“İSRAİL” MÜSLÜMANLARIN BAĞRINA SAPLANMIŞ BİR HANÇERDİR!

Remzi Özer

Yüz yılı aşkın bir süredir Filistin’de yaşadığımız işgalci “İsrail” sorunu, 1916’da Sykes-Picot Antlaşması ile Osmanlı’yı parçalayan İngilizlerin var ettiği bir sorundur.

Bu sorunun temel nedeni, sömürgeci kâfir İngilizlerde Müslümanlara, İslâm’a ve Hilâfet’e yönelik var olan büyük Haçlı düşmanlığıdır.

İngilizler, Müslüman halkların yeniden Hilâfet çatısı altında birleşerek kendileri için ölümcül bir tehdide dönüşmelerini engellemek amacıyla, Ortadoğu’da sürekli çatışma, kriz, kaos ve gerilim üretmesi için Yahudi varlığını Müslümanların kalbine bir hançer gibi saplamışlardır. İngilizlerin var ettiği, daha sonra Amerika ve diğer Batı ülkelerinin desteklediği, halkları Müslüman ülke yöneticilerinin ihanetleriyle koruyup büyüttükleri Filistin’deki Yahudi varlığı sorunu, günümüze kadar Müslümanları çok fazlaca meşgul eden can yakıcı sorunların en önemlilerinden biri olarak varlığını sürdürmüştür.

Batılı toplumlar tarafından kabul görmeyen, sürekli kovulan, dışlanıp aşağılanan ve kendi yurtları olmayan Yahudilerin, kendilerine Tevrat’ta vaat edilen “Arz-ı Mevud” topraklarında bir yurt edinme istekleri, İngilizlerin Ortadoğu planları için kullandıkları elverişli bir araç olmuştur.

Teodor Herlz, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını 1895 yılında yayınladığı “Yahudi Devleti” isimli kitabında öneren ve Siyonizmin siyasi yönünü ortaya koyan ilk Yahudi’dir. Teodor Herlz’in öncülüğünde 1897 yılında ilk Dünya Siyonist Kongresi yapılmış ve bu kongrede Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurmasına yönelik karar alınmıştır. Bu karar çerçevesinde, Avrupa hükümetleri ile görüşerek Filistin’de devlet kurma hakkı için diplomatik yollardan mücadele edilmesi ile Yahudilerin Filistin’e dönerek Filistin’de kolonizasyona devam edilmesi görüşleri benimsenmiştir.

Teodor Herlz ayrıca Osmanlı Halifesi Sultan Abdülhamid’den Osmanlı’nın bütün borçlarını ödeme karşılığında kendilerine Filistin’de bir yurt vermesini de talep etmiştir. Bu talep karşısında Sultan Abdülhamid, tarihe geçen şu meşhur cevabı vermiştir: “Filistin benim şahsıma ait değildir, Filistin bütün Müslümanlara aittir. Filistin’den size bir karış toprak vermek dahi, bana vücudumun lime lime edilmesinden ağır gelir.”

Osmanlı’dan ümidini kesen Yahudilerin, Avrupalı devletler, özellikle de İngilizler nezdinde yapmış oldukları girişimler ve İngilizlerin Ortadoğu planları çerçevesinde Yahudileri kullanma düşüncesini birleştiren Balfour Deklarasyonu, 1917 tarihinde yayımlanmıştır. Bu deklarasyon ile, İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, Yahudi halkının Filistin’de bir devlet kurmasını destekleyeceğini açıklamış ve bu deklarasyon ile İngiltere, Filistin’de kurulacak olan Yahudi devletinin hamiliğini üstlenmiştir. Diğer Batılı devletler tarafından da desteklenen bu deklarasyon ile gerçekte, Filistin’de gasıp Yahudi varlığı sorununun temeli atılmıştır.

Balfour Deklarasyonundan kısa bir süre sonra 1917 yılının sonlarına doğru Kudüs’ün Lord Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilmesiyle Filistin’deki Osmanlı yönetimi sona ermiştir. Lord Allenby, Kudüs’ü işgal etikten sonra -İngilizlerin Müslümanlara yönelik büyük Haçlı düşmanlığının bir yansıması olarak- Selahaddin Eyyubi’nin mezarına gitmiş, “Dinle Selahaddin! Biz geri döndük.” diyerek mezarı tekmelemiş ve “İşte şimdi Haçlı savaşları sona ermiştir!” ifadesini kullanmıştır.

Filistin’de 1917 yılında fiilen başlayan İngiliz yönetimi, 25 Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansıyla İngiliz Mandası altına alınmış, 1922 yılında da Milletler Cemiyeti kararı ile Filistin’de İngiliz Manda yönetimi resmiyet kazanmıştır.

1920 yılında Filistin’de kurulan İngiliz mandası sonrasında Filistin’e başlayan Yahudi göçüyle Filistin’deki Yahudi nüfusu hızlıca artmaya başlamıştır. Manda rejiminde önemli kademelere Yahudilerin getirilmesi, Filistin toprakları üzerinde yerleşimler, nüfus, toprak paylaşımı gibi konularda önemli değişikliklere neden olmuştur.

İngiltere 1920-1947 arasındaki yönetimiyle, ülkedeki Yahudi nüfusunu 7 kat artırarak Filistin’de 1920 yılında %10 olan Yahudi nüfusunun %35 oranına kadar yükselmesini, ayrıca Yahudilerin Filistin’de sahip oldukları toprak parçası oranının da %3’ten %7’ye kadar artmasını sağlamıştır.

İngiltere’nin 2 Nisan 1947 yılında Birleşmiş Milletlere başvurusu sonrasında alınan 181 Sayılı Birleşmiş Milletler kararı ile:

1. Filistin’deki mandanın sona ermesi ve İngiliz silahlı birliklerinin 1 Ağustos 1948’den geç olmamak kaydıyla geri çekilmesi,

2. Bir Arap devleti ve bir Yahudi devleti kurulması, Kudüs şehri için BM konseyi tarafından yürütülecek özel uluslararası bir rejim,

3. İki ülkenin ekonomik ve transit bir birlik tesis edebilmeleri için sulama, toprak koruma ve ekimi, devletlerarasındaki tren yolu, otoyol, iletişim, havaalanı, liman işletmeciliği, ortak geçerli bir kur sistemi ve tek bir ortak yabancı döviz kuru, ortak gümrük birliği oluşturma,

4. Bölünme planının başarıyla yürütülmesini sağlamak için beş üye devletten oluşan bir Filistin komisyonunun kurulması, kabul edilmiştir.

Alınan bu karar ile Filistin’de İngiliz Manda yönetimi sona ermiş, Kudüs’e uluslararası bir statü kazandırılması, Filistin’in geri kalanında da bir Yahudi ve bir Arap devleti olmak üzere iki devletli bir çözümün hayata geçirilmesi karara bağlanmıştır.

İngilizlerin 15 Mayıs 1948’de Filistin’deki manda yönetimini sonlandırması ve Filistin’i terk etmesinden bir gün önce Yahudiler 14 Mayıs 1948 tarihinde “İsrail” adını verdikleri devleti ilan ettiler.

1948 yılında Yahudi varlığının bağımsızlık ilanından sonra başlayan “Arap-‘İsrail’” savaşı, İngilizlerin oluşturduğu Arap rejimlerinin ihaneti ve başarısızlığı ile gasıp Yahudi varlığının lehine sonuçlanmış, Yahudi varlığı 1947 Birleşmiş Milletler taksim planıyla elde ettiği %56’lık toprak oranını %78’e çıkarmış, sadece Batı Şeria Ürdün’ün, Gazze de Mısır’ın elinde kalmıştır.

5 Haziran 1967'de başlayan “6 Gün Savaşları”nda gasıp Yahudi varlığı Mısır'dan Gazze ve Sina Yarımadası'nı, Suriye'den de Golan Tepeleri’ni almış, Ürdün güçlerini de Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ten çıkarmıştır. Mısır'ın güçlü hava kuvvetleri, savaşın ilk günü saf dışı bırakılmış, Yahudi varlığının uçakları, daha başlangıçta Mısır Hava Kuvvetlerini havalanamadan yerle bir etmiş ve savaşın sonunda Yahudi varlığı elde ettiği toprak kazanımları ile kontrolündeki alanı iki katına çıkarmıştır.

1973 yılında Mısır ve Suriye’nin başlattığı ve “Yom Kippur Savaşı” olarak anılan savaşta da yine kazanan Yahudiler olmuştur. Bölgedeki Mısır, Suriye, Ürdün, Irak gibi Arap rejimlerinin ihanet ve başarısızlıkları, Yahudilerin bayram etmesine ve “yenilmez ‘İsrail’” efsanesini üretmelerine neden olmuştur.

1964 yılında Filistin’in kurtuluşu için kurulan El Fetih, diğer adıyla “Filistin kurtuluş Örgütü” lideri Yaser Arafat, Amerika’nın desteğiyle 1974 yılında Birleşmiş Milletler Genel kuruluna hitaben bir konuşma yapmış ve bu konuşma ile Filistin Kurtuluş Örgütü ve Yaser Arafat, Filistin’in resmî temsilcisi konumuna yüksel(til)miştir.

1978 yılına gelindiğinde ise Mısır lideri Enver Sedat daha önceki ihanet halkalarına bir yenisini ekleyerek gasıp Yahudi varlığı ile “Camp David Antlaşması” olarak bilinen bir ihanet antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma ile Mısır, 1948’de Yahudi varlığını, Türkiye’den sonra devlet olarak tanıyan ikinci Müslüman ülke olmuştur.

Yine bu antlaşma ile Mısır gasıp ve gayrimeşru Yahudi varlığına bölgede meşruiyet kazandıran ilk Arap rejimi olarak tarihe geçmiş, Mısır’ın hemen arkasından Ürdün de bu ihanet zincirindeki yerini almıştır.

1993 yılında ise Filistin, kendi evlatları tarafından büyük bir ihanete uğramış, Amerika’nın girişim ve öncülüğünde Filistin Kurtuluş Örgütü ile gasıp Yahudi varlığı arasında Oslo Antlaşması imzalanmıştır.

Bu antlaşmayla Filistin Kurtuluş Örgütü, Yahudi varlığını resmen “devlet” olarak tanımıştır. Geçici bir Filistin devletinin kurulması ve 1999 yılında Filistin devletinin ilan edilmesi de antlaşmanın maddeleri arasında yer almıştır.

Oslo Antlaşmasından günümüze kadar geçen otuz yıllık süre içerisinde Yahudi varlığı sürekli yeni Yahudi yerleşimciler getirerek, Filistin’in Müslüman halkına ait evleri, arazileri zorla ellerinden alıp Yahudi yerleşimcilere vererek Filistin’de gasp ettiği toprak oranını %85 seviyesine yükseltmiştir.

Yine aynı süre içerisinde kendisiyle iş birliği içerisindeki hain Mahmut Abbas’ın sözde yöneticiliğini yaptığı Batı Şeria bölgesinden daha çok, Hamas tarafından yönetilen Gazze bölgesine defalarca hava harekâtı düzenlemiş, Gazze’yi havadan bombalamış, daha sonra kara harekatları ile Gazze’yi işgal etmeye çalışmıştır.

Gasıp Yahudi varlığı, Filistin’e ve özellikle Gazze’ye gerçekleştirdiği bu saldırılarda bebek, çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden binlerce Müslüman’ı katletmiş, Müslüman Filistin halkının yaşadığı şehirlerde büyük bir yıkıma yol açmış, şehirleri neredeyse harabeye çevirmiştir. Yahudi varlığının yapmış olduğu katliamlar ve Filistin topraklarını gasp etmeye devam eden girişimleri, Amerika ve Avrupa tarafından sürekli görmezden gelinerek desteklenmiştir.

Bölgedeki Arap rejimleri, diğer ülkeler ve sözde Mahmut Abbas başkanlığındaki Filistin yönetimi de Yahudi varlığına karşı sessiz kalmakla Filistin’e ihanet ederek Yahudi varlığını desteklemişlerdir.

Yahudi varlığının Filistin’de varlık bularak yaşayıp büyümesi, Filistin’in %85’ini işgal etmesi, Mahmut Abbas gibi kendi evlatlarının, Arap rejimlerinin, Türkiye, İran gibi diğer ülkelerin Filistin davasına ihanet etmeleri sonucunda gerçekleşmiştir.

Hizb-ut Tahrir’in kurucusu Takiyyüddin En-Nebhanî’nin, “Yahudi varlığı ‘İsrail’, Arap rejimlerinin gölgesidir, o rejimleri kaldırdığın an o gölge de gider” sözü de, bu ihaneti özlü bir şekilde ifade etmektedir.

Nitekim en son 7 Ekim günü Filistin’in Gazze bölgesinden küçük bir Müslüman savaşçı gurubunun, şiddetle sarsılmasına ve travma geçirmesine yol açacak şekilde gasıp Yahudi varlığına indirdiği büyük darbe sonrasında yaşananlar da Yahudi varlığının Filistin’i işgalini ve bugüne kadar nasıl ayakta kalabildiğini açıklamaktadır.

Darbenin şokuyla cinnet geçirip gözü dönen gasıp Yahudi varlığının üç haftadan bu yana Filistin’in Gazze bölgesinde insanlığın ender gördüğü bir katliam, mezalim ve soykırım gerçekleştirmeye başlamasıyla birlikte, bütün Müslüman halklar ayağa kalkmış, Yahudi varlığı ile Müslümanlar arasındaki bu savaş, neredeyse dünyanın tek gündemi haline gelmiştir.

Müslüman savaşçıların vurduğu büyük darbeyle Yahudi varlığının askerî sistemi, güvenlik sistemi ve istihbarat sistemi çökmüş, özellikle Arap rejimlerinin ihanetleriyle oluşan “yenilmez ‘İsrail’” efsanesi yerle bir olmuş ve Yahudi varlığının gerçekte ne kadar zayıf olduğu ortaya çıkmıştır.

Yahudi varlığının zayıflığıyla birlikte, bölgedeki Müslüman halkların gerçekleştirdiği büyük halk hareketleri, sömürgeci Batı dünyasında büyük bir endişeye yol açmış, bunun üzerine Amerika Doğu Akdeniz’e iki adet uçak gemisi, destek gemileri ve bölgedeki askerî üslerine konuşlandırılmak üzere THAAD füzeleri ve ek patriot bataryaları gönderme kararı almıştır. Yahudi varlığına önemli miktarda askerî ve mali yardım yapma kararını da Kongrenin onayından geçirmiştir.

Amerikan Başkanı Biden, Fransa Başkanı Macron, İngiltere Başbakanı Sunak bizzat bölgeye gelerek Yahudi varlığı Başbakanı Netanyahu ile görüşmüşler ve desteklerini açıklamışlardır.

Diğer yandan Filistin’e destek olan ve Yahudi varlığını lanetleyen, Filistin’in kurtarılmasını talep eden, Müslüman orduların Filistin’e gönderilmesini isteyen büyük halk hareketlerinin yaşandığı Arap rejimleri ve bölgedeki diğer, halkı Müslüman ülkelerin yöneticileri ise bir türlü harekete geçmemişlerdir.

Bir avuç Müslüman savaşçı tarafından Yahudi varlığının ne kadar zayıf olduğunun ortaya çıkarılmasına, ayrıca gelişmiş silahlara ve güçlü ordulara sahip olmalarına rağmen, bu yöneticiler, Yahudi varlığını sadece kınamışlar, suçlamışlar ve içi boş konuşmaların yapıldığı mitingler düzenlemişler, ancak somut herhangi bir adım atmamışlardır.

Sonuç olarak;

1- Hz. Ömer zamanında fethedilen Kudüs ve Filistin, Müslümanların iç sorunlar yaşadığı, siyasi birliklerinin parçalandığı ve iki Hilâfet’e bölünerek zayıf düştükleri bir dönemde Haçlılar tarafından işgal edilerek Müslümanların elinden çıkmıştır.

-Müslümanların iç sorunlarını çözmesi, iki Hilâfet’i tek bir Hilâfet’te birleştirip siyasi birliklerini sağlayarak güçlerini toparlaması sonucunda Kudüs, Selahaddin Eyyubi tarafından fethedilerek yeniden Müslümanların eline geçmiştir.

-Osmanlı’nın zayıflayarak İngilizler tarafından parçalanması ve Hilâfet’in ilga edilmesi sonucunda Müslümanların siyasi birliklerinin dağılması ve iç sorunlarla zayıf düşmesi sonrasında, Kudüs ve Filistin, önce İngilizler daha sonra da Yahudiler tarafından işgal ve gasp edilmiştir.

2- Yahudi varlığı tarafından Filistin’in işgali, öncelikle İngilizlerin sonrasında ise Amerika başta olmak üzere bütün sömürgeci kâfir Batı dünyasının Müslümanların göğsüne sapladığı bir hançerdir.

Müslüman savaşçıların 7 Ekim günü Yahudi varlığına vurdukları büyük darbe sonrasında Amerikan Başkanı Joe Biden tarafından söylenen “Eğer bir ‘İsrail’ olmasaydı, bizim onu icat etmemiz gerekirdi.” sözü, Yahudi varlığının sömürgeci kâfir Batı tarafından Müslümanların göğsüne saplanan bir hançer olduğunu teyit etmektedir.

3- Bölgedeki Arap rejimleri ve halkı Müslüman ülkelerin yöneticileri ise sömürgeci Batı tarafından kontrol edilen, Filistin’i korumak yerine gasıp Yahudi varlığını korumakla, Müslüman halkları engelleyip durdurmakla görevlendirilmiş, sömürgecilerin Müslümanların sırtına sapladığı hançerlerdir.

4- Müslüman halklar için gerçek düşman, sömürgeci kafir Batı’dır; Amerika ve Avrupa'dır. Yahudi varlığı “İsrail” ile Arap rejimleri ve halkı Müslüman olan diğer ülkelerin yöneticileri, sömürgeci kâfir Batı’nın Müslümanlara karşı savaşlarında kullandıkları yalnızca birer araçtır.

Müslümanlar kendilerini temsil etmeyen, geri kalmışlığa, zayıflığa ve zillete mahkûm eden; gasıp Yahudi varlığını koruyup kollayan, yaşamasına ve ayakta kalmasına destek veren; sömürgeci kâfir Batı tarafından kontrol edilen bu rejimlerden ve yöneticilerden kurtulmadıkça kalkınamazlar ve Filistin’i de kurtaramazlar.

Müslümanlar, kendilerini zayıf düşüren iç sorunlarını çözecek, dağılmış, parçalanmış siyasi birliklerini sağlayıp kendilerini güçlü kılacak raşit bir Hilâfet’i tesis etmeden kalkınamazlar ve Filistin’i de kurtaramazlar.

Şayet Müslümanlar, Allah Azze ve Celle’nin yardım ve lütfu ile raşit bir Hilâfet tesis edebilirler ise, işte o zaman; sömürgeci kâfir Batı’nın sırtına sapladığı hançer olan başlarındaki rejim ve yöneticilerden, göğsüne sapladığı hançer olan gasıp Yahudi varlığından kurtulacak ve gerçek düşmanı olan sömürgeci Batı ile yüzleşebilecektir.

İşte İslâm ve Müslüman düşmanı sömürgeci kâfir Batı’nın korktuğu ve kendisi için ölümcül bir tehdit olarak gördüğü şey, bu yüzleşmedir. Müslümanların Raşidî Hilâfetle kendisini durduran, harekete geçmesini engelleyen hançerlerden kurtularak sömürgeci kâfir Batı’nın karşısına dikilmesidir.

Bu nedenle, sömürgeci kâfir Batı’nın egemen olduğu dünya düzenini yerle bir edecek olan, Allah ve Rasulü’nün vaat ve emrettiği Râşidî Hilâfet’in yeniden ikamesi için çalışmak, bütün Müslümanların öncelikli amaç ve hedefi olmalıdır.


Yorumlar

  1. Rıfat Gürgün

    Allah' razı olsun kıymetli hocam, çok değerli bir çalışma olmuş.

Yorum Yaz