SİYASİ TEFEKKÜRDE TEŞBİH

Bekir Kurtuluş

Şüphesiz ki insanoğlu dünya hayatında üzerine yüklenmiş bulunan çeşitli sorumluluklara sahiptir. Bunların her birini yerine getirirken de edinmesi gereken bazı bilgiler ve beceriler vardır. Bunlar kişinin sorumluluklarının gerektirdiği işleri yapabilmesini ya da mükemmelleştirmesini sağlar. Bu bilgi ve becerilerin ise yapılacak işin cinsinden olması veya o işe yardımcı olacak türden olması kaçınılmazdır.

Allahu Teâlâ insanoğlunu dünyaya gönderdiğinde ona Halifelik görevini vermekle yeryüzünü imar, iskân ve ihya etme sorumluluğunu da sırtına yükledi. Bir kısmı yoldan saptıkça da geri kalanlara onları tekrar hidayete, hayra/hakka davet etme, tebliğ, irşat ve nasihat etme sorumluluğunu verdi. Bunu yerine getirmenin yolunu/metodunu ise “Emri b’il ma’ruf nehy’i ani’l münker” olarak öğretti.

“Din nasihattir” biz “kimin için?” dedik “Allah, Kitabı, Rasulü, Müslümanların önderleri/imamları ve diğer tüm Müslümanlar için” diye buyurdu.

Bu nasihat sorumluluğu ferdî/ahlâki amelleri ve ibadetleri kapsadığı gibi, sosyal sorumlulukları ve devlet yönetimini de kapsar. Buna paralel olarak uluslararası ilişkileri bilmeyi ve takip etmeyi de gerektirir. Bu bilme ve takip etme işi ise kişisel merak/tatmin amaçlı olmayıp aile reisinin ailesine karşı sorumluluğu gibi olmalıdır. Bir yandan ümmeti bilinçlendirme, işlerini gütme, üzerine uygulanan nizamın ve yöneticilerinin muhasebesi, diğer yandan da üzerinde oynanan oyunların ve uygulanan planların deşifresi amacına yönelik olmalıdır. Bu görevimizi yerine getirirken hem vakıaları daha iyi tasavvur edebilmemiz hem de ümmeti/kamuoyunu aydınlatabilmemiz için zaman zaman başvurmamız gereken bir şey vardır: Teşbih/Benzetme.

Genellikle bilinmeyen bir şeyi tasvir etmek için bilinenlere başvurulması şeklinde, bazen de anlatılmak istenen vakıayı ifade edebilmek için daha anlaşılır bir olaya benzetme yapmak şeklinde bu metot uygulanır. Kur’an’ı Kerim ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem her iki yöntemi de en güzel şekilde kullanmıştır. Cennet, Cehennem gibi insanoğlunun bilmediği gaybî konularda bilineni bilinmeyene benzetme şeklindeki birinci yöntemi kullanırken; şirk, insanın/mahlûkun acziyeti, bâtılın geçersizliği, rızık gibi konularda misal gösterme şeklinde teşbih yöntemi kullanılmıştır. Kur’an’ı Kerim’de bu metot Darb-ı Mesel şeklinde ifadesini bulur.

Kur’an’ı Kerim’de Teşbih

Kur’an’ı Kerim’de teşbih Cennet ve Cehennemin anlatıldığı hemen hemen tüm ayetlerde teşbihe başvurulur. Cennet temsili için Cennet meyveleri, sütten, baldan akan ırmaklar, Cehennem azabının temsili için, Cehennem içkisi, kaynar su ve irin gibi. Bunlar elbet görmeden, tatmadan anlayamayacağımız şeyler olduğundan Rabbimiz bize bildiklerimize benzetme yapmak suretiyle Cennete olan arzumuzu tahrik etmek ve Cehennemin dehşetini bir nebze olsun hissedebilmemiz için verdiği misallerdir. Muhakkak ki gerçek vakıalarının bu teşbih edilenlerden kat kat daha üstün olduğundan hiç şüphe yok.

Kur’an’ı Kerim kâinatın yaratılışıyla ilgili de teşbihe başvurmuştur. Âdem Aleyhi’s Selam’ın yaratılışının çanak-çömlek yapılan kile benzetilmesi, Havva’nın hafif bir yüklenmesi; ayrıca her insanın dünyaya gelmeden geçirdiği evrelerin bir çiğnemlik et parçasına ve et giydirilmiş kemiğe benzetilmesi ne muhteşem teşbih örnekleridir. Yeniden dirilmenin bitkilerin topraktan bitmesine, dünyanın faniliğinin otların kuruyup yok olmasına, Allah yolunda infakın bir danenin sürdüğü yedi başağa, her başağın yüzer dane vermesine, Kelime’i Tevhit’in dalları göğe yükselen bir ağaca, küfür sözünün ise köklenmiş ve yere tutunamayan bir ağaca benzetilmesi gibi örnekler Kur’an’da fazlasıyla mevcuttur. Buraya kadar verdiğimiz örnekler daha ziyade durağan/statik vakıalar için yapılan teşbihler olup bunlardan farklı olarak hareketli/dinamik vakıalar için yapılan teşbihler de mevcuttur. İnsanoğlunun acziyetinin farkına vardığı anda Allah’a yönelmesi, ama ayağı sağlamlaşınca nankörlüğünden dolayı zulme devam etmesi, ayetleri yalanlayıp hevasına uyanın dilini çıkaran köpeğin solumasına, kâfirlerin Allah’tan başkasına dua etmesinin suya elini uzatıp ağzına hiç su alamayana, faiz yiyenlerin kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkması, gıybet edenin iğrendirici bir şekilde ölmüş kardeşinin etini yemesi benzetmeleri gibi.

Konunun odak noktasını değiştirmemek için Kur’an’ı Kerim’de bulunan yüzlerce enfes teşbih örneklerini keşfetmeyi okuyucuya bırakarak hadislerde teşbihe geçelim;

Hadis-i Şeriflerde Teşbih

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem çok çeşitli konularda Arap lügatinin sağladığı geniş imkânlarla teşbih ve başka edebî tasvir yöntemlerini kullandı. Bu yazıda siyaset ve toplumla ilgili birkaç hadis vermekle yetineceğim. Yoksa konu ciltlerce kitabı kapsayacak kadar geniştir. Müslüman toplumun/ümmetin sahip olması gereken sıfatlardan bahseden şu hadislerde ümmet tek bir bedene ve sağlam bir binaya teşbih ediliyor.

“Müslümanlar bir vücut gibidir. Herhangi bir organ rahatsızlanıp şikâyet ettiğinde, bu vücudun diğer organları onu rahatlatmaya ve korumaya koşarlar.”

“Müslümanlar bir binanın tuğlaları gibi birbirine bağlıdırlar.”

Aşağıdaki hadis-i şerif, emr’i bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münker’in hayatiyetinden bahsederken toplum ve onun yönetimle ilişkisi hakkında da bize fikir veriyor. Bunu tarif için “devlet” bir gemiye benzetiliyor:

“Allah’ın hudutlarını koruyan ile bunları aşan kimseler, kura sonucunda bir kısmı geminin güvertesine bir kısmı da alt kata yerleşen gemi yolcularına benzerler. Su ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli üst kata uğramak mecburiyetinde olan alt kattakiler; ‘Biz bulunduğumuz yerde bir delik açsak ve yukarıdakilere hiç dokunmasak’ derlerse ve yukarıdakiler de bunları arzularına göre bırakırsa hepsi helak olur. Onları engellerlerse hepsi kurtulur.”

Başka bir hadiste Halife kalkana benzetiliyor;

“İmam (Halife) kalkandır, O’nun arkasında savaşılır ve O’nunla korunulur.”

Aşağıdaki hadiste ise tam olarak günümüzün vahşi kapitalist devletlerinin ümmeti paramparça etmesini ve Müslümanların sayıca çokluklarına rağmen dağınıklıklarının onları aciz bırakmasını tasvir ediyor:

“Sizin üzerinize milletler (Müslüman olmayan) adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi hayvanlar) gibi üşüşecekler.” Orada bulunanlardan birisi şöyle dedi; ‘Bu vaziyet bizim azlığımızdan mı olacak?’ Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem dedi ki; ‘Hayır! Bilakis siz çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz suyun üzerindeki çer-çöp gibi olacaktır. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu sökecek de, sizin kalbinize vehn bırakacak.’ Orada bulunanlardan birisi “Vehn nedir ey Allah’ın Rasulü?’ dedi ki; ‘Vehn, dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır’.”

Aynı hadis Ahmed b. Hanbel’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir; “…siz çok olacaksınız fakat sizin kalbinize vehn bırakılacak. ‘Vehn nedir ya Rasulullah?’ dedi ki; Dünyayı sevmek ve savaşmaktan (cihaddan) hoşlanmamaktır.”

Son örnek olarak vereceğim hadiste ise Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Halife’nin görevinin bir çoban gibi ümmetini gütmek, işlerini yürütmek olduğu ifade ediyor;

“İmam (Halife, yönetici) çobandır ve O, reayasından mesuldür.”

Tarih Kitaplarında Teşbih

Konumuz “Siyasi Tefekkürde Teşbih” olduğuna ve tarih de geçmişte meydana gelmiş siyasi işlerden ibaret olduğuna göre; tarihçilerin kullandığı ve tarih kitaplarında yapılan teşbihlere bakmak faydalı olacaktır. Bazı profesyonel ve samimi tarih uzmanları tarihi olayları geniş bakış açısıyla ele alır ve bunları insanlara açıklarken teşbih yöntemine başvururlar. Resmî tarihin saptırdığı bilgilere kalsaydık belki de çoğumuz tarihine yuh çekenler kervanına kapılır giderdik. Bu saptırma işine ticari kaygılarla hazırlanan diziler de zevkle hizmet ediyor. Popüler kültürün kışkırtıcı, saptırıcı, tahrik edici, teşhir edici, ajite edici baskısıyla trajedize/dramatize edilmiş senaryolar yabancılara bile “Bu kadar da olmaz!” dedirtecek dereceye gelmiştir.

Çok dallandırmamak için Osmanlı Hilâfet tarihinin “diplomasi dehası” olarak anılan son “bağımsız” Halifesi hakkında yazılmış “Abdulhamid’in Kurtlarla Dansı” isimli kitap serisinden birkaç alıntı yapmakla yetineceğim.

Kitabın adına esin kaynağı olan tabir Abdulhamid’in ustalıklı dış politikası hakkında konuşan düveli muazzama diplomatlarına ait şu sözdür: “Abdulhamid kurtlarla birlikte ulumayı bilen bir hükümdardı”

İngilizce “Howling with the wolves” deyiminin kaynağı şudur; Dağ başında kurtlar etrafınızı çevirdiğinde onlar tarafından parçalanmamak için tek şansınız onlar gibi ulumayı becerebilmektir.

Dans tabirinin ise Abdulhamid’e yaptığı altın teklifinin geri çevrilmesi üzerine Theodor Herzl’in defterine “Yumurtalar üzerinde dans ettiğini” yazmasından esinlenildiğini düşünüyorum.

Abdulhamid’in Herzl’in teklifini geri çeviren tarihi sözleri ise onun zihninde ve kalbinde ümmeti bir vücuda teşbih eden hadisin nasıl yer ettiğinin açık bir göstergesi niteliğinde:

“Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat (operasyon) yapılmasına müsaade etmem.”

Yazar, Abdulhamid yıllarını bir futbol maçına benzeterek ondan önceki devirde ölmesi beklenen “Hasta Adam” Osmanlı’nın Abdulhamid sayesinde ömrünün 40 yıl daha uzamasını şöyle izah ediyor; “Yenik düşen takımınızın bir gol atabilmesi için sabırsızlığınız inkıtâ (duraklama) dakikalarına benzer. Uzadıkça uzasın istersiniz, o birkaç dakika hiç bitmesin… uzatmalar nelere gebedir! Bilirsiniz…”

Abdülhamid’in İngiltere için söylediği şu sözler günümüzü ne kadar da iyi anlatıyor:

“İngiltere’nin Devlet-i Aliyye’yi bölüp onu Arnavutluk, Ermenistan, Arap Hükümeti ve Türkistan tabiriyle yapmak istediği şey Otonomi/Özerklik değil, Anatomi yani parçalara ayırmaktır.”

İngiltere’nin en zayıf anımızı kollayarak yaptığı hamleyle bizden Kıbrıs’ı istemesini yazar yankesiciliğe benzetiyor.

Abdülhamid’in saraydan çıkmadan o günkü imkân ve şartlarda zamanın büyük devletlerini parmağında nasıl oynattığını en iyi İngiliz parlamenter Lord Ponsonby, Mondro Mütarekesi’nin ardından 18 Kasım 1918'de parlamentoda yaptığı konuşması ifade ediyor:

“Abdülhamid, Avrupa’nın gördüğü en zarif ve en kurnaz diplomatlardan biriydi. O, Avrupa Birliği (Concert) makinesinin tekerliğine çomak sokacağı ve Düvel-i Muazzama’yı birbirine düşüreceği anı gayet iyi biliyordu.”

Bu bölümü son olarak yazarın yaptığı en güzel teşbihle bitiriyorum:

Abdülhamid nedir?

“Abdülhamid bir fikirdir. O, bu ümmetin yaşama azmini, mücadele niyetini, var olma iradesini ve bunun son büyük yetkilisini temsil eder. Bu dünyada onurlu yaşama azmini iade eder. Emperyalizmin envai türlüsünün başına çöreklendiği bir zamanda vakarını bozmadan mücadele etmesidir Abdülhamid’i fikir kılan şey.”

Jeopolitik Teşbihler

Jeopolitikle ilgili yazı ve konuşmalarda günlük konuşma dilinden ve deyimlerden teşbihlere sıkça başvurulur. Örneğin; Suriye Kıstağı, Ermenistan Muzu, İki devlet arasındaki diplomatik bilek güreşi, dünyanın jeostratejik kemeri, manevra, verimli hilal, satranç oyunu, İslâmcı Kasırga, Sırcak nokta, Tek Kutuplu Dünya vs. gibi. Fakat devleti yaşayan bir organizmaya benzeten bir teşbih var ki; Fransa’nın en önemli jeopoltik uzmanlarından biri olan Yves Lacoste’un ifadesiyle “Bu ekolojik teşbihin kullanımının II. Dünya Savaşında korkunç sonları olacaktır.” Bu sonuç ise; Hitler’in ‘üstün ırk’, organizmasına ihtiyaç duyduğu ‘Yaşam Alanı’ elde etmek için milyonların ölümüne yol açacak ‘kavgasını’ başlatmasından başka bir şey değildir.”

Takiyyuddin en-Nebhani’den Siyasi Teşbihler

Bu bölümde evinde bulunduğu için İzmir 8. Özel Yetkili Mahkemesinin hakkımda tutuklama kararı verdiği ve şu anda yatmış olduğum 7.5 yıllık cezaya gerekçe gösterdiği dergimizin 2. sayısında adı geçtiği için hakkımda tutuklama kararı çıkartılmış olan Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani’nin kitaplarından alıntılar yapacağım.

Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani büyük bir dava adamı, fıkıh usulü sahibi, müçtehit, âlim, mütefekkir ve İslâmî siyasi bir hizb/parti olan Hizb-ut Tahrir’in kurucusudur. Siyasi tefekkür üzerine birçok eserler yazmış; yaşantısıyla da fikirlerinin teorik olmayıp pratik, uygulanabilir olduğunu ispat etmiş ve hayatı bu yolda çektiği eziyetlerle geçmiş bir liderdir.

Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani 1969 yılında yazdığı “Siyasi Mefhumlar” kitabında Suriye’yi tarif ederken “kolyenin bağlayıcısı” benzetmesi yapmaktadır. Ne kadar da isabetli bir teşbih! Günümüzde bunun anlamı tüm müslim gayrimüslim âlem tarafından çok daha iyi görülmüş oldu. Her biri bir inci tanesi olan Ortadoğu halklarını birbirine bağlayan kilit bölge ve halk Suriye’dir. Suriye kilidi kırılırsa tüm inciler saçılır; Suriye kilitlenirse/kenetlenirse tüm inciler birbirine bağlanır.

1972 yılında yazdığı siyasi bakışlar kitabında ise devletlerarası ilişkileri insanlar arası ilişkilere benzetiyor; “Devletlerarası ilişkiler, insanlar arasındaki ilişkiler gibidir. Bu ilişkiler, meydana gelen çekişmeleri kaldırmak suretiyle tanzim edilmelidirler. Yani, bu ilişkilere bakan boyun eğdirici kamu örfü ile olmalıdır.”

“Siyasi Fikirler” kitabında ise “Kamuoyu kuvveti, maddî bir harici kuvvetten daha tesirlidir.” diyerek devletlerarası durumda en geçerli olan hakikati ortaya koymuş oluyor.

Siyasi Bakışlar’daki teşbihler ile devam edelim; “Asaleti kazandıran İslâm’dır ve bunun tesir kuvveti rüyaların mesafesini dahi aşar. İslâm Ümmeti sahip olduğu esasi fikir ve maddi gücüyle ne zaman harekete geçerse, serbest kalır. Ne zaman hamle yaparsa, kurtulur. Ne zaman kükrerse de zorbalar kendisine secde ederek boyun eğer.”

“Dünyanın, Ümmete ve davetine olan ihtiyacı açlık haline geldi. Bundan dolayı, İslâm Ümmetinin kükremesinin zamanı geldi.”

Sömürgeci kâfir devletlerin stratejilerini açıklarken Napolyon’un Mısır işgali esnasında komutan ve kurmaylarını toplayıp yaptığı teşbihi gözümüzün önünde canlandırır:

“Napolyon odaya büyük bir seccade yayıp ortasına bir şapka koyarak seccadenin üzerinde yürümeden ve sopa kullanmadan şapkayı getirmelerini ister. Kimse getiremeyince Napolyon “Seccadeyi sararsak, şapkayı alırız” “…bu şapka Hilâfet ve bu seccade İslâm memleketleri gibidir. Bu şapkayı el ile alabilmek; ancak seccadenin sarılmasıyla mümkündür… Mısır’ı aldık, bundan sonra Şam Beldelerini alırız ve böylece Hilâfet yok olana kadar devam ederiz.”

Başka bir bölümde “Ümmetin katledilmesi, hararetinin dindirilmesi ve harekete geçirilmesini önlemek üzere atılan kurşunun artık menzilinin sonuna ulaştığı” teşbihinde bulunur.

Bazı uluslararası çıkar çatışmalarının “spor müsabakaları” gibi olduğunu, dolayısıyla taraflar arasında büyük düşmanlıklara yol açmadığını söylüyor. O dönemde ABD’nin Rusya ile Tanzanya ve Güney Afrika üzerinde yarışmalarını örnek veriyor. Aynı tarafların çatıştığı Osetya ve Ukrayna gibi bazı bölgelerde ise benzer bir “centilmenliğin” sergilendiğini söylemek pek mümkün değildir. Zira Rusya bu bölgeleri arka bahçesi olarak görüyor.

Siyasi Tefekkürün Teşbihi

Bu bölümde “Siyasi mefhumlar” kitabının “siyasi tecrübe” ve “siyasi tefekkür” bölümlerini özetleyerek ele alıp kendi teşbihlerimi yapacağım.

Siyasi Tecrübe

“Bir kişinin siyasi olabilmesi için siyasi tecrübeye sahip olması elzemdir. Bu ister siyaseti doğrudan yürüterek yaşasın ki böylesi bir kişiye; ‘Hakiki siyasi kimse’ denir. İsterse doğrudan yürütmesin ki ona da ‘teorik siyasetçi’ denir. Bir kişinin siyasi tecrübeye sahip olabilmesi için şu üç mühim hususu kendisinde toplamış olması zaruridir.

1. Siyasi malumatlar: Bunlar özellikle tarih ve tarihin hakikatleri hakkındaki malumatlardır. Olaylar, hareketler ve siyasetle ilgili olan kişiler, fertler, devletler ve fikirler arasındaki siyasi ilişkiler hakkında malumatlardır. Bunlar haber, iş/faaliyet, akide ya da hüküm olan kaidelerden ibarettir. Bu malumatlar olmadan kişi siyasi fikri anlayamaz. Çok zeki veya dahi olsa bile bu böyledir. Çünkü bu mesele; akıl meselesi değil anlama meselesidir.

2. Siyasi haberler: Daimi olarak takip etme;

Hayat sürekli değişip yenilendiğine ve tezatlar içerdiğine göre daimi olarak takip şarttır. Ta ki trenin geçeceği durakta beklensin, trenin o anda geçmeyeceği durakta kalınmasın. Büyük saman yığınında bulunamayacak bir buğday tanesini arama sıkıntısını çekme pahasına süreklilik kesintiye uğramamalıdır. Zira mühim haberin ne zaman geleceği bilinmez. Haberler birbirine bağlı halkalardır. Biri koparsa zincir kopar. Bu durumda meseleyi yanlış anlama durumu doğar.

3. Haberleri güzel şekilde seçme:

Haberleri sadece dinlemekle kalmayıp onları “ele almakla” gerçekleşir. Bu da mühim olanla olmayanı tefrik etmekle olur. Alınmasında fayda olan tutulur, diğerleri alınmaz.

Bu üç madde tecrübe gerektiren her tür iş için geçerlidir. Bu işler sadece mesleki alanda değil, ev işlerinden gündelik yaşamın her alanında kullandığımız tecrübelerle örneklendirilebilir. Zira siyasi tefekkür sadece belli bir zümrenin ihtiyacı olan ferdî bir düşünme türü olmayıp; Ümmetin kalkınabilmesi ve düşmana karşı kuvvetli olması için her kesimiyle sahip olması zaruri olan toplumsal bir tefekkür çeşididir.

Meslek erbabı ve proje yöneticileri tecrübenin önemini çok iyi bilir. Bir projenin yöneticilerinde veya kadrosunda tecrübeli bir kişi yoksa işin/projenin başarıya ulaşması neredeyse imkânsızdır. Tecrübe gerektiren her tür iş için;

Birinci şart iş ile ilgili bilgiler/malumatlardır:

Bu iş ister uçak yapımı gibi farklı insan, birim, finans ve teknoloji yönetimini gerektiren bir proje olsun; ister üretim maliyeti, kalitesi ve hızını iyileştirmeyi gerektiren her tür seri üretim işi olsun, ister ocakta yemek pişirmek olsun, isterse araba/bisiklet sürmek gibi bir iş olsun aralarında bir fark yoktur. Tüm bu işleri yaparken “bilgi sahibi olmak” gerekir. Bu da işin gerektirdiği araç-gereç, yöntem ve vasıtaları tanımakla yerine getirilebilir. Jeneratör aracını ele alalım, bu bazı iş alanlarında sadece ticari ihtiyaçlara hizmet ederken “yoğun bakım ünitesi” gibi alanlarda ise hayati önemi haiz olur. Bu malumatların teorik derinliği olması şart değildir. Pratik/uygulamaya dönük bilgiler olmaları gerekir. Bilgilenmenin her konuda olması değil işle ilgili olmasıdır gerekli olan. Örneğin salata yapmak için ne havucun DNA kodlarına kadar teorik bilgiye ihtiyacımız vardır, ne de ziraat makineleriyle ilgili bilgiye ihtiyacımız vardır. Muhtaç olduğumuz bilgi havucu rendeleyecek aracı bilmek ve rendelenmeye en uygun havucu ayırabilecek kadar havuçtan anlamaktır.

Mesele çok zeki ve akıllı olmak meselesi değil işten anlama meselesidir.

İkinci şart takiptir.

Bu ister çobanlık gibi sürüyü her daim takip altında tutma işi olsun, ister nükleer bir reaktörün kritik orantı ve sayısal değerlerini takip olsun, ister araba tasarımı ve üretim gibi geniş çaplı bir projenin alt işlerini ve tedarikçilerini takip olsun, isterse fırında pişen bir böreğin durumunu takip olsun, bunların bir an bile gözden kaçırılması faciayla sonuçlanabilir ki bu facia işin bozulması/amacına ulaşamamasıdır.

Üçüncü şart seçme ve ele almadır.

Her iş yapılmasını gerektirdiği alt işleri ve malzemeyi bilinçsizce toplamaktan ziyade işe yarayacak olanları seçmeyi ve ele almayı gerektirir. Zira gereksiz kalabalık işe engel olur. Elimizde de hafızamızda da işe yaramayan şeyleri taşıyacak kadar bol yer bulunmamaktadır. Bu ister yemek yapmak için pazardan domates seçmek ve mutfağa kadar taşımak olsun, ister bir AR-GE projesini bitirebilmek için gerekli deney ve testlerin yapılması olsun, asla yeterince zaman, stok alanı ve maddi kaynak yoktur. Bu yüzden seçmece usulü, doğrudan sonuca hizmet edecek malzemeye yönelmeli ve fazlasını kendimize yük edinip hamallık yapma hatasına düşmemeliyiz.

Bir kez tecrübeyi elde ettikten sonra kişinin aynı tecrübeyi her seferinde yaşamasına gerek yoktur zira tecrübeli insan bu tecrübi bilgisini defalarca denemek suretiyle sağlamasını yaptığı için aynı işi ele aldığı zaman bir sonraki aşamada karşılaşabileceği durumlarla ilgili bocalamaz, şaşkınlığa düşmez. İşin gidişatından nereye varacağı ile ilgili daha başta öngörüde bulunabilir. Tıpkı vahşi bir hayvan terbiyecisinin durumlar karşısında hayvanın ne yapacağını kestirmesi gibi. Bu öngörülerin isabet oranı ise tecrübe nispetinde %99’a kadar varır. Zira hayat dinamik bir yapıdadır ve her şeyin üzerinde el-Kâdî’nin kazası her an tecelli edebilir.

Siyasi Tefekkür

‘’Siyasi tefekkür, aydın insanı siyasi kimse haline getirir. Bu tefekkür, şu beş ana hususun beraber mevcudiyetini elzem kılar.

1. Meydana gelen bütün vakıaları incelemek:

Bütün haberleri, önemli olup olmadığı, kasıtlı olup olmadığı, yönlendirme olup olmadığı, kısa veya uzun olmasını göz önünde bulundurarak takip etmek elzemdir. Zamanla bu kabiliyet kazanılır ve sonra kişi sadece gerekli olanları izlemeye başlar.

2. Vakıaların mahiyeti halkında malumatlar:

Gerek esasi, gerek tafsili olsun bilgilere ihtiyaç vardır. Bu ister coğrafi, tarihi, fikrî veya siyasi olsun; ister vakıa ya da haberin hakikatini anlamaya yarayacak benzer bilgiler olsun fark etmez.

3. Olayları şartlarından soyutlamamak ve genelleştirmemek.

Soyutlamak, genellemek ve külli kıyas yapmak, vakıaları veya haberleri anlamaya büyük zarar verir. Vakıa, şartlarıyla beraber ele alınmalıdır. Bir vakıa, benzerleriyle genelleştirilmemelidir ve ona külli kıyas yapılmamalıdır. Bilakis her vakıa, tek başına ele alınıp, başkası için değil de o vakıa için hüküm verilmelidir.

4. Vakıayı belirginleştirmek.

Vakıa ve haber tam şekilde yakından incelenmeli. Haberin kaynağı, meydana geldiği yer ve zaman, içinde meydana geldiği durum, meydana gelmesindeki veya haberinin verilmesindeki kasıt, haberin özet veya tafsili olması, doğru ya da yalan olması vb. gibi en ince şekilde tefekkür edilmelidir. Bu inceleme belirginleştirmeyi sağlar. Bu ne kadar derin ve genel olursa o kadar belirginleşme olur.

5. Haberi malumatlara bağlamak.

Bu bağlama işi, haberle ilgili doğruyu en yakın hükme götürür. Fakat haber kendisiyle ilgili olmayan haberlere ve durumlara bağlanırsa yanılma gerçekleşir. Bu bağlama, doğru bir şekilde olmalıdır. Yani anlamak ve kavramak için bağlama olmalıdır, yoksa sırf malumat edinmek için değil. Başka bir ifadeyle; ilim için değil de siyasi çalışma yapmak için olmalıdır.

Siyasi nasları tefekkür, siyasi tefekkür olabilmesi için bu beş hususun aynı anda beraber gerçekleşmesi elzemdir. Geniş malumat değil aşina olacak ölçüde bilgi yeterlidir. Bu birden gerçekleşmez. Tahsil ve ilmi araştırma ile değil de vakıaları daimi olarak takip etmekle zamanla gerçekleşir.

Siyasi tefekkürü ben şahsen en çok ’Dedektiflik Bilimine benzetiyorum. Bu meslekte tüme varım (induktion/istikra), çıkarım (deduction/istintaç), olasılıkları eleme (elimination/ıskat) gibi farklı yöntemler kullanmakla birlikte ‘’sonuç kime yarar?’’ sorusundan hareketle tümdengelim yöntemi de elverişli sonuçlar verebilir. Ama dört şey ki davaları/vakıaları çözmek için vazgeçilmezdir.

1. Gözlem (observation/murakabe–müşahede).

Vakıayı/olayı olabildiğince detaylı inceleme. Aletlerden de yararlanarak beş duyu organının izin verdiği sınırlara kadar tetkik etme. İnce detayları ayırt vetme, diri bir bilinç ve farkındalıkla olaya etki eden kişileri, olayla kişiler arasındaki ilişkileri, olayla başka olaylar arasındaki bağlantıları gözlemek gerekir.

2. Çözümleme (analyse/tahlil).

Olayları ayrıştırıp vakıa/dava ile ilgili olanı olmayandan ayırt etmek, bütünü parçalara ayırmak, parçaları birleştirerek bütünle ilgisini kurmak. Derin ve kapsamlı bir şekilde yani hem dikey hem yatay boyutuyla olayı ele almak saptırıcı ve yönlendirici unsurları göz önünde bulundurmak analizin gerekleridir. İyi bir gözlemcide zamanla tahlil yeteneği kendiliğinden gelişir. Bunun için tecessüs sahibi olması, tahkik ve tetkikler/etütler ve alıştırmalar yapmaya devam etmesi yeterlidir.

3. Bilgi (information/Malumat).

Her konuda uzmanlık derecesinde olmasa da pratik, olayı anlamaya, analize yardımcı olacak bilgilere sahip olmak elzemdir. Örneğin bazı zehirlerin etkileri, bazı eşya/maddelerin etkileşimleri, belli izlerin (el, ayak, teker) ayırt edici özellikleri vs. gibi.

Günümüzün bilgi çöplüğünde en zor olan doğru bilgiye ulaşmaktır. Bu yüzden araştırmacının sahih/sağlam, sağlıklı bilgiye kimlerle ve hangi yollarla varabileceğini bilmesi hepsinden önemlidir.

4. Teşhis (diagnosis/tesbit)

Bulguları bilgilerle bağlama işlemini en doğru şekilde yapabildiğimiz anda cinayeti/vakıayı çözmüş oluruz. İlgisiz bilgi ve haberleri birbirine bağlarsak, işte o anda cinayet işlemiş oluruz. Zira muhtemelen yanlış kişiyi suçlayacak veya töhmet/zan altında bırakmış olacağız. Bu yüzden teşhis işini azami ciddiyet ve sorumluluk bilinciyle yapmamız gerekir ki bir faciaya sebebiyet vermeyelim.

Abdülhamid ve Sherlock Holmes

Herhalde II. Abdülhamid “Diplomasi dehası” olmasını bir parça da olsa çok dedektiflik romanı okumasına borçluydu. Tutkunu olduğu Sherlock Holmes romanlarının tamamını tercüme ettirip akşamları yatmadan önce okutması boşuna değildi. Hatta bir gün Sherlock Holmes’ün yazarı hakkında ‘’Conan Doyle ne harikulade bir polis müdürü olurdu.’’ demiş ve Arthur Conan Doyle’u saraya davet ederek onu imparatorluğun en büyük nişanlarından biriyle onurlandırmıştı.

Konumuza Sherlock Holmes’ün ‘’Durmadan düşün, düşünmeden durma” ifadesiyle özetlenebilecek şu pasajıyla nokta koyalım;

‘’Benim zihnim.’’ dedi ‘’Durgun kalmaya isyan ediyor. Bana sorunlar göster, yapacak iş göster, anlaşılması en güç bulmacaları ya da en karmaşık analizleri göster. O zaman en uygun havama girmiş olurum… Zihinsel coşkunluk arıyorum hep’’


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz