RASUL ALEYHİ’S SELAM VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM

Mustafa Küçük

“Andolsun ki, Rasulullah'ta sizin için, Allah'a ve Ahiret Günü’ne kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab21)

Bu Ümmet ilk günden beri Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i çok sevdi. O’na gül dedi, güllerin efendisi dedi. Bir gül kokusu duysa efendisini hatırlayıp O’na salat ve selam getirmeyi bir an olsun ihmal etmedi. Ciğerparelerine O’nun ismini koydu. Anam babam sana feda olsun dedi. O’nun getirdiği din-i mübîn uğruna seve seve canını feda etti. O’nun hayatını, şemailini/boyunu posunu, saçının rengini ezberledi, O’nun uğrunda ne yaparsam az dedi, hayran oldu.

O’nun yoluna Sünnet-i Seniyye dedi. O’na ittiba etti. Zira Rableri;

“De ki eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba ediniz ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın!” (Al-i İmran 31) diye buyurmuştu. Ümmet de bu emr-u fermana uydu. O’nun izine yapıştı. 3 Mart 1924’te ki o uğursuz güne kadar 1342 yıl boyunca O’nun sancağını yere düşürmedi.

Hamdolsun bugün de bütün göstergeler Ümmet’in Rasulü’nü aynı kat sayıyla sevmeye devam ettiğini ortaya koymaktadır. Lakin O’nun M. 622’de Medine’de kurduğu devlet bugün artık yok. Peş peşe gelen Ümmet’in namusunu, izzet ve şerefini düşmana çiğnetmeyen Emîr el-Mü’minin’ler, Halifeler artık yok. Ümmet başsız, kalkansız ve korumasız!

Aslında Ümmet’in adresi şaşırdığı yok. Kurtuluşun İslâm’da olduğuna dair bir şüphesi yok. Başvurulacak yegâne kaynağın Kitap ve Sünnet olduğu konusunda hiç şüpheye düşmedi. Fakat son yüzyılda İslâm toplumunda baş gösteren Devletsizlik ve İmamsızlık/Halifesizlik döneminin uzaması, Müslümanların sosyal ve siyasi hayatı ve dolayısıyla ilgili Kur’an ayetlerini ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti’ni doğru kavramada zaafa düşmesine neden oldu.

Bu bağlamda görünen o ki; iki sorun ve bu iki soruna bağlı olarak ortaya çıkan üçüncü bir sorun ile karşı karşıyayız.

Birincisi; Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e olan bağlılığın niteliğinde yaşadığımız sorun. İkincisi; Toplum ve bireyin tarifinde ve toplumsal dönüşüm ile bireysel dönüşüm arasındaki fark hakkında vakıaya uygun tanılar ortaya koymakta yaşadığımız sorun. Üçüncüsü; Buna bağlı olarak Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in meydana getirdiği toplumsal dönüşümde takip ettiği yolu güncellemede yaşadığımız sorun.

Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e olan bağlılığın duygusal bir temel üzerine inşa edilmesi birçok tehlikeyi içinde barındıracağından dolayı caiz değildir. Bu nedenle sevgi ve bağlılığın fikrî ve amelî bir temel üzere inşa edilmesi vacip olmaktadır. Düşünsel ve aksiyoner sağlam bir temel üzere yükselen bir sevgi ve bağlılıkla ancak her türlü bidat ve hurafeden korunmak mümkün olacaktır. Bugün Ümmet olarak yaşadığımız sıkıntıların küçümsenemeyecek bir bölümü, fikrî ve amelî bir temeli olmayan duygusal bağlılıktan ve bu duygusal bağlılığın suistimal edilmesinden kaynaklanan sıkıntılardır.

Diğer taraftan toplumu bireylerden meydana gelen yığınlar olarak değerlendirip teker teker bireylerin ıslah edilmesiyle bir toplumsal dönüşümün meydana getirileceğine dair varsayım, toplum denen olgunun realitesine aykırı düştüğü gibi Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu konudaki Sünneti’ni de yanlış algılamamıza neden olmaktadır. Nitekim Allah Celle Celâlehû’nun Rad Suresi 11. ayeti kerimesinde söylediği;

“Bir kavim/toplum nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” mübarek sözünde buyrulan “kavim” sözcüğünü “birey” olarak anlamamızı tetikleyen şey, toplum denen olgu ile ilgili bize ezberletilen yanlış tanıdır. Bu yanlış tanı kavmin/toplumun nefsinde olan şeyi/şeyleri doğru tespit etmemize de engel teşkil etmektedir. Kaldı ki vakıası analiz edildiğinde toplumun; aralarında sürekli ilişkilerin bulunduğu ve bu sürekli ilişkilerin belli hukuki normlar, örf ve âdetler çerçevesinde yürütüldüğü insanlar topluluğu olduğu görülecektir. Bütün toplum bilimcilerin üzerine ittifak ettiği tanım budur. Buna göre toplumun nefsinde olan şeyler ile toplumu meydana getiren temel unsurların aynı şeylere tekabül ettiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda toplumu meydana getiren şeyleri kategorik olarak irdelediğimizde şu dört temel unsur karşımıza çıkmaktadır.

a- Toplumun zımnen de olsa üzerinde ittifak ettiği amentü/dünya görüşü/ideoloji.

b- Söz konusu amentüden fışkıran değer yargıları ve bu değer yargılarının gölgesinde somut hale gelen hukuki normlar, anayasa ve yasalar.

c- Bu değer yargılar ve hukuki normlar inisiyatifinde şekillenen örf-adet, gelenek-görenekler

d- İnsanlar.

Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kısa sürede meydana getirdiği o akıllara durgunluk veren toplumsal dönüşümü doğru kavramanın birinci şartı, yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi toplumun vakıasını doğru bir şekilde ortaya koymaktır. Zira bu meselede toplum hükmün menatını teşkil etmektedir. Menat hükme konu olan şeydir. Menatın vakıası anlaşılmadan hüküm anlaşılamaz. Bu nedenle toplumun vakıası anlaşılmadan Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in meydana getirdiği büyük dönüşüm de anlaşılamaz.

Nitekim Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Toplumu İslâmî bir topluma dönüştürmede ortaya koyduğu Sünnet-i Seniyyesi’ni/takip ettiği övgüye mazhar yolunu günümüze taşırken/güncellerken, toplumun vakıasını göz ardı ederek yaşadığımız sıkıntılar ve içine düştüğümüz hatalar ve kusurların getirdiği başarısızlık Ümmet’e büyük bedeller ödetmektedir. Ümmet’in daha uzun süre kanının heder, malının talan, namus, izzet ve şerefinin çiğnenmesine neden olmakta, telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açmaktadır. Ümmet’in Rasulü’nün Sünneti’ne olan güveninde erozyon meydana getirmekle kalmayıp başka mecralara yönelmesine sebep olmaktadır.

Allah’ın rızasına muhalif mevcut toplumsal halimizin bir an önce O’nun rızasına uygun bir hale dönüştürme mecburiyetimiz vardır. Bu nedenle Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in toplumsal dönüşümü meydana getirmede takip ettiği yolu, dönüştürme çabasına girdiğimiz toplum denen olgunun realitesini ve onu oluşturan temel unsurlarını göz önüne alarak bugün yeniden etüt etmek durumundayız.

Diğer taraftan; 

“De ki: Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” (Yusuf 108) ayetinde belirtildiği üzere Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in davette ilahi bir metot izlediği aşikârdır. Bu nedenle takip ettiği metodun bizi ve Kıyamet’e kadar gelecek Müslümanlar açısından bağlayıcı olduğundan kuşku yoktur.

Bununla beraber aynı ayet عَلَى بَصِيرَةٍ “bir basiret üzere” diye buyurarak Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dönüştürmeye konu olan toplumun realitesine uygun bir yol üzere yürüdüğünü de vurgulamaktadır. Diğer bir ifadeyle toplumda hangi unsurlar dönüştüğünde toplumun komple dönüşeceğini Rabbi O’na çok iyi öğretmişti. Toplumun nefsinde olan şeyin ne olduğunu, toplumun hangi temel unsurlardan meydana geldiğini en iyi Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem biliyordu. Bunu Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünnet-i Seniyyesi’nde açık seçik görebiliyoruz. Zira O SallAllahu Aleyhi ve Sellem Elçi olarak gönderildiği cahiliye toplumunda sosyal bir dönüşümü gerçekleştirmek için cahiliyenin üzerine kurulu olduğu şirk amentüsünü, müşriklerin hayat tarzlarını şekillendiren yasaları, örf-adetleri, gelenek-görenekleri ve müşriklerin rol modellerini toplumun temel unsurları olarak hedef aldığına şahit olmaktayız. Bunları yerden yere vururken alternatif fikir ve pratik çözüm yollarını göstererek kıran kırana fikrî bir mücadeleyi sürdürdüğünü görmekteyiz.

Nitekim Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın O’na hakikati inzal buyurmasıyla öncelikle bir fikrî liderlik ortaya koydu. Bu; Kelime-i Tevhid’in fikrî liderliği idi. Bu fikir öyle arı-duru öyle berraktı ki hiçbir şaibe, kuşku ve belirsizliğe yer bırakmıyordu. Bu fikir aynı zamanda efradını cami, ağyarını mani bir fikirdi. Yani içine almayı hedeflediğini tamamen kuşatan ve dışarıda bırakmayı hedeflediğini tamamen dışarıda bırakan dört başı mamur bir fikirdi. Onu tek gerçek fikir olarak ortaya koydu. O fikrin dışında doğru olması muhtemel hiçbir fikir yoktu. Alternatifsiz tek doğru idi. Bu nedenle uzlaşma ve entegre kabul etmeyen yegane doğru fikir olarak arz ediyordu.

İşte Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem böylesi bir fikre davet etmenin özgüveniyle hareket etmekteydi. Sırtını yalnızca Rabbine dayamıştı. O’ndan aldığı güçle kâinata meydan okuyordu. “Teslim ol hidayete er” diyordu. İslâm dışındaki her düşünceyi hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde reddediyordu. Ne müşriklerin putlarına ve ne de Yahudilik ve Nasraniliğe bir açık kapı bırakıyordu. İslâm dışındaki mevcut diğer düşüncelerin içyüzünü deşifre edip açıktan açığa onları bâtıl ilan ediyordu. Tek hakikat vardı, o da Allah’ın inzal buyurduğu son din olan İslâm idi.

Fikrî bazda ortaya koyduğu bu netliği, Mekke’ye hâkim olan şirk amentüsünün hayattaki yansımalarına ve insanı içine sürüklediği çirkefe yaptığı vurgudaki netlik izliyordu. Ahlâki çöküntünün, yozlaşmanın, fakirliğin, fuhşun, tefeciliğin, zayıflara ve özellikle kız çocuklara ve kadına yapılan zulmün İslâm dışı fikirlerden kaynaklandığını en beliğ bir şekilde haykırıyordu. Öyle ki bu haykırış o amentü sahiplerini tahrik edip çileden çıkarıyordu. Böylece Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların yalnızca en üst düzeyde fikirlerini değil aynı zamanda hayat tarzlarını da en acımasız bir şekilde kınayarak amentülerine olan güvenlerini sarsıyordu. Arınmak için onlara tek seçenek bırakıyordu. O da İslâm’a girmek.

Dahası küfür akidesiyle mücessem hâle gelen ve müşrikler için rol model konumunda olan şahsiyetlerin gerçek yüzlerini deşifre ederek yerden yere vurup insanların üzerindeki etkisini kırıyordu. Böylece müşrik kitlelerin tepkilerini en üst seviyede üzerine çekmekten çekinmiyordu.

Artı Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem küfrün istişare ve karar yeri olan Dar’un Nedve’nin ve elebaşlarının İslâm ve Müslümanların aleyhine hazırladıkları komplo ve tezgâhları vahiy bilgisiyle deşifre ediyordu.

Evet, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem on yıl boyunca temel manada bu amelleri gerçekleştirdi. Davet belli bir merhale katettiğinde nusret talebinde bulundu. Birçok teşebbüsten sonra Allah Celle Celâlehû Medine’deki Ensar’ı O’na yönlendirdi. Ardından Hicret olayı gerçekleştirildi. On yıl boyunca ilmik ilmik ördüğü toplumsal dönüşümü tamamlayıp onu kurduğu siyasi ve askerî otorite ile güvence altına alarak İslâm Devleti ile taçlandırdı.

Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in cahiliye toplumunun bütün temel unsurlarına karşı verdiği fikrî mücadeleyi ayrıntılarıyla güncelleştirmek bir makale boyutunu aştığından sadece cahiliye amentüsüne karşı verdiği amansız mücadeleyi güncelleştirmekle yetineceğiz. Diğerleri buna kıyaslanabilir kanısındayız.

Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem, o günün cahiliyesinin ana kaynağı olan şirk amentüsüne karşı amansız bir fikrî mücadele verdiğini yukarda belirtmiştik. Bugün Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi o günün şirk amentüsünün konumunda olduğuna dair şüphe yoktur. Nitekim bugün Müslüman olsun olmasın bilumum bütün insanlığı baştan çıkaran, hayatı terörize eden amentü, bu üç kavramın sac ayaklarını oluşturduğu amentüdür. Hâli hazırda yeryüzünde meydana gelen bütün kötülüklerin kaynağı bu üç kavram ve bu üç kavramdan fışkıran şeytan işi özgürlüklerdir. Eğer Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in izinden giderek toplumsal bir dönüşüm gerçekleştirmek davasında isek Laiklik, Demokrasi ve Cumhuriyet’e ve bunlardan türeyen Kopenhag kriterlerine karşı amansız bir fikrî mücadeleye girmek en başta gelen görevimiz olacaktır. Bu fikrî ve aynı zamanda siyasi mücadeleden ödün vermek, uzlaşmak veya entegrasyona gitmek Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in izinden sapmak, davayı baştan kaybetmek demektir. Zira bu evre işin iman boyutunu teşkil etmektedir. İman boyutunda uzlaşma veya bulanıklık ifsada mahal verir. Fikrî plandaki bu asil duruşun, Rasul’ün Sünneti’ne uygun bir pratiği de beraberinde getireceği muhakkaktır.

Şu kadar ki böylesi arı duru bir söylem ve duruş küfür erbabını korkutacağından şiddet içerikli bir söylem ve duruş olmakla ittiham edeceklerdir. Hâlbuki bu suçlama ile İslâm’ın pak ve nezih olan itikadını bulanık hale getirmeyi temenni etmektedirler. Kaldı ki biz burada şiddetten uzak tamamen fikrî ve siyasi bir mücadeleyi kastediyoruz. İşte Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de yaptığı tamı tamına bu idi. Bu İslâm amentüsünün alternatifsizliğinin, şeffaflığının, kuşatıcılığının ve yetkinliğinin bir yansımasıdır.  

Özetlersek; İslâm’ın yönetim, iktisat, medeni hukuk, eğitim, dış siyaset vb. ile ilgili bilumum yasaları yürürlüğe konulmadıkça İslâmî bir hayatın söz konusu olamayacağı gerçeğinin farkına varılmasının zamanı gelmiştir. Tıpkı bunun gibi bütün kuşatıcılığıyla İslâmî bir hayat ortaya konulmadıkça da toplumsal bir dönüşümün gerçekleşmeyeceğini idrak etmenin vakti gelip çatmıştır. Toplumsal dönüşümün ancak İslâmî bir hayatı başlatmakla mümkün olacağı gerçeğini yüksek sesle haykırmak zaruret halini almıştır.

Ümmet yapmakta olduğu hamlelerle tekrar eski izzetli ve şerefli günlere dönmek istediğini dosta düşmana göstermiştir. Zira dost da düşman da dünyanın dört bir yanındaki Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Ümmeti’nin uyandığına şahit olmuştur. Öyle ki; bugün yerel yada global, kurulan her denklemin en etkin öğesi İslâm’dır. Ümmet özüne dönmek için Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in izinden yürüyerek köklü bir toplumsal dönüşümün eşiğindedir. Dünyayı saran zulme son vermek için evrensel Hilafet Devleti’ni ilan etmenin arifesindedir.

“Zalimler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.” (Şuara 227) 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz