SİYASETİ DEMOKRASİ İLE KİRLETMEK...

Emrah Akay

Ve siyaset kirlendi. Demokrasi’nin kirletmediği bir o kalmıştı derken, iyi ve güzele dair ne varsa Demokles’in kılıcı gibi kesti. Önce acizlerden ve zavallılardan başladı, sonra her bir ferde sirayet etti, derken aileler ve hemen peşinden toplumlar battı bataklığa. Kendisi için her şeyi feda ederek çıktı yola. Gerçekten de feda etti, yıktı ve bozdu istediği ne varsa. Söylemleri bozdu, eylemleri bozdu, mefhumları bozdu, kişilikleri bozdu, bozulmadık hiç bir şey bırakmadı. Önce zulme seyirci kalmayı öğretti, sonra haksızlıklar karşısında susmayı ve sonra tavizler vermeyi, yalan söylemeyi, aldatmayı öğretti. Hem de tüm bu yaptıklarını kendisinden bir parça haline getirip meşrulaştırarak. Kendisi adına söylenen yalanların masum olduğuna inandırdı birçoklarını. Hatta kendisinin olmazsa olmaz olduğunu kabullendirerek her şeyden vazgeçercesine bağladı kendisine. Neredeyse bütün gayelere ulaşma vasıtası kıldı kendini. Herkesin amacına ulaşmak için gireceği mecburi pota oldu. Giren o potada eridi, girmekte direnenleri kılıcıyla eritti. Herkesin ağzına pelesenk etti kendini: “Demokraside çareler tükenmez.”  Çare üretme yönüyle doğru bir tespit sayılabilir. Zira her şeye çare değil, bir şeye birden çok çare bulma gibi bir yönü vardır. Hangi çarenin doğru veya yanlış, hayırlı veya zararlı olduğu çok da önemli değildir, çare gibi gözüksün yeter. Demokratik yönetimlerde toplumun ifsad edilmesi oldukça kolaydır, zira vakıası gereği oldukça esnek ve tavizkar davranan Demokrasi’nin içinde koskoca bir canavarı barındırdığını ancak ona dakik bir şekilde bakanlar görür. Sonra canavarca insanlar türer ve yönetime geçerler. İşte böylece kirlenir siyaset ve siyasete dair ne varsa.

Örneğine sıkça rastladığımız söylemler ile birbirlerine alçaltıcı şekilde davranan idarecilerin hali pürmelalini görmekteyiz ki onlar birbirlerini yermede pervasızdır. Siyasi partilerde gelinen nokta ancak şöyle tarif edilebilir; “En iyi projeyi üreten değil, en iyi hakareti savuran kazanır.” Ya da şöyle de söylenebilir; “Düşmanını alt etmenin yolu ondan daha iyi idareci olmayı iddia etmek değil, elinde onun aleyhinde kullanılacak birçok kasetin bulunduğunu iddia etmektir.” Kısaca yarışı kazanmanın yolu fikirlerin yahut çözümlerin çokluğunda değil, şantaj ve iftira malzemelerinin çokluğundadır. İşte siyasetin geldiği yer böyle bir yerdir. Yerel seçimlerin propaganda faaliyetlerinin başladığı günden bugüne değin siyasetçilerin üsluplarında hep kirlilik hâkimdi. Bütün bu kirliliği de Demokrasi’nin bir parçası saymak ayrıca manidardır.

Hâlbuki siyasetin tanımı yapıldığında siyasi bir kişinin ve bir devlet liderinin vasıflarını daha net görebiliriz. Siyaset ıstılahi olarak “Ümmet’in işlerini dâhilen ve haricen gütmektir. Bu da devlet ve ümmet tarafından olur” şeklindedir. Ünlü siyaset bilimci Andrew Heywood ise Kapitalizm’den aldığı tarif ile şöyle tanımlar: “Siyaset, en geniş anlamda, insanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir.” 1775 tarihinde tanımlanmak zorunda bırakılan siyaset kavramı Samuel Johnson tarafından “Dünyada yükselmenin aracı” olarak ifade edilmektedir. İşte buradan anlaşılıyor ki, siyasetçi içinde bulunduğu toplumun daha iyi bir toplum olması için çalışan, Ümmeti’nin kalkınmasını hedef edinen ve bu uğurda siyaset(iş) üreten kimsedir. Fakat bunun dışında manipülasyonlarla, algı değiştirme ile yahut rakiplerini devre dışı bırakma ile yürütülen işler doğru bir siyasetçi işi değildir.

İçinde yaşadığımız topluma Demokrasi’nin girmesiyle yerleştirilen siyaset algısı bu yüzden tanımları yapılan şekilde değildir. Anlık, günlük belki de haftalık olmaktan öteye geçemeyen siyaset anlayışımız 19. yy Amerikan tarihçisi Henry Adams’ın siyaset tanımına oldukça mutabık düşüyor. O bu kavramı “nefretin sistematik organizasyonu” olarak özetliyordu.

Siyaset denilince Türkiye’de kopartılan algı savaşını da göz ardı etmemeliyiz. Hükümet ile Cemaatin arasından su sızmaz bir bağ var iken bir anda sistematik nefret organizsayonu düzenlemek tam olarak Demokratik siyaset örneğidir. Bu organizasyon aynı zamanda Makyavelist düşüncenin Demokrasi karşısındaki mağlubiyetini gözler önüne sermektedir. Zira belirlenen hedef için bütün hükümetler ile sıkı ilişkiler kurmayı meşru görmek her zaman aynı mesafenin gidilmesi anlamına gelmiyor. Buradaki algı yönlendirmesi ise şudur; Siyasi partilerin hangi seçim olursa olsun öncesinde büyük bir oyuna ihtiyacı vardır ve hangi parti oyununu iyi seçer ve iyi oynarsa liderliğe yürür. Zaten kendisi için bir tehdit olan Cemaat ile vakti gelmişken büyük bir oyun oynamayı hatta bu oyunda önemli riskler almayı göze almış bir Başbakan var. Zira Başbakan Erdoğan, saf dışı bırakmakla kalmayıp bir de ardı kesilmeyen ithamlar ile toplumun nabzını yoklamıştır. “Haşhaşiler, sahte peygamber, devlet düşmanı ve örgüt lideri” gibi ithamlar ile Fethullah Gülen’e saldırmasından sonra toplumun nabzının lehine döndüğünü anlamış ve saldırılarına son hızıyla devam etmiştir. Dikkat edilirse seçimler bittikten sonra aynı sertlikte ifadeler söylenmemiştir. Bu kendi düşmanını oluşturma ve bu düşmana kafa tutma siyasetidir.

Aynı şekilde Ergenekon davasında kendini savcı ilan eden Başbakan Erdoğan’ın tahliyelerden sonra hapse attırdığı tüm Ergenekonculara geçmiş olsun dilemesi, onlar adına mutlu olduğunu ifade etmesi aynı politik oyunların senaryoları içinde yer almaktadır. Aynı şekilde hükümetin Suriye politikası olsun veya “İsrail” politikası olsun hepsinde uçlarda seyretmesi, mutedil kalamaması ülke olarak boynumuzdaki ilmeğin boyutlarını gün yüzüne çıkartmaktadır. Bağımsız bir ülke siyaseti güdemeyen Türkiye’nin nerede nasıl ve ne kadar hamle yapacağını maalesef ki, devletin başındakiler belirleyemiyor. Bir gün diplomasinin bir ucunda sivrilen politikamız bir başka gün diğer ucunda sivrilebiliyor. Hâlbuki bir akideye bina edilmiş olsaydı bütün adımlar o siyasetin çemberi içerisinde yer alırdı tıpkı II. Abdulhamid’in yaptığı gibi...

II. Abdulahmid’i dünya siyasetinde kıskanılacak seviyeye ulaştıran yegâne unsur dayandığı akidesidir. O siyasetini dakik bir tanzime bina ediyordu. Örneğin Teşkilat-ı Mahsusa ile içişlerinde yeni bir yapılanmaya giden Abdulhamid, dışişlerinde de kıvrak diplomasisi sayesinde Osmanlı’nın çöküşünü 30 yıl kadar durdurabilmiştir. Yine Hz. Ömer’in, Tarık bin Ziyad’ın kendi tebasına karşı doğru siyasetler gütme örnekliği bugün hala okunduğunda takdirle karşılanmaktadır.

Hülasa kendi beldelerimizdeki onlarca üniversitede siyaset bilimi okunmasına ve bu kulvarda onlarca bilim adamı yetişmesine rağmen, gerçekten siyasetin başında olanların gayri ahlâki yönetimleri, değişken ve ihtilafa açık tavırları bu Ümmet’e fayda vermiyor ve gelecek için de oldukça kötü bir tablo ile baş başa kalmış oluyoruz.

Francis Fukuyama Tarihin Sonu tezinde belirttiği Demokrasi kavramını bu noktada eksik bırakmıştır. Çünkü Demokrasi ahlâkın sonu, kirliliğin milatıdır. Kapkara ve kopkoyu bir tarihin başlangıcı, toparlanmasından ve ayağa kalkmasından ümit var olduğumuz bir geçmişin sonudur. Yine Demokrasi siyaseti şekillendirenlerin elinde nereye çekersen oraya uzayan bir oyun hamuru gibidir. Bu çerçevede düşünecek olursak başta T.C. Başbakanı olmak üzere, İslâmî beldelerdeki bütün yöneticilerin sığındığı tek liman olan Demokrasi, düşmanlarımızın bizlere sunduğu en tehlikeli ikramıdır. Onu gerçek sahiplerinden daha fazla sahiplenmek ve onu benimsemek, geçmişi bir çırpıda yerle yeksan etmek ve temizlenmesi mümkün olmayan bir kirliliğe bulamak demektir.

Neticede geçmiş İslâmî yönetimlerde devlet adamı modeli Ümmet’in maslahatına projeler üretecek, bu projeleri hayata indirirken küfür yönetimlerinden asla onay ve yardım beklemeyecek, aydın düşünen nesiller yetiştirmekten korkmayacak, muhasebeye açık ve şeffaf olacak, yaptıklarıyla ancak Ümmet’in takdirini toplayacak bir karakterde olmuştur. Şimdi yine öyle olmalıdır. Bugün olduğu gibi toplumları apolitik hale getirip hiçbir kusurun konuşulmadığı, yapılan ihanetlerin deşifre edilmediği bir ortam hazırlamak ancak korkakların işidir. Muhalefet etmekle yükümlü olanların bile gerçek ihanetleri açıklamaktan ziyade basit ve yüzeysel ses kayıtlarını kullanma gafletine düşmesi de maalesef ki danışıklı dövüş yapıldığının açık emaresidir.

 Sistemin işlerliğini sürdürmede aynı hedef ile yürüyen iktidarlarla muhalefetler siyaseti kirletmeye, seviyesini düşürmeye devam etmektedirler. Bizler ise tüm bu kirli siyasetlere karşı İslâm'ın sahih siyasetini gütme konusunda kararlı olmalı ve devlet olarak İslâm’ın davetini dakik bir siyaset ve aydın bir bakış ile taşıyacak İslâmî Hilâfet Devleti’ni kurmak için azami cehd göstermeliyiz.

“Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile şüphesiz Allah fasıklar topluluğundan asla hoşnut olmaz.” (Tevbe 96)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz