde Teşbih
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem çok çeşitli konularda
Arap lügatinin sağladığı geniş imkânlarla teşbih ve başka edebî tasvir
yöntemlerini kullandı. Bu yazıda siyaset ve toplumla ilgili birkaç hadis
vermekle yetineceğim. Yoksa konu ciltlerce kitabı kapsayacak kadar geniştir.
Müslüman toplumun/ümmetin sahip olması gereken sıfatlardan bahseden şu
hadislerde ümmet tek bir bedene ve sağlam bir binaya teşbih ediliyor.
“Müslümanlar bir vücut
gibidir. Herhangi bir organ rahatsızlanıp şikâyet ettiğinde, bu vücudun diğer
organları onu rahatlatmaya ve korumaya koşarlar.”
“Müslümanlar bir binanın
tuğlaları gibi birbirine bağlıdırlar.”
Aşağıdaki hadis-i şerif,
emr’i bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münker’in hayatiyetinden bahsederken toplum ve
onun yönetimle ilişkisi hakkında da bize fikir veriyor. Bunu tarif için
“devlet” bir gemiye benzetiliyor:
“Allah’ın hudutlarını
koruyan ile bunları aşan kimseler, kura sonucunda bir kısmı geminin güvertesine
bir kısmı da alt kata yerleşen gemi yolcularına benzerler. Su ihtiyaçlarını
karşılamak için sürekli üst kata uğramak mecburiyetinde olan alt kattakiler;
‘Biz bulunduğumuz yerde bir delik açsak ve yukarıdakilere hiç dokunmasak’
derlerse ve yukarıdakiler de bunları arzularına göre bırakırsa hepsi helak
olur. Onları engellerlerse hepsi kurtulur.”
Başka bir hadiste Halife
kalkana benzetiliyor;
“İmam (Halife)
kalkandır, O’nun arkasında savaşılır ve O’nunla korunulur.”
Aşağıdaki hadiste ise
tam olarak günümüzün vahşi kapitalist devletlerinin ümmeti paramparça etmesini
ve Müslümanların sayıca çokluklarına rağmen dağınıklıklarının onları aciz
bırakmasını tasvir ediyor:
“Sizin üzerinize
milletler (Müslüman olmayan) adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi hayvanlar) gibi
üşüşecekler.” Orada bulunanlardan birisi şöyle dedi; ‘Bu vaziyet bizim
azlığımızdan mı olacak?’ Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem dedi ki; ‘Hayır! Bilakis siz çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz
suyun üzerindeki çer-çöp gibi olacaktır. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin
korkunuzu sökecek de, sizin kalbinize vehn bırakacak.’ Orada bulunanlardan
birisi “Vehn nedir ey Allah’ın Rasulü?’ dedi ki; ‘Vehn, dünyayı sevmek ve
ölümden hoşlanmamaktır’.”
Aynı hadis Ahmed b.
Hanbel’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir; “…siz çok olacaksınız fakat sizin
kalbinize vehn bırakılacak. ‘Vehn nedir ya Rasulullah?’ dedi ki; Dünyayı sevmek
ve savaşmaktan (cihaddan) hoşlanmamaktır.”
Son örnek olarak
vereceğim hadiste ise Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Halife’nin görevinin
bir çoban gibi ümmetini gütmek, işlerini yürütmek olduğu ifade ediyor;
“İmam (Halife, yönetici)
çobandır ve O, reayasından mesuldür.”
Tarih Kitaplarında Teşbih
Konumuz “Siyasi
Tefekkürde Teşbih” olduğuna ve tarih de geçmişte meydana gelmiş siyasi işlerden
ibaret olduğuna göre; tarihçilerin kullandığı ve tarih kitaplarında yapılan
teşbihlere bakmak faydalı olacaktır. Bazı profesyonel ve samimi tarih uzmanları
tarihi olayları geniş bakış açısıyla ele alır ve bunları insanlara açıklarken
teşbih yöntemine başvururlar. Resmî tarihin saptırdığı bilgilere kalsaydık
belki de çoğumuz tarihine yuh çekenler kervanına kapılır giderdik. Bu saptırma
işine ticari kaygılarla hazırlanan diziler de zevkle hizmet ediyor. Popüler
kültürün kışkırtıcı, saptırıcı, tahrik edici, teşhir edici, ajite edici
baskısıyla trajedize/dramatize edilmiş senaryolar yabancılara bile “Bu kadar da
olmaz!” dedirtecek dereceye gelmiştir.
Çok dallandırmamak için
Osmanlı Hilâfet tarihinin “diplomasi dehası” olarak anılan son “bağımsız” Halifesi
hakkında yazılmış “Abdulhamid’in Kurtlarla Dansı” isimli kitap serisinden
birkaç alıntı yapmakla yetineceğim.
Kitabın adına esin
kaynağı olan tabir Abdulhamid’in ustalıklı dış politikası hakkında konuşan düveli
muazzama diplomatlarına ait şu sözdür: “Abdulhamid kurtlarla birlikte ulumayı
bilen bir hükümdardı”
İngilizce “Howling with
the wolves” deyiminin kaynağı şudur; Dağ başında kurtlar etrafınızı çevirdiğinde
onlar tarafından parçalanmamak için tek şansınız onlar gibi ulumayı
becerebilmektir.
Dans tabirinin ise
Abdulhamid’e yaptığı altın teklifinin geri çevrilmesi üzerine Theodor Herzl’in
defterine “Yumurtalar üzerinde dans ettiğini” yazmasından esinlenildiğini
düşünüyorum.
Abdulhamid’in Herzl’in
teklifini geri çeviren tarihi sözleri ise onun zihninde ve kalbinde ümmeti bir
vücuda teşbih eden hadisin nasıl yer ettiğinin açık bir göstergesi niteliğinde:
“Bırakalım Museviler
milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar
Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz
taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat (operasyon)
yapılmasına müsaade etmem.”
Yazar, Abdulhamid
yıllarını bir futbol maçına benzeterek ondan önceki devirde ölmesi beklenen
“Hasta Adam” Osmanlı’nın Abdulhamid sayesinde ömrünün 40 yıl daha uzamasını
şöyle izah ediyor; “Yenik düşen takımınızın bir gol atabilmesi için
sabırsızlığınız inkıtâ (duraklama) dakikalarına benzer. Uzadıkça uzasın
istersiniz, o birkaç dakika hiç bitmesin… uzatmalar nelere gebedir! Bilirsiniz…”
Abdülhamid’in İngiltere
için söylediği şu sözler günümüzü ne kadar da iyi anlatıyor:
“İngiltere’nin Devlet-i
Aliyye’yi bölüp onu Arnavutluk, Ermenistan, Arap Hükümeti ve Türkistan
tabiriyle yapmak istediği şey Otonomi/Özerklik değil, Anatomi yani parçalara
ayırmaktır.”
İngiltere’nin en zayıf
anımızı kollayarak yaptığı hamleyle bizden Kıbrıs’ı istemesini yazar yankesiciliğe
benzetiyor.
Abdülhamid’in saraydan
çıkmadan o günkü imkân ve şartlarda zamanın büyük devletlerini parmağında nasıl
oynattığını en iyi İngiliz parlamenter Lord Ponsonby, Mondro Mütarekesi’nin ardından
18 Kasım 1918'de parlamentoda yaptığı konuşması ifade ediyor:
“Abdülhamid, Avrupa’nın
gördüğü en zarif ve en kurnaz diplomatlardan biriydi. O, Avrupa Birliği
(Concert) makinesinin tekerliğine çomak sokacağı ve Düvel-i Muazzama’yı
birbirine düşüreceği anı gayet iyi biliyordu.”
Bu bölümü son olarak
yazarın yaptığı en güzel teşbihle bitiriyorum:
Abdülhamid nedir?
“Abdülhamid bir fikirdir.
O, bu ümmetin yaşama azmini, mücadele niyetini, var olma iradesini ve bunun son
büyük yetkilisini temsil eder. Bu dünyada onurlu yaşama azmini iade eder.
Emperyalizmin envai türlüsünün başına çöreklendiği bir zamanda vakarını
bozmadan mücadele etmesidir Abdülhamid’i fikir kılan şey.”
Jeopolitik Teşbihler
Jeopolitikle ilgili yazı
ve konuşmalarda günlük konuşma dilinden ve deyimlerden teşbihlere sıkça
başvurulur. Örneğin; Suriye Kıstağı, Ermenistan Muzu, İki devlet arasındaki
diplomatik bilek güreşi, dünyanın jeostratejik kemeri, manevra, verimli hilal,
satranç oyunu, İslâmcı Kasırga, Sırcak nokta, Tek Kutuplu Dünya vs. gibi. Fakat
devleti yaşayan bir organizmaya benzeten bir teşbih var ki; Fransa’nın en
önemli jeopoltik uzmanlarından biri olan Yves Lacoste’un ifadesiyle “Bu
ekolojik teşbihin kullanımının II. Dünya Savaşında korkunç sonları olacaktır.”
Bu sonuç ise; Hitler’in ‘üstün ırk’, organizmasına ihtiyaç duyduğu ‘Yaşam Alanı’
elde etmek için milyonların ölümüne yol açacak ‘kavgasını’ başlatmasından başka
bir şey değildir.”
Takiyyuddin
en-Nebhani’den Siyasi Teşbihler
Bu bölümde evinde
bulunduğu için İzmir 8. Özel Yetkili Mahkemesinin hakkımda tutuklama kararı
verdiği ve şu anda yatmış olduğum 7.5 yıllık cezaya gerekçe gösterdiği
dergimizin 2. sayısında adı geçtiği için hakkımda tutuklama kararı çıkartılmış
olan Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani’nin kitaplarından alıntılar yapacağım.
Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani
büyük bir dava adamı, fıkıh usulü sahibi, müçtehit, âlim, mütefekkir ve İslâmî
siyasi bir hizb/parti olan Hizb-ut Tahrir’in kurucusudur. Siyasi tefekkür üzerine
birçok eserler yazmış; yaşantısıyla da fikirlerinin teorik olmayıp pratik, uygulanabilir
olduğunu ispat etmiş ve hayatı bu yolda çektiği eziyetlerle geçmiş bir
liderdir.
Şeyh Takiyyuddin
en-Nebhani 1969 yılında yazdığı “Siyasi Mefhumlar” kitabında Suriye’yi tarif
ederken “kolyenin bağlayıcısı” benzetmesi yapmaktadır. Ne kadar da isabetli bir
teşbih! Günümüzde bunun anlamı tüm müslim gayrimüslim âlem tarafından çok daha
iyi görülmüş oldu. Her biri bir inci tanesi olan Ortadoğu halklarını birbirine
bağlayan kilit bölge ve halk Suriye’dir. Suriye kilidi kırılırsa tüm inciler
saçılır; Suriye kilitlenirse/kenetlenirse tüm inciler birbirine bağlanır.
1972 yılında yazdığı
siyasi bakışlar kitabında ise devletlerarası ilişkileri insanlar arası
ilişkilere benzetiyor; “Devletlerarası ilişkiler, insanlar arasındaki ilişkiler
gibidir. Bu ilişkiler, meydana gelen çekişmeleri kaldırmak suretiyle tanzim
edilmelidirler. Yani, bu ilişkilere bakan boyun eğdirici kamu örfü ile
olmalıdır.”
“Siyasi Fikirler”
kitabında ise “Kamuoyu kuvveti, maddî bir harici kuvvetten daha tesirlidir.” diyerek
devletlerarası durumda en geçerli olan hakikati ortaya koymuş oluyor.
Siyasi Bakışlar’daki
teşbihler ile devam edelim; “Asaleti kazandıran İslâm’dır ve bunun tesir kuvveti
rüyaların mesafesini dahi aşar. İslâm Ümmeti sahip olduğu esasi fikir ve maddi
gücüyle ne zaman harekete geçerse, serbest kalır. Ne zaman hamle yaparsa,
kurtulur. Ne zaman kükrerse de zorbalar kendisine secde ederek boyun eğer.”
“Dünyanın, Ümmete ve davetine
olan ihtiyacı açlık haline geldi. Bundan dolayı, İslâm Ümmetinin kükremesinin
zamanı geldi.”
Sömürgeci kâfir
devletlerin stratejilerini açıklarken Napolyon’un Mısır işgali esnasında
komutan ve kurmaylarını toplayıp yaptığı teşbihi gözümüzün önünde canlandırır:
“Napolyon odaya büyük
bir seccade yayıp ortasına bir şapka koyarak seccadenin üzerinde yürümeden ve
sopa kullanmadan şapkayı getirmelerini ister. Kimse getiremeyince Napolyon “Seccadeyi
sararsak, şapkayı alırız” “…bu şapka Hilâfet ve bu seccade İslâm memleketleri
gibidir. Bu şapkayı el ile alabilmek; ancak seccadenin sarılmasıyla mümkündür…
Mısır’ı aldık, bundan sonra Şam Beldelerini alırız ve böylece Hilâfet yok olana
kadar devam ederiz.”
Başka bir bölümde
“Ümmetin katledilmesi, hararetinin dindirilmesi ve harekete geçirilmesini önlemek
üzere atılan kurşunun artık menzilinin sonuna ulaştığı” teşbihinde bulunur.
Bazı uluslararası çıkar
çatışmalarının “spor müsabakaları” gibi olduğunu, dolayısıyla taraflar arasında
büyük düşmanlıklara yol açmadığını söylüyor. O dönemde ABD’nin Rusya ile
Tanzanya ve Güney Afrika üzerinde yarışmalarını örnek veriyor. Aynı tarafların
çatıştığı Osetya ve Ukrayna gibi bazı bölgelerde ise benzer bir
“centilmenliğin” sergilendiğini söylemek pek mümkün değildir. Zira Rusya bu
bölgeleri arka bahçesi olarak görüyor.
Siyasi Tefekkürün Teşbihi
Bu bölümde “Siyasi
mefhumlar” kitabının “siyasi tecrübe” ve “siyasi tefekkür” bölümlerini özetleyerek
ele alıp kendi teşbihlerimi yapacağım.
Siyasi Tecrübe
“Bir kişinin siyasi
olabilmesi için siyasi tecrübeye sahip olması elzemdir. Bu ister siyaseti doğrudan
yürüterek yaşasın ki böylesi bir kişiye; ‘Hakiki siyasi kimse’ denir. İsterse
doğrudan yürütmesin ki ona da ‘teorik siyasetçi’ denir. Bir kişinin siyasi
tecrübeye sahip olabilmesi için şu üç mühim hususu kendisinde toplamış olması
zaruridir.
1. Siyasi malumatlar: Bunlar
özellikle tarih ve tarihin hakikatleri hakkındaki malumatlardır. Olaylar, hareketler
ve siyasetle ilgili olan kişiler, fertler, devletler ve fikirler arasındaki
siyasi ilişkiler hakkında malumatlardır. Bunlar haber, iş/faaliyet, akide ya da
hüküm olan kaidelerden ibarettir. Bu malumatlar olmadan kişi siyasi fikri
anlayamaz. Çok zeki veya dahi olsa bile bu böyledir. Çünkü bu mesele; akıl
meselesi değil anlama meselesidir.
2. Siyasi haberler: Daimi
olarak takip etme;
Hayat sürekli değişip
yenilendiğine ve tezatlar içerdiğine göre daimi olarak takip şarttır. Ta ki trenin
geçeceği durakta beklensin, trenin o anda geçmeyeceği durakta kalınmasın. Büyük
saman yığınında bulunamayacak bir buğday tanesini arama sıkıntısını çekme
pahasına süreklilik kesintiye uğramamalıdır. Zira mühim haberin ne zaman
geleceği bilinmez. Haberler birbirine bağlı halkalardır. Biri koparsa zincir
kopar. Bu durumda meseleyi yanlış anlama durumu doğar.
3. Haberleri güzel
şekilde seçme:
Haberleri sadece
dinlemekle kalmayıp onları “ele almakla” gerçekleşir. Bu da mühim olanla olmayanı
tefrik etmekle olur. Alınmasında fayda olan tutulur, diğerleri alınmaz.
Bu üç madde tecrübe
gerektiren her tür iş için geçerlidir. Bu işler sadece mesleki alanda değil, ev
işlerinden gündelik yaşamın her alanında kullandığımız tecrübelerle
örneklendirilebilir. Zira siyasi tefekkür sadece belli bir zümrenin ihtiyacı
olan ferdî bir düşünme türü olmayıp; Ümmetin kalkınabilmesi ve düşmana karşı
kuvvetli olması için her kesimiyle sahip olması zaruri olan toplumsal bir
tefekkür çeşididir.
Meslek erbabı ve proje
yöneticileri tecrübenin önemini çok iyi bilir. Bir projenin yöneticilerinde
veya kadrosunda tecrübeli bir kişi yoksa işin/projenin başarıya ulaşması
neredeyse imkânsızdır. Tecrübe gerektiren her tür iş için;
Birinci şart iş ile
ilgili bilgiler/malumatlardır:
Bu iş ister uçak yapımı
gibi farklı insan, birim, finans ve teknoloji yönetimini gerektiren bir proje
olsun; ister üretim maliyeti, kalitesi ve hızını iyileştirmeyi gerektiren her
tür seri üretim işi olsun, ister ocakta yemek pişirmek olsun, isterse
araba/bisiklet sürmek gibi bir iş olsun aralarında bir fark yoktur. Tüm bu
işleri yaparken “bilgi sahibi olmak” gerekir. Bu da işin gerektirdiği
araç-gereç, yöntem ve vasıtaları tanımakla yerine getirilebilir. Jeneratör
aracını ele alalım, bu bazı iş alanlarında sadece ticari ihtiyaçlara hizmet
ederken “yoğun bakım ünitesi” gibi alanlarda ise hayati önemi haiz olur. Bu
malumatların teorik derinliği olması şart değildir. Pratik/uygulamaya dönük
bilgiler olmaları gerekir. Bilgilenmenin her konuda olması değil işle ilgili
olmasıdır gerekli olan. Örneğin salata yapmak için ne havucun DNA kodlarına
kadar teorik bilgiye ihtiyacımız vardır, ne de ziraat makineleriyle ilgili
bilgiye ihtiyacımız vardır. Muhtaç olduğumuz bilgi havucu rendeleyecek aracı
bilmek ve rendelenmeye en uygun havucu ayırabilecek kadar havuçtan anlamaktır.
Mesele çok zeki ve
akıllı olmak meselesi değil işten anlama meselesidir.
İkinci şart takiptir.
Bu ister çobanlık gibi
sürüyü her daim takip altında tutma işi olsun, ister nükleer bir reaktörün
kritik orantı ve sayısal değerlerini takip olsun, ister araba tasarımı ve
üretim gibi geniş çaplı bir projenin alt işlerini ve tedarikçilerini takip
olsun, isterse fırında pişen bir böreğin durumunu takip olsun, bunların bir an
bile gözden kaçırılması faciayla sonuçlanabilir ki bu facia işin
bozulması/amacına ulaşamamasıdır.
Üçüncü şart seçme ve ele
almadır.
Her iş yapılmasını
gerektirdiği alt işleri ve malzemeyi bilinçsizce toplamaktan ziyade işe yarayacak
olanları seçmeyi ve ele almayı gerektirir. Zira gereksiz kalabalık işe engel
olur. Elimizde de hafızamızda da işe yaramayan şeyleri taşıyacak kadar bol yer
bulunmamaktadır. Bu ister yemek yapmak için pazardan domates seçmek ve mutfağa
kadar taşımak olsun, ister bir AR-GE projesini bitirebilmek için gerekli deney
ve testlerin yapılması olsun, asla yeterince zaman, stok alanı ve maddi kaynak
yoktur. Bu yüzden seçmece usulü, doğrudan sonuca hizmet edecek malzemeye
yönelmeli ve fazlasını kendimize yük edinip hamallık yapma hatasına düşmemeliyiz.
Bir kez tecrübeyi elde
ettikten sonra kişinin aynı tecrübeyi her seferinde yaşamasına gerek yoktur zira
tecrübeli insan bu tecrübi bilgisini defalarca denemek suretiyle sağlamasını
yaptığı için aynı işi ele aldığı zaman bir sonraki aşamada karşılaşabileceği
durumlarla ilgili bocalamaz, şaşkınlığa düşmez. İşin gidişatından nereye
varacağı ile ilgili daha başta öngörüde bulunabilir. Tıpkı vahşi bir hayvan
terbiyecisinin durumlar karşısında hayvanın ne yapacağını kestirmesi gibi. Bu
öngörülerin isabet oranı ise tecrübe nispetinde %99’a kadar varır. Zira hayat
dinamik bir yapıdadır ve her şeyin üzerinde el-Kâdî’nin kazası her an tecelli
edebilir.
Siyasi Tefekkür
‘’Siyasi tefekkür, aydın
insanı siyasi kimse haline getirir. Bu tefekkür, şu beş ana hususun beraber
mevcudiyetini elzem kılar.
1. Meydana gelen bütün
vakıaları incelemek:
Bütün haberleri, önemli
olup olmadığı, kasıtlı olup olmadığı, yönlendirme olup olmadığı, kısa veya uzun
olmasını göz önünde bulundurarak takip etmek elzemdir. Zamanla bu kabiliyet
kazanılır ve sonra kişi sadece gerekli olanları izlemeye başlar.
2. Vakıaların mahiyeti
halkında malumatlar:
Gerek esasi, gerek
tafsili olsun bilgilere ihtiyaç vardır. Bu ister coğrafi, tarihi, fikrî veya
siyasi olsun; ister vakıa ya da haberin hakikatini anlamaya yarayacak benzer
bilgiler olsun fark etmez.
3. Olayları şartlarından
soyutlamamak ve genelleştirmemek.
Soyutlamak, genellemek
ve külli kıyas yapmak, vakıaları veya haberleri anlamaya büyük zarar verir.
Vakıa, şartlarıyla beraber ele alınmalıdır. Bir vakıa, benzerleriyle
genelleştirilmemelidir ve ona külli kıyas yapılmamalıdır. Bilakis her vakıa,
tek başına ele alınıp, başkası için değil de o vakıa için hüküm verilmelidir.
4. Vakıayı
belirginleştirmek.
Vakıa ve haber tam
şekilde yakından incelenmeli. Haberin kaynağı, meydana geldiği yer ve zaman,
içinde meydana geldiği durum, meydana gelmesindeki veya haberinin verilmesindeki
kasıt, haberin özet veya tafsili olması, doğru ya da yalan olması vb. gibi en
ince şekilde tefekkür edilmelidir. Bu inceleme belirginleştirmeyi sağlar. Bu ne
kadar derin ve genel olursa o kadar belirginleşme olur.
5. Haberi malumatlara
bağlamak.
Bu bağlama işi, haberle
ilgili doğruyu en yakın hükme götürür. Fakat haber kendisiyle ilgili olmayan
haberlere ve durumlara bağlanırsa yanılma gerçekleşir. Bu bağlama, doğru bir
şekilde olmalıdır. Yani anlamak ve kavramak için bağlama olmalıdır, yoksa sırf
malumat edinmek için değil. Başka bir ifadeyle; ilim için değil de siyasi
çalışma yapmak için olmalıdır.
Siyasi nasları tefekkür,
siyasi tefekkür olabilmesi için bu beş hususun aynı anda beraber gerçekleşmesi
elzemdir. Geniş malumat değil aşina olacak ölçüde bilgi yeterlidir. Bu birden
gerçekleşmez. Tahsil ve ilmi araştırma ile değil de vakıaları daimi olarak
takip etmekle zamanla gerçekleşir.
Siyasi tefekkürü ben
şahsen en çok ’Dedektiflik Bilimine benzetiyorum. Bu meslekte tüme varım
(induktion/istikra), çıkarım (deduction/istintaç), olasılıkları eleme
(elimination/ıskat) gibi farklı yöntemler kullanmakla birlikte ‘’sonuç kime
yarar?’’ sorusundan hareketle tümdengelim yöntemi de elverişli sonuçlar
verebilir. Ama dört şey ki davaları/vakıaları çözmek için vazgeçilmezdir.
1. Gözlem
(observation/murakabe–müşahede).
Vakıayı/olayı
olabildiğince detaylı inceleme. Aletlerden de yararlanarak beş duyu organının
izin verdiği sınırlara kadar tetkik etme. İnce detayları ayırt vetme, diri bir
bilinç ve farkındalıkla olaya etki eden kişileri, olayla kişiler arasındaki
ilişkileri, olayla başka olaylar arasındaki bağlantıları gözlemek gerekir.
2. Çözümleme
(analyse/tahlil).
Olayları ayrıştırıp
vakıa/dava ile ilgili olanı olmayandan ayırt etmek, bütünü parçalara ayırmak,
parçaları birleştirerek bütünle ilgisini kurmak. Derin ve kapsamlı bir şekilde
yani hem dikey hem yatay boyutuyla olayı ele almak saptırıcı ve yönlendirici
unsurları göz önünde bulundurmak analizin gerekleridir. İyi bir gözlemcide
zamanla tahlil yeteneği kendiliğinden gelişir. Bunun için tecessüs sahibi
olması, tahkik ve tetkikler/etütler ve alıştırmalar yapmaya devam etmesi
yeterlidir.
3. Bilgi
(information/Malumat).
Her konuda uzmanlık
derecesinde olmasa da pratik, olayı anlamaya, analize yardımcı olacak bilgilere
sahip olmak elzemdir. Örneğin bazı zehirlerin etkileri, bazı eşya/maddelerin
etkileşimleri, belli izlerin (el, ayak, teker) ayırt edici özellikleri vs.
gibi.
Günümüzün bilgi
çöplüğünde en zor olan doğru bilgiye ulaşmaktır. Bu yüzden araştırmacının sahih/sağlam,
sağlıklı bilgiye kimlerle ve hangi yollarla varabileceğini bilmesi hepsinden
önemlidir.
4. Teşhis
(diagnosis/tesbit)
Bulguları bilgilerle
bağlama işlemini en doğru şekilde yapabildiğimiz anda cinayeti/vakıayı çözmüş
oluruz. İlgisiz bilgi ve haberleri birbirine bağlarsak, işte o anda cinayet
işlemiş oluruz. Zira muhtemelen yanlış kişiyi suçlayacak veya töhmet/zan
altında bırakmış olacağız. Bu yüzden teşhis işini azami ciddiyet ve sorumluluk
bilinciyle yapmamız gerekir ki bir faciaya sebebiyet vermeyelim.
Abdülhamid ve Sherlock Holmes
Herhalde II. Abdülhamid “Diplomasi
dehası” olmasını bir parça da olsa çok dedektiflik romanı okumasına borçluydu.
Tutkunu olduğu Sherlock Holmes romanlarının tamamını tercüme ettirip akşamları
yatmadan önce okutması boşuna değildi. Hatta bir gün Sherlock Holmes’ün yazarı
hakkında ‘’Conan Doyle ne harikulade bir polis müdürü olurdu.’’ demiş ve Arthur
Conan Doyle’u saraya davet ederek onu imparatorluğun en büyük nişanlarından biriyle
onurlandırmıştı.
Konumuza Sherlock Holmes’ün
‘’Durmadan düşün, düşünmeden durma” ifadesiyle özetlenebilecek şu pasajıyla
nokta koyalım;
‘’Benim zihnim.’’ dedi
‘’Durgun kalmaya isyan ediyor. Bana sorunlar göster, yapacak iş göster, anlaşılması
en güç bulmacaları ya da en karmaşık analizleri göster. O zaman en uygun havama
girmiş olurum… Zihinsel coşkunluk arıyorum hep’’
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış