MUTTAKİ OLABİLMEK

Songül Toprak

Hakiki bir Müslüman olabilmek için elbette ki en önemli husus muttaki olmaktır. Çünkü Müslüman Rabbiyle ilk yaptığı ve varlığının sonuna kadar devam edecek olan akitleşmesinde, kendisini Rahman'ın kollarına teslim etmiştir. “İllallah” diyerek ve bütün korkularından soyutlanarak “Amenna ve saddakna” düsturuyla âlemlere meydan okudu “Asıl korkulması gereken bir tek ve ancak Allah'tır” diyerek.

Hani gecenin karanlığında kimseler etrafta yokken bir yol kesici bir anda karşına çıkar ya! Elindeki silahı sana doğrultur ve komutlar vererek seni tehdit eder ve sen canını kurtarma pahasına ne derse yaparsın ya! İşte öyle bir şey. O an hem ondan korkmuşsundur hem de ona teslim olmuşsundur.

İşte insan da şu koca âlemde kendisini yalnız ve çaresiz hissettiği o an, derin tefekkür onu yaratıcıyla buluşturur. Bir yandan, “Rabbim beni boşuna yaratmamış” diyerek korkuyla ümit arasında hakikate kapı aralarken, bir yandan da gerçek hayatın nefesini alıp verir ve hayatı verene teslim olması gerektiğini anlamıştır.

O, artık teslimiyetin gereği olarak da O’nun vereceği komutlara uygun hareket etmeye başlamış ve ancak hayatının iplerini yaratana teslim etmesi gerektiğinin şuuruna varmıştır. Çünkü o artık muttaki olan bir Müslümandır.

O, artık varlık âlemine ve hayata gücü yeten yaratıcısının ondan istediği şekilde bakıp, hayata yön vermeye başlarken, daha iyi, daha kaliteli, garantisi ömür boyu bitmeyecek olan Müslümanlardan olmak istiyordu. Ömür boyu garantisi olan tek marka ise sadece takva idi. Evet, doğru olan da bu idi. Rabbinden gelen beyanlar da bu yöndeydi. Bütün mükâfatların, Cennetlerin ve ırmakların en iyisi onlar için, yani muttakiler için hazırlamıştı.

“Şüphesiz muttaki olanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak Cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar. Çünkü onlar, bundan önce dünyada ihsanda bulunup güzel davrananlardı. Gece boyunca da pek az uyurlardı. Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi. Onların mallarında dilenip isteyen ve (iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için bir hak olduğunu kabul ederlerdi.” (Zariyat 15-19)

“De ki, size bunlardan daha hayırlısını bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan ebediyen kalacakları Cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın rızası, hoşnutluğu vardır. Allah kullarını hakkıyla görendir. Ki onlar, Ey Rabbimiz! İman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru, derler. Sabrederler, doğru dürüst olurlar, huzurda boyun bükerler, infak ederler (hayırda harcarlar) ve seher vaktinde Allah’tan bağışlanma dilerler.” (Ali İmran 15-17)

Bir hadiste Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:

“Arabın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” (Ahmed b. Hanbel) Ve yine şöyle buyurur.

“İnsanın cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun Allah’a karşı duyduğu takvasıdır.” (Ahmed b. Hanbel)

İşte bu müjdeleri duyan binlerce muttaki, bir yandan bizlere ışık tutan gökteki yıldızlar olurken, bir yandan da İslâm tarihine adlarını altın harflerle yazdırdılar. Onlar muttaki olmanın  (Allah’tan en çok sakınanlardan olmanın) ne anlama geldiğini, neyi ifade ettiğini çok iyi biliyorlardı.

 Bilimsel ve teknolojik olarak insanlığın çığır açtığı, ancak fikren saflığın, berraklığın yok olduğu bu çağda, vahyin çerçevesine giremeyecek fikirler, görüşler ve anlayışlar ortaya çıktı. Bukalemun gibi bulunduğu yere ve ortama göre şekillenen, renk alan bir kişilik oluştu. Her an yön değiştiren ve sağa sola yalpalanan bir Müslüman zihniyeti oluştu. Her kafadan bir ses, her telden bir saz çalan olduk.       

Öyle ki; amel bakımından çok ibadet yapan, binlerce tespih çeken, sosyal hayatın gerçeklerinden elini ayağını çekerek yıllarını nefsini tezkiye etmek için harcayan muttakiler çıktı!

Etrafında şahit olduğu münkeri düzeltme gayreti yerine “Önce kendimi düzeltmem gerek” diyerek evine kapanan muttakiler çıktı!

Her bir televizyon programı karşılığında binlerce lira almalarına rağmen şer'î hükümleri iki elin parmakları kadar az gösteren âlim muttakiler çıktı!

Allah'ın adını ağzına alarak, dilinde Kelime-i Tevhid olan Müslümanı, kasapların koyunu boğazladığı gibi başını gövdesinden ayıran kimseler muttaki oldu!

Tarihinin her safhasında kâfirlerden uzak durmuş ve Müslümanlarla savaşarak kendine İslâmî devrimci diyen mezhepçi devlet kurucular muttaki oldu!

Halkının yüzde yetmişi açlık sınırının altında olan bir devlet başkanı, ülkenin en zenginlerinden biri iken, İslâmî Devlet’i getiren muttaki lider oldu!    

Ülkesindeki savaştan kaçan, evini, malını, mülkünü geride bırakıp din kardeşi diye bildiği komşusuna sığınanları hiç bir ahlaki norm ile örtüşmeyecek, kendi ayıplarını örtmek adına kapı dışarı edenlere ses çıkarmayan liderler muttaki oldu! Oysa onlar miting meydanlarının, kimseye pabuç bırakmayan güçlü liderleriydi değil mi?

Dahası küfür nizamına oy vermenin, destek olmanın, Müslümanlığın gereği olduğunu, vacip olduğunu, vebal olduğunu söyleyenler muttaki kanaat önderleri oldu değil mi?

Kendisini bir davetçi olarak görüp, sağlam bir fikre sahip olduktan sonra namaz gibi farz-ı ayn olan bir hükmü yerine getirmekte gevşeklik gösterenler kendi kendilerini muttaki zanneder oldu değil mi?

Hâsılı kelam, yukarıda verdiğimiz birçok örneği toplumumuz maalesef muttakiler sınıfına koyar. O kimselere hürmet eder ve saygı gösterir. Çünkü yüce kitabımızda Rabbimiz takva sahiplerinden defalarca bahsetmiş ve övmüştür.

Peki gerçekte muttaki kimlere denir?...

“Rabbinizin mağfiretine (bağışına) ve takva sahipleri için hazırlanmış olan, genişliği gökler ve yer kadar olan Cennet’e kavuşmak için yarışın, koşun. O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için infak edip harcarlar; öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah da muhsinleri, güzel davranışta bulunanları, iyilik yapanları sever. Yine onlar, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı tövbe istiğfar eder, bağışlanma isterler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Yine onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte bunların mükâfatı, Rablerinin mağfireti ve içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!” (Ali İmran 133-136)

Hadis-i şerifte:

“Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Bu nedenle şüphelerden korunan, dini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düşen harama da düşer; Nasıl, koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa. Haberiniz olsun ki, her melikin korusu vardır. Allah’ın korusu da haramlardır.” (Buhari, Müslim) buyurulmuştur.

Takva, Hz. Ali'ye göre: “Günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibâdetlerle avunup aldanmayı bırakmaktır.” Dünyada insanların efendisi cömertler; ahirette de müttakilerdir.” Hasan Basri'ye göre ise: “Allah'tan başkasını Allah'a tercih etmemek ve bütün işlerin Allah'ın kudretinde olduğunu bilmektir.”

  Ömer b. Hattab RadiyAllahu Anh Ubeyd b. Kab'a takvanın mahiyeti hakkında soru sorunca. Ubeyd;

“Dikenli bir yolda hiç yürüdün mü? diye sormuş.

Hz. Ömer: Evet, demiş.

Ubeyd ikinci soruyu da yöneltir: Peki böyle bir yolda yürürken ne yaptın?

Hz. Ömer: Elbiselerimi topladım ve mümkün olduğu kadar korundum, deyince

Ubeyd: İşte takva budur, cevabını vermiş.” (Kurtubi)

“Muttakiler madde ötesi âleme inanırlar. Takva, nefsi korkulandan korunağa almaktır. Takva, büyük günahlardan korunmak, farzları yapıp haramlardan sakınmaktır. Takva, Mevla’nın seni yasakladığı şeylerde görmemesidir. Takva,  iki şeyin arasını ayırmaktır.” (İbni Kesir)

“Elif Lâm Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için bir hidayet kaynağı ve kılavuz olan bir kitaptır. O muttakiler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan infak ederler. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilen kitap ve peygamberlere ve Ahiret Günü’ne iman ederler. Onlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve felaha, kurtuluşa erenler ancak onlardır.” (Bakara 1-5)

Muttaki kelimesi tefsirlerde özetle bu şekilde geçiyor. Birçok tefsir kaynağında da buna benzer şekilde geçer.

O kadar ucuz ve kolay değilmiş takvalı olmak! Dikkat edin, Bakara Suresi’nin üçüncü ayetinde geçen gayba iman çok önemlidir. İman ve amelin merkezine gayba imanı koymak zorundayız. Ona iman olmazsa olmaz. Ona iman, yakin bir iman olmak zorundadır.

Allah Rasulü bir savaşta, Hz. Ali'yi müşriklere haberi ulaştıracak casus bir kadını yakalaması için gönderir ve “git o kadının yanında sakladığı mektubu al getir” der.  Hz. Ali, kadını yakalar. Bir türlü mektubu bulamaz ve hemen kılıcını çıkarıp kadının boynuna dayayarak;

“Ya mektubu verirsin ya da canından olursun” der ve kadın saçının örükleri arasına sakladığı mektubu Hz. Ali'ye verir.

Kadın sorar: Mektubun bende olduğundan nasıl bu kadar emin oldun, der.

Hz. Ali cevaben:  O (Hz. Muhammed) söylemişse doğru söylemiştir, der.”

Bu öyle bir imandır ki; gözlerin gördüğünün daha ötesinde bir görüş ve imandır. İşte bu minval üzere Rabbimizin haber verdiklerine ve vadettiklerine bu hal üzere inanırsak muttaki olabiliriz.

Son olarak, dönüp bir kez daha kendimize bakalım. Müslüman olarak takvanın neresindeyiz. Kavram olarak mefhumunu kavradık mı? Pratikte ne kadarını sergileyip yansıtabiliyoruz. Rabbimizin bizlere vadettiklerinin gecikmesinin sebebi bizlerin hakikatte muttaki kullar olmayışımızdan ötürü olmasın! Yamalı bohça gibi bir söküğü kapatırken, diğer yandan açılan başka bir söküğe yetişemeyişimiz bu takva eksikliğinden olmasın!

Takva Allah’ın ipine sımsıkı tutunmaktır,

 Takva yaptığı amelden kibirlenmemektir, 

Takva karanlıkta yol almaktır. İnsanlar arasında garip kalmaktır.

Takva Mevla’nın azabından değil O’nu kırmaktan üzmekten sakınmaktır.

Takva hiç bir zaman kendini yalnız hissetmemektir.

Takva yaradılış gayesini bir an olsun unutmamaktır.

Takva fedakârlıkta ve cömertlikte haddi aşmaktır.

Takva Allah için sevmek ve yine O’nun için buğz etmektir.

Ve takva ehil Müslüman olup, gücünün sırrını keşfederek başarıya ulaşmaktır.

 Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir yolculuk esnasında, bir kuyu başında durup dinlenmek için yol arkadaşlarıyla birlikte mola verirler. Sahabelerden biri kuyuya gidip bir kova su çıkarmak ister. Ancak bir türlü kovayı dolu olarak çıkaramaz. Her defasında kovayı kuyunun duvarlarına vurarak ve sallayarak çıkardığı için kovanın içindeki suyun yarısı tekrar dökülür. Olup bitenleri seyreden Allah Rasulü yanındaki Sahabeye “İşte ümmetim için öyle bir zaman gelecek ki onlar da Allah yolunda bir şeyler yapmak isteyecekler ancak şu kovayı boş çıkaran adam gibi bir yandan yaparken bir yandan da yıkacaklardır” buyurur.

“İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da, şüphesiz O seni görmektedir.” (Buhari, Müslim)

Çok Engebeli İnişli Yokuşlu Bir Yoldur,

Dikenli Bir Yolda Yürümek Kadar Çetrefilli Ve Zordur,   

Her Müslümanın Nazarı O Yolun Sonudur,

Oysa Takva Erleri O Yolu Çoktan Geçmiş Ve Aşmıştır. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz