1492’de Avrupalılar tarafından keşfedildiği kabul edilen Amerika kıtasına
İngilizler,
İspanyollar,
Portekizliler
ve Fransızlar tebelleş oldular. Yerli halkı katliama tâbi
tutarak topraklarını ellerinden aldılar. İngiltere başta olmak üzere sair
Avrupa ülkeleri halklarının buralara göç etmesine öncülük etmek suretiyle ondan
fazla koloni oluşturdular. İşte Amerika
Birleşik Devletleri; temeli işgal, zulüm ve katliam olan bu koloniler üzerine
kurulmuş bir devlettir. Diğer bir ifade ile Amerikan demokrasisi denilen rejim,
yaklaşık 30 milyon yerlinin katledilmesi üzerine kurulmuştur.
I. Dünya Savaşı'nın İtilaf Devletleri tarafından kazanılmasında
önemli bir rol oynayan ABD, II. Dünya Savaşı'nda Almanya, İtalya ve Japonya'ya karşı büyük
bir zafer kazanarak bir süper güç haline geldi.
Almanya'nın Polonya'yı
işgal ettiği 1 Eylül 1939’da başlayan II. Dünya Savaşı’nda Birleşik Krallık,
Sovyetler Birliği ve Fransa ile birlikte hareket eden ABD, 6 Ağustos 1945'te
Hiroşima, 9 Ağustos 1945'te ise Nagasaki kentlerini atom bombasıyla vurarak
dünya tarihinde asla bir daha yaşanmayacak olan bir katliama imza atmıştır.
İnsanın dini ve
metafizik kabuller doğrultusunda değil de akıl ve mantık çerçevesinde düşünce
üretmesiyle modern dünyanın kurulduğunu söyleyen Max Weber, bunu Protestan
ahlaka bağlayarak Kapitalist düşüncenin deyim yerindeyse dini alt yapısını
ortaya koymaktadır. Protestan ahlakı Kapitalizmin ana rahmi olarak
değerlendiren adı geçen sosyolog, içinde din hürriyeti, düşünce hürriyeti,
teşebbüs hürriyeti ve kişisel hürriyetleri barındıran demokrasiyi kapitalizmin
siyasi hâkimiyet tarzı olarak ortaya koymuştur. Böylece büyük kapitalist
devletler sömürgeciliğin felsefî ve ahlaki gerekçesine ulaşmış oluyorlardı.
Kapitalist sistem dünyayı
yıkıma uğratmış ve insanlık ondan kurtulmak için çırpınırken Francis Fukuyama,
“Tarihin Sonu ve Son Adam” adlı kitabında ortaya attığı “İnsanlık aradığı
düzenini liberalizmde bulmuş, bu yüzden tarihin sonuna gelinmiştir. Bundan
böyle yalnızca kapitalizm vardır.” tezi ile uzatmaları oynamıştır. İşte
bugün ABD’nin bayraktarlığını yaptığı ahlak ve kültür; M. Weber’in meşrulaştırdığı Protestan ahlak
ve kültürdür. Öncülüğünü yaptığı sistem; emperyalizm ve sömürgeciliğin iç içe
geçmesiyle ortaya çıkan F. Fukuyama’nın kutsadığı, kapitalizm sistemidir. Bu nedenle ABD,
iktisadi alanda liberalizmi, siyasi alanda demokrasiyi ve kültürel alanda da
bireysel özgürlüğü dünya milletlerine dayatmaktadır. Bu ideolojik değişimi
uluslararası kuruluşlar ve çok uluslu şirketler aracılığıyla özellikle üçüncü
dünya ülkelerine ve İslâm coğrafyasına hızlı bir şekilde yaymakta, buna direnen
halkları şiddete maruz bırakarak terörize edip cezalandırmaktadır.
II. Dünya Savaşı’ndan
sonra dünya üzerindeki egemenliğini kurumsallaştırmak üzere BM’i ve NATO’yu
kuran ABD’yi kontrol edecek bir güç artık kalmamıştır. Bu büyük sömürgeci
emperyal güç, diplomasisini BM üzerinden, askerî operasyonlarını Nato üzerinden
ve finansal kaynaklarını da IMF üzerinden sürdürerek dünyayı kontrol etmeyi günümüze
kadar devam ettirmiştir.
ABD bu saplantı üzerine
kurulu olduğundan bu mücadelesinin onun için yaşamsal bir boyut arz ettiğinin
farkındadır. Bu sömürü ideolojisini ya bütün dünyaya egemen kılmak için
savaşmayı sürdürecek aksi takdirde yıkılıp gideceğini iyi hesap etmiştir. İngilizler tarafından Müslümanların bağrına
bir paslı hançer gibi saplanan İsrail oluşumunu kayıtsız şartsız bir şekilde
desteklemesi de bundandır. Bu yüzden ABD
Genelkurmay Başkanı Martin Dempse, 17
Temmuz 2014’te başlattığı ve 51 gün boyunca sürdürdüğü saldırılarında 490
Filistinli çocuğu öldüren İsrail terör oluşumuna, "İsrail'in sivillere
yönelik hassasiyeti takdire değer" diyerek övgüler dizmektedir. “Bana
verilen görev IŞİD’i bitirmektir. Esad rejimine son vermek diye bir görev bana
verilmedi.” diyecek kadar pervasız konuşan M. Dempsey, IŞİD adı altında
bütün bir İslâm’la savaştığını gizleyecek kadar da korkak ve ikiyüzlü
olabilmektedir. Esad rejimiyle savaşan
Cephetu’n Nusra, Ahraru’ş Şam vb. silahlı muhalifleri de vurmaktan geri
durmamaktadır. Dördüncü yılını doldurmak üzere olan Suriye kıyamında, İran ve
Rusya destekli rejimin gerçekleştirdiği katliamlara göz yuman ABD’nin Aynel
Arap/Kobani’de hiçbir katliam
yaşanmamışken dünyayı velveleye vermesindeki sebep hep aynı. Aynı kaygılarla dünyanın en sivil
hareketlerinden biri olan İhvan’a ve Mursi’ye bile tahammül etmeyerek, Mısır
ordusunun gerçekleştirdiği kanlı darbeye destek vermeye devam etmektedir. Esas amacı liberal demokrasiyi alt ederek
Fukuyama’nın öngörüsünü ters yüz edecek İslâmî düşüncenin yeşermeye yüz tuttuğu
coğrafyayı kendi haline bırakmamaktır. Dün Truman’ın domino teorisi uyarınca
Vietnam'da komünist bir iktidarın çevre bölgelere sıçrayacağını düşünerek bunu
engellemek için on yıl boyunca 60.000 askerini zayi eden ABD, bugün Hilâfet’in
kurulmasını engellemek için her türlü fitneye başvurmaktadır. Dahası; ayak
seslerini duyduğu ve engelleyemediği Hilâfet’in sahtesini piyasaya sürerek
ümmetin beklentisini boşa çıkarmaya çalışmaktadır. Kapitalizmin evrenselleşmesinin önünde kalan
tek engel olan İslâm’ı devre dışı bırakmak için her kutsalı çiğnemektedir.
ABD’nin en büyük
cürümlerinden biri de kendi halkını aldatmasıdır. Devlet terörü ile oluşturduğu
ortamın ürettiği terörizm sayesinde halkının gözünde İslâm’ı şiddete eşdeğer
gösterebilmektedir. ABD’deki yerel medya
ile oluşturduğu gerçeğe aykırı algı ile Amerikan halkının İslâm’dan ve
Müslüman’dan kuşku duyup korkmasını sağlamaktadır.
Bu nedenle dünyanın
acilen ABD ve taşıdığı kapitalist zihniyetten kurtarılması bir zaruret
olmuştur. Bu, başta Amerikan halkı olmak üzere bütün dünyanın menfaatine
olacaktır.
Kaldı ki; İslâm amentüsü
bir hayat nizamı olarak bütün unsurlarıyla çoktan insanlığa mâl olmuş, bir gün muhakkak hayat nizamı olarak yeniden insanların
ufkunda doğacaktır. Şimdi insanlık yüzünü soğuk batıdan doğuya çevirmiş dört
gözle ufkun ağarmasını İslâm güneşinin doğmasını beklemektedir.
Öncelikle İslâm
akidesiyle tarihi geçmişi olan halklar bu ezelî amentüye yeniden sahip çıkmaya,
Amerikan ve Batı sömürgesi karşısında kaybettikleri izzet, şeref ve onurlarını İslâm
ile yeniden elde etmeye başlamışlardır.
Son ve kalıcı darbeyi indirmenin yolu; ABD zihniyetinin temelini oluşturan seküler dünya görüşüne karşı Peygamberî metot doğrultusunda entegre ve uzlaşma kabul etmeyen örgütsel arı duru bir fikrî mücadeleyi olanca hızıyla sürdürmektir. Bununla birlikte Müslümanları bu fikrî mücadeleye taraf yaparak onları evrensel Râşidî Hilâfet idealine doğru yürütmektir. Müslüman halklar ikna edilip inandırılmadan girişilecek her kalkışmanın akim kalacağı artık bugün daha iyi anlaşılmıştır. Yine başımızdaki yönetimlerin Batı değerlerini reddetmeyen temelsiz projeleriyle ve çelişkili manevralarıyla da bu ceberut ABD zulmünden ve hegemonyasından kurtulmamızın mümkün olmayacağının bilinmesi gerekir.
“Sizden, hayra çağıran,
iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk
bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âli İmran 104)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış