HAC FARÎZASININ TEŞRÎ VE SİYASÎ YÖNÜ

Abdullah İmamoğlu

 Allahu Ekber Allahu Ekber Lailahe İllallahu Allahu Ekber. Allahu Ekberu Kebira Vel Hamdulillahi Kesira, SubhanAllahi Bukraten ve Esîla…

Bir hadiste Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

 İslâm’ın düğümleri, her biri tek tek çözülünceye kadar, kopacaktır. Bu çözülen düğümlerin ilki yönetim ve sonuncusu da namaz olacaktır.” (Ahmed ibn Hanbel)

İslâm Hilafet Devleti’nin ilgasının ardından fiilî olarak birçok İslâmî hüküm hayattan mülga olurken birçok hüküm de asıl hüviyetinden/kimliğinden fazlasıyla uzaklaşmıştır. Asıl hüviyetinden uzaklaşan hükümlere zekât, oruç Hac örnek olarak gösterilebilir. 

İdrak ettiğimiz ay Zil Hicce ayı, başka bir deyimle “Hac” ayıdır. Hal böyle olunca, hayatla ilişkisi tamamen kesilen, hayatta hiçbir ağırlığı ve geçerliliği olmayan, sanal bir ibadet gibi lanse edilmeye çalışılan, asıl hüviyetinden uzaklaştırılan, siyasi ve teşrî yönü tamamen unutturulan Hac farizasını bu ay makale konusu olarak ele almayı uygun gördüm. İbadetlerin âdet, âdetlerin de ibadet halini aldığı şu günlerde Hac farizasının ayrıca bir önem taşıdığını düşünüyorum.

Makalenin konu açısından dağılımında büyük çoğunluğu Hac farizasının siyasi yönü oluştursa da teşrî boyutuna kısmen de olsa değinmek istedim. Zaten Müslümanların nazarında Hac ibadetinin teşrî yönü başka bir söylemle ibadetin farziyeti malum olan meseledir. Bu muhtasar girizgâhın hemen ardından konuyu detaylandıracak olursak şöyledir;

1-      Hac Farizasının Teşrî Yönü

Yukarıda; bir cümleyle yüklemeye çalıştığım Hacmi epeyce ağır bir mana vardı. “İbadetlerin âdet, âdetlerimizin de ibadet” halini aldığı şu günler demiştim. Esas itibarıyla şunu kastettim. Yukarıda zikrettiğim bu söylemin hakikatini birçok ibadette görmek mümkün olsa da, Hac ibadetindeki belirginlik inkâr edilemez. Hemen sağınıza ve solunuza Hac farizasını yerine getirmiş Mehmet amcalara, Ayşe teyzelere bakınız. Ne gördünüz? Ben söyleyeyim; “Ununu eleyip, eleğini de asmış” Müslüman tiplemelerinin Hacca gittiğini görürüsünüz. Rakamsal bir bilgi aktarımı muradımı daha iyi anlatacaktır umarım: Türkiye’de geçtiğimiz yıllara kadar Hacca gidenlerin yaş ortalaması 60’tan aşağıya hiç düşmemiştir. Ne var ki bu rakam nesillerin gençleşmesiyle geçtiğimiz sene Türkiye’den Hacca gidenlerin sayısı 60 bin civarında olup bunların yaş ortalaması 56’dır. Tabii bu iddiamı genellemek de Hac farizasının teşrî ve siyasi yönü noktasında bilinçle hareket eden genç kardeşlerime zulüm olur. Hac ibadetine yönelik genel bir bakışı dile getirdikten sonra asıl konumuza geçelim.

Hac ibadeti Allahu Teâlâ’nın şu hitabıyla farz kılınmıştır:

“Yoluna gücü yeten herkesin, o eve gidip Haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır.” (Ali İmran 97)

Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise İslâm’ın üzerine kurulduğu esasları beyan eden bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

بُني الإسلام على خمس: شهادة أن لا إله إلاَّ الله، وأنَّ محمداً رسول الله، وإقام الصلاة، وإيتاء الزكاة، وحجِّ البيت، وصوم رمضان

“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka İlâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve Hacc’a gitmektir.” (Buhari, Müslim)

Bu makalede Hac farizasını (menasik detaylarını) ilmihal formatında ele almayı düşünmediğim için teşrî açıdan farziyetine değinmek yeterli olacaktır. Maalesef ilmihal kitaplarımızda ziyadesiyle menasik detaylarına yer verildiğine, tam aksine siyasi boyutuna ise hiç değinilmediğine şahit olmuyor muyuz? Neyse kerim kardeşlerim, Hacca gitmeye imkân yetiren herkesin üzerine şartlar tahakkuk ettiğinde Hac ibadeti farzdır.

2-      Hac Farizasının Siyasi Yönü

Hac farizasının siyasi yönünün daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağına inandığım şu tasnifi yapmak isterim;

a-      Hac ibadeti, Müslümanların vahdaniyetinin pratik hayata yansımasıdır:

Hac ibadeti, İslâm Ümmeti’nin vahdaniyetinin/birliğinin zahiri olarak pratik hayata yansıdığı alandır. Bütün sınırları ortadan kaldırarak, milliyetçiliğin bir kenara atıldığı, ırkçılığın hor görüldüğü, Müslümanların birbirlerine şefkat nazarıyla baktıkları bir ibadet türüdür Hac...   Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

“Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allah) kalplerinizi uzlaştırdı. O’nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz.” (Ali İmran 103)

Müslümanların hain yöneticilerinin bütün engellerine rağmen, bütün engelleri aşarak akidelerinin gereği olan bir ibadeti, dil, ırk, renk, millet ayrımı yapmaksızın ifa etmeleri için bir araya gelmeleri; İslâm Ümmeti’nin vahdaniyetinin en büyük emaresidir. Zaten dikkat çekmeye çalıştığımız yönlerden bir tanesi de budur. Hac ibadeti, Müslümanların kardeşlik duygularının kabardığı, kardeş olduklarını hatırladıkları ve kardeş olduklarını hatırlamaları gereken bir ibadet türüdür. Mukaddes beldeye yapılan ziyaret esnasında Kâbe’yi tavaf eden, Arafat’ta vakfe duran ve bütün Hac menasiklerini yerine getiren bir kişi, yanı başında aynı menasikleri yerine getiren Müslümanı rengi, dili, ırkı farklı olsa da akidesi gereği mümin kardeşi olarak görür ve görmelidir de...

Nasıl ki tavaf sırasında hengâmeden ve izdihamdan dolayı yere düşen kardeşimize akidemiz gereği yardım elimizi uzatıyor ve o yere düşen kardeşimizin rengine, ırkına ve milletine bakmaksızın sıkıntıdan kurtarıyorsak, normal hayatta da Suriyeli, Iraklı, Arakanlı, Filistinli kardeşlerimize de yardım elimizi uzatmalıyız…

Nasıl ki Müzdelife’de ve Mina’da cemarât (şeytan taşlama) sırasında aynı düşmanı/şeytanı hedef alıyor ve dil, ırk, mezhep farklılıkları ihtilafımıza, kardeşliğimizin bozulmasına neden olamıyorsa bu birliktelik gündelik hayatta da kâfirlere ve küfre karşı mücadelede aynı düzeyde olmalıdır…

Aslında kısacası Hac farizasının bu siyasi yönü bizlere Müslümanların nazarında üzeri tozlanmış bir şer’î hakikati hatırlatmalıdır. Ki o, Müslümanları Arafat’ta, Müzdelife’de, Kâbe’yi tavafta bir arada topladığı gibi, İslâm Ümmeti’ni bir sancak altında toplayacak olan Hilâfet hakikatidir.

Dolaysıyla Hac ibadetinin bu yönü aslında Müslümanlara, “Ümmet bilincini” ve paramparça olmuş, dağılmış ve ayrılmış İslâm Ümmeti’ni bir çatı altında toplayacak olan İslâm Hilâfet Devleti’ni hatırlatmalıdır.

b-      Arefe gününün yani Arafat’a çıkışın ilanı:

Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

الْحَجُّ عَرَفَةُ

“Hac Arafat’tır.” (Tırmizi)

Bilindiği üzere Arafat’a Zil Hicce’nin 9’unda Kurban Bayramı günü olan Zil Hicce’nin 10’undan bir gün önce çıkılır. Burada Arafat’ın ne anlama geldiği ve detaylarından ziyade,  Arafat’ın Hac ibadeti için önemi ve siyasi yönü üzerinde durmak istiyorum. Mezkûr hadiste de vurgulandığı gibi, Arafat’ta vakfe durmak Hacı olmaktır. Haccın bizzat kendisidir. Kim ki Arafat sınırları içerisinde, Arefe günü (Zil Hicce’nin 9’u) vakfe durmazsa Hacı olamaz. Haccın en önemli ve ihmal edilemez menasiki Arafat’tır. Arafat’a Arefe günü olan Zil Hicce’nin 9’unda çıkılır. Bu demektir ki Arefe gününün hangi güne tekabül ettiğinin tespiti, ilanı ve Arafat’a çıkış çok önem arz etmektedir. Önemli ve hassas çünkü gün tespitindeki yanlışlık koskoca bir Hac menasikini alıp götürürür.

Günümüzde ise; bayram ve Arefe günlerinin tespitinde ve ilanında ihtilaflar olmaktadır. Bu demektir ki Arefe günü değilken Arafat’a çıkma ihtimali söz konusudur. Bu da vakfenin gününde ve zamanında yapıl(a)madığı demektir. Arafat’sız ise Hac olunmaz...!!

Şahit olduğum kısa bir olayı aktarayım da kastettiğim daha iyi anlaşılsın. Bundan yıllar önce Diyanet İşleri Başkanı Mekke’de bir hotelin çatısında canlı yayında bilgilendirme konuşması yaparken şunları ifade etmişti: “Türkiye’deki Müslümanlar her ne kadar bizler yarın burada Arafat’a çıkacak olsak ta sizler için Arefe günü bir sonraki gündür…”  Dün gibi hatırlıyorum. Düşünebiliyor musunuz, kendisi orada Arafat’a çıkarken Müslümanlara bir sonraki gün çıkmayı sıkı sıkı telkin ediyor. Bunun manası şu farklı günde bayram bu Arefe günü… Bunun diğer manası ise Arefe gününün belirsizliği…

Öyleyse Arafat’a çıkmanın önemi kadar, Arefe gününün hangi güne tekabül ettiğinin ilanı da çok önemlidir. Fazla söze Hacet yok... Arefe gününün ilanındaki ihtilafı ortadan kaldıracak olan ise Müminlerin emîridir. Müminlerin Halifesidir bayram ve Arefe birliğini sağlayacak olan... Sahabenin icmâından istinbat edilmiş şer’î kaide de bu şöyle ifade edilmektedir:

"حكم الحاكم يرفعُ الخلاف"

“İmam’ın hükmü/kararı ihtilafları ortadan kaldırır.”

Arefe ve bayram günlerinde görüş birliğini sağlayacak, ihtilafları ortadan kaldıracak, Müslümanlara yaptıkları ibadetlerde itminan sağlayacak ve vahdaniyet tesis edecek ancak Râşid bir Halife’dir. Öyleyse itminanla ibadet etmek isteyenlere, birlik ve beraberlik içerisinde bayram yapmak isteyenlere, bu ihtilaf ve farklı farklı günlerde bayram yapmak gibi büyük yanlış ve cürüm, Râşid bir Halifeyi hatırlatmalıdır. İşte bu da Hac farizasının hatırlanması gereken önemli siyasi bir yönüdür.

c-      Emîrü'l Hac/Hac Emîri:

Hac ibadetinin düzen içerisinde ve kurallarına uygun biçimde yerine getirilmesinden sorumlu kişilere Emîrü'l-Hac denmektedir. İslâm'da Emîrü'l-Hac olarak atanan ilk kişi, Mekke'nin fethinden sonraki ilk Haccı yöneten Hz. Ebu Bekr Radiyallahu Anh olmuştur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sonra bütün Halifeler ya bizzat kendileri Hac emîrliği yapmışlar veyahut yerlerine Hac emîri tayın etmişlerdir. Bu hal kâfir İngiliz ve onların yerli işbirlikçilerinin İslâm Hilâfet Devleti’ni hayattan uzaklaştırmasına kadar olan süre içerisinde tatbik edilmiştir. Yani 1924’den sonra Halifelikle beraber Hac emîrliği de kaldırılmıştır.

Yıllardır Müslümanlar, maalesef Halifesiz olduklarından dolayı senelerdir Hac emîri olmadan ve bu hükümden habersiz olarak Hac etmektedirler.

Buradan kastım Hac emîri olmadan Hac ibadetinin kabul olmayacağı değildir. Ama hatırlarsanız makalemin en başında ifade ettiğim bir şey vardı ki o, hükümlerin “asıl hüviyetinden uzaklaşması” idi. İşte bu hükümde de asıl olan Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bizzat hayata tatbik ettiği ve Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ardından gelen Halifelerin uygulayageldiği Emîrü'l-Hac/Hac Emîri’nin varlığıdır. Hac Emîri’ni bizzat Halife tayin eder ya da Hac farizasını Hac emîri olarak bizzat Halife yönetir. Lakin gelin görün ki bizler 1924’ten buyana Hac farizasının bu siyasi yönünden mahrumuz.

Özetle,  vahdâniyet içerisinde, birlik ve beraberlik ortamında, sevab/isabetli olan günde Hac etmek istiyor ve bayram yapma arzusu taşıyorsak, Rasullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi bunu sağlayacak olan Râşid bir Halife nasb etmeliyiz... Etmeliyiz ki dünyada ve ahirette amellerimizin karşılığı hayır ve yerine getirdiğimiz hükümler itminan verici olsun.

Ezcümle olarak Kurban Bayramı münasebetiyle birkaç cümle kurban hakkında sarf etmek isterim. Kurban Bayramları hiç kuşkusuz Allah’a kurban olmanın, sevdiklerini Allah’a kurban etmenin/edebilmenin hatırlanacağı en münasip günlerdir. Et bayramı olmaktan öteye gitmez oldu artık Kurban Bayramlarımız... Bilinmelidir ki Kurban Bayramı et bayramı değil, Rabbe karîb olma/yaklaşma eylemidir. Allah ve dini uğrunda kurban olabilmek, başka bir ifadeyle Allah’a itaatte arzulanan kıvama gelmek İbrahimî olmayı, teslimiyette arzulanan kıvama gelmek ise İsmailî olmayı gerektirir. Halîlullah olabilmek sadece kurban kesmekle değil ondan öte (Allah’a itaatte) kurban olmakla mümkündür.

Eyd Adha/Kurban Bayramınızı tebrik eder, bu mübarek günlerin İslâm Ümmeti’nin kurtuluşuna ve II. Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulmasına/ikamesine vesile olmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ederim.

Kendini Allah’a ve Yüce Dini’ne adayıp, nefsini ve sevdiklerini kurban ederek Allahu Teâlâ’nın mağfiretine ve Cennet’ine koşanlara selam olsun.

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz