Ve siyaset kirlendi.
Demokrasi’nin kirletmediği bir o kalmıştı derken, iyi ve güzele dair ne varsa
Demokles’in kılıcı gibi kesti. Önce acizlerden ve zavallılardan başladı, sonra
her bir ferde sirayet etti, derken aileler ve hemen peşinden toplumlar battı bataklığa.
Kendisi için her şeyi feda ederek çıktı yola. Gerçekten de feda etti, yıktı ve
bozdu istediği ne varsa. Söylemleri bozdu, eylemleri bozdu, mefhumları bozdu,
kişilikleri bozdu, bozulmadık hiç bir şey bırakmadı. Önce zulme seyirci kalmayı
öğretti, sonra haksızlıklar karşısında susmayı ve sonra tavizler vermeyi, yalan
söylemeyi, aldatmayı öğretti. Hem de tüm bu yaptıklarını kendisinden bir parça
haline getirip meşrulaştırarak. Kendisi adına söylenen yalanların masum olduğuna
inandırdı birçoklarını. Hatta kendisinin olmazsa olmaz olduğunu kabullendirerek
her şeyden vazgeçercesine bağladı kendisine. Neredeyse bütün gayelere ulaşma
vasıtası kıldı kendini. Herkesin amacına ulaşmak için gireceği mecburi pota
oldu. Giren o potada eridi, girmekte direnenleri kılıcıyla eritti. Herkesin
ağzına pelesenk etti kendini: “Demokraside çareler tükenmez.” Çare üretme yönüyle doğru bir tespit
sayılabilir. Zira her şeye çare değil, bir şeye birden çok çare bulma gibi bir
yönü vardır. Hangi çarenin doğru veya yanlış, hayırlı veya zararlı olduğu çok
da önemli değildir, çare gibi gözüksün yeter. Demokratik yönetimlerde toplumun
ifsad edilmesi oldukça kolaydır, zira vakıası gereği oldukça esnek ve tavizkar
davranan Demokrasi’nin içinde koskoca bir canavarı barındırdığını ancak ona
dakik bir şekilde bakanlar görür. Sonra canavarca insanlar türer ve yönetime
geçerler. İşte böylece kirlenir siyaset ve siyasete dair ne varsa.
Örneğine sıkça
rastladığımız söylemler ile birbirlerine alçaltıcı şekilde davranan
idarecilerin hali pürmelalini görmekteyiz ki onlar birbirlerini yermede
pervasızdır. Siyasi partilerde gelinen nokta ancak şöyle tarif edilebilir; “En
iyi projeyi üreten değil, en iyi hakareti savuran kazanır.” Ya da şöyle de
söylenebilir; “Düşmanını alt etmenin yolu ondan daha iyi idareci olmayı iddia
etmek değil, elinde onun aleyhinde kullanılacak birçok kasetin bulunduğunu
iddia etmektir.” Kısaca yarışı kazanmanın yolu fikirlerin yahut çözümlerin
çokluğunda değil, şantaj ve iftira malzemelerinin çokluğundadır. İşte siyasetin
geldiği yer böyle bir yerdir. Yerel seçimlerin propaganda faaliyetlerinin
başladığı günden bugüne değin siyasetçilerin üsluplarında hep kirlilik hâkimdi.
Bütün bu kirliliği de Demokrasi’nin bir parçası saymak ayrıca manidardır.
Hâlbuki siyasetin tanımı
yapıldığında siyasi bir kişinin ve bir devlet liderinin vasıflarını daha net
görebiliriz. Siyaset ıstılahi olarak “Ümmet’in işlerini dâhilen ve haricen
gütmektir. Bu da devlet ve ümmet tarafından olur” şeklindedir. Ünlü siyaset
bilimci Andrew Heywood ise Kapitalizm’den aldığı tarif ile şöyle tanımlar: “Siyaset,
en geniş anlamda, insanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak,
korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir.” 1775 tarihinde
tanımlanmak zorunda bırakılan siyaset kavramı Samuel Johnson tarafından “Dünyada
yükselmenin aracı” olarak ifade edilmektedir. İşte buradan anlaşılıyor ki,
siyasetçi içinde bulunduğu toplumun daha iyi bir toplum olması için çalışan, Ümmeti’nin
kalkınmasını hedef edinen ve bu uğurda siyaset(iş) üreten kimsedir. Fakat bunun
dışında manipülasyonlarla, algı değiştirme ile yahut rakiplerini devre dışı
bırakma ile yürütülen işler doğru bir siyasetçi işi değildir.
İçinde yaşadığımız
topluma Demokrasi’nin girmesiyle yerleştirilen siyaset algısı bu yüzden tanımları
yapılan şekilde değildir. Anlık, günlük belki de haftalık olmaktan öteye
geçemeyen siyaset anlayışımız 19. yy Amerikan tarihçisi Henry Adams’ın siyaset
tanımına oldukça mutabık düşüyor. O bu kavramı “nefretin sistematik organizasyonu”
olarak özetliyordu.
Siyaset denilince
Türkiye’de kopartılan algı savaşını da göz ardı etmemeliyiz. Hükümet ile Cemaatin
arasından su sızmaz bir bağ var iken bir anda sistematik nefret organizsayonu
düzenlemek tam olarak Demokratik siyaset örneğidir. Bu organizasyon aynı
zamanda Makyavelist düşüncenin Demokrasi karşısındaki mağlubiyetini gözler
önüne sermektedir. Zira belirlenen hedef için bütün hükümetler ile sıkı
ilişkiler kurmayı meşru görmek her zaman aynı mesafenin gidilmesi anlamına gelmiyor.
Buradaki algı yönlendirmesi ise şudur; Siyasi partilerin hangi seçim olursa
olsun öncesinde büyük bir oyuna ihtiyacı vardır ve hangi parti oyununu iyi
seçer ve iyi oynarsa liderliğe yürür. Zaten kendisi için bir tehdit olan Cemaat
ile vakti gelmişken büyük bir oyun oynamayı hatta bu oyunda önemli riskler
almayı göze almış bir Başbakan var. Zira Başbakan Erdoğan, saf dışı bırakmakla
kalmayıp bir de ardı kesilmeyen ithamlar ile toplumun nabzını yoklamıştır. “Haşhaşiler,
sahte peygamber, devlet düşmanı ve örgüt lideri” gibi ithamlar ile Fethullah
Gülen’e saldırmasından sonra toplumun nabzının lehine döndüğünü anlamış ve
saldırılarına son hızıyla devam etmiştir. Dikkat edilirse seçimler bittikten
sonra aynı sertlikte ifadeler söylenmemiştir. Bu kendi düşmanını oluşturma ve
bu düşmana kafa tutma siyasetidir.
Aynı şekilde Ergenekon
davasında kendini savcı ilan eden Başbakan Erdoğan’ın tahliyelerden sonra hapse
attırdığı tüm Ergenekonculara geçmiş olsun dilemesi, onlar adına mutlu olduğunu
ifade etmesi aynı politik oyunların senaryoları içinde yer almaktadır. Aynı
şekilde hükümetin Suriye politikası olsun veya “İsrail” politikası olsun
hepsinde uçlarda seyretmesi, mutedil kalamaması ülke olarak boynumuzdaki
ilmeğin boyutlarını gün yüzüne çıkartmaktadır. Bağımsız bir ülke siyaseti güdemeyen
Türkiye’nin nerede nasıl ve ne kadar hamle yapacağını maalesef ki, devletin başındakiler
belirleyemiyor. Bir gün diplomasinin bir ucunda sivrilen politikamız bir başka
gün diğer ucunda sivrilebiliyor. Hâlbuki bir akideye bina edilmiş olsaydı bütün
adımlar o siyasetin çemberi içerisinde yer alırdı tıpkı II. Abdulhamid’in
yaptığı gibi...
II. Abdulahmid’i dünya
siyasetinde kıskanılacak seviyeye ulaştıran yegâne unsur dayandığı akidesidir.
O siyasetini dakik bir tanzime bina ediyordu. Örneğin Teşkilat-ı Mahsusa ile
içişlerinde yeni bir yapılanmaya giden Abdulhamid, dışişlerinde de kıvrak
diplomasisi sayesinde Osmanlı’nın çöküşünü 30 yıl kadar durdurabilmiştir. Yine
Hz. Ömer’in, Tarık bin Ziyad’ın kendi tebasına karşı doğru siyasetler gütme
örnekliği bugün hala okunduğunda takdirle karşılanmaktadır.
Hülasa kendi
beldelerimizdeki onlarca üniversitede siyaset bilimi okunmasına ve bu kulvarda
onlarca bilim adamı yetişmesine rağmen, gerçekten siyasetin başında olanların
gayri ahlâki yönetimleri, değişken ve ihtilafa açık tavırları bu Ümmet’e fayda
vermiyor ve gelecek için de oldukça kötü bir tablo ile baş başa kalmış oluyoruz.
Francis Fukuyama Tarihin
Sonu tezinde belirttiği Demokrasi kavramını bu noktada eksik bırakmıştır. Çünkü
Demokrasi ahlâkın sonu, kirliliğin milatıdır. Kapkara ve kopkoyu bir tarihin
başlangıcı, toparlanmasından ve ayağa kalkmasından ümit var olduğumuz bir
geçmişin sonudur. Yine Demokrasi siyaseti şekillendirenlerin elinde nereye
çekersen oraya uzayan bir oyun hamuru gibidir. Bu çerçevede düşünecek olursak
başta T.C. Başbakanı olmak üzere, İslâmî beldelerdeki bütün yöneticilerin
sığındığı tek liman olan Demokrasi, düşmanlarımızın bizlere sunduğu en
tehlikeli ikramıdır. Onu gerçek sahiplerinden daha fazla sahiplenmek ve onu
benimsemek, geçmişi bir çırpıda yerle yeksan etmek ve temizlenmesi mümkün
olmayan bir kirliliğe bulamak demektir.
Neticede geçmiş İslâmî
yönetimlerde devlet adamı modeli Ümmet’in maslahatına projeler üretecek, bu
projeleri hayata indirirken küfür yönetimlerinden asla onay ve yardım
beklemeyecek, aydın düşünen nesiller yetiştirmekten korkmayacak, muhasebeye
açık ve şeffaf olacak, yaptıklarıyla ancak Ümmet’in takdirini toplayacak bir
karakterde olmuştur. Şimdi yine öyle olmalıdır. Bugün olduğu gibi toplumları
apolitik hale getirip hiçbir kusurun konuşulmadığı, yapılan ihanetlerin deşifre
edilmediği bir ortam hazırlamak ancak korkakların işidir. Muhalefet etmekle
yükümlü olanların bile gerçek ihanetleri açıklamaktan ziyade basit ve yüzeysel
ses kayıtlarını kullanma gafletine düşmesi de maalesef ki danışıklı dövüş
yapıldığının açık emaresidir.
Sistemin işlerliğini sürdürmede aynı hedef ile
yürüyen iktidarlarla muhalefetler siyaseti kirletmeye, seviyesini düşürmeye
devam etmektedirler. Bizler ise tüm bu kirli siyasetlere karşı İslâm'ın sahih
siyasetini gütme konusunda kararlı olmalı ve devlet olarak İslâm’ın davetini
dakik bir siyaset ve aydın bir bakış ile taşıyacak İslâmî Hilâfet Devleti’ni
kurmak için azami cehd göstermeliyiz.
“Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz
onlardan hoşnut olsanız bile şüphesiz Allah fasıklar topluluğundan asla hoşnut
olmaz.”
(Tevbe 96)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış